İmralı’da fiziksel tecride hukuksal tecrit eklendi 2020-07-14 09:02:28 ANKARA - İmralı’da tutuklu PKK Lideri Abdullah Öcalan'dan haber alamamaları nedeniyle AYM'ye başvuran Av. Faik Özgür Erol, mevcut insanlık dışı ve kötü muamele içeren iletişimsizlik koşullarına derhal son verilmeli, dedi.    İmralı F Tipi Kapalı Cezaevi’nde bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan ile Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş’ın müdafiliğini yürüten Asrın Hukuk Bürosu avukatları, görüştürülmedikleri müvekkillerinden haber alamamaları nedeniyle 19 Haziran’da Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) “tedbir” talepli başvuruda bulundu.   Avukatlar Rezan Sarıca ve Nevroz Uysal, müvekkilleri Öcalan’la 8 yıl aradan sonra 2-22 Mayıs, 12-18 Haziran ve 7 Ağustos 2019 tarihlerinde görüşebilmişti. Son görüşmeden bu yana Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na 86 kez başvuru yapan avukatların bu başvurularına hiçbir yanıt verilmedi.   Öcalan’la en son 2 Mart’ta İmralı Adası’nda çıkan yangın sonrası kardeşi Mehmet Öcalan’ın görüşmesine izin verilmişti. Bu görüşmenin ardından İmralı’nın kapıları yeniden kapatıldı. Baş gösteren  koronavirüs (Kovid-19) salgını ile birlikte Öcalan ve diğer 3 isme dönük artan kaygılar üzerine ise, yasal olarak her tutuklu ve hükümlü yakınları ile haftada 10 dakika telefon görüşü gerçekleştirebilmesine rağmen İmralı’da uygulanmayan bu hak 27 Nisan’da ilk kez kullandırıldı. Öcalan, böylece İmralı Adası'na getirildikten 21 yıl sonra Urfa Cumhuriyet Savcısı’nın odasına çağrılan ailesiyle ilk kez telefonla görüşebildi. Salgın dolayısıyla yapılan telefon görüşmesinden bu yana ne Öcalan ne de adadaki diğer üç isimden haber alınıyor.   Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Faik Özgür Erol, İmralı Adası’nda kalan müvekkillerinin koşulları ve karşılaştıkları hukuksuzluklara ilişkin Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.   Müvekkiliniz PKK Lideri Öcalan’ın kronik rahatsızlığı var mı? Bu rahatsızlıklar nüksettiğinde ada koşullarında ne derece müdahale edilebiliyor?   Kronik rahatsızlık olarak üst solunum yolları rahatsızlığı bulunmaktadır. Geçmiş yıllarda baş bölgesindeki yağ bezeleri nedeniyle İmralı’da küçük çaplı bir operasyon geçirdiğini de biliyoruz. Gözlerinde sorun vardı ve geçmiş yıllarda yaptığımız görüşmelerde bunun zorlayıcılığını doğrudan gözlemleyebiliyorduk. İmralı’da mevcut rahatsızlıklara müdahale imkânını birkaç açıdan değerlendirmek gerekir.   Sağlık koşulları açısından İmralı sisteminin ürettiği riskler var. Adanın nemli iklimine uzun süreler maruz kalmanın yarattığı olumsuz sonuçlar kuşkusuz göz önüne alınmalı. Bu ortam, hastalıkların oluşmasına ve geçmişten gelen rahatsızlıkların ilerlemesine sebep oldu. Sayın Öcalan özelinde solunum yollarındaki hastalığın ada koşullarında ilerlediğini, geceleri uykusuz bırakacak denli solunum sorunlarına yol açtığına geçmişte tanık olduk.   Bu şartlar değerlendirilirken sayın Öcalan ve üç arkadaşının da yaş durumu, mahpuslukta geçirdikleri süre ve kronik rahatsızlıklarının bulunup, bulunmadığına ayrı ayrı bakmak gerekir. Öcalan özelinde 21. yılını dolduran mahpusluk hali söz konusu ve ada ikliminden daha önemli olan da 20 yılı aşan son derece ağır tecrit sisteminde yaşamaya zorlanmanın sağlık üzerindeki etkileridir.   Öcalan ve İmralı’daki diğer tutuklular için Anayasa Mahkemesi’ne ‘tedbir’ talepli başvuruda bulundunuz. Yaptığınız açıklamada CPT’nin İmralı ziyaretlerinde tespit ettiği “hastalığa karşı korumasızlık” durumuna dikkat çektiniz. CPT’nin tespitiyle birlikte bugün insanlığa tehdit teşkil eden pandemi sürecinde İmralı’daki riskler nelerdir?   Örneğin; şu an adada bulunan sayın Öcalan dışındaki üç mahpus 2015 tarihinde İmralı’ya nakledildiklerinde yanlarında bir mahpus daha vardı, sayın Sait Yıldırım. Kısa süre sonra Sait Yıldırım, kronik kalp rahatsızlığı olduğu gerekçesiyle İmralı’dan tekrar çıkarılarak hastaneye erişebileceği cezaevlerinden birine nakledildi. Bu örnek bir göstergedir. CPT’nin “hastalıklara karşı korumasızlık” tespitini bu örnekle birlikte değerlendirebiliriz. Kuşkusuz İmralı’da periyodik bir revir-doktor denetimi gerçekleşiyor. Ancak hastane ya da teşekküllü bir sağlık kurumuna erişim gerçekleşmiyor. Bu da kronik ya da krizli bir hastalık hali açısından risk yaratıyor.   Pandemi sürecindeki riskler ise, İmralı’da sağlık boyutuyla yapısal olan bu sorunlara salgından kaynaklı tehditleri ekledi. Henüz sürecin başında ilgili tüm kurumlara başvurarak İmralı’da ne düzeyde önlemler alındığı, koruyucu, dezenfekte edici, hijyenik malzemeye erişim olanağı sağlanıp sağlanmadığı, test işlemi yapılıp yapılmadığı gibi bir dizi soru yönelttik ve tedbir alınmasını talep ettik.    Bu soruları böyle sormamızın en önemli sebebi elbette tecritti. Diğer cezaevlerindeki gibi görüşerek ya da en azından telefon kanalıyla şartlar hakkında bilgi alma şansımız kalmıyordu. Buna rağmen sorularımız yanıtsız bırakıldı. Bu yanıtsız bırakmayla başlayan hukuksal süreç, bizim Anayasa Mahkemesi başvurumuzu hazırlayan süreci ifade ediyor.    CPT raporlarına rağmen İmralı’daki uygulamaların son 5 yıldır daha da ağırlaştığını ifade ediyorsunuz. CPT, 2016-2019 yıllarında Türkiye’ye bir dizi ziyaret gerçekleştirdi ancak raporları yayınlamadı. Neden?    CPT’nin ulus-devletler bileşenli yapısı, İmralı gibi stratejik konularda geliştireceği tavra doğrudan tesir ediyor. Geçmişte ziyaret eden, rapor açıklayan, hatta yaptırım prosedürü başlatan bir konumda iken şimdi gelmeyen, geldiyse de İmralı’ya gitmekten imtina eden, raporlarını yayınlamayan bir çizgiye evrildi.   Açıkça söyleyelim CPT’nin ulus-devletler bileşenli yapısı, İmralı gibi stratejik konularda geliştireceği tavra doğrudan tesir ediyor. Geçmişte ziyaret eden, rapor açıklayan, hatta yaptırım prosedürü başlatan bir konumda iken şimdi gelmeyen, geldiyse de İmralı’ya gitmekten imtina eden, raporlarını yayınlamayan bir çizgiye evrildi. CPT’nin bu çizgisini 2010 sonrası Öcalan ve Kürtler konusunda verdiği kararlar açısından AİHM’de de izleyebiliriz. Elbette bu kurumlar liberal insan hakları mekanizmalarının en üst örnekleri ve bu alanda ürettikleri birçok kazanım mevcut, ancak birer sivil toplum kuruluşu değiller. Yapısal olarak devletlerden oluşan bir bünyelerinin bulunması, stratejik konularda devletlerin ya da AB’nin stratejik, diplomatik politikalarını esas alarak tercihte bulunmalarına yol açıyor. Kürtler de dahil olmak üzere pek çok ezilen grubun haklı demokratik tepkisine neden olan çifte standartçı tutumların kaynağının bu olduğunu düşünüyorum.   CPT yetkilileri ile pandemiden kaynaklı İmralı’daki risklere dair bir temasınız oldu mu?   Bu dönem pandemi nedeniyle yurt dışı seyahat imkânları bulunmadığından CPT ile masa görüşmesi gerçekleşmedi. Ancak periyodik raporlarımızı sunmaya devam ediyoruz. Ayrıca pandemiden kaynaklı İmralı’daki risklere dair yaptığımız yerel taleplere dair bir bilgilendirme ve başvuruyu CPT’ye de ilettik.     Görüşme başvurularınız şimdiye dek “koster bozuk”, “hava şartları uygun değil” gibi gerekçelerle reddediliyordu. Bu gerekçelere bir süredir verilen “disiplin cezaları” da eklendi. İmralı’da diğer cezaevlerinde olduğu gibi disiplin cezalarına dair hukuki itiraz süreçleri işliyor mu?     2 buçuk yıldır hiçbir disiplin cezasının hangi gerekçeyle verildiğini bilmiyoruz! Çünkü hiçbir biçimde bu disiplin dosyalarını avukatları olarak bizlere göstermiyorlar, örnek vermiyorlar, hatta dosyaları vermeyeceklerine dair kararlar alıyorlar.   Yaklaşık 2 buçuk yıldır aile görüşlerinin engellenme gerekçesi olarak sistematik ve aralıksız olarak disiplin cezaları oluşturuluyor İmralı’da. Üçer aylık görüşme yasakları olarak kuruyorlar. Bu cezaların aile görüşlerinin yapılmaması için yasal bir kılıf olarak tasarlandığını anlıyoruz ancak disiplin yargılaması da, cezası da yasal prosedürlerle işletilmiyor. Örneğin; 2 buçuk yıldır hiçbir disiplin cezasının hangi gerekçeyle verildiğini bilmiyoruz! Çünkü hiçbir biçimde bu disiplin dosyalarını avukatları olarak bizlere göstermiyorlar, örnek vermiyorlar, hatta dosyaları vermeyeceklerine dair kararlar alıyorlar. Zaman zaman yargılaması devam eden bir disiplin kararı olup olmadığını, varsa dahil olarak gerekli itirazları yapmak istediğimizi söylediğimizde bilgi vermiyor, mevcut disiplin yargılamalarını gizliyorlar. Yapılan aile başvurularını reddetmek için üç ayda bir verdikleri yazılı yanıtlarda yeni disiplin cezası kararı numarası yazıyorlar ve ancak böyle haberdar olunabiliyor. Disiplin yargılamaları için durum bu.    Yani dönem dönem siyasi egemenlerin hukuku görmezden geldiğine, boşa çıkardığına, hukuksuzluk ürettiğine tanıklık ettik.  Buradaki durumda ise hukuku kaçırıyorlar, resmen ve gayri yasal olarak iki buçuk yıldır yürüttükleri hukuksal bir yargılamayı avukatlardan ve kamuoyundan gizleyip, kaçırmaya çalışıyorlar. Bu çok tuhaf bir durum.    İmralı tecrit sistemine bu haliyle bir de hukuksal tecridi eklemeye çalışıyorlar. Yeni bir tecrit tekniği gibi görünüyor.   Demokratik kamuoyunun şu açıdan dikkat etmesi gereken bir mesele olduğu kanaatindeyim. Geçmişte de avukat görüşmelerinin kısıtlanması, dinlenmesi, kaydedilmesi gibi şeyler İmralı’da uygulanırken, yasal değildi. Ancak sadece İmralı’da uygulanıyor olmaları, demokratik kamuoyunun da bu ihlalleri görmezden gelmesine yol açtı. 2016’dan itibaren İmralı’daki fiili kısıtlamaların kararnamelerle tüm cezaevleri ve topluma dayatıldığını, yasallaştırıldığını gördük. Bu konuda da bir kez daha bu riske dikkat çekmiş olalım. Bu nedenlerle disiplin yargılamasının avukatlardan kaçırılması ve adeta gizli yargılama pratiğine dönüştürülmesi bizim Anayasa Mahkemesi başvurumuzun önemli bir ayağını oluşturuyor.    AYM’ye başka hangi gerekçelerle tedbir talebinde bulundunuz?   İçeri ve dışarıdaki tecrit birleştiğinde tek kişilik izolasyondan dar grup izolasyonuna uzanan bir tecrit pratiği ortaya çıktı.   AYM başvurusu hem pandemi şartlarında İmralı koşullarının denetlenemezliğini hem de disiplin yargılamalarının oluşturduğu ihlal halini kapsıyor. Tedbir talebi ise, daha özel bir durumun, pandemi koşullarıyla birleşen ağır tecrit ve iletişimsizlik halinin yarattığı kötü muamele içeren koşulların kaldırılmasına dönük acil bir talebi ifade ediyor.   Başvuru ve tedbir bugün acil müdahale gerektiren bir duruma odaklansa da, İmralı tecridinin 20 yılda biriken bir gerçeklik olduğunu da göz ardı edemeyiz. Sayın Öcalan, İmralı’da 10 yılı aşkın süre tek başına tutuldu. Bu durum tek kişilik izolasyondu ve 2009’a dek süren bu koşulların ‘işkence ve kötü muamele yasağı’nı düzenleyen AİHS’in 3’üncü maddesini ihlal ettiğini AİHM de tespit etmişti. Sonrasında İmralı’ya 5 mahpus daha götürüldü. Ancak onların yaşam koşulları da günün 23 saatini tek başına geçirmeye zorlanacak biçimde düzenlenmişti. Haftada beş gün ve birer saat görüşme yapmalarına olanak tanındı sadece. Bu uygulama İmralı’ya 2015’de nakledilen yeni mahpuslar için de aynen uygulandı. Şu an İmralı’da sayın Öcalan dışında 3 mahpus kalıyor ve haftada beş gün ve birer saatle sınırlı olarak birbirlerini görebiliyorlar.   Cezaevi içi tecrit durumu bu iken, 2015 sonrası durumda dışarı ile iletişime dair son derece keskin bir tecrit devreye girdi. 27 Temmuz 2011-2 Mayıs 2019 tarihleri arası hiçbir avukat görüşmesi yaptırılmadı. Aile görüşleri kesildi. Telefon hakkı zaten İmralı’da hiç kullandırılmamıştı. İçeri ve dışarıdaki tecrit birleştiğinde tek kişilik izolasyondan dar grup izolasyonuna uzanan bir tecrit pratiği ortaya çıktı. 2019 yılı içerisinde  sayın Öcalan ile dört avukat görüşmesi yapıldıktan sonra Ağustos 2019 itibariyle avukat görüşmeleri yeniden kesildi.   Son olarak pandemi dönemine geldiğimizde ise, Adalet Bakanlığı cezaevlerinde aile görüşmelerini sınırlarken tüm mahpuslara haftada iki kez olacak biçimde telefon ile ek iletişim hakkı tanımıştı. Neden yapıldı bu düzenleme? Pandemi şartlarının ortaya çıkardığı iletişimsizlik halinin bir tecride dönüşmemesi, mahpuslar ve ailelerinin birbirlerinden haberdar olmalarını sağlayarak endişe ve olası ıstırap halini ortadan kaldırmak için.   Fakat bu uygulama İmralı’da hayata geçirilmedi...   İmralı’da artık uzun süreçlere yayılan sistematik bir iletişimsiz bırakma halinin varlığı söz konusu.   Evet. Bunu talep eden başvurular da yaptık. Sadece 27 Nisan’da tek bir telefon görüşmesine izin verildi. Dolayısıyla İmralı’da artık uzun süreçlere yayılan sistematik bir iletişimsiz bırakma halinin varlığı söz konusu. Çok uzun yıllara yayılmış olması, İmralı’yı sivil ve hukuksal denetim olanaklarından koparmış olması, pandemi koşullarıyla birleştiğinde endişe ve ıstırap seviyesini yükselten bir durum olması gibi etkenler bir araya gelmiştir. Tüm bunlar birleştiğinde artık basitçe iletişim hakkının ihlalini değil, süresiz ve sistematik iletişim yasağının yol açtığı insanlık dışı kötü muameleyi tespit edebiliriz. Tedbir talebinin içeriği en özet haliyle budur. Anayasa Mahkemesinin mevcut insanlık dışı ve kötü muamele içeren iletişimsizlik koşullarına derhal son vermesine dönük bir talep oluyor.   Tedbir talepli başvuruyu usulen AYM’nin değerlendirme süresi ne kadar?   AYM’nin bu tip bir başvuruyu içtüzük hükümleri gereğince ‘derhal’ karara bağlaması gerekiyor. Daha önce sokağa çıkma yasakları döneminde AYM’ye yapılan tedbir başvurularında bu talepleri yerine getirmediğinde, dosyalar aynı taleple AİHM’e taşınmıştı. Dolayısıyla bugün de AYM aynı sessizliğini koruduğu takdirde başvurumuzu AİHM’e taşıyacağız.    MA / Berivan Altan