Gelecek Partisi kurucularından Üstün: ‘Yallah Kürtler Kürdistan’a’ dediklerinde, karşı çıktık 2019-12-31 09:01:12 ANKARA - Gelecek Partisi Seçim ve Hukuk İşleri Başkanı Ayhan Sefer Üstün, “Sur’u Toledo gibi yapacağız” diyen Davutoğlu’nun “saray darbesi” ile devrildiğini belirterek, “‘Yallah Kürtler Kürdistan’a’ dediklerinde, karşı çıktık. Kürtler bu ülkenin sorunu değil, Kürtlerin yaşadığı sorunlar var” dedi.   AKP’den istifa eden eski Başbakan Ahmet Davutoğlu öncülüğündeki Gelecek Partisi, kuruluşunu ilan ederek, parti programını açıkladı. Geçtiğimiz 19 Aralık günü yapılan Kurucular Kurulu toplantısıyla yönetimini belirleyen Gelecek Partisi, böylece Türkiye siyasetine adım attı. Çoğu AKP’den ve daha önce AKP’nin önemli kademelerinde görev yapan siyasetçinin bir araya gelerek kurduğu partinin Türkiye siyasetine etki yapıp yapmayacağı tartışma konusu. Partiye dair merak edilen önemli bir konu da, parti programında yer verilen, ancak kuruluş ilanında Davutoğlu’nun hiç değinmediği Kürt sorununa yaklaşım konusu...   Gelecek Partisi Seçim ve Hukuk İşleri Başkanı Ayhan Sefer Üstün, partisinin Türkiye siyasetine etkilerini ve Kürt sorununa dair sorularımız yanıtladı.   “Yeni bir söze ihtiyaç var” iddiasıyla Türkiye siyasetine katıldınız. Sizin yeni olan ve temel sözünüz nedir?   Biz tam güçlendirilmiş parlamenter sistem diyoruz. Kuvvetler ayrılığı diyoruz. Güçlü yürütme, güçlü Meclis, güçlü yargının olduğu bir sisteme dönelim diyoruz.   Partimizde 152 kurucusu var. Kuruluşumuzda kapsayıcılığa çok dikkat ettik. Türkiye’nin her kesimini kapsasın istedik. Hem coğrafik hem bölgesel hem de etnik kapsayıcılığa dikkat çektik. İlk kez bir partide Hristiyanlardan, Rumlardan, Ermenilerden ve Süryanilerden kurucular var. Güney ve Doğu bölgesi kentlerinde çok sayıda kurucu talebi geldi. Özellikle Doğu ve Güneydoğu’da çok fazla talebin gelmesi bizi baya sevindirdi.   Biz kendimizi geleneğe saygılı özgürlükçü bir yapı olarak tanımladık. Gelenek bu toprakların ürettiği tüm değerlerdir. Diyarbakır’ın da ürettiği değerler var, Edirne’nin de ürettiği değerler var. Bir defa bu değerlere saygı duyacağız. Bunun içinde sanat da var, yemek kültürü de var, konuştuğumuz dil de var. Bir defa bunlara saygıyla yaklaşıp bunları koruyacağız. Bunları yaparken de özgürlükçü yaklaşım sergileyeceğiz. Herke kanunda ve anayasada tanımlanmış haklarını sonuna kadar kullanacaktır. Tanınmış özgürlüklerin hepsinin kullanılması gerekir. Şiddete bulaşmadığı sürece herkes düşündüğünü ifade edebilir. Onun dışında ayrıştığımız birçok konu var. Örneğin yeni bir sistem öneriyoruz. Her yönüyle parlamenter sistem diyoruz. Şimdi ki başkanlık sistemi de başkanlık sistemi değil, önceleri uygulanan parlamenter sistemi de parlamenter sistemi değil. Biz tam güçlendirilmiş parlamenter sistem diyoruz. Kuvvetler ayrılığı diyoruz. Güçlü yürütme, güçlü Meclis, güçlü yargının olduğu bir sisteme dönelim diyoruz. Bunun için hukuk ve yargı alanında yeni sözümüz var.    “Şiddete bulaşmadığı sürece herkes düşündüğünü ifade edebilir” dediniz. “Şiddet” derken neyi kast ediyorsunuz, biraz açar mısınız?   Aslında ABD’yi yeniden keşfetmeye gerek yok. Az önce oluşmuş değerlere saygı dedik. Hem yerel değerler var hem de evrensel değerler. Yani insanlığın ürettiği değerler. Bunlar arasında Avrupa İnsan Hakları gibi metinlerde vücut bulmuş. Türkiye bu sürecin bir parçası haline gelmiş. Bakın biz zamanında “Türkiye’deki kanunlarla İnsan Hakları Sözleşmesinde yazan hükümler çelişiyorsa, insan hakları metinlerinde yazan metinler geçerlidir” diye çok önemli bir değişiklik yapmıştık. Aslında bakarsanız yargıçlarımızın eline çok önemli bir anahtar vermişiz. “Kardeşim özgürlük kriterin bu metinlerdir” diyoruz. Fakat milletvekiliyken bunu yargıçlarımıza uygulatmakta zorlandık. Ama şimdi özellikle bunu kendi programımızda yazdık.   İktidar partisinde milletvekiliyken sizi yargıçlar konusunda zorlayan şey neydi?   Yargıçlar hala ceza kanunlarındaki hükme göre karar vermeye çalışıyor. Oysa biz dedik ki, insan haklarını, demokrasiyi ve özgürlükleri ilgilendiren konularda evrensel metinlere bakarak karar vereceksin. Bunun için anayasa değişikliği yaptık ama yargıçlar bu konuda böyle bir direnç gösterdiler. Normalde hukuk altı yapımız öyle ya da böyle var. Ama temel sorun uygulayıcılarda. Bunları da uyarmak üst çerçevede baktığımızda siyasetçilerin görevidir. Dolaylısıyla hakimlerle alakalı bir denetim mekanizması getirileceğimizi de sunuyoruz. Programımızda bu mekanizmayı uygulamayanlara bir denetim getireceğiz diye yer verdik.   Şunu diyelim bir defa. Türkiye’nin kronikleşmiş sorunları var.  Bizim örneğin Alevi Bektaşi kültürü inancıyla sorunlarımız var. Bakın bizim kurucularımız arasında üç tane kardeşimiz var. O kardeşlerimizi bilinçli aldık ve dedik ki gelin bu partinin tapusu sizin de olsun. Gelin bu partinin temelinde yer alın ve sorunları birlikte çözelim dedik. Biz Bektaşi inancının sorunlarını çözmekte kararlıyız. Sayın Davutoğlu başbakanlığı döneminde çözmeye ramak kalmıştı ama bunu da engellediler.     Kim engelledi?    Kürtler bu ülkenin sorunu değil, Kürtlerin yaşadığı sorunlar var. Ama aynı zamanda muhafazakâr kesimin de sorunları var. Kim ne sorun yaşıyorsa, bu kesimlerin sorunlarına cesurca inmek durumundayız.   Malum bildiğimiz statükoyu korumak isteyen yapılar bunu engelledi. Ama içimizde ama dışımızda.   Yine Kürtlerin yaşadığı sorunlar vardır. Kürtler bu ülkenin sorunu değil, Kürtlerin yaşadığı sorunlar var.  Ama aynı zamanda muhafazakâr kesimin de sorunları var. Kim ne sorun yaşıyorsa, bu kesimlerin sorunlarına cesurca inmek durumundayız. Bizim kurucularımızdan bir tanesi de Roman’dır. Bu ülkede Roman kardeşlerimiz sorunları yok mu; var kardeşim. Alevi kardeşlerimizin de sorunları var. Kürt kardeşlerimizin de sorunları var. Bu ne diyecek, şu ne diyecek demeden bu sorunların üzerine cesaretle gideceğiz. Bakın demokratik vatandaşlık diyoruz. Yani herkes demokrasinin nimetlerinde faydalanacaktır. Edirne’deki ne kadar demokrasinin faydalarında yararlanıyorsa, Diyarbakırlı kardeşimiz de aynı şekilde faydalanacak. Herkes kanun önünde eşit olacak. Herkes kamu haklarından kaynaklarından eşit oranda faydalanacaktır. Bir defa temel kriterimiz bu olacak. Bu topraklarda ne kadar konuşulan dil varsa bunlar korunacak. Bu Türkçe olur, Kürtçe olur, Arnavutça olur, Boşnakça olur. Hiçbir dilin bu topraklarda yok olmasına rıza gösteremeyiz. Bu bizim için en büyük üzüntü kaynağı olur.    Yani herkesin kendi dilini kamusal alan başta olmak üzere her alanda konuşabileceğini mi söylüyorsunuz?   Adım adım gidelim... Bunları kullanacağı gibi, bunların kullanılmasını yaygınlaştıracağız. Bizim Türkiye sınırları dışında kalmış akraba topluluklarımızla da kuracağımız bir kanal olacaktır. Diyelim ki Irak’ta kalmış Kürtler ile Suriye’de kalmış Kürtler veya batıda kalmış Kürtlerle anlaşabilelim diye. Dolayısıyla biz bu dillerin yaşaması gerektiğine inanıyoruz.    Peki, bunu nasıl bir yöntemle yapacaksınız?   Bu dillerin öğretilmesi konusunda tüm imkanlar seferber edilecektir. Bu dillerin okullarda, kurslarda ve hayatın içinde öğretilmesi kesinlikle sağlanacaktır. Bu dillerin her alanda kullanılması sağlanacaktır. Dolayısıyla bu konuda programımızda açık ve net ifadeler kullandık.   Partinize dönecek olursak, bazı çevreler sizi “post-AKP”, “güncellenmiş AKP” gibi ifadelerle nitelendirdi. Siz bu söylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP fikriyatından tamamen kopuş mu yaşıyorsunuz, yoksa kuruluş iddialarına bağlı mısınız?   AK Parti 2001 şartlarında kurulmuştur. 2001 şartlarına göre özgürlükçü, ilerici ve reformist bir partiydi ama AK Parti son dört-beş yılda donmuş ve kalmış bir parti oldu. Kuruluş değerlerini tamamen yitirdi. Şimdi biz yeni bir parti kurduk. Yıl 2019. Aradaki farkı saydığınızda 18 yıl geçmiş. Toplum ve dünya değişti. Biz sıfırdan bir program, sıfırdan bir tüzük yazdık. Dolayısıyla yeni AK Parti olma gayretinde olmadık. Biz yeni bir partiyiz ve günün şartlarına göre, günün politik gerçeklerine göre bir programımız var. Dolayısıyla biz bu iddiaları kabul etmiyoruz.     Gelecek Partisi'nin Türkiye'deki diğer partilerle ilişkisi nasıl olacak? Özellikle siyaset dışına itilmek istenen HDP’yle ilişkiniz toplum tarafından merak ediliyor…   Bizim için tüm partiler eşit. Herhangi bir partiyi kategorize etmiyoruz. Hepsi Anayasa’ya göre kurulmuş, hepsi siyasi partiler kanununa göre kurulmuş ve mevcudiyetlerini devam ettiriyorlar. Biz hiçbir parti ayrımı yapmadan tüm partilerden randevu alıp onları ziyaret etme kararı aldık. Bize randevu veren tüm partilere gideceğiz, elimizi uzatacağız, programımızı taktim edip, onları kendi partimize davet edeceğiz. Biz hiçbir partiyi itmeyeceğiz. Ama elbette ki şöyle bir durumumuz da var. Yani partililer ülkelerinin gelişmesi, refahı ve barış içinde yaşamayı vaat ederler. Bunları vaat eden tüm partilerle yola çıkıyoruz. Türkiye’de can yakan bir terör olayı var… Biz programımızda güvenlik ve özgürlük dengesi diye bir şey koyduk. Güvenliğin olmadığı yerde hiçbir şey yapamazsınız. Bırakın parti faaliyetleri şu konuşmayı bile yapamayız. Şimdi şu sokakta bir güvenlik olmazsa yaşamanız mümkün mü? Dolayısıyla güvenli ortamlar, güvenli şehirler, güvenlik ülke yaratmamız lazım. Bu güvenlik yapılanması kanunlar çerçevesinde. Buna da hepimiz saygılı olacağız.   Yani HDP’yi ötekileştiren bir yerde olmayacaksınız.    HDP’yi ötekileştiren bir konumda değiliz. Ne HDP’yi ne de HDP’ye oy verenleri…   Sayın Davutoğlu, ilk programlarından birini Diyarbakır'da yaptı? Bu kapsamında Kürt sorunu sormak istiyoruz. İktidarın yok dediği bu sorun size göre var mı ve nasıl çözülebilir?    Serok bu topraklarda oraya çıkan bir dilin ifade tarzı değil mi? Bundan niye rahatsız oluyorsunuz. Dolayısıyla biz bu meseleleri nefsimizde yaşatıyor ve içselleştiriyoruz. İçselleştire içselleştire gidiyoruz.   Demokratik vatandaşlık dedik. Bir defa demokrasinin nimetlerinde herkes istifade edecek. Belki kayyumlar meselesini de sorabilirsiniz. Bakın biz partilileşmeden önce Sayın Davutoğlu ve bizler yargı kararı olmadan hiçbir belediye başkanının görevden alınmaması gerektiğini ifade ettik. Kendi mahallemizden de çok eleştiri geldi ama ilkeli olmak, doğruları savunmak cesaret işidir. Madem ilkeli davranacaksak herkese ilkeli davranacaksın. Yani bazı olayları bir kenara bırakamayız. Demokratik vatandaş derken, herkesin demokrasi nimetlerinden sonuna kadar istifade etmesini sağlayacağız. Burada bir demokrasi eksikliği varsa bunu iddia ediyorlarsa demokrasinin eksiklerini konuşmaya hazırız. Konuşacağız zaten her şeyi.   En fazla konuşulan mesele Kürtçe yok olmasın. Dedik ya Kürtçe de yok olmasın; Türkçe de, Arnavutça da, Boşnakça da yok olmasın. Bunları korumak insan haklarının bir gereğidir. En ileri söylemi söylüyorum size… Bu topraklarda kullanılacak bir dil varsa; bu korunacak ve kullanılacak. Bizim bu konuda özgüvenimiz tam ve kendimize güveniyoruz. Zaten Sayın Davutoğlu, bu bölgelerde, Van’da, Diyarbakır’da, Mardin’de çok seviliyor. Bakın “Serok Ahmet” diyorlar. Başbakanımız bundan çok memnun oldu. Ama bundan memnun olmayanlar var. Mesela Devlet Bahçeli… İngilizce Mister Ahmet denildiğinde hoşunuza gidiyor da Kürtçe “Serok” denildiğinde niye rahatsız oluyorsunuz? Serok bu topraklarda oraya çıkan bir dilin ifade tarzı değil mi? Bundan niye rahatsız oluyorsunuz. Dolayısıyla biz bu meseleleri nefsimizde yaşatıyor ve içselleştiriyoruz. İçselleştire içselleştire gidiyoruz.    Kürt sorununu mu içselleştiriyorsunuz?   Yani Anadolu coğrafyasında hangi sorun varsa biz bunu içselleştiriyoruz. Kürt sorununu, Alevi sorununu, muhafazakarların sorununu… Bu ülkede ne kadar sorun varsa. Türkiye’de can alıcı veya toplumsal barışı bozan ve bazı istismarlara sebebiyet veren varsa. Şimdi terör örgütü tam da bunları istismar ediyor. Bu sorunlar anlayış çerçevesinde çözüldüğünde, bunların istismarı da ortadan kalkacak kardeşim. Biz olaya böyle bakıyoruz. Bu kardeşlerimizin ülkelerine olan aidiyetleri artacak. “Bu benim devletim” diyecek. “Ben bunun başarısı için çalışmam” lazım diyecekler.    Kürt sorunu konusundaki sorumuza sadece dil üzerinde yaklaştınız. Kürt sorununun sadece dil sorunuyla çözülmesi mümkün olabilir mi?   Bakın bu en fazla konuşulduğu için örnek verdim. Kayyum meselesini de örnek verdim. Demokratik vatandaşlıktan bahsediyoruz. Bunun içerisinde her şey girebilir kardeşim. Demokrasi konusunda sıkıntısı olduğunu iddia eden kim varsa, biz onlarla konuşmaya hazırız. Demokrasi hayata geçmiş olsaydı bu asgari ücret karşısında sendikalar sus pus kalabilir miydi? Kalamaz. Bu da bir demokrasi sorunu. Dolayısıyla biz meseleye buradan bakıyoruz ve bu şekilde çözeceğimize inanıyoruz.   Sizin söylemleriniz bir dönem “Kürt sorunu benim sorunumdur” diyerek iktidara gelen ancak gelinen noktada Kürtleri yok sayan bir iktidarın söylemleriyle benzeşiyor. Gelecek Partisi’nin farkı ne olacak?   “Yallah Kürtler Kürdistan’a” dediklerinde, biz “Bu nasıl bir söz, böyle bir söz olabilir mi?” dedik. Et ve tırnakla birbirine geçmiş iki milletin ayrışma imkânı var mı? Hangi Kürdü Kürdistan’a göndereceksin. İstanbul’dakini mi, Mersin’dekini mi göndereceksin.   Bakın biraz önce saydıklarım bizim bunlardan ayrışmalarımız. Zaten baştan beri bize “Hani siz itiraz etmediniz” gibi ifadeler kullanılıyor ya… Aslında biz bunlara o zaman ki konumumuzda da itiraz ettik. Örneğin “Yallah Kürtler Kürdistan’a” dediklerinde, biz “Bu nasıl bir söz, böyle bir söz olabilir mi?” dedik. Et ve tırnakla birbirine geçmiş iki milletin ayrışma imkânı var mı? Hangi Kürdü Kürdistan’a göndereceksin. İstanbul’dakini mi, Mersin’dekini mi göndereceksin. Böyle bir söz olabilir mi? Buna partide ilk itiraz edenlerden birisi Sayın Davutoğlu ve bizleriz. Bu söylemin yanlış olduğunu ve bu söylemin seçim kaybettireceğini ifade ettik. Şimdi en fazla Kürdün yaşadığı yer İstanbul. Dolayısıyla siz hangi İstanbulluyu Kürdistan’a gönderebilirsiniz. Gerçekçi değil bu. Dolayısıyla böyle bir şey niye söylenir. İtirazımız var demek. İşte bizde bu yüzden ayrıştık. Ayrıştığımız için de zaten şu anda fiilen ayrıştık ve Gelecek Partisi’ni kurduk.   Az önce Kürdistan kelimesinden bahsettiniz. Meclis’te Kürdistan demenin suç olduğu bir dönemde, Kürtlerin yaşadığı bölgeye Kürdistan denilmesinde bir sorun var mı sizce?   Kürtlerin yaşadığı bir yer var. Bunu birileri coğrafi olarak, kimileri kültürel olarak tanımlayabilir. Ama bizim şu anda Türkiye hudutları içerisinde, haritalarımızda, kanunlarımızda böyle tanımlanmış bir yer yok. Ama eğer bir kardeşimiz, bir siyasetçi, bir akademisyen bunu böyle tanımlıyorsa, böyle söylüyorsa bunun bir yaptırıma tabi tutulması kadar yanlış bir şey olamaz. Buna dair zaten dışarıda bir yaptırım yok, ancak vahim olan bunun Meclis’te olmuş olması. O gün bizde Meclis’teydik ve bunun son derece hatalı, yanlış olduğunu defalarca ifade ettik. Şu anda çok acayip bir durumla karşı karşıyayız. Yanlış bir şey.  O hüküm Anayasa’ya da aykırı. Anayasa diyor ki, o kürsüden her türlü şey söylenebilir. Milletvekilliği dokunulmazlığı o kürsü için vardır. Yoksa dışarıdaki aracın kırmızı ışıkta geçmesi için değil.    Sayın Davutoğlu’nun bir söylemi vardı: “Sur’u Toledo yapacağız.” Bu hala hafızalarda. Son dönemlerde hiç Sur’a gittiniz mi? Sur gerçekten Toledo oldu mu? Yoksa Davutoğlu’nun “Toledo yapacağız” sözü farklı şekilde mi yansıtıldı?   Birbirimizi eleştirebilir, politikalarımızı doğru bulmayabiliriz. Ama kastetmediği ve bir insanın kimliğine, kişiliğine olmayan bir şeyi yaftalamak kadar kötü bir şey olmaz. Biz Sayın Davutoğlu ile uzun zamandır tanışıyoruz. Böylesi bir şey söylemeyeceği, iddia edildiği gibi bir şeyi kastetmediğini herkes bilir. Orada bulunan eserlerin, camilerin, saat kulesinin, hanların, hamamlardan yani Diyarbakırlı kardeşlerimizin ürettiği değerlerden bahsettik. Şimdi Türkiye’den dışarı çıkmamış, ayağını atmamış insanlar belki böyle kolay yakıştırmalar yapabilirler ama Toledo’daki kasıt oradaki tarihi değerleri, binaları, yaşamı muhafaza etmektir. Bunlara tevessül etmemeleri gerekir. Sayın Başbakanımıza da her şeyi sorabilirsiniz. Ama yapmadığı, demediği, kastetmediği şeyler üzerinden politika üretmek… Ben çok zamanlar bölgeye gittim hatta bende farkındaydım burada basit bir söylemin orada farklı algılandığını görüyordum. İnternet medyası tarafından birden söz alınıyor başka yerlere götürülüyor.   Sayın Davutoğlu oradaki kültürel değerlerin korunacağının sözünü verdi. Nitekim çalışmaya da başlandı. Çalışmaya başlandıktan sonra Davutoğlu, bir siyasi darbeyle, saray darbesiyle devrildi. Ondan sonra projelerin gidişatını, sonucunu denetleme imkânı kalmadı. Davutoğlu gibi kültüre, sanata, tarihe önem veren bir kişinin orada yapılan yanlıştan çok o üzülür. Orada tarihe saygı gösterilmeden bir restorasyon yapılmış ise bu hepimizi üzer. Sayın Davutoğlu’nu da bizi de üzer. Yanlış yapmışlarsa onu da tasvip etmiyoruz.    Programınızda da Kürt meselesinin nasıl çözüme kavuşturulacağından bahsettiniz ancak Davutoğlu, Bilkent'te yaptığı konuşmada Kürt sorunundan bahsetmedi. Bu bilinçli bir tercih miydi?   Sayın Davutoğlu programın tamamını orada konuşsaydı saatlerce konuşması lazımdı. Kürt demediyse, muhtemelen Arnavut’ta dememiştir, Roman’da dememiştir. Ama bunları bizim politikamızı, siyasetimizi çerçeveleyen parti programımızdır. Burada hem Kürt hem Kürt meselesi deniyor.  Anadilde eğitimden, demokratik vatandaşlıktan bahsediliyor. Dolayısıyla 45 dakikada her şeyi söyleyemezsiniz. Ancak parti programımızda her şey var. Sayın Davutoğlu’nun Kürt kelimesini söylemekten çekindiği bir durum yok. Hatta kendisine “Serok Ahmet” dendiğinde hoşuna gidiyor ama hala bazılarının hışmına uğruyor.   Osman Kavala, Ahmet Altan, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ… Hepsi tutuklu ve yargılanmaları Türkiye'nin gündeminde. Sizin bakış açınız nedir?   Siyasi davaların kesinlikle tutuksuz bir yargılama şeklinde olmasını arzu ediyoruz. Türkiye’de her zaman her şey çok çabuk değişiyor. Bir bakmışsınız iktidara şu düşünce gelmiş, hadi bakalım karşı taraftakileri yargıla…   Orada genel bir şey söyleyeyim. Siyasi davaların kesinlikle tutuksuz bir yargılama şeklinde olmasını arzu ediyoruz. Keşke siyasi davalar olmazsa, açılmazsa. Ancak siyasi bir dava açılmışsa dahi, bunun bir defa sonuna kadar tutuksuz bir yargılama süreciyle devam etmesi gerekiyor. Türkiye’de her zaman her şey çok çabuk değişiyor. Bir bakmışsınız iktidara şu düşünce gelmiş, hadi bakalım karşı taraftakileri yargıla… Yani siyasetçiler aslında birbirlerine zulüm ediyorlar. Yani yapmaması gereken şeyler. İkinci olarak parti programımızda var. Uzun tutukluluk sürelerine karşıyız. Tutuklamanın infaza dönüşmemesi gerekir. Ahmet Altan için diyor ki Yargıtay, “Çok çok vereceksen terör örgütü üyeliğinden ver” diyor. Neredeyse cezaevinde yattığı süre yatacağı süreyi karşılar hale gelmiş. Bunun temyizi var. Peki, bu karar bozulursa o zaman kim pardon diyecek. Bırak bu adamı, sal. İleride eksik kalan bir cezası varsa zaten infaz etme şansın var. Tutukluluk süresini uzatarak, tutukluluğu infaza dönüştürüyorsun. Bizim itiraz ettiğimiz şey bu.    Dış politika çok büyük bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Libya kararını partiniz "doğru" olarak değerlendirdi. Dış politikası konusunda Neo-Osmancılık fikri her zaman öne çıktı ve AKP’yi savundu. Siz dış politika ve Neo-Osmanlı fikriyatına ne diyorsunuz?     Sayın Davutoğlu açıklamasında asker gönderme meselesinde temkinli bir dil kullanıyor ve “Bunun muhalefet partileriyle, Meclis’te faydaları, zararları görüşülmeli ona göre karar verilmeli” diyor.   Sayın Davutoğlu Libya meselesinde iki ihtimalle değerlendirmede bulundu. Libya ile yapılan antlaşmanın doğru olduğunu yani “kıta sahanlığı antlaşmasında” aslında denizin ekonomik faydalarının paylaşılması antlaşması. Bunda bir zarar yok. Bunu her devlet yapıyor. Bunun doğru bir şey olduğunu kabul ediyoruz. Aksi takdirde Türkiye’nin Akdeniz’e açılma şansı kalmıyor. Mısır’la Yunanistan anlaşıyor, İsrail’le Yunanistan anlaşıyor. Bizim de komşu devletlerimizle antlaşma imkânımız, hakkımız var diyor. Sayın Davutoğlu açıklamasında asker gönderme meselesinde temkinli bir dil kullanıyor ve “Bunun muhalefet partileriyle, Meclis’te faydaları, zararları görüşülmeli ona göre karar verilmeli” diyor. Orada temkinli bir yaklaşım ve dil var… Sayın Davutoğlu bu yalın haliyle bunu değerlendirecek konumda olmadığını ancak dikkat edilmesi gerektiği ve yeni sorunlar açılmaması gerektiği yönünde de uyarıyor.   Türkiye Neo-Osmanlıcılık yapıyor diyerek bunu literatüre sokanlar Almanlar oldu. Ama şunu söyleyeyim; bunlardan gocunmamak lazım. Tabi ki hayal peşinde koşmamak lazım. Osmanlıcılık bitmiştir, Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Ama Osmanlı’nın içinden de 60’dan fazla devlet çıktı. İngiltere kendisinden bağımsızlığını ilan etmiş ülkelerle birliktelik kuruyor bunlar doğal karşılanıyor. Bizim 400-500 yıl birlikte yaşadığımız ülkelerle, insanlarla, devletlerle diyalog kurmak, 2’li-3’lü antlaşmalar yapmaktan kimsenin gocunmaması lazım. Bu Yeni Osmanlıcılık değildir, bu bir dış politika stratejisidir. Sırbistan-Bosna Hersek-Türkiye, İran-Pakistan-Türkiye üçlüsü gibi çok sayıda gruplar oluştu. Bunlar özel sorunların konuşulması, sorunların çözülmesi için atılan adımlardır. Bu tabiri Almanlar kullanmış, kullanılması doğru değildir.    İktidarın dış politikasına dair eleştirileriniz nelerdir?   Mevcut iktidarın dış politikayı özellikle iç politikada malzeme haline getirmesi, iç politikada kendisine avantaj sağlayacak gibi hareket etmesi yanlış bir şeydir. Bu da iktidarı yanlışa sürüklüyor, atak davranmaya itiyor. Coşku vermek adına yapılan işlemler hem dış politikada hatalara sebebiyet veriyor hem de içeride aslında ters tepiyor. Bunu elbette yanlış buluyoruz.    “Güvenlik ve özgürlük dengesinden” bahsediyorsunuz. Davutoğlu bunu başbakanlığı döneminde de söyledi. Sonrası malum, çok ağır bir çatışma süreci başladı ve insan hakları ihlalleri var. Bu söylemi biraz açar mısınız?   Güvenlik derken, Anayasa kanunlar çerçevesinde insanlarımızın bunlara uyacak şekilde hak etmesi lazım. Yani benim, senin basın faaliyetini engellememem lazım. Senin de benim siyasi faaliyetimi engellememen lazım. Benim seyahat özgürlüğümü, dernek kurma, siyaset özgürlüğümü engellememen lazım. Bu kamu düzenini, bu toplumsal düzeni kim bozuyorsa güvenliğe zarar demektir. Şimdi o bakımdan bu hakları kullanacak bir güvenli ortam olması lazım. Bunu birisi bozuyorsa, gelip kendisini patlatıyorsa, senin siyaset yapma hakkını tanımıyorsa, senin yaptığın haberlere dava açıyorsa bu olmaz. Bu güvenlik politikaları lehine bu denge bozulmuştur. Özgürlükçü politikalar savunuyoruz. Bu özgürlükçü politikada özgürlükler kullanılırken diğer özgürlüklere de saygı duyacaksınız. Senin bir ajansın varsa başkasının da bir ajans kurmasına saygı göstereceksin. İşte bunlar birbirlerini dengeleyen şeyler.   Bir yerde sadece güvenlik varsa insanlar nefes alamazlar. Bir süre sonra bu ülkeden kaçarlar. Ama güvenliğin olmadığı yerde özgürlüklerin kullanılması söz konusu değildir. Örnek olarak diyelim siz buraya gelip röportaj yaptınız. Şu sokağın başında sokağın huzurunu bozan eşkıya takımı olsaydı, size saldırsaydı, bana saldırsaydı şu faaliyeti sağlayabilir miydik? Dolayısı Tüm bunlara karşı önlem almamız lazım. Ondan sonrada özgürlüklerimizi de sonuna kadar kullanmamız lazım.   MA / Selman Güzelyüz - Berivan Altan