Tiryaki: Sınır ötesinde istedikleri hedefe ulaşamayınca partimize saldırıyorlar 2022-05-11 10:11:12 ANKARA - HDP’ye yönelik saldırıların Federe Kürdistan’a yönelik saldırılardan bağımsız olmadığını belirten milletvekili Mehmet Rüştü Tiryaki, “Sınır ötesi operasyonlarla istedikleri hedefe ulaşamadıkları için, Kürt düşmanlığını Kürtlerin gönül verdiği partilere saldırılarla sürdürmeye çalışıyorlar” dedi. Kürt sorununda savaş seçeneğinin yeniden devreye konulmasıyla birlikte Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) yönelik, siyasi, idari ve hukuki baskılar da arttı. AKP-MHP blokunun HDP’yi hedef alan söylemleri fiziki saldırılara dönüşüyor. Partinin il ve ilçe örgütlerine silahlı saldırı, kundaklama ve çalışanlarını öldürme kastıyla yapılan eylemlerin en sonuncusu 5 Mayıs’ta genel merkez binasına yapıldı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yla fotoğrafları çıkan iki kişinin polis yönlendirmesiyle partinin genel merkezini basan polis amiri, Kadın Meclisi Sözcüsü ve milletvekili Ayşe Acar Başaran’a ölüm tehdidini içeren “seni çivilerim” sözleri kamuoyunda tepki topladı.    HDP’ye yönelik saldırılar, provokasyonlar ve iktidarın yeniden 7 Haziran - 1 Kasım 2015’teki süreci tekrarlama girişimlerini partinin hukukçu milletvekili Mehmet Rüştü Tiryaki’yle konuştuk. Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik saldırıların sonuçsuz kalmasının intikamını kendilerinde almaya çalışıldığını ifade eden Tiryaki’nin görüşleri şöyle:     Parti genel merkeziniz önünde üçüncü bir provokasyon girişimi yapılıyor. Genel merkeziniz önüne getirttirilen ve il binalarınız önünde oturtulanlar kimler?   “Diyarbakır Anneleri” denilen grup tamamıyla iktidarın ve polisin gözetimi ve denetimi altında partimizin çalışamaz hale getirilmesi amacıyla oluşturulmuş bir grup. Polis olduğunu söyleyen kişiler aileleri arıyorlar ve bu gruba katılmalarını istiyorlar. Polisin gözetimi ve denetimi altında derken, bunu kastediyorum. Ayrıca Diyarbakır il binamız önünde oturtulanlarda gerçekten polisin denetimi, gözetimi altında eylemlerini sürdürüyorlar. İş protesto etkinliği olmaktan çoktan çıktı. Parti Genel Merkezi’mize yönelik ise üçüncü kez geliyorlar. Önce iki kişi, daha sonra bir kişi en sonda da üç kişi getirdiler. Biz bu gelen kişiler arasında anne falan görmedik. Diyarbakır Anneleri diyorlar ama anne falan yok. Doğru ya da yanlış parti Genel Merkezi’mize gelip, demokratik haklarını kullanabilirler. Görüşlerimizi doğru bulmadıkları için eleştirebilirler, buna bir itirazımız yok. Demokrasiyi içselleştirmiş bir kimsenin buna itiraz etmesi söz konusu değil. Sorun şu ki; AKP’nin bir kilometre yakınına dahi hiç kimseyi yaklaştırmayan Ankara Emniyet Müdürlüğü, adeta bir tür koruma görevliliği yaparak, bu kişileri genel merkezimizin önüne kadar getiriyor.    Polis mi getiriyor?    Partimiz önüne getirmekle yetinmiyor, partideki arkadaşlarımıza, milletvekillerimize partinin içerisine girin, kapının önüne dahi çıkmayın, diyorlar. Biz kendi il binamızın önünde açıklama yapamazken birilerini taşıyarak, genel merkezimizin önüne getiriyorlar. Onlar ‘protesto’ etkinliklerini gerçekleştirdiklerini söylediklerinde de partimizden hiç kimsenin binanın önüne çıkmasına izin vermiyorlar. Yetmiyor getirilen çelenge de bekçilik yapıyorlar. Arkadaşlarımız buna itiraz ettiler. Buna tahammülleri yok, herhangi bir itiraza tahammülleri yok. Yaptıklarının hukuksuz olduğunu, eşitsiz davrandıklarını onlarda çok iyi biliyor. HDP’nin bu provokasyona karşı çıkmasını yine tehditle kapatmaya çalışıyorlar. Bu büyük bir pervasızlık.   Parti genel merkezinizde 5 Mayıs’ta yaşanan saldırı ve provokasyon sırasında Kadın Meclisi Sözcüsü ve milletvekiliniz Ayşe Acar Başaran, polis tarafından açıkça tehdit edildi. Bu öfke ve ölümle tehdit gibi ileri gidilmesinin arkasında ne var?   Aslında Ayşe vekilimizi tehdit eden polis amiri sadece ‘çivilerim’ demiyor. Vekilimize ‘Sen benim karşımda kimsin ki, sen bir hiçsin’ sözlerini de sarf etti. Büyük bir öfke, hınçla oraya geldikleri anlaşılıyor. Amaçları HDP’nin önüne getirdikleri kişinin protesto etkinliğini yapması ardından onun götürülmesini sağlamanın ötesinde bir hınç ve öfke olduğu anlaşılıyor. Eğer bir polis memuru bir milletvekiline ‘Sen benim karşımda bir hiçsin’, ‘seni çivilerim’ diyebiliyorsa, ölümle tehdit edebiliyorsa o ülkede artık yurttaşların hiçbirinin can güvenliği, demokratik protesto hakkı yoktur. Bir milletvekiline bunu yapan herhangi bir vatandaşa neler yapabileceği, nasıl tehditler savurabileceğini varın siz düşünün. Üçüncü kez “Diyarbakır Aileleri” dedikleri kişileri getiriyorlar ama provokasyonları sadece bununla da sınırlı değil. HDP’ye yönelik provokasyonlar çok daha fazla. 7 Haziran 2015 seçimleri öncesi Adana ve Mersin il binalarımıza bombalı paketler gönderilmişti. Genel merkezimiz yakıldı. İzmir İl Örgütümüze giren faşist bir tetikçi tarafından Deniz Poyraz arkadaşımız yakın bir zamanda katledildi. Arkasından İstanbul’da ilçe binamıza bıçakla bir kişi saldırıda bulundu. Dolayısıyla bu provokasyon girişimleri kesintisiz bir şekilde HDP’ye yönelik devam ediyor.    Partinize yönelik provokasyonlar ve saldırılar bir siyasetin devrede olduğunu mu gösteriyor?   Bu AKP için bir siyaset biçimi haline geldi. AKP, HDP’ye yönelik siyasetini bu şekilde yürütüyor. Provokasyonlar organize etme siyaset aracı haline geldi. Bütün saldırılara rağmen büyüyen, dimdik ayakta duran HDP’yi başka bir biçimde denklem dışına itmek için bu tür çalışmaları yürütüyorlar.    Kürt sorununda çatışmalı politikaların istenilen sonucu alamamakla partinize yönelik saldırı ve baskılar arasında bir paralellik var mı?        Son sınır ötesi operasyona karşı çıkmamız, Kürtlerin birbirini kırdırılmasına karşı çıkmamız da iktidarın saldırgan politikalarını arttırdı. Bu saldırıların hiçbiri tesadüf değil. Sınır ötesi operasyonlarla elde etmek istedikleri amaca ulaşamadıkları anlaşılıyor.   Bu tür saldırılar iktidar tarafından doğrudan ya da dolaylı bir biçimde ancak planlı bir şekilde devreye konulduğunu görüyoruz. Son sınır ötesi operasyona karşı çıkmamız, Kürtlerin birbirini kırdırılmasına karşı çıkmamız da iktidarın saldırgan politikalarını arttırdı. Bu saldırıların hiçbiri tesadüf değil. Sınır ötesi operasyonlarla elde etmek istedikleri amaca ulaşamadıkları anlaşılıyor. Bunu görmek için kâhin olmaya gerek yok. 1980’li yıllardan bu yana çok sayıda sınır ötesi operasyonlar yapılmış. Bunların her birine binlerce, on binlerce askerin, hava kuvvetlerin içerisinde yer aldığı büyük operasyonlar gerçekleştirmiş fakat bugüne kadar bunların hiçbirinden sonuç alınabilmiş değil. Kürt sorunun ancak demokratik ve barışçıl yollarla çözülebileceğini söylerken aslında kastettiğimiz şey bu. Sınır ötesi operasyonların arttırılarak, sürdürülmesi daha çok kan, gözyaşı demek. Hiçbir şekilde Kürt sorunun bu şekilde çözülmesi mümkün değil. Kaldı ki Kürtlerin birbirine kırdırılması siyasetinin çok daha büyük, kanlı şekilde gerçekleştiğini de geçmiş yıllarda gördük. KDP’ye ve YNK’ye o dönem bağlı Peşmergelerin TSK ile operasyona katıldığını geçmiş yıllarda gördük. Fakat bunların hiçbirisi bu sorunu çözmeye yetmedi. Tam tersi Kürt sorunun çözümüne dair umut Çözüm süreci denilen süreçte gerçekleşmişti. Sınır ötesi operasyonlarla ulaşmak istedikleri hedefe ulaşamadıkları için adeta hedef saptırıyorlar. Türkiye’de ırkçılığı, faşist düşünceyi, Kürt düşmanlığını, Kürt’e yönelik, Kürt’ün gönül verdiği partilere saldırılarla sürdürmeye çalışıyorlar.     Kürt sorununu çatışma, savaş ve “güvenlik” politikalarına hapsetmenin dönüşü nasıl oldu. Sonuçsuz kaldığı defalarca kanıtlanan bu yöntemde neden ısrar ediliyor ve bu yöntemin başarıya ulaşması mümkün mü?     40 yıla yaklaşan bir çatışmalı süreç yaşanıyor. Bu süreç içerisinde binlerce köy boşaltıldı, milyonlarca insan evinden, yurdundan edildi. Binlerce insan faili meçhul cinayetlere kurban gitti. Yüzlerce milyarlar dolar kaynak bu savaşa heba edildi. Kürt’üyle, Türk’üyle, başka halklarından on binlerce genç bu çatışmalı süreçte yaşamını yitirdi. Bu süreç sonunda halklara büyük bir acı, kan ve gözyaşı miras kaldı. Bu sorunun çatışma ile çözülemeyeceğini hep birlikte deneyimledik ve bunu çok acı bir şekilde gördük. Maalesef bu ülkede siyaseti kontrol edenler, iktidarı kontrol edenler başka ülkelerin yaşadıkları tecrübelerden deneyim çıkarmadılar. Başka ülkelerin bu tür çatışmalı süreçlerden sonra barışçıl, demokratik yollarla sorunu çözme girişimlerini göz önünde bulundurmadılar. Israrla her gelen iktidar, İçişleri Bakanı, Genel Kurmay Başkanı, İstihbarat yetkilileri daha çok silahla, çatışmayla, operasyonlarla çözebileceğini düşündü. Ama bu sorun kangrenleşti. Artık uluslararası bir sorun haline geldi. Artık sadece Türkiye sınırları içerisinde yaşanan bir sorun değil Ortadoğu’da en az 4 ülkeyi doğrudan çatışma alanı haline getirmiş durumda. Bunun bu şekilde çözülemeyeceğini herkesin anlamış olması gerekir. Fakat iktidar ayakta durabilmenin yolunu çatışmadan, nefretten beslendiğini hep birlikte gördük.    7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinde AKP iktidarını kaybetti. Öncesi ve sonrasında 90’lı yılların kısa bir fragmanı yaşandı. Savaş, bombalar, göçler, ölümler, adeta bir korku imparatorluğu havası hakimdi. Şimdi çete, mafya ve iktidar kanatlarında bu sürece atıflar yapılıyor ve benzeri bir sürecin 2023 seçimlerinde de devreye konulacağı ifade ediliyor. İlk denemenin başarılı olduğuna mı inanılıyor, yeniden tekrarlama sinyalleri veriliyor?        İktidara alternatif olduğunu söyleyen ana muhalefet partisinin liderinin de bu çatışmalı süreci bir çözüm olarak görmesi, algılamasının doğru olmadığının en iyi yanıtını seçmenler vermiş durumda.   7 Haziran-1 Kasım seçimlerinde bu çatışmalı siyasetle görece başarılı oldukları o da aslında bir seçimi kazanmalarından bahsediyoruz. Yoksa binlerce insanın ölümünden sonra herhangi bir şeyin başarı olarak adlandırılması mümkün değil. Gelin o yaşamını yitiren gençlerin annelerine, babalarına, kardeşlerine soralım bunu başarı olarak görüyorlar mı? diye. İktidarın bir kez kendince başarılı olarak gördüğü şey bugün bir kez daha seçim stratejisi olarak yürüttüğünü görüyoruz. Ama bu kez çok geniş kitleler o kadar hevesli bir şekilde desteklemiyor. CHP Genel Başkanının sınır ötesi operasyonlar sırasında attığı bir tweet vardı. Bu tweette geniş kesimler tarafından eleştiriye tabii tutuldu. Sokaktaki vatandaşta eleştirdi. İktidara alternatif olduğunu söyleyen ana muhalefet partisinin liderinin de bu çatışmalı süreci bir çözüm olarak görmesi, algılamasının doğru olmadığının en iyi yanıtını seçmenler vermiş durumda. Bu başarılı olmayacak.    Güç ve iktidar cephesinde Kürt düşmanlığı çok açık ırkçı politikalarla yürütüyorlar…   Önemli bir diğer konu AKP-MHP’nin yürüttüğü ırkçı politikalar. AKP-MHP iktidarı örgütlü bir biçimde ırkçılık ve Kürt düşmanlığı içeren politikalar yürütüyorlar. Bunun sonucunda mevsimlik tarım işçilerine, il binalarımıza yönelik saldırılar gerçekleşiyor. Dedeoğulları ailesinin katledilmesi gibi katliamlar yaşanıyor. Irkçı politikalar amacına ulaşabilir mi? Geçmiş deneyimlere baktığımızda Ermenilerin, Süryanilerin bu topraklarda yaşadıkları var. 6-7 Eylül’de yaşananlar var. Maraş, Çorum, Sivas katliamları yaşandı. Irkçı politikalar benzer katliamlara neden olabilir. Bugün muhalefetinde garip bir şekilde eşlik ettiği Suriyelilere, Afganlara yönelik ırkçı bir siyaset yürütülüyor. Buna karşı güçlü bir muhalefet örgütlenmesine ihtiyaç var. Geçmişte çok acı yaşamış, gözyaşı dökmüş bu toprakların Ermenileri, Süryanileri, Alevileri, Kürtlerin yaşadıklarını hatırlarsak, benzer süreçlerin yaşanmaması için daha dikkatli olmamız gerekir. Saldırgan dile karşı daha çok halkların kardeşliği sloganını yükseltmek gerekir. Demokrasi güçlerine büyük bir görev düşüyor. Irkçı politikalar dünyanın pek çok yerinde güçleniyor. Türkiye’de de ırkçı politikalar siyaset malzemesi olarak görülüyor. Daha çok barış, kardeşlik demek gerekir. Muhalefetin iktidarın yürüttüğü ırkçı politikaların değirmenine su taşıması kabul edilemez.    Bu politika zaman zaman iktidar odakları arasında da bir sürtüşmeye yol açıyor. Örneğin, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ arasında Suriyelilere yönelik ırkçı söylemler üzerinden alevlenen tartışma bir anda kriminal suç ifşalarına dönüştü. Ne oluyor, nasıl okuyorsunuz bunları?        Bütün suçluların, suç örgütü liderlerinin, mafyanın, katillerin, uyuşturucu tacirlerinin, tecavüzcülerin idol olarak gördüğü kişi maalesef bu ülkede İçişleri Bakanı olarak görev yürütüyor. Varın bu ülkenin güvenliğinin geleceğini siz düşünün.   Ümit Özdağ ve Süleyman Soylu arasındaki tartışma iki ırkçı siyasetçi arasındaki kayıkçı kavgası. Adeta ben daha çok ırkçıyım, kavgası yürütüyorlar dersek, abartmış olmayız. Söylemlerine dikkat edilirse bunu söylemek mümkün. İşin ilginç yanı bu tartışmalar sırasında itiraf ettikleri şeylerdi. Düşünün bir partinin genel başkanı operasyonların bir parçası olduğunu söyleyebiliyor. Ama hangi operasyonlar bunlara dair bir itiraf yok. Davutoğlu’nun da bir dönem benzer söylemleri vardı. Susurluk’tan bugüne derin devletin pek çok katliam ve operasyonda görev aldığını, bazen doğrudan bu cinayetleri işleyerek, bazen de bu cinayetlere yol vererek, önünü açarak, katillerin yolunu açarak, destekleyerek, yer aldığını geçmiş yıllardan biliyoruz. Dolayısıyla bu çok da şaşırtıcı değil. Fakat bunun adeta bir övünülecek bir siyaset gibi ortaya atılması ilginç. Ümit Özdağ bunu övünülecek bir siyaset olarak Süleyman Soylu’ya karşı söylüyor. Davutoğlu’nun benzer döneme dair söyledikleri de buna benzeriydi. ‘Hukuksuzluklar yaşandı, yaşatıldı’ diyen dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu ancak ayrıntılara dair bilgi vermedi. Sedat Peker’in itirafları da bundan farklı değildi. Geçmiş dönemde devletin nasıl bir aparatı olarak kullanıldığını konuşmalarının pek çoğunda itiraf etmişti. Barış Akademisyenlerinin nasıl tehdit edilmesinin istendiğini, yaptığı mitinglere iktidarın nasıl destek verdiğinin de itirafları vardı. Orada sadece Sedat Peker ve Süleyman Soylu’nun tartışmalarından çok devletin derin dehlizlerinde yaşanan, hukuksuzlukların parçası olan kişilerin birbirlerine karşı bu suçları anımsattığına tanık olduk. Ümit Özdağ ve Süleyman Soylu arasındaki kavgayı iki suçlunun birbiriyle tartışmasından farksız değil. Sadece iki ırkçının atışması değil. İki sokak kabadayısının, iki suç örgütlerinin parçası olan kişilerin tartışmasından bir farkı yok. Ne yazık ki bu tartışmaların taraflarından bir tanesi bu ülkenin güvenliğinden sorumlu İçişleri Bakanı. Bütün suçluların, suç örgütü liderlerinin, mafyanın, katillerin, uyuşturucu tacirlerinin, tecavüzcülerin idol olarak gördüğü kişi maalesef bu ülkede İçişleri Bakanı olarak görev yürütüyor. Varın bu ülkenin güvenliğinin geleceğini siz düşünün.    Ümit Özdağ, 7 Haziran-1 Kasım seçimleri döneminde devreye konulanlara dair dönemin başbakanı ve bugün Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’na bir çağrıda bulundu. Partinize yönelik provokasyonlarda ortadayken Davutoğlu’na nasıl bir sorumluluk düşüyor?   Gerçekten 7 Haziran-1 Kasım seçimleri arasında yaşananlar bu ülkenin en karanlık dönemlerinden birini oluşturuyor. 20 Temmuz Suruç Katliamı, 10 Ekim Gar Katliamı, 5 Haziran’da Diyarbakır’da patlamalar gerçekleştirildi, Antep’te bir Kürt ailenin düğününde bombalar patlatıldı. Aslında en karanlık süreçlerden birini Türkiye yaşadı. O dönemde kamu görevlilerinin sorumluluklarına dair hiçbir şey aydınlatılmadı. Açılan davalarda, avukatların, ailelerin, insan hakları örgütlerinin, siyasetçilerin sorularına yanıt verilmedi. 10 Ekim Gar Katliamı davasında canlı bombacıları taşıyanlar, ağırlayanlar, yolculayanlar yargılandılar. Güvenlik görevlileri, kamu görevlilerine dair hiçbir araştırma yapılmadı. Emniyet müdürlüklerine katliam öncesi katliam faillerine dair yapılan ihbarlar var. Kişilerin araçları durduruluyor, elini kolunu sallayarak, miting alanına gelebiliyorlar. 5 Haziran Katliamı’nı gerçekleştiren kişi katliam öncesi gözaltına alınıyor, serbest bırakılıyor. Ertesi gün keşfini yaparak, nereye bomba koyacağını belirliyor, yerleştiriyor ve elini kolunu sallayarak, gidebiliyor. Bu davada hiçbir kamu görevlisinin ihmali dahi görülmedi. Karanlık bir dönem olarak varlığını sürdürüyor.   Karanlık döneme dair bilgisi olan kamu görevlileri var. Daha ilginci o dönem başbakanlık yapmış, sonrasında iktidarın politikalarına karşı olduğu için AKP’den ayrılmış Ahmet Davutoğlu var. Zaman zaman o dönem yapılanlarla ilgili, iktidarın, kamu görevlilerinin sorumluluğu olduğuna dair söylemleri de var. Ancak bunun ne Ahmet Davutoğlu ne de başkaları açıklamıyor. Yaptıkları açıklamalarda da tam anlamıyla itiraf da bulunmuyorlar sadece söyledikleri şeyler içerisinde de kendilerini pir u pak, masum olduğunu engelleyemedikleri içinde o yapıdan ayrıldıklarını söylüyorlar. Geleceğe umutla bakabilecek isek ancak geçmişte yaşanan bu yanlışlarla yüzleşebilirsek bunu gerçekleştirebiliriz. Ahmet Davutoğlu’nun partisinin adı gibi siyasi geleceği var mı yok mu? Halk karar verecek. Ama gerçekten Ahmet Davutoğlu bu ülkenin geleceğinin bir nebze olsun aydınlık, umut dolu olmasını istiyorsa o döneme dair bildiği her şeyi açıklamak zorunda. Bunu açıklamadığı her gün geniş halk kesimlerin desteğini alacağını bir siyasi parti olarak umut olacağını düşünmüyorum. Bu konuda bildiklerini gerçek anlamda kamuoyu ile paylaşırsa o zaman halk gerçekten bu ülkenin aydınlık geleceğinde yer alıp, almayacağına karar verecektir.    HDP’ye yönelik son saldırılarda muhalefet milletvekillerinden kısmi olarak itiraz gelse de tam anlamıyla bir karşı duruş sergilenmedi. Buna yönelikte eleştiriler yapıldı. Muhalefet partileri bir kez daha mesele HDP ya da Kürtler olunca sessizliğe bürünmesinin sebebi nedir?   Muhalefet partilerinin, iktidarın yürüttüğü bu saldırgan, ırkçılığı besleyen, çatışma ortamı oluşturacak politikalarına karşı söylemlerinin çok önemli ve değerli olduğunu söylemek gerekir. Bunun geçmişte örneklerini yaşadık. Muhalefet partilerinin iktidarın politikaları karşısındaki söylemleri ve açık tutumları iktidarın politikalarını sürdürmelerine engel olduğunu gördük. Gare operasyonu sırasında faturasını iktidar HDP’ye kesmek istedi. Fakat muhalefet partileri buna karşı çok net tutum sergiledi. CHP’de, İYİ Parti’de, Saadet Partisi’de diğer partilerde net tavır koydu. Operasyonun tüm sonuçlarından iktidarın sorumlu olduğunu söylediler. Bunun faturasının HDP’ye mal edilemeyeceği, AKP-MHP’nin bundan kurtulamayacağını söylediler. AKP-MHP söylemlerini çok fazla sürdüremedi. Operasyondaki başarısızlığının faturasını başkasına kesemediler. Bu muhalefetin iktidarın karşısında aldığı net tutum sayesinde oldu. Kobanê Davası’nın bir siyasi operasyon olduğunu da muhalefetin sindirilmesi, HDP’nin sindirilmesi amacı olduğunu biz söyledik. Muhalefet partileri de bunu dile getirdi. Belki Genel başkanların ziyaretleri olmadı, çok net açıklamaları olmadı ama bu ülkenin yazarları, aydınları, gazetecileri HDP’yi ziyaret etmemelerini eleştirdi. HDP’nin kapatılma davasının da bir siyasi operasyon olduğunu muhalefet partileri çok açık bir şekilde dile getirdi. Dolayısıyla bunun siyasal rantını ya da iç çatışma yaratma potansiyelini olan bu politikaları AKP-MHP bloku tartışamadı. Deniz Poyraz katledilmesinde de bunu yaşadık. Muhalefet partileri de HDP’ye yönelik katliamı açık bir şekilde lanetledi, iktidarın önlemediği için sorumlu olduğunu dile getirdi. En son HDP’ye yönelik provokasyonda ikircikli bir tavır aldıklarını söylemek mümkün. Aslında ikircikli tavır sadece genel merkezimiz önündeki girişimle sınırlı değil. Ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Diyarbakır Anneleri” denilen kişilerle otelde de olsa bir görüşme gerçekleştirmişti. Bunun devamı olarak HDP’ye yönelik son saldırı ve provokasyon girişimine karşı net bir biçimde durmamaları da bundan kaynaklıdır. Diyarbakır il binamız önümüze oturtulmuş, polisin denetimi ve gözetimi altında sürdürülen bu eyleme karşı net tavır koymadıkları için milletvekilimize yönelik saldırı girişimi ve tehdit diline de açık tavır koymadı. Bazı milletvekilleri buna tepki gösterdi. Bu da önemli ve değil. Muhalefet partilerinin bu saldırgan dile karşı yeterli tavır göstermedi.    Saldırının bir milletvekiline yapılması aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yönelik bir saldırı olarak görülüyor…    Bir polis memuru bu açıklıkta kameraların karşısında bir milletvekilini adeta ölümle tehdit etmesi, yok sayması, kendisini onun üstü gibi görmesine karşı çıkmamaları sadece HDP ile dayanışma sergileyip, sergilememe olarak değerlendirilemez. Orada aslında doğrudan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yönelik bir saldırı yapıldı. AKP iktidara geldiğinde kurduğu en önemli cümlelerden biri; ‘Bundan sonra atanmışlar değil, seçilmişler karar verecek’ biçimindeydi. İktidarlarının 20’nci yılında bırakın atanmışları, herhangi bir polis memuru, seçilmiş bir milletvekilini bu pervasızlıkla tehdit etmesine karşı çıkmamaları, desteklemeleri, kahramanlık abidesi olarak görmeleri büyük bir tehlike. Bu saldırıların sadece bizimle sınırlı kalacağını düşünüyorlar veyahut sadece HDP’ye yönelik hakir görme girişimi olarak görüyorlarsa yanılıyorlar. Bugün HDP’ye yönelik bu durum yarın muhalefet partili tüm milletvekillerine yönelebilir. Burada milletvekilinin şahsından, mensup olduğu partiden ziyade bir polis memurunun milletvekiline karşı bu dili kullanamayacağına dair açık ve net bir biçimde söylemek gerekir. Hangi partiden olursa olsun bir milletvekili benzer bir durumla karşı karşıya kalırsa HDP olarak net karşısında dururuz.    Muhalefetin mesele Kürt olunca ikircikli durumdan çıkmamasıyla AKP-MHP’ye alternatif olduğunu söylese dahi bir karşılık bulur mu?   Muhalefet partileri ortak bir aday ile cumhurbaşkanlığı seçimlerine gitmek istiyorsa ya da muhalefet partilerinin adayları gelecekte cumhurbaşkanı olmasını istiyorsa Kürt sorununa dair söz kurmak, siyaset belirlemek zorunda. Belirlemezse kaybeden Kürtler olmayacak. Kürtler siyasi mücadelesine, dillerine, kültürlerine, kimliklerine sahip çıkmaya devam edecekler. Onların derdini, sorunlarını dünyaya anlatacak bir siyasi partileri olacak. Ama muhalefet partileri istediği amaca bu politikalarla ulaşamazlar. Bu bizim söylediğimiz bir şey değil. Muhalefet partileri için çok geç değil. Yürüttükleri politikaları gözden geçirmeleri için geç değil. Sadece biraz daha cesur olmaları gerekir. Sokaktaki insan Türkiye’nin dört bir yanındaki insanlar yani Karadeniz’de, Artvin’de, Sinop’ta, Zonguldak’ta, Afyon’da, İzmir’de, Kayseri’de, Ankara’da, Kayseri’de fark etmiyor. Sokaktaki insanların Kürt sorunu konusunda çok daha cesurlar. Bunun örneği de var. Çözüm sürecinde toplumsal destek yüzde 70-80’lere varmış durumda. Muhalefet partileri biraz daha cesur olmalı. Kürt sorunu ile ilgili ne düşündüklerini cesur bir şekilde ifade etmeleri gerekir.    Bugün iktidarın hem içerde hem dışarıda yürüttüğü ve devam edeceğine de benzeyen mevcut politikalar sonuç alır mı?      HDP kapatılan ilk siyasi parti olmayacak. Geçmişte siyasi partilerin kapatılmasıyla nasıl siyasi iktidarlar amaçlarına ulaşamadıysa bu saatten sonra da ulaşamazlar. Biz kapatılırsak zarar görürüz ama en fazla bu ülkenin demokrasisi zarar görecek. Bu ırkçı politikalarla amaçlarına ulaşamayacaklar.   AKP-MHP iktidarının ırkçı, şovenist, milliyetçilik olarak tanımlayacak hem içeride hem dışarıda saldırgan, çatışmalı siyasetin amacına ulaşılamayacağını düşünüyorum. Bunun bir parçası olarak HDP’nin tasfiyesi amacıyla girdikleri bir yol var. Kadrolarının, yöneticilerinin her gün gözaltına alınması, tutuklanması, cezalandırılması, belediye başkanlarının görevden alınması, kayyım atanması, milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması gibi sürecin devam edeceği anlaşılıyor. HDP’yi kapata da bilirler. Ama şunu unutmasınlar beslendiği büyük bir kaynak var. Beslendiği büyük bir halk desteği var. HDP’nin bir başka biçimde yola devam edeceğini görmek için kahin olmaya gerek yok. HDP kapatılan ilk siyasi parti olmayacak. Geçmişte siyasi partilerin kapatılmasıyla nasıl siyasi iktidarlar amaçlarına ulaşamadıysa bu saatten sonra da ulaşamazlar. Biz kapatılırsak zarar görürüz ama en fazla bu ülkenin demokrasisi zarar görecek. Bu ırkçı politikalarla amaçlarına ulaşamayacaklar. AKP bu ülkede altın yıllarını demokrasiyi savunarak, yaşadı. Demokrasiden uzaklaştıkça halk desteği de azaldı. Şimdiki saldırgan politikaları da hem ülke hem de ülke dışında yalıtılması anlamına geliyor. Diplomasideki başarısızlıkları çok açık, komşularıyla sorunlu olan, batı ile ilişkileri kopmuş olan bir ülke, diktatörlüğe evrilen bir ülke konumunda. Bu nedenle de bir sınıra ulaştı. Ne ülke içerisinde ne de ülke dışında bu saldırgan ve ırkçı politikalar amacına ulaşamayacak. İlk seçimlerde tıpkı 31 Mart yerel seçimlerinde olduğu gibi halkın güçlü bir şekilde tepki vereceğini, demokrasiden uzaklaşan AKP’nin politikalarının bedelini halk gösterecek.   MA / Berivan Altan