Hatip Dicle: Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırı uluslararası komplonun devamıdır 2019-10-22 09:54:18   İSTANBUL - Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye 9 Ekim'de saldırmasının tesadüf olmadığını ifade eden Kürt siyasetçi Hatip Dicle, “Bu uluslararası komplonun devamıdır. Bununla Sayın Öcalan’ın stratejisiyle, paradigmasıyla ve öncülüğünde oluşturulan Rojava devriminin tasfiye amacı görülmektedir” dedi.   Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik 9 Ekim’de başlattığı saldırıyı PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik 9 Ekim 1998'de startı verilen uluslararası komploya denk getirilmesi dikkati çekti. Uluslararası organizasyonla Suriye’den çıkarılan Öcalan, 15 Şubat 1999’da ABD tarafından Türkiye’ye teslim edildi.    Deneyimli Kürt siyasetçi Hatip Dicle, Türkiye’nin zaman ayarlı saldırısını, Kürtlerin tutumunu, Öcalan’ın avukatlarıyla yaptığı görüşmelerde “Güvenli bölge”ye ilişkin sözlerini ve sorunlara çözüm önerilerine dair Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.    Türkiye Öcalan’ın Suriye’den çıkarılış tarihi olan 9 Ekim’de Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik bir operasyon düzenledi. Türkiye’nin bu operasyona özellikle 9 Ekim tarihini seçmesi tesadüf mü?       21 yıl sonra Sayın Öcalan İmralı’dayken onun düşünceleriyle, stratejisiyle yaratılan Rojava devriminin tasfiyesi için bu sefer harekete geçildi.   Türkiye’nin, Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik 9 Ekim’de saldırılara başlaması tesadüf değil. 9 Ekim 1998’de Sayın Öcalan’ın devletlerarası bir komployla karşı karşıya kaldı. Ki o dönemde de komplonun başını ABD çekiyordu. Bugün 21 yıl sonra Türkiye yine ABD öncülüğünde 9 Ekim’de böyle bir saldırı başlatması tesadüf değildir. Burada verilen mesaj açıkça şudur; 9 Ekim 1998’de amaç Sayın Öcalan’ı fiziki olarak ortadan kaldırmak, PKK’yi tasfiye etmekti. Ama bu amaçlarına ulaşamadılar. Baştan beri Kürt halkının ve devrimci güçlerin sahip çıkmasıyla komplo önemli ölçüde geriletildi. Ama 21 yıl sonra Sayın Öcalan İmralı’dayken onun düşünceleriyle, stratejisiyle yaratılan Rojava devriminin tasfiyesi için bu sefer harekete geçildi. Nasıl ki Sayın Öcalan 9 Ekim Komplosu için ‘Türkiye’ye verilen görev sadece gardiyanlıktır. Türkiye İmralı’da sadece gardiyandır. Türkiye’nin başka rolü yoktur. Bütün bunları egemen güçler başta olmak üzere ABD planladı’ demişti. 9 Ekim 2019 da başlayanlar enteresandır. Bu süreçte hedeflenen şey Sayın Öcalan’ın stratejisiyle, paradigmasıyla ve öncülüğünde oluşturulan Rojava devriminin tasfiye amacı görülmektedir. Bunu çeşitli planlarla, oyunlarla gerçekleştirmek istiyorlar.   Öcalan avukatlarıyla yaptığı görüşmelerde “Güvenli bölge”ye ilişkin hem Türkiye’yi hem de DSG’yi uyarmıştı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?   İmralı görüşmeleri sırasında Sayın Öcalan devlet heyetine “1919 yani Osmanlı’nın yıkılmasından sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşturulma sürecinde Türklerle Kürtlerin büyük bir ittifakı vardı. Bizim bu ittifakı tekrar gerçekleştirebilmemiz için bu ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ koşullarında mutlaka birlikte hareket etmemiz gerekiyor. Aksi taktirde girilen rotanın bir tuzak olma ihtimali yüksektir. Bu da Türkiye’ye büyük zarar verir. Bunun yolu şudur; biz o dönem nasıl ittifak geliştirdiysek, bu dönemde de demokratik bir cumhuriyet için ittifak geliştirmeliyiz” diyordu. Yani Ortadoğu’da egemenler savaşlarına devam ederken aynı Rojava’da oluşan modelin Türkiye’de oluşması gerektiğini söylüyordu. Ama devlet bunu kabul etmedi. Devlet 2013 ile 5 Nisan 2015 tarihine kadar kurulu olan masayı devirerek, aslında tuzağa düştüler. Bugünde o tuzak devam ediyor.   Öcalan’ın savaşın son bulması için ne tür çözüm önerileri oldu?   Kürtler ciddi bir soykırım tehdidi ile karşı karşıyadır. Ama bunlar çıkmaz yoldur. ABD Vietnam’da nasıl yenildiyse ya da Güney Afrika’da Aparheid rejimi siyahi mücadele karşısında yenildiyse, bu faşist zihniyetinde Türkiye’de çöküşe uğrayacağı kesindir.   Evet, bu dünyadaki deneyimlerle de sabittir. Mesela ABD Vietnam’a amansız saldırdı. ABD’nin korkunç bir silah ve teknik üstünlüğü vardı. Ama ABD, Vietnam halkı ve o zaman ayakta kalan Sovyetler Birliği ile bütün dünya halklarının desteği ile bu savaşı kaybetti. Türkiye’de, Osmanlı Devleti’nden, İttihat Terakki’den bu yana kalan Ortadoğu’da sözüm ona Osmanlı toprakları üzerinde tekrar egemenlik ve nüfuz oluşturmaya çalışıyor. Bunu açıkça haritalarla belirtiyorlar. Yani Musul’dan Kerkük’e kadar bütün o topraklarda, Misak-ı Milli ruhuyla egemen olmaya çalışıyorlar. Ama Misakı Milli’yi de çarpıtıyorlar. Çünkü Misakı Milli Türk ve Kürtlerin eşitliği temelinde düşünülmüş bir formüldü ve o dönemki ittifakı oluşturuyordu. Ama böyle gelişmedi. Sonradan 1923 Lozan ve 1924 anayasasıyla tamamen İttihat Terakki’nin zihniyeti hakim oldu. Daha sonra İttihat Terakki’nin Müslüman halkları başta Kürt halkı olmak üzere, Türkleştirme planlarını hayata geçirmeye çalıştılar. Şimdide tekrar onun hayalleri içindedirler.   Yani “Osmanlı toprakları içinde biz tekrar nüfuz alanı oluşturacağız ve bazı yerleri ilhak edeceğiz” diyorlar. Cerablus’da, Bab’da, Efrîn’de bu ilhak hareketi başlamış durumdadır. Aynı zamanda Erdoğan Birleşmiş Milletler’de haritalar göstererek, bu sefer hedeflerinin Suriye’de Kürtlerin yaşadığı tüm topraklar olduğunu, yani bir anlamda Kürtlerin Rojava’dan etnik temizlikle, temizleneceği söyleniyor. Bu nedenle Kürtler ciddi bir soykırım tehdidi ile karşı karşıyadır. Ama bunlar çıkmaz yoldur. ABD Vietnam’da nasıl yenildiyse ya da Güney Afrika’da Aparheid rejimi siyahi mücadele karşısında yenildiyse, bu faşist zihniyetinde Türkiye’de çöküşe uğrayacağı kesindir.   Öcalan, "Kürt sorununu çözmezseniz, uluslararası bir sorun haline gelir" uyarısında bulunmuştu. Öcalan’ın söylediği noktaya mı gidiliyor? Bu sorun uluslararası alanda mı çözülür?      Sayın Öcalan’ın sürekli vurguladığı çözüm; Türkiye’de bütün halkların kabul edebileceği demokratik bir anayasa ve demokratik özerklik çerçevesinde Ortadoğu’ya örnek olabilecek bir formüldü.   Kürt sorunu Türkiye içinde çözülmezse, sorunun uluslararası sorun haline geleceği belliydi. Kürt sorunu önce bölgesel bir soruna dönüştü. Herkes Kürt sorunu hakkında yorum yaparken bir “Ortadoğu sorunudur” diyordu. Ama bu sorun bugün artık bunu da aştı. Bugün artık öyle bir mevzilenme var ki bütün dünya ve basın kuruluşları Rojava devrimi ve Türkiye’nin Rojava devrimine yönelik saldırısını işliyor. Bir anlamda Kürt sorunu uluslararası bir sorun haline dönüştü. Bunu iyi görmek gerekiyor. Şuan Türkiye’nin arkasında sadece bir Katar, Pakistan ve kısmen Azerbaycan var. Düşünün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı bile bu harekatı benimsemedi. “Sizin barış pınarları dediğiniz yerden kan akıyor” dedi. Bu çok anlamlıydı. Türkiye bu derece yalnızlaşmış yani. Ama öyle görünüyor ki egemen güçlerde onların bu zayıflığını, bu yalnızlığını kendi çıkarlarına alet etmek istiyorlar. Türkiye’de maalesef buna düşüyor.   ABD Türkiye’ye tekmeyi atıyor, Rusya’nın kucağına gidiyor. Rusya tekmeyi atıyor, ABD’nin kucağına gidiyor. Türkiye böyle gidip geliyor. Oysa Sayın Öcalan’ın sürekli vurguladığı çözüm; Türkiye’de bütün halkların kabul edebileceği demokratik bir anayasa ve demokratik özerklik çerçevesinde Ortadoğu’ya örnek olabilecek bir formüldü. Sayın Öcalan ‘bunu yerleştirmemiz gerekiyor’ diyordu. Yani kadın özgürlükçü, ekolojik ve ekonomisini barışa harcanan bir Türkiye’yi vurguluyordu. Türkiye son zamanlarda ekonomisini tamamen savaşa harcanan bir ülkeye dönüşmüş. Bunun sonu felakettir. Türkiye toplumu bunun farkında değilse, çok rahat söyleyeyim; Alman toplumunun Hitler’i desteklemesi sonucu nasıl 10 milyon Almanın hayatına mal olduysa, iktidarın yaptıklarına Türkiye toplumu tarafından ses çıkarılmazsa, Türkiye’nin bir felakete gideceği kesindir.    Türkiye’nin saldırıları karşısında Kürt halkı dünyanın 4 bir yanında ayağa kalktı. Bu dönemde Kürt ulusal birliğinin kurulması yönünde çağrılar da yapılıyor. Ulusal birliğin bu süreçteki önemi nedir?      Sayın Öcalan İmralı görüşmeleri sırasında Sayın Mesut Barzani’yi ulusal kongrenin eş başkanlığına önermişti. Bugün bu tarihi misyon yine sayın Barzani’nin omuzlarındadır.   “Yek e yek e yek e gele Kurd yek e.  Yek e yek e yek e Kurdistan yek e” sloganları, özellikle Güney Kürdistan’da çok yaygınlaşmıştı. Bu slogan giderek bütün Kürdistan’a yayıldı. Şimdi Kürdistan’ın ve Kürt halkının birliğine vurgu yapıyor. Halk alanlarda bunu haykırıyor. Şimdi bize, siyasi güçlere düşen şudur; özellikle Kürt halkının bu çağrısına destek vererek ve Kürt halkının gerçekten bir soykırımın eşiğinde olduğunu bilince çıkararak, ulusal birlik konferansının toplanarak, bunun ulusal kongreye dönüştürmektir. Sayın Öcalan İmralı görüşmeleri sırasında Sayın Mesut Barzani’yi ulusal kongrenin eş başkanlığına önermişti. Bugün bu tarihi misyon yine sayın Barzani’nin omuzlarındadır. Sayın Barzani bütün dünyanın bu kadar arkamızda olduğu koşullarda bu konferansı gerçekleştirmeye, hatta ulusal kongreye kadar gidecek bir süreci başlatmayı önüne koyarsa, ben inanıyorum ki KCK ve diğer güçlerde buna gerekli yanıtı verecektir. Ve belki de bu soykırım saldırılarına karşı Kürt halkı dünyanın her yerinde saygınlık kazanan bir ulusal birlik politikasını hayata geçirebilecektir. Bunun için herkese görevler düşüyor. Aydınlarımız sanatçılarımız, halkımız bunu teşvik etmelidir.   AKP iktidarı bu politikalarla ülkeyi nereye götürüyor?      Uluslararası mahkemeler mutlaka Erdoğan ve onun şürekâsından hesap sormak zorundadır. İnsanlık vicdanı ancak böyle rahatlayabilir.    İktidar, ne yapmaya çalıştıklarını, nereye gitmek istediklerini çok açık bir şekilde söylüyorlar. Örneğin “Biz 2023’e kadar İttihat ve Terakki hareketinin ideolojisini tamamen güncelleştirerek, bunu bugüne uydurarak, laik, Kemalist, Cumhuriyetçi Türkiye devletini tamamen zihniyet olarak tasfiye edip yerine Türk-İslam sentezi ve Neo Osmanlıcı hayallerle ta Orta Asya’ya kadar topraklar üzerinde nüfuz ve egemenlik oluşturma amacıyla yola çıktık” diyorlar. Bunların 2023 hedefleri budur. Bunun dışında 2053 hedefleri var. Bu hedeflerde İstanbul fethinin 600’üncü yıl dönümü. O tarihlere kadar da Osmanlının sahip olduğu topraklarda, bazılarını ilhak ederek, bazılarını siyasi nüfuz altına alarak egemenlik kurmak istiyorlar. Yine 2073 hedefleri vardır. Türklerin Anadolu’ya göçlerinin 1000’inci yılı olması itibariyle de nüfuz alanı oluşturdukları, ilhak ettikleri topraklarda Türkleştirmeyi gerçekleştirmektir.    Bu Kürtler açısından ve diğer halklar açısından tam bir soykırımdır. Dikkat ederseniz, Erdoğan kurt işaretleri yapıyor. Yani Nihal Atsız’ın, Yusuf Akçura’nın yıllar önce savunduğu Türkçülük hayallerini güncelleştirmeye çalışıyor. Bu nedenle Kürtler açısından gerçekten de bir soykırım tehlikesi vardır. Bunu çok açık bir şekilde söylüyorlar. Saldırıları vahşice yapıyorlar. İşte bunu Rojava’da görüyoruz. Kimyasal silah kullanmışlar. Bu çocukların içler parçalayan görüntüleri ortada. Bir şehri toptan bombalama gibi insanlık suçları işlemektedirler. Tam bir Miloseviç misali yargılamayı hak eden bir konumdadırlar. Yani uluslararası mahkemeler mutlaka Erdoğan ve onun şürekâsından hesap sormak zorundadır. İnsanlık vicdanı ancak böyle rahatlayabilir. Bunun haricinde biz Kürtlere de düşen önemli bir görev vardır. Buda birliğimizi korumak, direnmek ve mücadele etmektir. Bunu başardığımızda herkes görecek ki haklı, meşru bir mücadele yürüten bizler bütün dost halklarımıza birlikte kazanacağız.   MA / Ferhat Çelik