Oluç: Siyasi temsil engeline asla boyun eğmeyeceğiz

img

ANKARA – HDP’li Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin konuşan HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Kürt halkının ve Türkiye demokrasi güçlerinin siyasi temsilini engellemek ve sözünü kesmek için baskılar karşısında asla diz çökmeyeceklerini belirtti.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel hakkında hazırlanan iki fezlekeye dair dokunulmazlığın kaldırılması yönünde Karma Komisyon’da alınan karar, Meclis Genel Kurulu’nda görüşülüyor. 

HDP milletvekilleri tarafından milletvekilleri sıralarına “Semra Güzel irademizdir”, “Demokratik siyaset darbeye hayır”, “İrademe vekilime dokunma”, “Semra Güzel halkın iradesidir”, “Jin Jiyan Azadi” dövizleri konuldu.

Güzel hakkında hazırlanan iki fezlekenin Meclis Başkanvekili Celal Adan tarafından okunması ardından HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, savunma yapmak için kürsüye çıktı.

HDP’li Güzel yerine savunma yapan Oluç, şu değerlendirmelerde bulundu.

‘ÇÖZÜME DAİR KÖKLÜ ADIMLAR ATILMIYOR’

Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılmasına dair görüşmelerinin yapıldığını dile getiren Oluç, şunları söyledi: “Keşke dokunulmazlığın kaldırılması gibi konuları değil de, Türkiye’nin temel sorunu olan Kürt sorununun demokratik ve barışçı çözüm yollarını konuşuyor olsaydık. Meclis’te bu sorunu nasıl çözerizi konuşuyor olsaydık. Konuşmamda elbette bu sorunun, yani Kürt meselesinin tarihsel, toplumsal ve siyasal sebeplerine de kısaca değineceğim. Ve elbette bazı sonuçlar üzerine de konuşacağım. Ama en başından şunu belirteyim ki, sebepleri ortadan kaldırma yönünde kararlı ve köklü adımlar atılmadan sadece sonuçlara odaklanmak hem yetersiz hem de yanıltıcıdır. Ve ne yazık ki, ülkemizde sonuçlara odaklanıldığı için meselenin çözümüne ilişkin tutarlı ve köklü adımlar atılamamaktadır.

28 YIL SONRA BENZER TABLO

Kürt meselesi nedir? diye soranlara ve bu meseleyi çözdüğünü iddia edenlere bugün bu bağlamda birçok cevap vereceğim. Bugün 1 Mart ve dokunulmazlık dosyasını konuşuyoruz. Bugünü öyle 2 tarihsel olay arasına denk getirdiniz ki… Konuşmanın girişinde bu iki tarihsel olayı hatırlamak ve hatırlatmak istiyorum. Bugün 1 Mart, yani 2 Mart 1994’ten 28 yıl sonra, o siyasi darbenin yıldönümünde yine bir dokunulmazlık dosyası ile karşı karşıyayız. Yani aslında 28 yıl sonra benzer bir tablo ve aynı sorun. 28 yıldır değişmeyen bir zihniyetin yarattığı sorunları yaşıyoruz.

BUGÜN TANSU ÇİLLER CUMHUR İTTİFAKININ ARKADAŞI

28 yıl önce Tansu Çiller Başbakandı; bugün Tansu Çiller Cumhur İttifakı’nın, Saray’ın yakın çalışma arkadaşlarından. Cumhur İttifakının, iktidarın müttefiki. Zaman zaman akıl hocalığı da yapıyor. Artık hangi akıl ve nasıl bir hocalık sorularına girmiyorum. O kişiyi tarihin çöp sepetinden çıkarıp da akıl almaya kalkışanlar bunu düşünsün. Elbette sorun 28 yıllık değil. 100 yıllık bir sorundan söz ediyoruz. 28 yıl sonra, 2 Martın yıldönümünde bir kez daha söyleyelim ki, meselenin önemli bir yanı Kürt halkının siyasi temsilcilerine tahammülsüzlüktür, kabul edememe halidir. Kürt siyasi temsilini demokratik siyasetten tasfiye etme, yok etme çabası aynen sürmektedir. Hem de kesintisiz bir biçimde. Hatırlatayım.

6 DEP’Lİ MİLLETVEKİLİNİN DOKUNULMAZLIĞI KALDIRILDI

DEP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasından 10 gün önce dönemin Genelkurmay Başkanı Tak Şak Doğan Güreş, ‘Eşkıyayı Bekaa'da aramaya gerek yok. Maalesef bunların bir kısmı Yüce Meclis'in çatısı altındadır’ diyerek, DEP'lileri hedef gösterdi. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller de 2 Mart 1994 yılında partisinin grup toplantısında işaret verdi: ‘Meclis'te bir gölge vardır, bunu Meclis'in üzerinden kaldırmakla yükümlüyüz.’ Hemen ardından 6 DEP milletvekili ve bir bağımsız milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırıldı. Dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekilleri daha sonra Ulucanlar Cezaevi’ne gönderildi.

DEP’LİLER 10 YIL CEZAEVİ YATTI

Dönemin Başbakanı Tansu Çiller'in isteği üzeri 2 Mart 1994’te dokunulmazlıklar konusunda TBMM tarihi bir gün yaşadı. DEP Genel Başkanı ve Diyarbakır Milletvekili Hatip Dicle, Şırnak Milletvekili Orhan Doğan, Muş Milletvekili Sırrı Sakık, Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana, Mardin Milletvekili Ahmet Türk ve Şırnak Bağımsız Milletvekili Mahmut Alınak'ın dokunulmazlıkları, TBMM Genel Kurulu'nda kaldırıldı. Dokunulmazlıkların kaldırılmasına dayanak oluşturan Ankara DGM Başsavcılığı iddianamesinde, sanıklar vatan hainliği ile suçlanıyordu. DEP milletvekilleri daha sonra 10 yıl cezaevinde yattı. DEP'lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması, parlamento tarihine ‘2 Mart Darbesi’ olarak geçti. Bir sivil polisin Meclis'te Orhan Doğan'ı başından tutarak polis otomobiline bindirmesini gösteren o meşum sahne ise, bu olayın sembolü olarak Kürt halkının zihinlerine kazındı. Ve asla unutulmadı, unutulmayacak da…

MİLLETVEKİLLERİ HAPSE ATMAK İLE BU SORUN ÇÖZÜLMEZ

DEP'lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması, yargılanması ve aldıkları ağır hapis cezası, dünya çapında geniş yankı uyandırdı ve bu olay Türkiye'nin başını hep ağrıttı. 28 yıl önce DEP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve onların yargılanarak cezaevine atılması ile bu meseleyi çözdük zannına kapılanlar, halen anlamadılar ki, bu tür adımlar çözüm değil çözümsüzlük adımlarıdır. Ne o dönemde bedel ödemiş olanlar ne de bugün ödemekte olanlar direnmekten ve özgürlük, eşitlik, demokrasi, barış ve adalet mücadelesinden vazgeçmediler. Orhan Doğan rahmetli oldu, ama diğerleri mücadeleyi sürdürüyor.

SORUNLAR BİTMEDİĞİ İÇİN SİYASETÇİLER CEZAEVİNDE

Cezaevine atmakla tarihsel, toplumsal ve siyasal bir sorun çözülmüş olmuyor. Bugün de birçok cezaevinde seçilmiş milletvekillerimiz, belediye eşbaşkanlarımız bulunuyor. Siyasi rehin olarak tutuluyorlar. Peki sorun ortadan kalktı mı? Hayır. O gün de bugün de siz Kürtlerin kendi kimlikleriyle politika yapma hakkını yok etmek istiyorsunuz. Kabullenemediğiniz budur. Sorunlar bitmediği için cezaevindeler. Çözümsüzlükte ısrar eden iktidar ve devlet yapısının varlığı nedeniyle cezaevindeler. Onlar da direniyor. Hepsi baştacımızdır, onurumuzdur. Buradan hepsine sevgi ve saygılarımızı gönderiyorum. Kürt sorunu budur işte. Kürt halkının siyasi temsilcilerine düşmanca davranma tutumu bitti mi? Hayır. Bugün yine o noktadayız.

DOLMABAHÇE MUTABAKATI

Gelelim ikinci tarihsel olaya. Dün 28 Şubat idi. 7 yıl öncesini hatırlıyoruz, 28 Şubat 2015’i. Dolmabahçe’de yapılan ortak açıklamanın yıldönümü.Bakın size o gün yapılmış olan açıklamaları okuyacağım. Sırrı Süreyya Önder: Grup İdare Amirimiz

Uzun bir sürecin önemli bir aşamasına geldik. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne kadar süregelen demokratikleşme sorunları ve son 30 yılda 40 binden fazla insanın, insanımızın yaşamına mal olan Kürt meselesinin çözümüyle ilgili yürütülen çözüm süreci çalışmalarında tarihi bir karar sürecinin eşiğinde bulunmaktayız. Başlangıcından bugüne bu sorun devletin dönüşümü ile ilişkilidir. Bugüne kadarki egemen devlet zihniyeti, bu meseleyi salt iktidarlaşma aracı olarak düşünmüş ve kör şiddetin kurbanı haline getirmekten çekinmemiştir.

BÖLGENİN YÜZ YILLIK DENGELERİ ALTÜST OLUYOR

Dolayısıyla çözümün barış ve evrensel demokrasiyle bağı sağlıklı kurulmadıkça, kurmaya çalıştığımız demokratik barışın devlet ve toplum yapısında haktan, adaletten ve eşitlikten yana bir dönüşüm sağlaması düşünülemez. Bu itibarla süreç Cumhuriyet tarihi boyunca varlıkları yadsınan ve dışlanan tüm unsurların özgür ve eşitçe tanınması ve yeni norm sisteminde kendileri olarak yer almalarıyla gelişmek durumundadır. Tarihin bizlere yüklediği büyük sorumluluk, çözümün de çözümsüzlüğün de salt bizim toplumlarımızla ilgili olmayıp, tüm bölgeyi hatta dünyayı etkileyen muhtevası olmasıdır. Dolayısıyla, bölgenin yüz yıllık dengeleri altüst olurken, küresel ve bölgesel zorbalıkların yol açtığı algısal ve iradesel yaklaşımlar, evrensel insani değerler ölçüsünce geliştirilerek aşılmalıdır.

ÖCALAN: KALICI BARIŞ TEMEL HEDEFİMİZ

Muhtevası gereği çok hareketli ve dinamik bölgesel koşullar göz önüne alındığında, sürece de dinamik bir yaklaşım gereklidir. Bütün bu belirlemelerin ışığında, zaman zaman aksamalar ve kırılmalarla yürütülen diyalog süreci resmî, ciddi ve sorumlu bir aşamaya gelmiş bulunmaktadır. Süreçte gelinen aşamaya ilişkin Öcalan’ın temel belirlemesi de şudur:Bu 30 yıllık çatışma sürecini kalıcı barışa götürürken, demokratik bir çözüme ulaşmak temel hedefimizdir. Asgari müşterekin sağlandığı ilkelerde, silahlı mücadeleyi bırakma temelinde, stratejik ve tarihi kararı vermek için PKK’yi bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum.

Bu davet, silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasetin almasına yönelik tarihi bir niyet beyanıdır. Hem gerçek bir demokrasinin, hem de büyük barışımızın temel omurgasını teşkil edecek olan olgusal başlıklarımız şunlardır:

*  Demokratik siyaset tanımı ve içeriği

* Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması

* Özgür vatandaşlığın, yasal ve demokratik güvenceleri

* Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına dönük başlıklar

* Çözüm sürecinin sosyo-ekonomik boyutları

* Çözüm sürecinde demokrasi güvenlik ilişkisinin kamu düzenini ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması

* Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri

* Kimlik kavramı, tanımı ve tanınmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi

* Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması

* Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa

Tüm bu hususlarda beklenen tarihi gelişmelerin hayata geçebilmesi için, tahkim edilmiş bir çatışmasızlığın elzem olduğuna şüphe yoktur. Biz de HDP heyeti olarak, tüm demokratik çevreleri ve barıştan yana olan kesimleri, gelinen bu demokratik müzakere ve çözüm aşamasına güç katmaya davet ediyoruz. Barışa her zamankinden çok daha yakın olduğumuzu bilerek, emek veren ve verecek olan bütün demokrasi güçlerini selamlıyoruz. Hayırlı uğurlu olsun.

Dönemin Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın açıklamalarını hatırlatan Oluç, “Akdoğan, ‘Çözüm sürecinde önemli bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz. HDP heyeti dün İmralı’ya giderek görüşme gerçekleştirdi. Biz de Sayın Başbakanımızın başkanlığında çözüm süreci kurulunda gelinen aşamayı tüm boyutlarıyla kapsamlı bir şekilde ele almıştık. Silahların bırakılmasına yönelik çalışmaların hız kazanması, tam anlamıyla bir eylemsizliğin hayata geçmesi ve demokratik siyasetin bir yöntem olarak öne çıkartılması konusundaki açıklamayı önemli görüyoruz. AK Parti iktidarı olarak, 12 yıldır akan kan dursun, analar ağlamasın diyerek sessiz devrim niteliğinde adımlar attık. Her türlü sorunun çözüm yeri olarak siyaset kurumunu gördük. Demokrasimiz sorunları konuşabilecek, tartışabilecek, çözüm yoluna koyabilecek imkan ve kaabliyete ulaşmıştır’ diyor. Hatırladınız mı? 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de konuşulanlar bunlardı” diye belirtti. 

DOLMABAHÇE MUTABAKATI SÜRECİ

“Bu sözü edilen 10 maddeye kim itiraz edebilir, bunların konuşulmasına kim hayır diyebilirdi?” diyen Oluç, şöyle devam etti: “2,5 yıla yakın bir çabanın sonunda bu noktaya gelinmişti. Peki neden bundan vazgeçildi? Neden herşey yıkıldı? Neden demokratik ve barışçı bir çözümün eşiğinden dönüldü? Özellikle 40 yılı aşkın bir süredir devam eden çatışmalı dönemde daha önceleri birçok kez denenmesine rağmen başarılamayan silahların tümüyle devre dışı kalmasının ilk defa bu denli ciddi bir olasılık olarak ele alınmasının yolları açılmıştı. 10 maddeden oluşan bu metinde, Cumhuriyetin katılımcı ve çoğulcu bir demokrasiyle buluşup bütünleşmesi kapsamında yapılması gerekenler başlıklar halinde belirtilerek, demokratik siyaset kurumunun izleyeceği yöntemlere işaret edilmişti. Dolmabahçe Mutabakatının duyurulmasıyla birlikte, kamuoyu ve taraflar nezdinde sürecin önemli bir aşamaya geldiği yönünde yaygın ve güçlü bir kanaat ortaya çıkmıştı.”

REDDEDİLSE DE O SÜREÇTE KAMUSAL GÖREV YÜRÜTÜLÜYORDU

Dolmabahçe mutabakatı ardından AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ve dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarını anımsatan Oluç, “Her ne kadar ilerleyen zamanlarda Cumhurbaşkanı farklı gerekçelerle ‘Doğru bulmuyorum, ortada bir mutabakat yok, tanımıyorum’ vb. ifadelerle reddetmiş olsa da yukarıda görevlerini belirttiğimiz toplantı katılımcılarının temsil ettikleri kurumlara bakıldığında görülebileceği gibi esasen bu toplantı, kamusal bir görev ve faaliyet olarak en üst düzeyde birlikte planlanmış ve gerçekleştirilmiştir. Bu sürecin yürütülmesi esnasında yapılan bütün temaslar, girişimler ve görüşmeler devletin ve hükümetin ilgili kurumlarının bilgisi ve onayı dâhilinde gerçekleştirilmiştir.

DÖNEMİN BAŞBAKAN YARDIMCISININ AÇIKLAMASI

Dolmabahçe Mutabakatının uygulanması durumunda o günlerde bu çalışmada yer alacak kimi isimlerin konuşulmaya başlandığını da ifade eden Oluç, şöyle devam etti: “ ‘Çözüm Süreci İzleme Komisyonu’ ve ardından bu komisyona parlamento üyelerinin eklenmesiyle oluşacak ‘Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu’ gibi kurulların oluşturulmasıyla sürecin ilerlemesinin planlandığı anlaşılmaktadır. Dolmabahçe Mutabakatı’ndan sonra çözüm sürecinin kalıcı barış sürecine evrilmesi için izlenecek yol haritası da belirlenmişti. Öncelikle İmralı’ya isimleri dahi net bir şekilde belirlenmiş olan İzleme Heyeti gidecek ve bu heyet huzurunda derinlikli müzakere sürecine geçiş başlamış sayılacaktı. Bundan sonra Sayın Öcalan PKK’ye, Türkiye’ye karşı silahların bırakılması için tarihi belirlenmiş gündemli bir silahsızlanma kongresi çağrısı yapacaktı. Bir adım, sayılı günler kalmıştı, önemli bir eşiğe gelinmişti. Çözüm Sürecinin yaklaşan milletvekili genel seçimlerine kurban edilmemesi için hızlı davranılması gerekiyordu. Ama uyarılara rağmen olmadı. Kürt sorunu budur işte, çözülmemiş olan” şeklinde konuştu. 

SÜREÇ BAŞLADIĞI GİBİ PROVOKASYONLARIN ARDI KESİLMEDİ

2009 yılında Oslo görüşmeleri olarak bilinen görüşmelerin başarılı olamamasından sonra, 2012 yılı sonlarına doğru MİT Müsteşarının, İmralı Adasında Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmelerle başlayan Kürt sorununda çözüm arayışları “çözüm süreci” olarak adlandırıldı. Kürt meselesinde Türkiye tarihinin en ayrıntılı ve uzun müzakerelerini içeren bu süreç, daha önce denenmiş olan diğer girişimlere oranla daha geniş ve kapsamlı bir süreç olarak tarihteki yerini aldı. Süreç başladığı gibi provokasyonların da ardı arkası hiç kesilmedi. Daha görüşmeler kamuoyuna yeni yeni duyuruluyorken, Paris’te üç Kürt kadın Ankara’yla bağlantılı bir kişi tarafından katledildi, bu katliam süreç boyunca kirli provokasyonların süreceğinin işaretlerinden biriydi. Son beş-altı yılda çokça dile getirilen, milletvekillerinin Kandile gitmesi meselesi devlet ve hükümetin bilgisi ve isteği ile birçok defa gerçekleştiği halde, HDP-BDP heyeti kendi başına gidip gelmiş gibi lanse edildi. Fotoğraflar paylaşıldı, sosyal medyada siyasi ahlaktan yoksun linç kampanyaları zaman zaman İçişleri Bakanlığı ve İletişim Başkanlığı eliyle yürütüldü.

HÜKÜMET İZNİYLE HDP HEYETİ GİTTİ

Peki gerçek ne? Çözüm süreci boyunca İmralı Adasına giden BDP-HDP milletvekili heyetleri Öcalan’la yürütülen müzakerelerin sonuçlarını devletin ve hükümetin izni ve talebiyle örgüt yetkililerine iletmek üzere birçok kez Kandil’e gittiler. Zaman zaman Türkiye’de ortaya çıkan sorunlar vali, emniyet müdürü, askeri yetkililerden oluşan bürokratlar, hükümet üyeleri ve örgütle görüşülerek çözüldü. Çözüm sürecinde yürütülen müzakereler sonucu 25 Nisan 2013'te, PKK, bütün silahlı güçlerini Türkiye topraklarından Irak Kürdistan Bölgesine çekeceğini resmî olarak duyurdu. Çözüm ve Barış müzakereleri yürütülürken, 15 Temmuz 2014’te TBMM'den Cumhurbaşkanı onayına gönderilen çözüm süreci ile ilgili kanun ‘Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun’ adıyla Resmî Gazete'de yayınlanarak yasalaştı. Nisan 2014’te MİT kanununda değişiklik yapılarak görüşmeleri yürüten MİT mensuplarına yasal zırh getirildi.

ÇÖZÜM ADINA YAPILAN NE VARSA SUÇ SAYILDI

Toplumda barış ve çözüm inancı yükselirken, ateşkes açıklamaları ve röportajlar için onlarca gazeteci hükümetin, bürokrasinin, devletin bilgisi dahilinde kamp alanlarına gidip geliyordu. Çözüm ve barış inancıyla binlerce insan çocuklarını görebilmek ve sarılmak için kamp alanlarına gittiler, aileler çocukları barış içinde eve dönecekler diye sevindi. Maalesef bugün o dönemde çözüm adına yapılan ne varsa HDP ve Kürtlere suç sayıldı. Bu konuya tekrar döneceğim. Dedim ya, Kürt yurttaşlar çözüm sürecinde akın akın çocuklarını, akrabalarını, sevdiklerini görmeye gittiler ve bu devletin bilgisi, hatta desteğiyle gerçekleşti. Toplumdaki barışa olan özlem inanılmaz bir enerji ortaya çıkardı. Bunu yaşamamış olanlar anlamakta zorlanabilir belki. Ama gerçek buydu.”

KAMPLARI ZİYARET EDEN BAŞKALARINA SORUŞTURMA AÇILMADI

Oluç, başlık başlık sürdürdüğü savunmasının bu kısmında Semra Güzel, hakkında yürütülen sürece değindi. Güzel’in hikayesinin de anlattığı bu süreçten bağımsız olmadığını ifade eden Oluç, şöyle konuştu: “Bir parantez açalım ve Semra Güzel konusuna girelim, sonra tekrar çözüm süreci meselesine döneceğim. Semra Güzel yaptığı yazılı açıklamada, yalnız kendisinin değil milyonlarca insanın geleceğe umutla baktığı, barışı arzuladığı ve Çözüm Süreci olarak adlandırılan süreçte kamplara uzun süredir göremediği sözlüsünü ziyaret etmek için gittiğini ifade etti. Ortalama zekâya sahip her vatandaş, önyargılarından sıyrılarak bu resimlere baktığında gerçekten iki kişi arasındaki duygusal yakınlığı görecektir. Örgüt üyesi olmayan ancak farklı zamanlarda, farklı amaçlarla kampları ziyaret etmiş başkaca kişiler de olmuştur ve bu kişilerle ilgili hiçbir soruşturma başlatılmamıştır. Bu durum, bugüne değin bir kişinin PKK kamplarına gitmesinin değil, gidiş amacına göre suç olarak nitelendirildiğini veya nitelendirilmediğini göstermektedir.”

 MÜZAKERE GELENEĞİ OLMAYAN BİR DEVLET VAR

Çözüm sürecinin önemine de değinen Oluç, “Müzakere geleneği olmayan bir devlet ve toplum var. Yakın tarihe baktığımızda, tarihsel, toplumsal, siyasal sorunlarını konuşarak, diyalog içinde, müzakere ederek, demokratik bir politik kültürü geliştirerek çözme alışkanlığı ve devlet geleneğinden bahsetmek çok zordur. Aynı şekilde toplumda da böyle bir alışkanlık ve gelenek yoktur. Müzakereci bir demokrasi anlayışı yerleşik olmadığı için daha çok çatışmacı anlayışlar ağır basar ve sorunlar tıkanma noktasında şiddete, zora, hukuksuzluğa başvurularak aşılmaya çalışılır. İşte tüm bu olumsuzluklara rağmen çözüm süreci toplumsal ve siyasal bir denemeydi ve önemli adımlar atılmıştı. Kürt sorununda ilk kez bu kadar kapsamlı bir diyalog ve görüşme süreci yaşandı. Sorunları konuşarak aşma konusunda bir duruş sergilendi. Ama maalesef sonuçlandırılamadı” diye belirtti. 

ÇÖZÜM SÜRECİNDE YAŞANILANLAR 

Yasal düzenlemelerin gereken hızda ve içerikte yapılmaması, güven artırıcı adımlar yerine güven yıkıcı girişimlerin ardarda yaşanmasından kaynaklı bu sürecin gelişmesine zarar verdiğini kaydeden Oluç, çözüm sürecinde yaşanılan olumsuz gelişmeleri şöyle sıraladı; “ ‘Ya AKP iktidarı, ya Kaos’ ikilemi yaratıldı. ‘HDP bundan sonra çözüm sürecinin ancak filmini yapar’ cümlesiyle kendini gösterdi. ‘Oy yoksa çözüm süreci de yok’ diyen fırsatçı anlayış, halkın çözüm ve barış iradesini hiçe saydı. 18 Mayıs’ta HDP Adana ve Mersin il binalarına eş zamanlı bombalı saldırılar düzenlendi. 5 Haziran HDP’nin Diyarbakır İstasyon Meydanında gerçekleştirdiği ve yüz binlerce kişinin katıldığı mitinge bombalı saldırı düzenlendi. 5 kişi yaşamını yitirdi, yüzlerce kişi yaralandı. 7 Haziran Seçimlerinde, HDP 80 Milletvekili ile parlamentoya girdi. AKP ise tek başına iktidar olamadı. 29 Haziran 2015’te yapılan MGK toplantısından hemen sonra Çöktürme Eylem Planı devreye konulu. 20 Temmuz’da 33 genç kardeşimiz Suruç’ta canlı bombaların hedefi oldu. 10 Ekim 2015 tarihinde ise onbinlerce kişinin katıldığı “Savaşa İnat, Barış Hemen Şimdi’ şiarıyla Ankara Garı’nda yapılan mitinge karşı yapılan canlı bomba saldırısında 103 kişi hayatını kaybetti.”

‘KÜRT SORUNU TANIMLANMADIĞI SÜRECE ÇÖZÜLEMEZ’

Kürt sorunun tarihselliğinden söz eden Oluç, değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “Türkiye’nin en temel sorunu olan Kürt sorunu, Cumhuriyetin temellerine kadar inen yüzyıllık bir sorundur. Kürt sorunu iyi tanımlanmadığı müddetçe çözümü mümkün değildir. Kürt sorununun tanımı ise sorunun nasıl ortaya çıktığı ile ilişkilidir. Kürt sorunu, Kürtlerin kültürlerinin, anadillerinin, kendilerinin inkârı, toplumsal gerçekliklerinin derinden bölünerek kendileri olmaktan çıkarılmaları, siyasi iradelerine ket vurulmasıdır. Kürt sorunu, devletlerin inkârcı yöntemlerle boyun eğmeye zorlamaları, kendi kimliklerine dayalı bir varlık haline gelmelerine fırsat ve yasal statü tanınmamasıdır. Kürtlerin, çağdaş eğitim araçları ve uygulamalarından mahrum bırakılmaları, tüm bu alanların bütünleşik uygulamalarıyla öz varlıkları ve kimliklerinin yok sayılmasıdır.”

‘GÜVENLİKÇİ YAKLAŞIM ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜN TEMELİDİR’

Kürt sorunu Kürtlerin kimliklerinin, kültürlerinin, anadillerinin ve kolektif haklarının yok sayılması sorunu olduğunu ifade eden Oluç, ekledi: “Kürt sorunu bu bağlamda aynı zamanda köklü bir demokrasi sorunudur. Demokratik olmayan tüm yaklaşımlar sorunu büyütmekten başka bir işe yaramamıştır. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, 100 yıldır, Kürt sorununa yönelik güvenlikçi yaklaşım çözümsüzlüğün temel nedeni olmuştur. Bu güvenlikçi politikalar belki uygulayan hükümetlere ve bunun arkasında duran devlet aygıtına zaman kazandırmıştır. Baskıyla veya tasfiye ederek zaman kazanma anlayışıdır bu. Son derece sığ ve ertelemeci bir anlayıştır. Ama bu uygulamalar sadece zaman kazandırmıştır. Zaman ise sorunun çözümüne değil çözümsüzlüğünün büyümesine yol açmıştır. Cumhuriyet tarihi bu zincirleme reaksiyonun çok fazla örneği ile doludur. 

BİR YÜZYIL DAHA İPOTEK ALTINA ALINIYOR

Kapatma davası, Kürt siyasileri yasaklı hale getirerek tasfiye etme çabası işte bu anlayışın tezahürüdür. Ve bu şekilde ülkenin bir yüzyılı daha ipotek altına alınmak istenmektedir. Ama özellikle belirteyim ki, ne bu yüzyıl teknolojik imkanlar nedeniyle haberleşme ve bilgi alışverişinin ve iletişimin gelişmişliği açısından geçmiş yüzyılla karşılaştırılabilir. Ne de Kürt halkının siyasi ve toplumsal örgütlenme ve mücadele anlayışı, birikimi ve geleneği geçmiş yüzyıla benzer. 

DEMOKRATİK ÇÖZÜMÜ MÜMKÜNDÜR

Peki bu sorunun demokratik yol ve yöntemlerle çözümü mümkün değil midir? Mümkündür. Ama bunun için olması gereken, devlet yapısında ve iktidarda bir zihniyet değişikliğidir. Halkları ve inançları dışlayan tekçi yönetim anlayışı Kürt sorununu asla çözemez. 100 yıldır tecrübe edilenin bu olduğu açıktır. Tekçi devlet anlayışı bu kadim toprakları bir kültürler ve halklar mezarlığına çeviren temel anlayış olarak karşımıza çıkmaktadır. Hukuk, eşitlik ve özgürlüğü hiçe sayan, baskıcı, halkları ve inançları karşı karşıya getiren devlet anlayışının milliyetçilik, mezhepçilik ve erkek egemen ideolojiyi kendisine kalkan ederek büyük yıkımlara ve felaketlere yol açtığı sadece Ortadoğu’da yaşananlar düşünüldüğünde bile açıkça ortadadır. 

KÜRTLER ORTAK YAŞAMI KABUL ETMİŞTİR

Bu gerçekler ışığında bakıldığında Kürt sorunu; ülkenin kuruluş sürecinde yapılan hata ve yok saymalardan kaynaklı olarak günümüze kadar gelmiş, ağırlığını 90’lı yıllardan bu yana toplumsal, siyasal, ekonomik olarak hissettiren bir sorun olarak çözülmeyi beklemektedir. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Türk halkı ile stratejik bir birlikteliği esas alarak ortak vatan idealini yaşatmak isteyen Kürtler, eşit haklar temelinde ortak yaşamı kabul etmiştir. Ancak bu birliktelik 1924 anayasası ile tekçi ve katı ulus inşasının kurbanı olmuştur. Teklik üzerine inşa edilen ulus yaratma politikasının mağduru sadece Kürtler olmamıştır. Bu tarihsel zulüm nedeni ile Kürtler, Lazlar, Boşnaklar, Araplar, Asuri-Süryani, Ermeni, Gürcü, Alevi, Hristiyan, Musevi, Arap, Çerkez, Türkmen, Mıhellemi, Ezidi, Romanlar gibi halklar ve kültürler ile İslami grup, cemaatler ve özellikle kadınlar büyük baskı cenderesi altına alınmıştır. 

OSMANLI’DAN TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİNDE SORUN DERİNLEŞTİ

Tarihin en ağır yıkımlarından birini yaşamış olan Kürt halkı ise kendisine uygulanan bu tarihsel kötülüklere karşı amansız bir mücadele vermekte, direnmekte ve bugün gelinen noktada her şeye rağmen demokratik, çoğulcu, eşitlikçi ve halkların birlikteliğini esas alan toplumsal birarada yaşamda ısrar etmektedir. Bu son derece önemli bir özelliktir. Osmanlı Devleti’nden modern Türkiye’ye geçiş aşamasında Kürt sorunu iyice belirginleşmiştir. Cumhuriyet dönemi boyunca ‘eşkiyalık’, ‘feodalizm’, ‘asayiş problemi’, ‘geri kalmışlık’ ve ‘modernizm karşıtlığı’, ‘dış mihrakların oyunu’ şeklinde tanımlanan Kürt sorunu son dönemlerde de aynı karmaşık tanımların içinde net bir isim bulamamaktadır. Son derece garip bir yaklaşımdır bu. Kibirli, benmerkezci, üstün dil ve ırk anlayışına dayalıdır. Eşitlik karşıtıdır. 

1990’LI YILLAR

Kürt sorununun bugün net bir tanımının yapılamıyor olmasının temel sebebi resmi tarih tezleri ile reel tarih arasındaki derin farklılıktır. Örneğin yakın tarihimizde 90’lar son derece karanlık bir dönemdir. O yıllar boyunca Kürt sorununu şiddet temelinde ve güvenlikçi politikalarla çözme yöntemi askerin siyaset üzerindeki vesayetini güçlendirmiş ve orduyu siyasetin üzerinde bir konuma yerleştirmiştir. 90’larda yoğun çıplak şiddet ve kontrgerilla faaliyetleri kullanılmıştır.Özellikle, 1992-1993 yıllarında Kürt sorununun militarizasyonunda bir eşik aşılmış, ‘düşük yoğunluklu çatışma stratejisi’ çerçevesinde, bölgede 1987’den beri devam eden OHAL yönetiminin yanı sıra, formel-enformel ve legal-illegal bağlantılarıyla paramiliter bir makine inşa edilmiştir. 

KÜRT SORUNU ÇÖZÜLMEYİ BEKLEMEKTEDİR

Lafı çok uzatmadan bir kez daha belirteyim ki, Kürt sorunu siyaset kurumunun önünde çözülmeyi beklemektedir. Şiddetle çözülemeyeceği çok açık olan bu sorunun çözümünün tek yolu demokratik ve barışçı yol ve yöntemlerdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ne demişti? Diyarbakır'da yaptığı konuşmada ‘Sorunun adını doğru koyalım. Bu sorun Kürt Sorunudur, sadece Kürtlerin değil hepimizin sorunudur. Bunu çözmek boynumuzun borcudur!’ Söyleyenler unutmuştur diye hatırlatıyorum. Durum aslında bu kadar açık ve net olmasına rağmen çözümsüzlükte ısrar edenler bu ülkenin iyiliğini istemeyenlerdir. Sadece yakın tarihe baktığımızda bu çözümsüzlük siyasetinin ülkemizden neler götürdüğünü çok rahatlıkla görebiliriz. 

ÇÖZÜM SÜRECİ FIRSATTI

Türkiye, demokratik diyalog ve barışçı çözüm yöntemiyle Kürt sorununu çözebilseydi çatışma için harcanan bu paralar eşit ve adil bir ekonomi için harcanabilecek ve birçok toplumsal, ekonomik sorunu daha kısa zaman içinde ve daha rahat bir şekilde çözmüş olacaktı. 2013 yılında başlayan çözüm süreci bu nedenle de son derece önemliydi ve tarihsel bir fırsattı.Çözüm sürecinin başlamasında temel amaç; Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde Kürt sorununun çözümü, özgürlükçü yeni bir Anayasa ile tüm Türkiye halklarının ve inançlarının dâhil olduğu Demokratik Ulus perspektifinde yeni bir düzenin inşası, halkların eşit bir hukuk temelinde bir arada yaşayacağı bir barış modelinin oluşturulmasıydı. 

GÜVENLİKÇİ POLİTİKALAR BUGÜN DE SÜRÜYOR

Barışı, müzakereyi, demokratik yol ve yöntemleri tercih dışı bırakan iktidar anlayışları ile Türkiye geçmişten miras aldığı çözümsüzlük sonucu ortaya çıkan kayıpları geleceğe de bu anlayışla taşımaktadır. İkinci yüzyılda Türkiye, demokratik cumhuriyetin kurulacağı ve barış içinde yaşatılacağı bir Türkiye olacak ise en büyük anahtar Kürt Sorununun demokratik yollarla çözümünün ivedilikle gerçekleştirilmesi olacaktır. Çözüm süreci bu nedenle önemliydi. Ama konuşarak, diyalogla, müzakere ederek, toplumsal uzlaşmayla bu sorunu çözmek isteyenlerle güvenlikçi politika ve uygulamaları benimsemiş olanlar arasındaki kapışma aslında çözüm sürecinin içinde de sonrasında da sürdü ve bugün de sürüyor.”

BAŞI DİK SAVUNUYORUZ

Oluç, savunmasının bu kısmında ise çözüm sürecinin yargılanmasına dair açıklamalarda bulundu. Oluç, “Biz dün ne dediysek bugün de aynı zihniyetle davranıyoruz. Barış, çözüm ve demokrasi, adalet, eşitlik tek çıkış noktamızdır, aksi takdirde yüzyıldır yaşadığımız bu trajedi tekrar edip duracak. Bugün bizi çözüm sürecinde kendilerinin de talep ettikleri müzakereleri yürüttüğümüz için suçlu ilan edenlere soruyoruz, biz kendi kendimize mi bu süreci yürüttük? Nerde valiler, askerler, mit üyeleri, hükümet yetkilileri, siyasiler?Masa yıkıldı, bunca ölüm ve yıkımdan sonra neyi çözdünüz? Bugünün tekçi iktidarı, tıpkı 1990’ların aktörleri gibi karanlık ve suçla dolu bir tarihin parçası oldu, ama biz yine aynı şeyleri başı dik alnımız açık savunuyoruz” dedi. 

‘ONUR DUYACAĞINIZ GELİŞMELERİ ANLATIN DİYE UĞRAŞIYORUZ’

Gerçek bir çözüm gerçekleştiğinde bedel ödemiş, onurlu bir ömürle çocukları ve torunlarına bu günleri anlatacaklarının altını çizen Oluç, şöyle konuştu: “Sizler ne anlatacaksınız çok merak ediyoruz… Yapılan baskı ve zulmü anlatmayın, onur duyacağınız gelişmeleri anlatın diye uğraşıyoruz. Çözüm sürecine dönelim tekrar. Aslında HDP’yi kapatma davasından da, Kobani kumpas davasından da bildiğimiz gördüğümüz bir gerçek var. Hepsinde niyet ve hedef çözüm sürecinin ve aktörlerinin, yapılanların yargılanması ve mahkum edilmesidir. Şimdi bu hedef HDP ve HDPliler üzerinden sürdürülmektedir. Ancak niyet daha geniş bir alanı kapsamaktadır. Ve bu niyet aslında çözüm sürecinde çeşitli defalar ortaya konmuş, başarılı olunmayınca, şimdi yeniden ısıtılmıştır.

ÇÖZÜM SÜRECİNİ SAVUNMAYA DEVAM EDECEĞİZ

Öncelikle çok açık ve net bir şekilde, hiç eğip bükmeden, ama-fakat demeden belirtelim ki, çözüm sürecinde yapılan görüşme, temas ve açıklamalar yargılama konusu yapılamaz. Biz bunları beyhude çabalar olarak görüyoruz. Bizler o dönemde yapılanları yanlış bulmuyoruz. Elbette ki her müzakere sürecinde eksikler veya konjonktürel hatalar yapılır ve yapılmıştır da. Bunların değerlendirilmesi ve özeleştirisi elbette yapılabilir, bizler de bunu kısmen yapmışızdır. Ama bir bütün olarak diyalog, müzakere yoluyla tarihsel ve toplumsal, siyasal bir sorunu demokratik ve barışçı yollarla çözme çabası doğrudur ve bunu söylemeye savunmaya devam edeceğiz.” 

DİYALOG VE MÜZAKERE VURGUSU

Çözüm sürecinde devlet tüzel kişilerinin de her görüşmede yer aldığını aktaran Oluç, Çözüm sürecinde çıkarılan 6551 sayılı yasayı hatırlattı. Türkiye’nin temel sorunlarından biri olan Kürt sorunun çözümüne dair yaşanan sürecin kriminalize edilmesinin farklı yöntemlerle geliştirilecek süreçlerinde önüne geçeceğinin altını çizen Oluç, “ Daha da önemlisi özel bir yasayla her türlü sorumluluktan muaf olunacağı düzenlendiği halde kişi ve/veya kurumların bu şekilde suçlanarak yargılanıyor olmaları adeta ‘devlet eliyle kurulan bir tuzağa’ çekildikleri anlamına gelecektir. Yaşanan maalesef budur. HDP, demokratik siyasetin tüm siyasal ve toplumsal sorunlar için gerçek bir çözüm zemini olduğunu, bu çerçevede demokratik uzlaşının sağlanmasında diyalog ve müzakere yürütmeyi kalıcı çözümler için yegâne yöntem olarak benimsediğini her fırsatta dile getiren bir partidir” dedi. 

HDP’nin bütün kurullarınca Kürt sorunu başta olmak üzere siyasal/toplumsal sorunların müzakere edilerek nihai bir çözüme kavuşturulmasında tarihi bir fırsat olarak görülen çözüm sürecinin akamete uğratılamadan devam ettirilmesi için istikrarlı ve kararlı bir tutum benimsendiğini söyleyen Oluç,”Ne yazık ki, bütün çabalar bu yargılama ve mahkum etme üzerine yoğunlaşmıştır. Nasıl ve neden akamete uğramış olursa olsun, HDP çözüm sürecinin parçası olmaktan onur duymaktadır. Çözüm sürecinin HDP üzerinden yargılanması da Kürt sorunudur işte. Nedir diye soranlara söylüyorum” ifadelerini kullandı. 

ÇÖKTÜRME PLANI

2014 Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) alınan “Çöktürme Planı”na da değinen Oluç, şöyle devam etti: Ancak çözüm sürecinin bitirilmesi sonrasında yaşananlar aslında bu planın devreye konulduğunun ve Kürt sorununu’nun çözümüne karşı halen devrede olduğunun açık göstergeleridir. Bu planın içinde hukuk yoktur, demokrasi ve evrensel insan hak ve özgürlükleri yoktur. Evrensel hukuk ilkeleri yoktur. Türkiye’nin imzalamış olduğu uluslararası demokratik sözleşmeler yoktur. 2015’ten bu yana yaşadıklarımızın tamamı bu plan dahilinde gerçekleşmiştir ve halen de gerçekleşmektedir. Tam bir siyasi kırım planıdır bu. Kent ablukaları döneminde yaşananlar, sınırlar içinde ve ötesinde yürütülen operasyonlar, yerel yöneticilerin (Vali, kaymakam ve üst rütbeli askerlerin) siyasetçilerle temasının kesilmesi ve etkilerinin azaltılması, tvler, radyolar, gazeteler gibi medya alanında yapılan yasaklamalar, basın faaliyetlerinin engellenmesi ve gazetecilerin tutuklanması, yerleşkelere giriş ve çıkışların kapatılması veya sıkı denetimi ve buna benzer birçok adımın ve uygulamanın bu plan dahilinde ve hukuksuz biçimde yürütüldüğü çok açıktır.

HESABINI HALEN VERMEDİNİZ

İlginç bir detaya değinmeden geçmek yanlış olur. Bu işlerin emirlerini verenlerin ve uygulayanların, özellikle kent ablukalar döneminde, önemli bir kısmının 15 Temmuz darbe girişiminden sonra tutuklanması, yargılanması ve ceza alması ise son derece önemli bir detaydır. Bunların bir kısmının üst düzey ve bölgesel general rütbeli askeri komutanlar olarak Meclisin bombalanması dahil olmak üzere pek çok suçla ilişkilendirilmesi de. Bunun hesabını halen vermediniz. Bunu konuşmaktan kaçıyorsunuz. 

KUMPASIN PARÇASI OLARAK KULLANILIYORSUNUZ

Elbette bu planın son derece önemli bir parçası da partimize dönük yapılanlardır. Bunun bir parçası yerel yönetimlerde atanan kayyımlar ve halkın seçim iradesinin gaspıdır. Diğer parçası da 2016’da dokunulmazlıkların Anayasaya aykırı biçimde kaldırılması, 4 Kasım 2016 siyasi darbesi ve sonrasında yaşananlardır. HDP’nin demokratik siyasetten tasfiyesi için her türlü desteğin verilmesi de güvenlikçi zihniyetin vardığı son noktadır. Temel hakların ve hukuk kurallarının ihlalinin zeminidir bu plan ve uygulamalar. Vekillerimize gelen bin 200’den fazla fezleke, konuşana konuşmayana soruşturma açılması talebi hep bu yaklaşımın ürünüdür. Kapatma davası da Kobani kumpas davası da bu planın parçalarıdır işte. Milletvekillerinin düşürülmesi, Leyla Güven ve Musa Farisoğulları, dokunulmazlığın kaldırılması,  Demokratik siyasetten ve yerel siyasetten tasfiye planının parçalarıdır. Biz bugün burada Semra Güzel vekilin dokunulmazlığının kaldırılmasını konuşuyoruz. Bu da aynı planın bir parçasıdır. Siz kendiniz icat ettiğiniz zannetmeyin. Siz hepiniz kumpasın bir parçası olarak kullanıyorsunuz.” 

40 YILDIR BÜYÜK BİR ÇATIŞMA SÜRÜYOR

Dokunulmazlığı kaldırılması istenen HDP’li Güzel’in Meclis çalışmalarını anlatarak, “ Bunları anlatmamın sebebi Semra Güzel’in demokratik siyaset alanındaki kararlı duruşunu vurgulamak içindir. Bunun ne kadar değerli olduğunu anlamak istemeyen bir zihniyetle karşı karşıya olduğumuzu biliyoruz. Bu ülkede neredeyse 40 yıldır büyük bir çatışma sürmektedir. Bu süreçte 50 binden fazla insan yaşamını yitirmiş, binlerce köy/mahalle yakılmış, boşaltılmış, milyonlarca insan göçe zorlanmıştır. Yüzlercesi sürgünlerde memleket hasretiyle yaşamını yitirmiştir. 

HER EVDE BİR KAYIP VAR

Bugün Diyarbakır, Van, Mardin, Bitlis, Siirt, Batman, Ağrı, Hakkâri, Şırnak, Muş, Kars, Iğdır veya Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı herhangi kente; İstanbul’un, İzmir’in, Mersin’in Adana’nın Kürtlerin yoğun yaşadığı mahallelerine gidildiğinde her birinin evinde mutlaka ya bir tutuklu ya da bir kayıp olduğu görülecektir. Hatta çoğu zaman birden fazladır bu kayıp ve tutuklular. Yakınlarından, sevdiklerinden bir haber; kayıplarından bir cenaze bekleyen binlerce aile vardır bu topraklarda. Kimi için abi, kardeş, anne, baba, kimi için dayı, teyze veya sevgili. Siyasetin işi bunu yok saymak değil. Bu hem ahlaki hem de politik bir görevdir bunu düşünmek ve çözüm yolları üretmek. Siyasetin ve siyasetçilerin yükümlülüğüdür bu. 

KÜRT SORUNU ANLAMA YOKSUNLUĞUDUR

Bu; ülkenin yüzyıllık tarihi, gerçekliğidir. Adına ister Kürt sorunu deyin isterse başka birşey. Kürt sorunu vardır ve bu ülkenin en ağır ve en temel sorundur. Ocağına ateş düşmeyen aile yok gibidir. Meclis grubumuzda da ailesinde yakınlarını, sevdiklerini, akrabalarını, arkadaşlarını kaybetmiş olan vekillerimiz vardır. Düşmanlık değil kardeşlik duygularının demokratik siyasete yön vermesidir. Acının intikam duygularına değil aklı selime yönelmesidir. Kürt sorunu budur işte. Çözülmemiş olan da budur. Karşılıklı anlama ve saygı duyma yoksunluğudur aynı zamanda. Semra Güzel’in yaşadığı insani duygular ve sonuçları Kürt sorununun bir yansımasıdır.”

‘KİMİN AİLESİNDE FETÖCÜ VARSA BİZE SALDIRIYOR’

AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan’ın sataşması üzerine tepki gösteren Oluç, “Sen konuşma Cahit Özkan, savunmamı engelleyeceksin,siyasi ayak aranıyorsa sende onlardan birisin. Basın toplantılarından linç yapansın. Sen FETÖ’nün yardakçısın. Hukukçuymuş ne hukukçusu. Konuşma oradan Salih Cora, bağırma, FETÖ’cülerin ağzıyla konuşuyorsun. Kimin ailesinde FETÖ’cü varsa bize saldırıyor. Hukukçusun savunma hakkı kutsaldır, dinleyeceksin. Ne bağırıyorsun, konuşma, hadi oradan, bırakın da savunmamızı yapalım” sözleriyle tepki gösterdi. 

MUHALEFETİ DE ELEŞTİRDİ

Muhalefeti de eleştiren Oluç, “Muhalefet her gün Türkiye’de yargı mekanizmanın çöktüğünü örneklerle anlatıyor. Hukuk alanında şunu yapacağız metin yayınlıyor.  Ama sonra hukuksuzluk üzerine Semra Güzel’in üzerinde evet diyor. Ama ilginç olan muhalefetin durumu. Her gün Türkiye’de yargı mekanizmasının çöktüğünü örnekleri ile anlatan, yeni dönemde hukuk alanında şunu bunu yapacağız diyerek ortak metinler imzalayan, ama sonra bu hukuksuz mekanizmaya Semra Güzel’i teslim etmeye evet oyu veren bir muhalefet var. Tutarsız, ne dediğini bilmeyen; iktidarın yarattığı korkuya ve kara propagandaya teslim olan bir muhalefet. Ama bu tutarsızlık muhalefetin kendi seçmenlerine vermesi gereken bir hesap konusu. Bizi bu kadarı ilgilendiriyor. Söylediği ile yaptığı arasında uyum yok. Nokta” dedi. 

8 YIL SONRA GİZLİ TANIK ÇIKTI

Hukukun, özellikle muhalefet milletvekillerinin bertaraf edilmesi için araçsallaştırıldığını aktaran Oluç, şu ifadeleri kullandı: “Hem Anayasa Mahkemesi kararlarında hem de AİHM kararlarında tartışılmıştır. HDP'ye yönelen iktidarın amacının bir parti kapatma olduğu açıktır. HDP milletvekillerinin TBMM'den tasfiyesine yönelik olan ve özelde Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılması ve sonrasında yaşanacaklar işlemler Anayasa'ya ve AİHS'e aykırıdır. Şu anda geçin Avrupa İnsan Hakları mahkemesini, Avrupa İnsan hakları Sözleşmesini ve Anayasayı dediğinizi duyar gibiyim. Keza gizli tanıklık konularında da yasa maddeleri ve AYM kararları konunun sakıncalı ve riskli yanlarına açıkça vurgu yapmıştır. Ayrıca gizli tanıklık müessesesinin uygulamada oldukça fazla suiistimal edildiği de bilinmektedir. Gizli tanık denilenler, Emniyet’in ve İçişlerinin yarattığı sanal yaratıklardır. Birkaç hafta önce Kobani kumpas davasında yeni bir gizli tanık icat edilmesi de son örnektir.Konu 2014 Ekim’inde yaşanıyor. 2020 Eylül’ünde tutuklamalar yapılıyor. 8 sene sonra bir gizli tanık çıktı. İçerisinde olmasan bu kadar zırva olmaz. 2022ye geliyoruz bir gizli tanık yaratılıyor, ve zırva iddialar ileri sürüyor. Bunlar FETÖ uygulamaları ile aynıdır.”

GÜZEL’İN FEZLEKELERİ

Güzel’in fezlekelerine dair de Oluç, şu bilgileri paylaştı: “Semra Güzel’in, ivedi olarak dokunulmazlığının kaldırılmasını gerektirecek bir neden  yoktur. İlahların kurban istemesinden başka. İki fezleke getirilmiştir karma komisyona. 3/665 sayılı fezleke, 13.02.2019 tarihinde TBMM Başkanlığına sunulmuştur. Yani fezleke üç yıldır komisyonun önündedir. Dosyayı inceleyecek herkesin göreceği gibi, dosyada 03.07.2018 tarihli gizli tanık/itirafçı beyanı ile fotoğraf teşhis tutanağından başka hiçbir bilgi yer almamaktadır. Yalnızca bir gizli tanık/itirafçı beyanına dayanarak, üstelik itirafçı beyanından üç buçuk yıl, fezlekenin TBMM Başkanlığına gelmesinden üç yıl sonra bir milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasının istenmesi yerleşik Anayasal ilkelerin tamamına aykırıdır. 

Söz konusu fotoğrafların yer aldığı 3/1843 sayılı diğer Fezlekenin ise Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturmasının numarası 2017/3975’tir. Adıyaman 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 10 Mayıs 2017 tarihli kararıyla HTS kayıtlarının incelenmesine karar verilmiştir. Dosyada kabaca; fotoğrafların Semra Güzel’e ait olduğu, telefon numarasının tespit edildiği, ve tespit edilen telefon numarasının HTS kayıtlarının incelendiği belirtilmektedir. Semra Güzel’in adı soyadı, telefon numarası, görüşmeleri tespit edildiği halde dokunulmazlığının olmadığı 2017 yılı Mayıs ayından, milletvekili seçildiği 24 Haziran 2018 tarihine kadar yani bir yılı aşkın bir süre hakkında hiçbir işlem yapılmamıştır. Bırakınız iddianame hazırlanarak cezalandırılması istemiyle ceza davası açılmasını, bir yılı aşkın süre içerisinde ifadesine bile başvurulmamıştır.” 

‘KÜRT KADINLARINA KİNİNİZ BİTMİYOR’

Kürt kadın siyasetçilere olan kininiz ve öfkeniz bitmiyor” diyen Oluç, “Hem Kürt düşmanlığı var hem erkek egemen anlayış var. Leyla Zana’nın 2 cümlesine, 3 rengine tahammül edemediniz. Aysel Tuğluk’a yönelik nefretiniz sağlık koşullarının cezaevinde tutulmasına izin vermediği dönemde bile sürüyor. Gültan Kışanak, Kürt, kadın ve bir de Alevi olarak karşınıza çıktı. Sebahat Tuncel de. Gülser Yıldırım da. O kin ile onları cezaevinde rehin tutuyorsunuz. Derdiniz mücadeleleri ile Kürt kadınlarına örnek olan, onların evden çıkmasına, sosyal ve siyasal hayata katılmasına önayak olanlarla. Tahammül edemiyorsunuz. Çünkü çok büyük ve dinamik bir Kürt kadın hareketi ortaya çıktı, kadın yaşam özgürlük, jin jıyan azadi söylemi ile. Bunun verdiği rahatsızlıktır işte Semra Güzel’e de davranışınız. Okumuş, özgürleşmiş, doktor olmuş, siyasete atılmış, köy köy geziyor, atın cezaevine. Kürt sorunu budur işte.” 

AKP’LİLERE YANIT

AKP’lilerin çetececilerle, mafya liderleri ve yolsuzluk yapanlarla fotoğraflarını da hatırlatan Oluç’a AKP sıralarından sataşma oldu. Oluç, “Nasıl alakası yok, sizin arkadaşlarınız çektirdikleri fotoğraflarda hiçbir fotoğrafta sorun olmayacak. Sizin ikiyüzlülüğünüzü esas olarak anlatıyorum. Öyle bir hukuk yok, siz kendiniz bekanız için uyduruyorsunuz” sözleriyle yanıt verdi. 

AİHM ve AYM kararlarına değinen Oluç, “AİHM ve AİHS nedir diyorsunuz değil mi? Alt tarafı bir sözleşme. Siz Montrö için de alt tarafı bir sözleşme dediniz.  Sonra birdenbire Montrö’nün önemini kavradınız. Hayat size öğretti. İşte uygulamadığınız ve takmadığınız AİHS ve AİHM de öyledir. Gün gelecek ,onlara da sarılacaksınız. Gün gelecek Avrupa Konseyi üyeliğinin önemini anlayacaksınız. Ki o gün çok uzakta değil. Emin olun. Bu kadar ilkesiz ve hukuksuz bir yönetim anlayışı kabul edilemez” dedi.  

DTP HATIRLATMASI

Tarihteki dokunulmazlık ve Kürt sorununa da değinen Oluç, devam etti: “Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için şimdiye kadar TBMM’ye yüzlerce dosya geldi. Dokunulmazlıklar süreci Türkiye siyasetinde Kürt Siyasi Hareketini ve Kürt siyasileri demokratik siyaset sahnesinden men etmek için bir araç olarak kullanıla geldi.9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin neredeyse düzenlediği her etkinlik suç unsuru sayılarak Anayasa Mahkemesi tarafından hakkında kapatılma davası açıldı ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar verdi. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar verildi.Böylece Kürt Siyasetinin Kürt Sorunu ve demokrasi meselesini parlamento zeminine taşıma arayışları bir kez daha vesayet duvarına çarpmış, yargı vesayetin aracı haline gelmişti. AİHM bu kapatma adımını ihlal olarak nitelendirdi. Türkiye’yi mahkum etti. 

4 KASIM 2016 SÜRECİ 

12 Nisan 2016’da partisinin grup toplantısında konuşan dönemin Başbakanı ve AKP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, dokunulmazlık düzenlemesi üzerindeki çalışmaların tamamlandığını ifade etti. 20 Mayıs 2016’da Meclis’te kabul edilen teklifle birlikte hakkında fezleke bulunan HDP milletvekilleri yargı kıskacına alındı. HDP’li milletvekilleri hakkında hazırlanan fezlekeler siyasi çalışmalar, fikir beyanları ve demokratik protesto hakkının kullanımı şeklinde idi. HDP’liler hakkında ardı ardına ifadeye çağrılma tebligatları gelirken, dokunulmazlıkları kaldırılan diğer milletvekillerinin yargılamasına dair tek bir gelişme yaşanmadı. Bununla birlikte Anayasa’ya aykırı bir şekilde kaldırılmış olan dokunulmazlıklar sonrasında yaşanan mahkeme süreçlerini tamamı da hukuk dışı olarak tescil edilmiş oldu. Ama iktidar AİHS ve AİHM sözlerini duyunca kulaklarını tıkamaktan başka bir şey yapamıyor. Kürt sorunu budur işte.

EMİNE ANNENİN ADALET TALEBİ KARŞILIK BULMADIKÇA…

Peki Kürt meselesi çözüldü mü? İktidar partisi AKP Genel Başkanı bunu iddia ediyor. Şimdiye kadar anlattıklarımızın hepsi Kürt sorununun çözülmediğini dair örneklerdir. 

Van’da askeri helikopterden insan atıldıkça, Hakkari-Yüksekova’da sınır ticareti yapan gençler vuruldukça, Roboski’nin emrini verenler ve uygulayanlar, yarısından fazlası çocuk olan 34 yurttaşı katledenler yargılanmadıkça, Kemal Kurkut’u vuranlar ceza almadıkça, cezaevlerindeki hasta ve yaşlı mahpuslar hayatlarını kaybettikçe , zırhlı araçlarla Kürt çocuklarını öldürenler için cezasızlık sürdükçe, Kürtçe vaaz verdiği için imamlar yargılandıkça , Kürt halkının seçim iradesi kayyımlar aracılığıyla gasp edilmeye devam ettikçe, siyasi davalarla seçilmişler rehin tutuldukça, cenazeler mezardan çıkarılıp kaldırıma gömüldükçe, yasa saygı gösterilmedikçe, Şenyaşar ailesinin adalet talebi karşılık bulmadıkça herhangi bir sorunun çözülmüş olmasından bahsedilemez. Bunlar sadece sembolik örnekler. Saymakla bitmez.”

Kapatma Davası’nın açılma sürecine de değinen Oluç, şöyle aktardı: “Siyasi baskılarla AYM ikinci iddianameyi kabul etmiştir. Savcı 2 ay içinde ne buldu da oybirliği ile kabul edildi diye sormayın, çünkü ikinci iddianame de birinci gibidir. Anayasa Mahkemesi’nin iade gerekçelerinin hiçbiri tamamlanmamıştır. Zaten tamamlanamaz. Külliyen yalan bir iddiadır. Ama siyasi baskılar ve tehditler bu durumu yaratmıştır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, iddianameyle ilgili olarak, ‘Elimizden geleni yaptık’ demiştir. Şiddet ve bölücülük iddiaları o kadar mesnetsizdir ki, sahte delil yaratma çabası o kadar güçlüdür ki, bu açıkça iddianameye damgasını, hem de Yargıtay Başsavcısının diline vurmuştur. 

YAĞMA BİR İDDİANAME

Gerçekten yığma bir iddianame. Bu listelere bakıldığında özellikle siyaset yasağı istenen;451 kişi hakkında toplam 526 soruşturmanın listelendiği; bunlar içinde 256’sı hakkında soruşturmanın halen devam ettiği; 347’sinde ise kovuşturma safhasına geçtiği görülmektedir. 451 kişi hakkında toplam 561 kovuşturmanın listelendiği ve bunlar içinde kesinleşen sadece 13 mahkûmiyet olduğu görülmektedir. Kürt sorunu budur işte. Size kapatma davası açıldı. Ben savunmanızı okudum. Siz kendiniz yaşamışsınız, dönüp niye başkalarına uyguluyorsunuz. Kürt sorunu budur işte bu. Türkiye’nin yüzde 13 oy almış, 7 milyona yakın kişinin oy verdiği, aileleriyle en az 15 milyon kişinin gönül verdiği ve desteklediği 3. büyük partisi kapatılmaya çalışılıyor.

BARIŞÇI ÇÖZÜM OLMASIN DİYE AÇILAN BİR DAVA

Etnik bir kesimi siyaset dışı bırakma; ayrımcılıktır. Kürt sorununun barışçı ve demokratik çözümünü baltalama amaçlı bir iddianamedir. Geçmişteki partilerin kapatılma nedeni de buydu, bir siyasi görüş ve etnik kesimin siyaset dışında bırakılması. Bu dava devletin Kürt sorunu karşısında geldiği son aşamadır. Bu dava, bu sorunun bir 100 yıl daha devam etmesi için açılmış bir davadır. Kürt sorununda demokratik ve barışçı bir çözüm olmasın diye açılmış bir davadır. Bu iddianamede geçmiş kapatma davalarının savunulması da bunun açık bir işaretidir. 

İMRALI SÜRECİ YARGILANIYOR

En başında söyleyeyim. 2013-2015 arasında yapılan İmralı görüşmeleri bu iddianamede maddi delil sayılmış. Dolayısıyla sadece HDP değil, örtük olarak o dönemin iktidarı, devlet ve hükümet yetkilileri de yargılanmaktadır bu iddianame ile. Dedim ya hedef demokratik siyaset, demokratik ve barışçıl çözüm isteyen herkestir.

Bitmemiş yargılamalar, kapatma gerekçesi gösteriliyor. Aslında bu dava AYM’yi de tasfiye etme davasıdır. Kapatma davasında ne var biliyor musunuz? Çözüm süreci ve İmralı süreci yargılanmak istiyor. Fark ettiniz mi? Fark ettiğiniz de biraz geç olacak.

HDP KENDİNE AKACAK BİR MECRA BULUR

HDP bir fikriyat, bir düşünce, bir mücadele, bir direniştir. Duvarlardan ibaret bir parti olmadığını söylüyoruz. Dolayısıyla HDP kapatılarak ne bu fikriyat ne de bu siyasal düşünce ortadan kaldırılamaz. Bu düşünce kendisine akacak bir mecra bulacaktır. Bu başka bir partiyle mi olur, mevcut partilerden biri mi olur. Başka bir yöntem mi olur, ama bunun her zaman bir yolu vardır. Bugüne kadar kapatmalar demokrasinin yara alması dışında bir anlam ifade etmediyse bundan sonra da anlam ifade etmeyecektir. Yol bulunur veya yol açılır. Mücadele devam eder.”

‘KÜRDE HUKUK, ADALET YOK’

“HEP. DEP, HADEP, DTP kapatıldı da Kürt sorunu mu çözüldü? Demokrasi mi kurtuldu?” diyen Oluç, sözlerini şöyle sürdürdü: “Hepsinde AİHM, Türkiye'yi mahkum etti. Kürt sorunu budur işte. Peki Kobani davası nedir? O da tam bir tasfiye davasıdır. Kamuoyunda 6-8 Ekim Kobanê olayları olarak bilinen, 6-8 Ekim 2014 tarihlerinde ülkemizin çeşitli şehirlerinde meydana gelenlere ilişkin 3 bin 530 sayfalık bir iddianame, olayların meydana geldiği tarihten 6 yıl 3 ay sonra, 7 Ocak 2021 tarihinde hazırlanarak dava açılmıştır.26 Nisanda, ilk duruşma yapıldı. Hukuksuz bir iddianame hazırlandı, hukuksuz bir duruşma sürüyor. Bu iddianame Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulmuştur. 3530 sayfadan oluşan iddianame ve 324 klasörlük ekleri, Mahkeme tarafından 1 hafta gibi kısa bir süre içerisinde ‘incelenmiş’ ve 07.01.2021 tarihinde iddianamenin kabulüne karar verilmiştir. Kürt sorunu işte budur. Hukuk cinayeti açıkça. Kürde hukuk ve adalet yok 

FETÖ’DEN ÖĞRENDİKLERİNİ İYİ UYGULUYORLAR

Yürütme yönlendiriyor, talimat veriyor. Tahakküm kuruyor. Anayasa 138 ihlal ediliyor. 

Yürütme açık açık itiraf etmiştir. Bu davayı biz açtık, yürütme olarak bu davada tarafız ve bu mesele hukuki bir mesele değil siyasi demiştir. Bu dava da hukuki değil siyasidir. Önceden hazırlanmış bir kumpastır. Yürütmeden bir Bakan çıkıp daha mahkeme başlamadan bir video yayınlıyor, İletişim Başkanı çıkıp bol hamaset soslu bir konuşma ile kendini yargı yerine koyup hüküm veriyor. Fetö kumpas davalarından öğrendiklerini uyguluyorlar. İyi talebeler. 

KONTROL EDİLEMEYEN GÜÇLER NEDEN ÇIKARILMADI

2014 6-8 Ekiminde heyetimiz yaşanan provokasyonların engellenmesi için İçişleri Bakanlığı’nda 48 saat görüşme yürütmüştür. Ve kendileri de bize ‘Güvenlik güçleri içinde kontrol edemediğimiz gruplar var’ demiştir. Aradan 7 yıl geçmesine rağmen o ‘kontrol edilemeyen güçlerle’ ilgili açılan tek bir soruşturma yoktur. Sormak istiyoruz: O güçler neden yargı önüne çıkartılmadı? Neden hala korunmakta ve kollanmaktadırlar? O dönem görev yapan vali, kaymakam ve emniyet müdürünün kaçı 15 Temmuz’da yer almıştır? Kaçı halen görevdedir? Kobanê kumpasının  siyasi ayağının ortaya çıkmasından mı korkulmaktadır?

KOBANÊ’NİN İNTİKAMININ VEKALET DAVASIDIR

Biz bu soruları sormaya devam edeceğiz ve gerçeğin peşini asla bırakmayacağız! Bu dava yargının değil, Saray’ın bizzat savcısı ve hâkimi olduğu, hükmün önceden verildiği bir davadır. Partimizin siyasetteki değişim gücünü kırmaya yönelik, demokratik siyaseti yasaklama davasıdır.7 Haziran’ın, 31 Mart’ın intikam davasıdır. Siyasal ve toplumsal muhalefeti susturma, halklar arası dayanışmayı kırma davasıdır. Türkiye halklarının ortak geleceğine ve birlikte yaşam iradesine karşı kurulan bir komplo davasıdır.  Düşürülemeyen Kobanê’nin intikamını almaya yönelik bir vekâlet davasıdır. Bu dava, protestolarda ölümlere neden olan paramiliter güçleri kollama ve aklama davasıdır. Bu, büyük yolsuzlukların, çürümenin yaşandığı bir süreçte iktidarın kendisini ayakta tutma davasıdır.  

Bu davada da aynen Semra Güzel dosyasında olduğu gibi gizli tanıkların zırva iddiaları var. Hukuka uygun maddi delil bulamayan savcı, iddialarını ‘kuvvetlendirmek’ için gizli/açık tanık arayışına çıkmıştır. Sonrasında bu ve benzeri yazılar dosyada tekrarlanmış olup Savcı tarafından tanık/gizli tanık bulmak için ciddi bir arayışa girilmiş, gazetelere ilan verilmediği kalmıştır. Muhalefet işte bu uygulamalara teslim ediyor Semra Güzeli. Kürt sorunu Kobanê davasıdır işte, bitmiş mi? Sürüyor Bu davaları bu kadar kapsamlı ele almamın nedeni demokratik siyasetten tasfiye amaçlı olarak açılmış olmalarıdır. Merkezi siyaseti kast ediyorum.”

KAYYIM POLİTİKASI

Kayyım politikalarına da dikkat çeken Oluç, “ Yerel yönetimlerden tasfiyenin en açık uygulaması kayyım atamalarıdır. Daha evvel de söyledim. Çöktürme Planının bir ayağıdır bu. Açıkça ifade edilmiştir. O nedenle sürpriz olmamıştır. Ayrıca seçimlerden önce ve sonra İçişleri bakanının ve Cumhurbaşkanının konuşmaları vardır. Bizler bunu bekliyorduk elbette. Kayyım ataması demek Kürt halkının iradesinin gaspı demektir. Seçim ve sandık hukukunun yok edilmesi demektir. Kayyım demek sadece irade gaspı değil ekonomik olarakta bir gasp var. Aynı zamanda yolsuzluk, hırsızlık, usulsüz harcamalar ve haksız kazanç demektir. En büyüğü Mustafa Yaman. Hakkında soruşturma açıldı. Kayyım atadınız, o kayyımların yerine bir daha kayyım atadınız. Müfettişler hırsızlık yapıldığını ortaya çıkardı. Sadece siyasi irade gasp edilmedi, o şehirlerde yaşayan bütün insanların yarattığı zenginlikler yok edildi. Yerel siyasetten silme, yerel demokrasiyi yok etme, hukuk yok sayma, uluslararası demokratik sözleşmeleri yok sayma…Say say bitmez. Kürt sorunu budur işte” diye belirtti. 

Anadil konusuna da değinen Oluç, “Bir anadili meselesi var. Kürtçe anadili. Evrensel bir haktan söz ediyoruz. Bakın bu ülkede onlarca yıl  Kürtçe dili yoktur dendi. Kürtler anadillerine sahip çıktılar, kendi imkanları ile korudular, geliştirdiler ve bu mücadeleden vazgeçmediler. Şimdi artık kimse ‘Kürtçe yok’ diyemiyor. Ama bu sefer de ayrımcılık o kadar büyük ki, havaalanlarında örneğin İngilizce anonslar var,  türlü dillerde anonslar var, ama milyonlarca Kürdün anadilinde yok. Anadiline karşı tutum bu. KADES diye bir kuruluş var, orada da durum aynı. Sanki Kürt kadınları sorun yaşamıyor. Yasaklanan tiyatro oyunları, engellenen sokak müzisyenleri var. Sokakta Kürtçe konuşana toplumsal tepki yaratıyor bu iktidar. Kamu hizmetleri, sağlık, yerel idarelerde anadili kullanılmaz, yasaktır. Anadilinde eğitim talep ederiz yıllardır. Bunu söylemek bölücülük olarak yaftalanır. Neden? 

ANADİL HANGİ ÜLKEYİ BÖLMÜŞTÜR?

Anadilinin eğitim dili olarak da kullanılması hangi ülkeyi bölmüş? Dillerin yaşaması için eğitim dili olarak yaşam bulmaları da gerekiyor. BM üyesi 194 ülkeden 113'ünde birden çok resmi dil var. Çin Halk Cumhuriyeti'nde 51, Hindistan'da 36, Rusya'da 34, İtalya'da 11, Filipinler'de 17, Güney Afrika'da 11 dil, İspanya’da 5 dil, İngiltere’de 10 dil, ABD’de 8 dil resmi dil ya da bölgesel resmi dil olarak bulunuyor. Türkiye ile sınırı bulunan Irak'ta 4, İran'da 8 dil anayasal olarak tanınıyor. Bölünme argümanı anadilini kullandırmamak için bir korku ortamı yaratmak amaçlı topluma sunuluyor. Korku yaratma amaçlı. İktidar bir yandan seçmeli ders öneriyor, öbür taraftan seçmeli dersleri seçin diye Kürtçe konuşan vekillerimize itiraz ediliyor. Ne yaman çelişki, samimi değil atılan adım ya da içselleştirilmemiş. Anadilinde eğitim hakkının sağlanması talebimiz hem evrenseldir hem de birleştirici ve karşılıklı saygıyı artırıcı bir taleptir. Bölücülükle alakası yoktur.”

ASİMİLASYON POLİTİKALARI

Asimilasyon politikalarına da değinen Oluç, Erdoğan’ın daha önce yaptığı açıklamaları hatırlatarak, şunları aktardı: “Yani Kürtlere karşı inkâr, baskı, asimilasyon politikalarının yaşandığı ve bunun yakın zamana kadar devam ettiği, bizzat mevcut hükümetin yöneticileri tarafından da kabul edilmiştir. Bizler söyleyince tepki göstermenizin nedeni şudur: Kürt hakkını savunamaz, gerçeği söyleyemez. Söylenecekse onu da biz söyleriz diye düşünüyorsunuz. Avrupa’lılar  latent ırkçılık dedikleri budur aslında. 

RESMİ BELGELERDE VAR

Birçok resmi devlet belgesinde ve hatta kanunlarda Kürtlere karşı asimilasyon politikalarının varlığından açıkça bahsedilmekte ve hatta savunulmaktaydı: Şeyh Sait Ayaklanması sonrasında hazırlanan Şark Islahat Raporunda,  I. Umumi Müfettişlik Raporlarında, birçok kanunun gerekçesinde ve hükümet temsilcileri tarafından TBMM önünde yapılan konuşmalarda asimilasyon politikaları açıkça dile getirilmiş ve hatta resmi olarak savunulmuştur. Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtçe kullanımının, Kürtçe isimlerin, soy ve yer adlarının yasaklandığını, zorla Türkçe olanlarla değiştirildiğini, Kürtlerin siyasal ve sosyal organizasyonlarının kapatıldığını, Kürt dili ve kültürünün tanınmasına, desteklenmesine ilişkin hak taleplerinin cezai müeyyidelerle karşılandığını, kendi kültürlerinden egemen Türk dil ve kültürü lehine vazgeçmelerinin beklendiği ortadadır. Kürt sorunu budur işte. “

Kürt sorunun Suriye’nin, Irak’ın, İran’ın yani Ortadoğu’nun sorunu olduğunun altını çizen Oluç, “Kürt sorunu bölgesel sorundur, sadece yerel değil. Ama sadece bölgesel değil küresel sorundur da. Küresel güçlerin dahlinin olduğu bir sorundur” dedi. 

“Kürdistan” coğrafyasının inkarına da değinen Oluç, şunları söyledi: “Kürt sorunu aynı zamanda üzerinde yaşadığı toprakların tarihini, geçmişini bilmeyen bazı savcıların, örneğin bir basın açıklamasında veya bir konuşmada ‘Kürdistan coğrafyası’ kavramını kullandığımız için bizlere fezleke göndermesidir. Gelen fezlekelerin bir kısmı bu içeriklidir. Abdullah Öcalan Kürdistan diyor, sen de dediğin için, örgüt propagandası ve üyelikten fezleke. Tarihsel, sosyolojik, kültürel ve coğrafi bir gerçekliği inkar etmek, yok saymak mümkün olabilir mi?. Bu konuda yine çifte standardın olduğu bir konudur. Önce tarihsel arka planını ele alalım. Osmanlı İmparatorluğu öncesinden başlayarak Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar kullanılmaya devam edilen bölge ve yer isimlerinin bir tarihi vardır. Bu bağlamda, Kürtlerin yaşadığı toprakların da Kürtler ile anılmasının bir tarihi vardır. Söz konusu topraklar, tarihsel kaynaklar ışığında Cumhuriyet öncesinde Arz-ül Ekrad, Kürdistan, Kurdiyye şeklinde isimlendirilmiştir” şeklinde konuştu. 

Oluç, Kürdistan’ın Osmanlı’dan günümüze kullanılmasına ilişkin tarihsel sürecini de anlattı. 

‘RUMELİ’Yİ KULLANANLARA NİYE FEZLEKE GELMİYOR’

Kürdistan coğrafya tarihinin polemiklere feda edilmesi anlaşılır ve kabul edilebilir olmadığını aktaran Oluç, ekledi: “Coğrafi isimler hükümetlerin dönemsel siyasal ajandalarına ve farklı politik konumlanışlarına göre düzenlenemez. Coğrafi isimler güçlerini ve meşruiyetini tarihten, halkların ve toplumların belleğinden alırlar. Örneğin Rumeli veya Trakya tanımlamalarını yasaklamak, kullanılmasını engellemek düşünülebilir mi? Herhangi bir savcı Rumeli veya Trakya kavramlarını kullananlara bölücülükten dava açmış mıdır? Neresidir Rumeli ve Trakya? Kimseye fezleke gelmiyor. Kürdistan deyince bize niye fezleke geliyor? 

MECLİS ORTAK ÇATI OLMALIDIR

TBMM, bu topraklarda yaşayan bütün halkların, kültürlerin, kimliklerin ve anadillerin ortak çatısı olmalıdır. Demokratik bir anayasa ve demokratik bir cumhuriyet, bütün bu farklılıkların ötekileştirilmeden, yok sayılmadan, inkar edilmeden, ayrımcılığa ve asimilasyona tabi tutulmadan karşılıklı saygı ve eşitlik zemininde bir arada yaşaması anlayışı üzerine inşa edilebilir ve geliştirilebilir. Meclis çatısı saygı ve eşitlik temelinde birliği pekiştiren bir yer olmalıdır. Yani sizler söyleyince bölücülük olmayan şey, biz söyleyince de değildir. İnkar mekanizmasını devam ettirme anlayışın sahip olanlar var.  Anadili, asimilasyon ve yaşanan coğrafya konularının 3’ü de inkarın anahtarıdır. Kürt sorunu budur işte. Kürt halkı bu zaman kazanma ve bir yüzyılı kendisine kaybettirmenin farkındadır.”

‘EŞİT KOŞULLARDA BİR YAŞAM İSTİYORUZ’

Türkiye’yi bölmeye yönelik şehir efsanelerine de değinen Oluç, “HDP, çözümü demokratik ve barışçı çözümü, diyalog, müzakere ve toplumsal uzlaşma zeminde ele almaktadır. Eşit koşullarda birarada yaşama iradesine HDP sıkı sıkıya sahip çıkıyor. Bütün söylemleri bu zemin üzerinde gelişmiştir. HDP dışında böyle bir politika var mı? HDP’nin dışında böyle bir politika mı var? Kürtlerin böyle bir politikası mı var? Biraz geriye giderek çözüm sürecine gelelim. Filmlerde olduğu gibi bir flash back yapalım” dedi. 

ÖCALAN’IN SÖYLEMLERİ

Öcalan’ın İmralı duruşmalarında söylediiği “ ”Türkiye’yi Misak-ı Milli olarak başta ortak bir vatan olarak kabul, hem Kürtler hem Türkler için bir ulusal yemin olarak kabul edilir… Zorla dayatılsa bile ayrılık kabul edilemez. Çünkü, özgür birliktelik zenginliktir, çok renkliliktir, güçlülüktür… Son isyanın Kürtlere ve hatta Türklere, tüm Türkiyelilere kanıtladığı en büyük değer; ancak özgürlükle, bilinçli yurtsever olunabileceğidir… Cumhuriyetin tarihsel temeli ve anayasal ifadesi demokratik çözüme uygundur. Engelleyen nedenler psikolojik boyut ve gerilik, çözümde klasik ilkel milliyetçi anlayışla, hakim ulus şoven milliyetçiliğinin inkar tarzıdır…Kürt toplumundaki dil ve kültür özgürlüğü sorunun can alıcı özünü teşkil etmektedir…Askeri ve silahlı güç yaklaşımları çözüm için anlamını yitirmiş ve terk edilmelidir…” sözleri hatırlatan Oluç, şöyle konuştu: “Abdullah Öcalan, Kürt sorununun demokratik ve siyasal yollardan çözümünü esas alan, 156 sayfalık ‘Yol Haritası’nı 15 Ağustos 2009 tarihinde cezaevi idaresine teslim etmiştir. Öcalan’ın Kürt sorununun çözümünü Demokratik Ulus İlkesi, Ortak Vatan İlkesi, Demokratik Cumhuriyet İlkesi, Demokratik Anayasa İlkesi, Demokratik Çözüm İlkesi, Bireysel ve Kolektif Hakların Ayrılmazlığı İlkesi, İdeolojik Bağımsızlık ve Özgürlük İlkesi, Tarihsellik ve Şimdilik İlkesi, Demokratik ulus çözümünde ahlâk ve vicdandan kaynaklı empati ve Demokrasilerin Öz Savunması İlkesi gibi 10 temel ilke başlığında topladığı Yol Haritası’ndan söz ediyorum. 

DEMOKRASİNİN GELİŞMESİNİ İSTİYORUZ

9 Eylül 2009 tarihinde Öcalan avukatları ile yaptığı görüşmede Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a seslenerek, ‘Sayın Başbakan'dan Kürt sorununun demokratik çözümü için kararlılık göstermesini bekliyoruz. Ayrı bir Kürdistan kurulmasını kesinlikle önermiyorum. Ayrı bir devlet istemiyoruz. Devlet tarzı Federal bir sistem istemiyoruz, konfederal bir sistem istemiyoruz. Biz demokrasinin gelişmesini, Türkiye'de de Kürtler arasında da gelişmesini istiyoruz. Biz toplumsal bir uzlaşma istiyoruz” demiştir. Kürtler arasında Türkiye’yi bölmek isteyen varmıymış, ne HDP’nin ne de bileşenleri içerisinde yok. Türkiye toplumunda gerçekler konuşulmasın diye pompalanan yalanlara cevap olsun diye bunları anlatıyorum. Ortada ülkeyi bölmeye ve parçalamaya çalışan Kürtler yok. Tam tersine birlik ve bütünlüğü özgür ve eşit yurttaş, özgür ve eşit toplum temelinde tarif etmek için mücadele eden Kürtler var.’ Gerçek bu. 

Kültürlerini, anadillerinin istiyorlar. Mesele budur, tekçi değil çoğulcu birlikten söz ediyoruz. Ama bir şehir efsanesine tutunmuşsunuz. Bu gerçek konuşulmasın, bu topraklarda herkes kendi kimliği, kültürü, anadili ile özgür ve eşit olarak bir arada yaşamasın diye suları bulandıranlar var. Gerçek bu. Dönelim tekrar yaşanan sürece.”

TECRİT VURGUSU

Öcalan’ın 21 Mart 2013’te Diyarbakır’daki Newroz’daki mesajını okuyan Oluç, “Bu konuları suhuletle, aklı selim bir biçimde konuşarak, toplumsal barışa varmak gerekiyor. Halka korku salmak içindir. Ortalığı bulandırmak içindir. Gerçeklerin konuşulmasını engellemek içindir.  Bu sözleri söylediği için mi İmralı’da ağırlaştırılmış mutlak tecrit uygulanmaktadır. Yanında kalan 3 hükümlü de tecritle karşı karşıya. Avukatları geçtiğimiz ay bir rapor yayınladı ve dediler ki, 2021 yılı tecridin en ağır boyuta ulaştığı bir yıl olmuştur. Kendilerinden 25 Mart 2021 tarihinden bugüne kadar hiçbir şekilde haber alınamamış, dış dünya ile olan tüm bağları koparılmıştır. 

BARIŞ DEDİĞİ İÇİN Mİ TECRİT ALTINDA

Aile ve avukatlarının bütün başvuruları sonuçsuz bırakılmış ve hiçbir ziyarete izin verilmemiştir. Aynı şekilde telefon ve mektup ile ulaşma imkânı da bırakılmamıştır.Neden? Barış istediği için mi? 2019’daki son görüşmesinde; ‘Devlet aklı işlesin, ben kendime güveniyorum, 1 haftada sorunun çözümü için gerekli ortamı sağlarım’ dediği için mi? tecrit altında. Hukuk dışı ve insanlık dışı bir durum. CPT raporları ortada, CPT Türkiye’nin resmen tanıdığı ve ilişkide olduğu bir kuruluş. Bu raporlara bağlı olarak Avrupa Konseyi raporları, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi kararları ve AİHM kararları ortada. Uluslararası sözleşmelerin çiğnendiği çok açık.

İMRALI’NIN KAPILARINI AÇIN

Ne zaman Kürt meselesine yaklaşım konusunda güvenlik politikaları ön plana çıkarılmışsa İmralı’da uygulanan tecrit de bu politikalara paralel bir şekilde derinleştirilmiştir. Özellikle son 6-7 yıl bunu net olarak gördük. Geçtiğimiz günlerde AKP Genel Başkanı Grup toplantısında ve televizyon programında İmralı hakkında sözler etmiştir. Bir soruya ‘kendisine sormak lazım’ demiştir. Açın kapıları, ne söyleyecekse herkes duysun. Sormak istiyoruz. Sizin taşıdığınız dedikodu tarzı laflarla olmaz. Çıt yok. Kendinize güveniyorsanız açın kapıları, bir heyet gitsin görüşsün; heyet olmaz diyorsanız avukatlar görüşsün. Kim merak ediyorsa öğrensin. 

Biz inanıyoruz ki; Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünü açacak, Ortadoğu’nun daha yaşanılır bir coğrafya olmasını sağlayacak mücadele HDP’nin sürdürdüğü mücadeledir. Son 7 yıla baktığımızda Kürt sorununda yaşanan hukuksuzluklar, baskılar, hak ihlalleri, adaletsizlikler, bütün bunların bağlı olduğu güvenlikçi iç ve dış politik adımlar şüpehesiz ki demokrasisizlik olarak karşımıza çıkmaktadır. Kürt sorununun çözümünü ortak vatanda demokratik yaşam talebinde sağlamaya ve sorunu şiddetten arındırmaya odaklanmıştır. HDP bu sorunun çözümüne dair detaylı ve etkin projeler, öneriler geliştiren neredeyse tek partidir. Bu yaklaşımıyla HDP, Türkiye demokrasisinde yeri doldurulamaz bir siyasi temsili üstlenmektedir. 

DEMOKRASİNİN İNŞASI HDP’NİN TEMEL HEDEFİDİR

HDP olarak barışı ve Kürt sorununda demokratik çözümü varlık nedenimiz olarak görüyoruz. Bunu gerçekleştirememek bizim için üzücüdür. Demokrasiye giden yolu açtığımızda Kürt sorunun çözümü için imkanlar yaratırız. Demokrasi ve barış mücadelesi iç içedir. Kürt sorunun çözümü meselesi demokrasi sorunundan ayrı değildir.Barış için emek vermezsek, mücadele etmezsek, demokrasiye de özgürlüğe de ulaşamayız. İşte o nedenle demokrasi için de özgürlük için de barışa ihtiyaç var. 100 yıllık Kürt sorunun demokratik bir yolla çözülmesi ve demokrasinin inşa edilmesinin yolunun açılması HDP’nin temel hedefidir. 

HDP BARIŞ SÜRECİNDE KURULDU

Kürt sorununun, Kürtlerin anayasal ve yasal haklarının eksiksiz bir biçimde tanınarak çözülmesi, Kürt sorununun şiddetten arındırılarak barışçıl diyalog ve müzakere yoluyla çözülmesi,Kürt sorununun barışçıl-demokratik çözüm sürecinde HDP’nin rolünü oynama ve sorumluluk almaya hazır olduğu vurgusu. HDP Kürt sorununun barışçıl çözümüne en fazla yaklaşılan çözüm sürecinin başladığı tarihin hemen öncesinde kurulmuştur. Kurulduğu ilk günden itibaren de HDP siyasal sorunların barışçıl yöntemlerle çözülmesi gerektiğini, demokratik uzlaşı, diyalog ve müzakere yöntemlerinin esas alınmasını demokratik siyasetin varlık nedeninin de esasen bu olduğunu kararlılıkla her platformda savunmuştur. 

KENDİ ÜLKENİZİN İŞGALİNE DE KARŞI ÇIKIN

Rusya ve Ukrayna savaşında hep birlikte karşı çıktık. Hep bunu söylüyoruz, uluslararası meselelerde, askeri yöntemler değil, barış müzakere, diplomatik hep bunları anlattık. Yerli ve mili dediniz aslında yerli ve mili hep bizim söylediklerimiz doğru çıktı. Barış istemek savaşa karşı çıkmak kendi ülkenizde de  işgallere de karşı çıkmaktır. Suriye’de ses çıkarın. Var olan inkarcı, tekçi, asimilasyoncu anlayışlarla Kürt sorununu çözmek mümkün değildir. İnkar sebeptir, sonrasında yaşananlar ise sonuçtur. Sebep-sonuç ilişkisini kurduktan sonra, sonuçları ortadan kaldırmak yerine sebepleri değiştirmek gerekir. Bu yöntemle ve bu zihniyetle çözüm yaratmak mümkün.”