Aktaş: Kadının merkezde olmadığı hiçbir mücadele sonuç almaz

  • kadın
  • 09:33 20 Kasım 2022
  • |
img
HABER MERKEZİ - Ortadoğu’da yükselen "jin, jiyan, azadî" sloganının devrime çağrı niteliği taşıdığını belirten kadın hakları aktivisti Sara Aktaş, kadın özgürlüğünün merkezde olmadığı hiçbir mücadelenin sonuca varmayacağını belirtti. 
 
Tüm dünyada, kapitalist modernitenin sömürge savaşları, milliyetçilik, ırkçılık ve kadın düşmanı politikaların yükselişe geçmesine neden olurken, buna karşı ayağa kalkan kadınlar, savaşa, sömürüye, şiddete ve yoksulluğa "dur" diyerek, kazanılmış hakları direniyor. Katledilmeye, tutuklanmaya ve idam edilmeye rağmen geri adım atmayan kadınlar, gasp edilen haklarından, yeni örgütlenme alanlarına kadar "21’inci yüzyılı kadın yüzyılı" yapma kararlılığında.
 
Kadın hakları aktivisti ve yazar Sara Aktaş, kapitalist modernite güçlerinin yapısal krizlerin ortaya çıkardığı savaşlar ve bu savaşların nedenlerini, kadınlara yansımaları ile dünyada ve Ortadoğu’da yükselişe geçen kadın mücadelesine dair sorularımızı yanıtladı. 
 
Kapitalist modernite, dünyada militarizim üzerinden sistem savaşını sürdürüyor. Kapitalist sistem tarafından tırmandırılan şiddete karşı dünyadaki kadın hareketleri de büyük bir mücadele ortaya koydu. Dünyada kadın mücadelesinin temel gündemleri nelerdir? Nasıl bir mücadele veriliyor? 
 
 
 Artık sürdürülemeyecek noktaya gelen, sonuçları itibariyle insanlığın kaldıramayacağı düzeyde kriz yaratan ve bunun sonuçlarını insanlara, kadınlara, halklara ödeten, aynı zamanda giderek çöken bir sistem söz konusu. Bunu gören kadın hareketleri, bütün dünyada kapitalist modernite güçlerine karşı mücadele eden, direnen bu direnişe öncülük eden bir konumda. Bu gelişmeler, toplumsal mücadelede ciddi bir dinamik oluşturdu. 
 
Kapitalist modernite güçlerine karşı dünyanın her yerinde, kadın hareketlerinin ivmeyi yükselttiği bir kadın mücadelesi var. Bu mücadele giderek toplumsallaşmaya başlayan bir nitelik kazanıyor. Belki de tarihin hiçbir döneminde bu denli bir toplumsallık kazanmamıştır. Tabi ki bunun kimi sebepleri var. Birincisi, kapitalist modernitenin son yıllarda yaşadığı çoklu kriz durumunun direk kadın mücadelesi üzerinde etkili olduğunu, bunu tetiklediğini de belirtmek gerekiyor. Çünkü hali hazırda kapitalist modernite güçlerinin ağırlaşmış yapısal krizleriyle karşı karşıyayız. Bu krizlerin dünya çapında çok yönlü sorunlar doğurduğuna, ‘güç ve iktidar savaşları’nı tetiklediğine tanık oluyoruz. Bunlara sadece birkaç örnek verecek olursak; Afganistan'ın altın tepside Taliban rejimine teslim edilmesi, son bir yıldır konuştuğumuz Ukrayna - Rusya savaşının başlatılması, Ortadoğu zaten kan gölüne çevrilmiş durumda, devam eden savaş dinamiği var. Bununla birlikte Afrika'da iç savaşların tetiklenmesi durumu söz konusu. Bir ucunda Amerika, NATO ve bölge ittifaklarıyla Avrupa'nın olduğu, bir ucunda Rusya-Çin- İran'ın olduğu çok yönlü bir bloklaşma durumu da söz konusu. Bu durumu Önder Apo, 'paradigmalar savaşı' olarak nitelendirmişti. Bu savaşların yarattığı, çok ağır bir tabloyla karşı karşıyayız. Yakılan yıkılan ülkeler, ağırlaşmış bir yoksulluk durumu söz konusu. Bütün bu tablonun içinde en fazla etkilenen kadınlar oluyor. Kadın katliamlarının bir ‘kadın kırım’ politikasına dönüşmesini, bu politikalardan ve bunların sonuçlarından kopuk ele alamayız. Kanada da son yıllarda şiddetin oranı yüzde 50 arttı. Hindistan'da yüzde 63 oranında kadınlara dönük suç oranı yükselmiş durumda. Dünya çapında en fazla şiddetin uygulandığı alanlardan biri Güney Afrika ile Güney Amerika olarak listelere girdi. Bununlar birlikte en fazla şiddete maruz kalan dünya ülkelerinden biri Meksika. Meksika'da günde ortalama 10 kadın katlediliyor. Dünyanın her yerinde, kapitalist modernite paradigmasının yarattığı sonuçlar itibariyle kadınlar bir kırım düzeyinde devlet politikası olarak sistemli bir şekilde katlediliyorlar. 
 
Bu anlamda kadınların ortak mücadelesi de belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Kadınların ortak mücadelesinin birinci nedeni, dünyanın her yerinde kadın katliamları var. En temel insan hakkı olan ‘yaşam hakkı’ ellerinden alınıyor. Kadınlar bütün dünyada yaşam haklarının ellerinden alınmasına karşı ciddi bir ortak mücadele yürütüyor.  
 
İkincisi, kadınların 19'uncu yüzyılda, 20'nci yüzyılda elde ettiği büyük kazanımlar var. Yani mücadele ederek, deyim yerindeyse dişiyle, tırnağıyla kazandığı haklar var. Erkek egemen bir hukuk dahi olsa bu hukuk kapsamında kadınların kazandığı haklar var. Son yıllarda dünyanın her yerinde bu hakların gasp edilmeye başlandığına tanık oluyoruz. Özgürlüklerin olduğunu, demokratik olduğunu iddia eden birçok ülkede de durum böyle. Kürtaj yasağı getiriliyor. İstanbul Sözleşmesi'nin iptali söz konusu oldu. Bu sadece Türkiye'yi bağlayan bir sözleşme değil, bütün dünyayı bağlayan bir sözleşmeydi. Bu anlamda birçok ülkede benzer tutumlar sergilendi. Farklı ülkeler de sözleşmenin iptalini onaylayan tutumlar sergiledi. Buna karşı da çok ciddi bir ortak mücadele yürütülmeye başlandı. Neredeyse birçok ülkede kürtaj yasağına karşı kadınlar, ‘bedenimiz hakkında kendi kararımızı verebiliriz’ diyerek sokaklara doldu. Bu da dünya kadınlarını bir araya getiren gündemlerden biri oldu. 
 
Üçüncüsü, genel savaş durumuna bağlı olarak oluşan ağır yoksullaşma hali. Bu yoksullaşmada kadınların görünür, görünmez emeği tüm ülkelerde sömürülüyor. Yoksulluk artık kadınlar üzerinden tanımlanmaya başlandı. ‘Yoksulluğun kadınlaştırılması’ gibi bir durum söz konusu. Yoksullukla kadın özdeşleştirilmeye başlandı. Öyle ki kadınların bedeni pazarlık konusu oldu, bir pazar alanı haline geldi. Tarihin birçok evresinde belki bu böyleydi ama geldiğimiz aşamada üst düzeylere çıkmış durumda.  Bu emek sömürüsü, yoksullukla mücadele noktasında dünyada kadınların ortak paydalarından biri oldu. Kadınlar, bu sorunlar karşısında dünya ülkelerinin birçoğunda mücadele dinamiğini geliştirmiş ve ortaklaştırmış durumda. 
 
Artık sürdürülemeyecek noktaya gelen, sonuçları itibariyle insanlığın kaldıramayacağı düzeyde kriz yaratan ve bunun sonuçlarını insanlara, kadınlara, halklara ödeten, aynı zamanda giderek çöken bir sistem söz konusu. Bunu gören kadın hareketleri, bütün dünyada kapitalist modernite güçlerine karşı mücadele eden, direnen bu direnişe öncülük eden bir konumda. Bu gelişmeler, toplumsal mücadelede ciddi bir dinamik oluşturmuş durumda. Bununla birlikte devlet karşıtı kadın hareketlerinin sistem karşıtı karakteri giderek daha güçlendi. Geçmiş liberal politikalar, sistem içinde çözüm arayan feminist yaklaşımlar ya da kadın hareketinin arayışları bu süreçte net bir şekilde görüldü. Bu paradigmanın kapitalist modernite paradigması ve kapitalist sistemin, erkek egemen bir iktidar anlayışının sonuçları olduğu görülmeye başlandı. 
 
Geçmiş yüzyıllarda kadın hareketlerinin, ideolojik düzeyde sistem karşıtı çözüm arayışları boşluklara neden oldu. Bu boşluk, birçok ülkede kadınların öncülük ettiği mücadelelerde ikinci plana düşmelerine yol açtı. Ya da hak ettikleri yere ulaşamamalarına neden oldu. Bu açıdan böylesi bir dönemde bu düzeyde ‘devlet, sistem karşıtı’ karakterin ortaya çıkması oldukça önemli.  Bununla bağlantılı olarak önemli bir nokta da, öne çıkan özsavunma ihtiyacı. Dünyanın her yerinde kadınlar, özsavunmanın temel bir ihtiyaç olduğunu biliyor. Özsavunmayı sadece askeri olarak anlamamak gerekiyor. Kadın örgütlülüğünün özsavunma anlamında ne kadar hayati, önemli ve vazgeçilemez olduğu anlaşılmış durumda. Arjantin'de kadınlar uzun süre kürtaj yasağı ile ilgili devletle çatışmalar yaşadı. Polonya, Şili'de de bu böyleydi. Avrupa genelinde, dünya genelinde bu sonuçların belirgin olarak daha somut bir şekilde görünürlük kazandığını belirtmek mümkün. 
 
Ortadoğu'da kadınlara yönelik saldırı karşısında ortaya çıkan sonuç itibariyle “kadın kırımı” tanımı yapılıyor. Ortadoğu'da “kadın kırımı” hangi politikalara dayanıyor? Bu tablo karşısında tam olarak neye karşı mücadele veriliyor?  
 
Dünyada, ‘3'üncü Dünya Savaşı’ olarak bilinen, Önderliğin 'Paradigmalar Savaşı' olarak ifade ettiği bu çoklu krizin merkez üssü Ortadoğu. Çoğunlukla bu krizler, Ortadoğu üzerinden aşılmaya çalışılmıştır. Kapitalist modernite güçleri, savaşlarla kendini yeniden yapılandırmaya, yeniden kriz halini atlatmaya çalışıyor. Bunun için de Ortadoğu'yu yeniden dizayn etme çabası içine girmiş durumdalar. Ortadoğu'da yürütülen her savaşın, kurulan her ittifakın, yapılan her politikanın bu konseptten kopuk ele alınmaması gerekiyor. Bu dizayn sürecinin de temel bazı ayakları var. Bu dizayn cinsiyetçilik, milliyetçilik dincilik, mezhep, etnik, kültürel savaşlar üzerinden yapılıyor. Bu da kapitalist modernite güçlerinin ruhunun erkek egemenlikli olduğunu gösteriyor. Bu anlamda uyguladıkları politikalar, cinsiyetçi- dinsel faşizm diyebileceğimiz yönetimsel uygulamalarla, feodalitenin kök salan halleriyle, ağırlaşmış cinsiyetçi normlarla, negatif anlamda ‘gelenek-göreneklerle’ birleştiğinde, Ortadoğu’da kadın kırımının en üst düzeye çıkmasına yol açtığını söyleyebiliriz. 
 
3’üncü Dünya Savaşı sürerken, Ortadoğu'da ataerkil sistemlerin yarattığı sonuçlar, bölgedeki tüm ezilen halkların kadınlarına karşı büyük bir şiddet olarak yansıdı. Bu şiddet dipten gelen bir dalga biçiminde yayıldı. Bu durumun,  kapitalist modernite güçlerinin yarattığı politikalar olduğunu, Ortadoğu üzerinde oluşturulan politikalar olduğunu, oradaki statükoların kendilerini korumak için olduğunu biliyoruz. Buna karşı giderek politikleşen, siyasallaşan giderek bilinç düzeyi farklı bir aşamaya sıçrayan bir Ortadoğu coğrafyası var. Bu coğrafyada kadınlar artık ‘kurbanlık koyunlar’ gibi evlerinde oturmuyor. Kadınlar artık ‘mağdure’ rolünde değil. 
 
Peki, tam bu noktada Ortadoğu’da kadınların oluşturduğu mücadele hattında Kürt kadın hareketinin nasıl bir rolü var. Kürt kadın hareketinin mücadelesi Ortadoğu’ya nasıl yansıdı? 
 
 
 'Jin, jiyan azadî' sadece slogan değil, bir zihniyete karşı devrime çağrı niteliği taşıyor. Bütün dünyada yıkılan bir erkeklik, bunun karşısında yükselen bir kadınlık kimliği söz konusu. Bununla birlikte ortaya çıkan temel bir sonucu daha görüyoruz. Kadın özgürlük problemi toplumsal sorunlar içinde en temel olanıdır. Toplumsal hareketlerde, kadın özgürlüğünün merkezde olmadığı, kadınların öncülük etmediği hiçbir mücadele sonuç alamıyor. 
 
Ortadoğu’da bu saldırıların yoğunlaşmasının çeşitli nedenleri var. Birincisi, Ortadoğu'yu ele alırken Kürt özgürlük hareketi ve Kürt kadınlarının pozisyonundan kopuk ele alamayız. Kürt özgürlük hareketinin, Kürt kadın hareketinin, Ortadoğu'da Önder Apo'nun paradigmasına dayalı olarak geliştirdiği büyük bir sıçrama var. Devrimsel sinerji var. Bunu görmek gerekiyor. Ortadoğu'nun biraz önce bahsettiğimiz yapısını demokratikleşmeye zorlayan, bunu dayatan, bunun ihtiyaç olduğunu gösteren ki şuanda halklara bunu somut olarak gösteren paradigma 'demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü paradigma' olmuş durumda. Önder Apo'nun, bu anlamda geliştirdiği demokratikleşmeye zorlayan paradigmasının yarattığı etkiler var. Bunun çok belirleyici şekilde Ortadoğu'da, devrimci sinerji yarattığını düşünüyorum. Bu devrimci sinerjinin korkuttuğu güçler var. Kapitalist modernite güçleri var, bölgedeki gerici ittifaklar var, rejimler var, cinsiyetçi-dinsel faşizm olarak da tanımlayabileceğimiz yönetimler var. Kadınlar geldiğimiz aşamada Ortadoğu'da kapitalist modernite güçlerine karşı hayat bulan demokratik modernite paradigmasını benimsemiş durumdalar. Ortadoğu'da bu paradigmanın rüzgarı esiyor. Bu paradigmanın kapitalist modernite güçlerine meydan okuyan bir düzeyi var. Buna öncülük eden Kürt kadın hareketidir. Yine, Kürt kadın hareketine katılmaya başlayan bölgedeki halkların, ezilenlerin kadınları var. Rojava örneği bunun en somut hali. Rojava'da, bu paradigma somut bir şekilde ete-kemiğe büründü. Böylesi bir sistemin yaşanabileceğini, hayata geçirilebileceğini, Ortadoğu'daki bütün kemikleşmiş statükoların kırılabileceğini gösterdi. Bundan dolayı bütün kapitalist modernite güçleriyle birlikte, erkek egemen sistemin Ortadoğu'daki bağlantılarıyla hem Kürt özgürlük hareketine, hem demokratik modernite güçlerine, hem de bunun öncülüğünü yapan, bunun için mücadeleyi büyüten kadınlara dönük şiddetlenen saldırıları söz konusu. Bunu her yönüyle görüyoruz. Artık kimyasal silahların günlük olarak kullanıldığına tanık oluyoruz. Bu anlamda mücadele eden, savaşan orada direnen bütün dinamiklere karşı bu saldırıların güçlendirildiğine tanık olduk. 
 
Yine bununla birlikte kapitalist modernite güçlerinin 20'nci yüzyıldan edindiği bir deneyim var. 20'nci yüzyılda faşizmi, tarihin çöp sepetine gönderen kadınların öncülük ettiği mücadeleler olmuştur. Bu nedenle örgütlü kadınların mücadelesinden çok korkuyorlar. Kadınların öncülük ettiği toplumsal hareketlere karşı büyük bir korku var. Ortadoğu ve dünyada o dönemin faşist iktidarlarının yerini şuan seçilmiş diktatörler almış durumda. Seçilmiş diktatörler, seçilmiş faşist, erkek egemen iktidarlar almış durumda. Kendi sistemlerini yok edecek temel dinamiğin, kadınların öncülük ettiği toplumsal hareketler, birliktelikler, ittifaklar olduğunu biliyorlar. Bundan dolayı korkunç bir saldırı geliştiriyorlar. Madrid barikatlarına ismini yazdıran ve günümüzde hala kendinden söz ettiren 'No Pasaran/ Geçit yok’ Dolores’in yaratıcısı olduğu bir slogan. Kadınlara, 'Eğer silahınız yoksa, evinizdeki mutfak malzemeleriyle, sıcak suyunuzla elinizden ne geliyorsa onunla savaşın' diyor. Yani ‘faşizme geçit vermeyeceğiz’ diyor. Bu anlamda gerçekten o anti-faşist ittifakın, cephenin örülmesinde kadınların büyük emeği var. Almanya'da, Kızıl Orkestra direniş hareketi içinde faşizme karşı kadınlar belirleyici rol oynuyorlar. Yine Fransa ve Rusya'daki hareketlerde kadınlar belirleyici rol oynadı. Latin Amerika'daki diktatörlüklerin yıkılmasında kadınların belirleyici rolü var. Nikaragua'da, Arjantin'den, Meksika'da da böyle. 25 Kasım yaklaşıyor. Dominik Cumhruriyeti’nde Mirabal kardeşlerin başlattığı ve hala süren mücadele söz konusu. Bu anlamda 20'nci yüzyıl boyunca kendisini var etmeye çalışan bütün faşist hareketler, diktatörlükler karşısında kadınların öncülük ettiği toplumsal hareketlerin tümü büyük bir başarı kazanmış durumda. 
 
Şuanda Ortadoğu merkez üssü belirlendiği için, bunun Ortadoğu'da çok belirleyici düzeyde etkili olduğuna tanık oluyoruz. Ortadoğu'da kadınların öncülük ettiğini, toplumsal alanlarda çok etkili olduğunu  görüyoruz. Burada belirleyici olan Kürt kadınlarının oluşturduğu örgütlü güç, özsavunma ordusu, dayandığı ideolojik paradigmadır.  Kadınlar artık mücadele ediyor, bunun karşısında duruyor ve bu sonucu belirgin olarak ortaya çıkaran temel güç ise gerçekten Kürt Özgürlük Hareketi ve Kurdistan Kadın Hareketi olmuş durumda. Yine İran'da Rojhilat Kurdistan'ında direniş var. Rojava’da  benzeri bir süreci de aşan bir süreç var. Çünkü bütün dünyaya yayılan 'jin, jiyan, azadî' sloganı var. Orada uygulanan ataerkil kültüre, şiddete, kırım politikalarına karşı artık çok büyük bir devrimci sinerjinin açığa çıktığına tanık olduk. Bu devrimci sinerji sadece Kürt kadınlarıyla, İranlı kadınlarla da sınırlı değil. Bütün dünyada etkisini gösteren 'jin jiyan azadî' sloganının yankılanmasına yol açan bir etki yarattı. Orada sadece İran rejimine dönük bir tepki dile getirilmiyor, 5 bin yıllık egemen zihniyete, kültüre, yapılara bir tepki dile getiriliyor. Halk bunun sürdürülemez olduğunu haykırıyorlar. Bir devrim aralığı ortaya çıkmış durumda. Bu devrim sürecinin sinerjisinin en temel öznesi işte Rojava'da olduğu gibi kadınlar olmayı başardı. Kadınların harekete geçirdiği ezilen kesimler, sınıflar, halklar söz konusu. Kadın mücadelesinin toplumsal anlamda ne kadar belirleyici olduğunu bize gösteren bir yanı var. İran'daki kadınların öncülüğünde ki toplumsal hareketin gösterdiği temel durumlardan biri bu. Bütün dünyada yıkılan bir erkeklik, bunun karşısında yükselen bir kadınlık kimliği söz konusu. 'jin jiyan azadî' sadece slogan değil, bir zihniyete karşı devrime çağrı niteliği taşıyor. Bununla birlikte ortaya çıkan temel bir sonucu daha görüyoruz. Kadın özgürlük problemi, toplumsal sorunlar içinde en temel olanıdır. Bu noktada özellikle Önder Apo'nun tespitlerinin ne kadar yerinde olduğunu bir kez daha bütün dünya görmüş oluyor. Bütün toplumsal mücadelelerde de kadın özgürlüğünün merkezde olmadığını, kadınların öncülük etmediği hiçbir mücadele sonuç alamıyor, bunu da görüyoruz.
 
 
 İran'da da Kürt kadın hareketinin ciddi bir dinamiği var. Hem tarihsel olarak orada verilen emek, hem günümüzde çok ciddi bedeller ödeye ödeye Kürt kadınlarının yarattığı bilinç düzeyi var diyebiliriz. Günümüzde İran'da 90'dan fazla yerde süren bir isyan hali var. Geriye dönülecek bir aşamada değil. Kadının özgürleşmeden toplumun özgürleşemeyeceğinin en çıplak, en sade bir biçimde ortaya çıktığı alanlardan biridir. Ezilen cinslerin, sınıfların, halkların bir isyanı söz konusu. Bu bence sadece İran'a karşı bir öfke değil bütün alanlarda yürüyen bu tip uygulamalara karşı bir reaksiyon, tepki oluyor. 
 
İran örneğinde şunun altını çizmek istiyorum; aslında İran kadın mücadelesi açısından köklü bir tarihe sahip. Şahlıktan da öncesine dayanan kadın mücadele damarı var. Fakat Şahlık mücadelelerinde de yine İran'da değişmez bir kural olarak işlenen bir durum var. İran'da köklü değişimlerin hepsi dipten gelen toplumsal hareketler ve kadınların öncülüğünde olmuştur. Bunu paradigmasal olarak içeriği ne olursa olsun, dipten gelen hareketler radikal biçimde olmuştur ve kadın öncülüğünde olmuştur. Bunun unutulmaması gerekiyor. 1979'daki İslam Devrimi'de bunun en çarpıcı örneğidir. 79'da Şahlık rejimine karşı toplumsal hareketlilik radikal bir biçimde geliştiğinde, Humeyni iktidara geldiğinde de toplumsal hareket vardı ve öncülüğünü kesinlikle bir bütün olarak kadınlar yapıyordu. İdeolojik anlamda yaşanan temel sıkıntı çok trajik. Humeyni'yi iktidara getiren, 79'da İslam devrimine yol açan temel dinamik kadınlar olmasına rağmen bu devrim süreci gerçekleştirildikten sonra kadınlar, ilk hedef pozisyonuna getirilenler olmuştur. Kadınların var olan bütün haklarına bir saldırı olmuştur. Kadınlar tamamen molla rejimi sitemine hapsedilmiştir. Bunun günümüzde yarattığı bazı sonuçlar da var. Bir bilinç düzeninin arttığına tanık oluyoruz. İran'da da Kürt kadın hareketinin ciddi bir dinamiği var. Hem tarihsel olarak orada verilen emek, hem günümüzde çok ciddi bedeller ödeye ödeye Kürt kadınlarının yarattığı bilinç düzeyi var diyebiliriz. Günümüzde İran'da 90'dan fazla yerde süren bir isyan hali var. Geriye dönülecek bir aşamada değil. Kadının özgürleşmeden toplumun özgürleşemeyeceğinin en çıplak, en sade bir biçimde ortaya çıktığı alanlardan biridir. Ezilen cinslerin, sınıfların, halkların bir isyanı söz konusu. Bu bence sadece İran'a karşı bir öfke değil bütün alanlarda yürüyen bu tip uygulamalara karşı bir reaksiyon, tepki oluyor. Bunu böyle ele almak gerekiyor.
 
Kapitalist sistem kültürlerin, halkların altını oyarak yeni bir sistem inşa etmek isterken, buna karşı hem dünya da hem Ortadoğu'da ve Kurdistan'da, bir kadın mücadelesi açığa çıktı. Peki sonuca ulaşmak için bu mücadele hangi yol ve yöntemlerle sürmeli?  
 
 
 Dünya düzleminde özsavunma ihtiyacı çok fazla ön planda. Kadınların bunu, sistemden, erkek egemen iktidardan bekleyen duruştan vazgeçmesi gerekiyor. Bu anlamda devlet dışı antiemperyalist bir örgütlenme şart, devletten bekleyen, devleti temsil eden mekanizmalardan beklenen bir yaklaşım kesinlikle büyük kaybettirir. Hem dünyada hem Ortadoğu'da devlet dışı ve antiemperyalist bir halk özsavunma gücünün yaratılması ve bunun öncülüğünü kadınların yapması mümkündür ve temel bir ihtiyaçtır.
 
Önder Apo, Ortadoğu uygarlık tarihini bir ‘karşı devrim tarihi’ olarak nitelendiriyor. Ortadoğu'da gelişen erkek egemen uygarlıksal süreci karşı devrim süreci olarak nitelendiriyor. Bunun karşısında bir devrime ihtiyaç olduğunu söylüyor. Bu dönemin o dönem olduğunu düşünüyorum. Bu dönem, Ortadoğu'da tam da böylesi devrimsel koşulların olgunlaştığı bir dönem. 
 
Kürt kadınlarının öncülüğünde Ortadoğu geneline yayılan, ‘Ortadoğu konfederalizmi’ diyebileceğimiz bir sürecin koşulları oluşmuş, kapısı açılmış durumda. Israrla üzerinde durduğumuz, kişisel olarak altını çizmek istediğim nokta bu; Kadınların öncülük etmediği hiçbir toplumsal hareket gerçek anlamda güçlü bir sonuca ulaşmıyor. Ortadoğu'da şuan bunun zemini vardır. Ortadoğu'da gerçekleşecek bir zihniyet, bir sistemsel devrimin önünü açacak olan yine kadınlardır. Bu anlamda İran'da en geniş kesimleri kapsayan bir rejim karşıtı direniş hattı oluşmuş durumda. Bunun bütün Ortadoğu'ya yayılması lazım. Kadınların öncülüğünde, bu kapitalist modernite güçlerine karşı, ataerkil kültürün her türlü korkunç saldırıları ve paradigmalarına, devlet yapılarına, yönetimsel iktidarlara karşı Ortadoğu geneline yayılması gereken, böylesi geniş çaplı sistem karşıtı ittifakın örülmesi gerekiyor. Bunun çabaları elbette ki var. Mevcut durumlar bunu çok acil bir ihtiyaç haline getirmiş durumda. Ortadoğu açısından bunun çok hayati olduğunu düşünüyorum. Böylesi geniş bir demokrasi ittifakının, faşizm karşıtı, ataerkil sistem karşıtı, demokrasi cephesi olarak örülmesi gerekiyor. Bunun ulaşabileceği en geniş cepheye ulaşması gerektiğini düşünüyorum. Bunun kadınların öncülüğünde olabileceğine inanıyorum. Kadınlar Ortadoğu'da bunu yaratacak en dinamik güç. Bununla birlikte hem Ortadoğu'da hem dünyadaki paradigmalar savaşında da belirleyici bir güç haline gelen kadın örgütlerinin birleşip bir güç haline gelmesi bu dönem en fazla ihtiyaç duyulan bir ittifaktır. Dünyadaki muhalif tüm hareketler düzleminde de bu böyle. Muhalif tüm hareketlerin, kadın örgülerinin, devrimci dinamiklerin kapitalist moderniteye ve uyguladığı politikalara karşı kadınların birleşik güç haline gelmesi gerektiğini burada çok somut bir biçimde görüyoruz. 20'nci yüzyılda bütün dünyayı sarsan faşizmi yıkan, antifaşist cephenin ruhuydu. Yine hiçbir dönemde olmadığı kadar hem Ortadoğu'da hem dünya düzleminde özsavunma ihtiyacı çok fazla ön planda. Kadınların bunu sistemden bekleyen, erkek egemen iktidardan bekleyen duruştan vazgeçmesi gerekiyor. Bu anlamda önemli dersler çıkarıldı. Fakat kadınların bütün dünyada bunun mekanizmalarını örmesi gerekiyor. Özsavunmasını sağlayacak mekanizmalarını sağlaması gerekiyor. Hem yaşamına dönük saldırılar karşısında özsavunma gücünü açığa çıkarması gerekiyor hem örgütlülük açısından bunu yaratması gerekiyor. 
 
Bu anlamda devlet dışı antiemperyalist bir halk örgütlenmesi şart, devletten bekleyen, devleti temsil eden mekanizmalardan beklenen bir yaklaşım kesinlikle bu dönemde büyük kaybettirir. Hem dünyada hem Ortadoğu'da bana göre devlet dışı ve antiemperyalist bir halk özsavunma gücünün yaratılması ve bunun öncülüğünü kadınların yapması mümkündür ve temel bir ihtiyaç. Özellikle Ortadoğu açısından Kürt kadınlarının verdiği mücadele sadece Kürt kadınlarının mücadelesi değildir, sadece kendi hakları için mücadele vermiyorlar. Ortadoğu'da da sadece Kürt kadınlarına karşı bir savaş yürütülmüyor. Bu savaş aynı zamanda tüm kadınlara dönük bir savaştır. Dolayısıyla Kürt kadınlarının verdiği savaş da sadece Kürt kadınlarının hakları için değildir. Ataerkilliğe, sömürüye, faşizme karşı bir savaş veriliyor. Ekolojik yıkıma karşı bir savaş veriliyor. Bu açıdan Ortadoğulu bütün kadınların, bütün kadın dinamiklerinin Kürt kadınlarının verdiği mücadele ile bütünleşmesi gerektiğini, Kürt kadınlarının verdiği mücadeleyi kendi mücadelesi olarak görüp bunun etrafında kenetlenmesi gerektiğini düşünüyorum. 
 
Bu sağlandığı takdirde özellikle önümüzdeki dönemde kadın hareketlerinin, örgütlerinin yaratacağı bir antikapitalist, devlet dışı örgütlenme, birleşik güç halinin tarihsel örneklerde de gördüğümüz gibi çok güçlü ve değerli sonuçlarının olacağına inanıyorum. 25 Kasım'da kadınların dünyanın her yerinde seslerini yükseltecekler, mücadelelerini büyütecekler. Fakat özsavunmanın en yoğun ihtiyaç olarak gündemde  olduğunu bilmeliyiz. Ben bu noktada bütün dünya kadınlarının özellikle Ortadoğu'da kadınların Kürt kadın hareketi öncülüğünde yürütülen o muhteşem direnişe katılması ve bu direniş etrafında bir anti-devlet, devlet dışı, anti-emperyalist bir birleşik kadın gücünün oluşturulmasının hayati olduğunu düşünüyorum. 
 
YARIN: Kadınlar çözümü Abdullah Öcalan’ın paradigmasında buluyor
 
MA / Arjin Dilek Öncel