Barış: Şengal'in planlayıcıları Ankara ve Hewlêr'dir 2020-10-16 09:03:15 İSTANBUL - "74. fermanın devamı” olarak nitelendirdiği "Şengal Anlaşması"nın esas planlayıcılarının Ankara ve Hewlêr olduğunu belirten Êzidî sosyolog Azad Barış, “Hedef Êzidîlerin olası kazanımlarına karşı bir set oluşturmaktır. Êzidîler bir araya gelerek ölümcül oyunu bozabilir” dedi.  Tarih boyuncu 74 kez katliama uğrayan Êzidîlerin yurdu olan Şengal, Irak merkezi hükümeti ile Federe Kürdistan Bölgesi Yönetimi arasında 9 Ekim’de imzalanan antlaşmaya bir kez daha gündemde. Şengal’in yeniden inşası, idaresi ve güvenliğine dair yapılan anlaşmaya göre, kente bağımsız bir kişi kaymakam olarak seçilecek ve seçilen kişinin yasalar karşısında herhangi bir engelinin bulunmaması esas alınacak. Şengal güvenlik alanı da Bağdat'a bağlı olacak, idari ve hizmet alanında ise Bağdat ve Hewlêr ortaklaşacak. Bunun dışında kalan tüm güçler kentten uzaklaştırılacak.    ÖZERK YÖNETİM VE HALKTA KARŞILIĞI YOK   Ancak, DAİŞ'in 3 Ağustos 2014’te gerçekleştirdiği soykırım sonrası kent halkının oluşturduğu Şengal Özerk Yönetimi, alınan kararların kendilerini bağlamadığını ve tanımadıklarını açıkladı. Araplar, Sünniler, Şiiler, aşiret liderleri, din alimleri, siyasi parti ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin de aralarında bulunduğu halk da gerçekleştirdikleri yürüyüşle tepkilerini ortaya koydu.   Yine, antlaşmanın PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın uluslararası komplo ile Suriye’den çıkarılmasının 22’nci yıl dönümüne denk gelmesi de kimi soru işaretlerini beraberinde getirerek, antlaşmada Türkiye’ye bir rolü olup olmadığını gündeme getirdi.    Êzidî sosyolog Azad Barış, antlaşmaya ilişkin Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.    * Bağdat ve Hewlêr arasında yapılan anlaşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’nin bir rolünün olduğunu düşünüyor musunuz?   Yapılan anlaşma her ne kadar Bağdat ve Erbil arasında imzalamış gibi görünse de bu anlaşmanın esas planlayıcıları Ankara ve Erbil’dir. Çünkü Ankara ve Erbil, gelişmekte olan Şengal’in Kürt ulusal birliği içinde özerk bir yapıya kavuşmasının önünü kesmek için bu işi çok çabuk bitirmek istiyorlardı. Bu iki gücün arka kapı diplomasisi, açık tehdit ve askeri müdahaleleri zamanla Amerika’nın Irak Merkezi Hükümeti üzerinde bir baskı unsuruna dönüştü ve nihayetinde 9 Ekim'de Şengal'e ilişkin bu anlaşma ortaya çıktı. Şengal sadece bugün değil, tarih boyunca ve özellikle son 6 yılda Türkiye’nin bölgesel planları çerçevesinde bir laboratuvar gibi üzerinde planların yapıldığı, demografik değişim başta olmak üzere stratejik bir alan kapma arayışının kurbanıdır. Son 6 yılda Şengal örneğinde olup bitenler, bu arayışın bir sonucu olarak vuku buldu.   Bu anlaşma Türkiye’nin isteği doğrultusunda çıkmıştır ve esas hedefi Êzidîlerin olası kazanımlarına karşı bir set oluşturmaktır. Bu set hem Êzidîlerin siyasi varlığına hem de onların kendini koruma mekanizmalarına hayata geçirilmesi dolayısıyla doğrudan onların varoluşunu, güvenlik sorununu söz konusu yapan bir girişim. Öteden beri Êzidîlerin etkin varlıklarından, özsavunma çabalarından, siyasileşme ve aydınlanma süreçlerinden rahatsız olan Güney Kürdistan hükümeti, özellikle Kürdistan Demokrat Partisi böyle bir anlaşmaya özellikle teşneydi. Kerkük meselesi daha ortadayken Şengal’i bu denli aceleye getirmenin telaşı bunun önemli bir göstergesidir. Çünkü kendi öz gücü üzerinde inşa edilmiş bir Şengal hakikatini Erbil’de en az Ankara kadar istememektedir. Jeo-stratejik ve siyasi denklem düzlemlerinin yanı sıra Erbil ve Ankara’nın mutabık kaldığı ve hemfikir olduğu temel meseleyi “suni”lik düsturunda aramak lazım. Êzidîliğe tahammül etmeme ve olası güç kazanımını engelleme çabasıdır bu anlaşmanın arka planı. İsterseniz buna İhvancılık veya Selefilik diyelim; bu anlaşma 74. fermanın bir devamı dışında başka bir şey değildir.   Êzidîlerin öz iradelerinden bağımsız bir anlaşmanın imzalanmış olması, Êzidîlerin topraklarına geri dönüşünü engelleme dışında bir işlev görmeyecektir. Var olan çözümsüzlüğü daha da derinleştirecektir.   2014 tarihindeki DAİŞ saldırısında Êzidî halkını katliam ve fermanla karşı karşıya bırakanların, kenti kurtaranlardan “gizli-saklı” bir şekilde görüşmeler gerçekleştirmesi ve anlaşmalar yapması bir çözüm getirir mi?   Bu sorunuzun hem tarihsel hem de güncel sebepleri vardır. Tarihsel ve güncel sebeplerin bu kadar iç içe geçmesi ise tesadüf değildir. Bu sebeplerin genel olarak ifade ettiği şeyi son 6 yılda olup bitenlerden anlamak mümkün. Bu çerçeve aynı zamanda bugünden sonra ne yapılması gerektiğine dair de sağlam bir yol göstericidir.    2014’te meydana gelen o mahşeri katliam, o anlaşmada imzası bulunan güçlerin pozisyonunu, planlarını ve teşebbüslerini anlamak açısından önemlidir. Irak ordusunun Musul’dan çekilmesi, pêşmerge güçlerinin Şengal’i ansızın terk edip meydanı boş bırakması, DAİŞ’in o boşluğu doldurması için açık bir davetten başka bir şey değil. Onun için Êzidîlerden özür dilemesi, geçmişle yüzleşmesi gerekirken, Êzidîler adına ana yurtlarını ikili bir yönetimin emrine sokmak 73. fermanla birlikte açılan yaraların daha da derine inmesi anlamına geliyor. Bugün kendilerini nihai çare olarak sunanlar 2014 tarihinde ne denli bir dehşetle o topraklardan kaçtıklarını ancak biz Êzidîler bilebiliriz. O dehşet anlık bir replik gibi insanım diyen herkesin vicdanını sızlatacak kadar etkileyiciyken, böyle bir anlaşmayla Êzidî ana yurdunu kendi emellerine kurban etmek Kürtler açısında da hazin bir girişimdir.     Dolayısıyla Êzidîlerin kendi öz gücünden ve öz iradelerinden bağımsız bir anlaşmanın imzalanmış olması, aynı zamanda zaten yerinden yurdundan edilmiş olan Êzidîlerin bir bütün olarak topraklarına geri dönüşünü engelleme dışında bir işlev görmeyecektir. Çözüm getirmesi bir yana, var olan çözümsüzlüğü daha da derinleştirecektir.   Anlaşmanın Êzidîler açısından olumlu bir yanı var mı?    Mevcut haliyle anlaşmanın olumlu herhangi bir yanının olmadığı düşüncesindeyim ve bu anlaşmanın yeni bir paylaşım ve istila projesi olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Şengal’in tekrardan inşası ve yerlerinden edilmiş Êzidîlerin ana vatanlarına geri dönüşünü mümkün kılacak bir içerikten yoksun, tamamen bölgesel güçlerin kendi yönetimlerini tahkim etme arayışının bir kurbanı olarak hayata geçirilmektedir. 2014 yılında Êzidîleri DAİŞ’ten korumayanlar bugün hangi sakilerle garantör olmaya kalkışıyorlar. Tarihsel bir hatırlatma anlamında şunu tekrar vurgulamak gerekir: 2014’te Êzidîler kırımdan geçirilirken, Şengal bölgesi Irak merkezi hükümete bağlıydı ve yönetim aygıtı olarak pêşmerge kontrolündeydi. İkisi de arkalarına bakmadan yüz binlerce Êzidîyi o canilerle baş başa bıraktılar. Êzidîlerin masada olmadığı ve varlıklarının yok sayıldığı bu anlaşmanın esas ruhu 3 Ağustos 2014 günü kadar karanlıktır. Êzidîleri DAİŞ zulmüne teslim edenler, binlercesinin ölümünden, yüz binlercesinin yerinden olmasından doğrudan sorumlu olanların yargılanmaları gerekirken, Şengal üzerinde tasarrufta bulunmaları muhtemel benzer katliamların önünü açmaktadır.   Anlaşmanın başarı ihtimali zor. Êzidîlerin masada olmadığı herhangi bir anlaşmanın başarılı olma şansı olmadığı kanısındayım. Bütün Êzidî güçler bir araya gelerek bu ölümcül oyunu bozabilir.    Şengal Özerk Yönetimi’nin anlaşmaya dahil edilmemesi ne anlam ifade ediyor? Bunun bir başarı şansı var mı?     Şengal Özerk Yönetimi’nin bu anlaşmaya dahil edilmesi anlaşmanın üzerinde şekillendiği atmosfer açısından handikap içerir. Bu anlaşmanın esas esprisi zaten Şengal Özerk Yönetimini başta olmak üzere Êzidî orijinli diğer bütün özerk yapıları bu süresin dışında tutmak ve zamanla hepsini bertaraf etmektir. Bu anlaşma bütün Êzidîleri kapsayan ölümcül darbeyi içermektedir. Yani herkese yetecek kadar trajedi ve acıya sahne olmuş olan Şengal, tekrardan bir sosyo-kültürel ve etnik-dinsel kıyıma sahne oluyor. Şengal’deki özsavunma güçleri, tamamen bölgenin otokton topluluğu Êzidîlerden oluşmaktadır. Yani Erbil ve Süleymaniyeli güçlerin kendini savunmasından bir farkı yok. Êzidîler bu anlaşmayla mutlak bir şekilde ötekileştirilerek, öz iradeleri görmezden gelinerek, bir istila topluluğu olarak görülmektedir. Êzidi özsavunma güçlerin dağılması ve geri çekilmesi durumunda meydana gelecek ilk şey ne yazık ki daha dehşetli bir ferman olacağı kuvvetle muhtemeldir. Tarih ve Êzidî kolektif hafızası bunun sayısız örnekleriyle doludur.    Onun için siyasi, dünya bakış açısı ve ideolojik farklılık gözetmeksizin bütün Êzidî güçlerin güçlü bir şemsiye altında bir araya gelmeleri ve yerelden doğru güçlü bir özne olarak kendi otoritelerini bizzat kendi oluşturmaları, kendi varlıklarını korumaları açısından elzemdir. Bu ölümcül oyun ancak böyle bozulabilir. Êzidîlerin masada olmadığı herhangi bir anlaşmanın başarılı olma şansı olmadığı kanısındayım.   Anlaşmaya dahil edilmek istenen sözüm ona bazı şeyhler veya kanat önderleri tamamıyla kontrol edilebilir kişiler oldukları için dahil edilmişlerdir. Oysa Êzidîlerin hareketleri, düşünürleri, siyasi partileri, askeri güçleri ve her şeyden önce Şengal topraklarını terk etmeyen halkı vardır. Onlarla ilişki kurmadan ve sürece dahil edilmeden bu anlaşmanın başarılı olması ihtimali zor.    KDP’nin uzun süredir Kuzey ve Doğu Suriye sınırına sevkiyat yaparak karakollar inşa etmesiyle bu anlaşmanın bir bağlantısı var mı?    KDP’nin çoğunluğu kendi soydaşı olan Rojava halkına karşı düşmanca tutumu ne kardeşlik ne komşuluk ne de insani ahlak buyruğuna uymaktadır. Bu denli nefret yüklü Rojava karşıtlığı ne politik görüş farklılığıyla izah edilebilir ne de Kürt siyaset dünyasındaki rekabetle açıklanabilir bir durumdur. Sadece hazin bir iç kanamadır. Ayrıca Kürt siyasi partilerin arasındaki ideolojik çekişmeler ve tarihsel antagonizmalar hala aklıselim bir düzeyde olmadığını vurgulamak lazım. Şengal özelinde hayata geçirilen bu yeni girişim, bir süredir inşa edilmeye çalışılan “ulusal birlik” arayışına da ciddi zarar verme ihtimali taşımakta. Kürt güçleri arasında derin bir güvensizliğin oluşumuna neden olabilir. Bu açıdan anlaşmanın bu yönünün hesap edilmemesi, Kürtler dışında bütün bölgesel güçlerin planlarına hizmet etmektedir.   Siyasi farklılıkların ve dünya bakış açılarının bu denli keskinlik kazandığı çok ender örnekler vardır muhtemelen. Dolayısıyla ulusal birliğin oluşmamış olmasının temel çelişki noktası budur. Hem Kürtler hem de Kürdistanlı halklar hep bundan ötürü kaybetmişlerdir. Son anlaşmanın ortaya çıkış hikayesi hiç şüphesiz bu talihsiz çelişkilinin bir sonucudur. Ayrıca Güney Kürdistan hükümeti Şengal Özerk Yapısını, Rojava devriminin bir devamı olarak gördüğü için ikisinin arasındaki bağlantıyı koparmak ve onu boğmak istemektedir.    Bunun yanı sıra Şengal ve onun özgürlükçü fikriyatını kıskaca alıp, Rojava özgünlüğünde gelişmekte olan Kürt birliğini bozma gayreti olasılığı da bir hayli yüksektir. Başka bir ifadeyle; Şengal’deki Êzidî Özerk Yapısını dağıtmanın ve ortaya çıkan aydınlanma uyanışını durdurmanın temel amacı ve öncelikli gayesi orada hayat bulan özgürlükçü ve Êzidîleri merkeze alan fikriyatın önüne geçmektir. Lâkin Şengal Özerk Yapısının bu fikriyatın paradigması doğrultusunda bir inşa projesini oluşturmaya çalıştığını bütün dünya biliyor. Esas mesele budur. Hem Erbil’in hem Ankara’nın hem Bağdat’ın hem de Amerika’nın bu projeye onay vermesinin esas sebebi budur.   Şengal’e yönelik bu politikalarda ısrarcı olmalarının Kuzey ve Doğu Suriye üzerinde baskı kurma ile bir ilişkisi var mı?   Hiç şüphesiz öyledir. Çünkü Şengal’i boğmak Rojava’yı nefessiz bırakmak demektir. Bu nedenle de bu planı geliştirmeye ve genişletmeye çalışacaklar. Söz konusu anlaşmayı bu bağlamda okumak lazım ve olası gelişmelerin karşısında daha uyanık ve daha dinamik davranmak gerekir.     Anlaşmanın PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük komplonun yıldönümüyle aynı tarihe denk gelmesi tesadüf değil ve bilinçli bir tercihtir. Öcalan’ın Şengal halkı üzerindeki etkisi DAİŞ’ın katliamdan çok önceleri başlayan bir meseledir.   Anlaşmanın PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılışının yıldönümüne denk getirilmesi tesadüf mü? Nasıl bir mesaj verilmek isteniyor?   Yaşanan gelişmeleri tarihsel günlerin sembolik olarak ifade ettiği şeyler ile düşünmek ve ona uygun tutum almak önemlidir. Bu tarihsel denk getiriş asla tesadüfi değildir. Arkaik bir intikam içgüdüsünü anımsatsa da bilinçli bir seçimdir tarihin aynı güne denk getirilmiş olması. Birbirinden kopuk iki olay gibi görmemek lazım Şengal ve Öcalan’ın dünya bakış açısını. Öcalan’ın Şengal halkı üzerindeki etkisi DAİŞ’ın katliamdan çok önceleri başlayan bir meseledir. Öcalan’ın bugüne kadar yazdığı tek şiiri var, o da Şengal ile ilgilidir. Her an ölümle burun buruna olan bir halkın trajedi dolu hikayesini ölümsüz bir kahramanın şahsında masallaştırmıştır. Şengal Dağı’ndan dünyaya mağrur bakan bir halkın tarihe bıraktığı izlerde yürüyerek, efsanevi Êzidî savaşçı Dewrêşê Evdî’yi hatırlatır Tawîsê Melek’in halkına. Hatta yeni fermanlara karşı uyarır onları. Onun için Öcalan’ın Êzidîlerle ilişkisi 73. fermanla başlayan bir ilişki değildir. Onun Êzidîler arasında yer edinmesi en az bundan 25 yıl öncesine tekabül ediyor. Ayrıca siyasi olarak da 2003’ten itibaren, yani Saddam’ın düşüşünden sonra KDP askeri olarak Şengal bölgesine güç yığarken Öcalan fikriyatı düşünsel manada kendine bölgede yeni bir nüfuz alanı açmıştı. Esasen münakaşa ve kargaşanın kaynaklandığı dönem 2003 yılında ortaya çıkan bölgesel vakumdur.   Bunun yanı sıra 2014’te sayıları 8-10 binlerle telaffuz edilen pêşmerge güçlerinin DAİŞ’le savaşmadan bölgeden çekilmesiyle başlar. Tarihi bir hatırlatma olarak bu noktanın önemli olduğunu özellikle belirtmek gerekir. Çünkü pêşmerge güçleri savaşmadan bölgeden ayrılırken, bugün Şengal’in öz savunma gücünün temelini oluşturan gençler DAİŞ’e karşı dağ şeridini savunup Suriye tarafından bir koridor açarak 100 binlerce Êzidî’yi kurtardı. Bu mesele Êzidîler arasında bugünkü öz savunma gücünün popülaritesini inanılmaz derecede artırdı. Bu popülarite hem Barzani liderliğindeki pêşmerge güçlerinin itibarını zedeledi hem de Êzidîlerin Kürdistan Bölgesel Hükümetiyle ilişkilerini kopardı. Zedelenmiş olan itibarın tesisi için pêşmerge kurtarma operasyonu kendi başına yapmaya kalkıştı. Ama bu murada da nail olamadı. Bunun yanı sıra Barzani bugün her ne kadar bazı önde gelen Êzidî şahsiyetleri ve hatta bazı din adamları yanında tutmaya çalışsa da Şengal’in öz savunma fikriyatının yükselişini engelleyemedi. Bütün engellemelere rağmen Êzidî özsavunma güçleri bu fikriyat etrafında bir araya geldi ve Şengal Direniş Birlikleri ve Şengal Kadın Birlikleri’ni kurdu. Beklenmedik bir büyüme gerçekleştirdi. Özerk yönetimin ortaya çıkış hikayesi bu arka plan üzerinden inşa edildi. Onun için tarihlerin örtüşüyor olması tesadüfi değildir.    Bu anlaşma “Êzidîler için yeni bir fermanın habercisi” olarak değerlendirilebilinir mi? Êzidî toplumunun anlaşmaya karşı neler yapması gerekiyor?    Her şey önce bu anlaşmanın yeni toplumsal etkiler ortaya çıkaracağı muhakkaktır. Bunun başında ne yazık ki muhtemel bir katliam korkusu gelmektedir. Çünkü kendini savunacak bütün aparatları ellerinden alınmış olacaktır Êzidîlerin tekrardan. Bu yeni bir katliama kapı aralamak demektir. Unutulmamalıdır ki katliam kendini savunma imkânı bulunmayan insanların acımasızca öldürülmelerini kolaylaştırmakta, insanlık düşmanlarına cesaret vermektedir. Onun için bu anlaşma üzerine ellerini tekrar bağlamakta ve katillerin üzerlerine serbestçe yürümesini sağlamaktadır. Bunun hem sosyo-kültürel hem de etno-inançsal etkileri olacaktır. Bunun kısa tercümesi ise, Êzidîlerin ruhsal dünyasında kesintisiz bir şekilde katliam tehlikesiyle yaşamak demektir. Bu nedenle bu ve buna benzer anlaşmaları yok sayamayız, en azından imzacılar açısından bunlar hep birer tehdit unsuru olarak Êzidîlerin tepesinde duracaktır. Tedirgin edici, huzur bozucu birer soykırım sopasıdır bu anlaşma. Êzidîlerin gözüyle bu anlaşmaya baktığımızda 73. fermanın bir devamı olarak karşı kıyıda duracaktır. Başka bir ifadeyle; Şengal Dağı’ndan bakarken, imzacıların yüzlerindeki dehşet ile DAİŞ’inki aynı derecede korkutucudur. Onun için Êzidîlerin kendilerini korumak, kendi kaderini tayin etme hakkını savunmak ve yönetim idaresinde öncül rol almak zaruri bir gereksinimdir. Êzidîler dünyanın her yerinden bunu elde etmek için mücadele edecekleri muhakkaktır.   Üzerinden 100 yılda geçse Êzidîler kendi dilini, kimliğini, kültürünü, inancını, özgürce yaşamasını, kendi kendine yönetme hakkını savunacaktır. Bu bir onur, haysiyet ve var olma meselesidir. Aksi taktirde yeni katliamlar, soykırımlar kaçınılmaz olur. Buna karşı koymanın temel kıstası nefsi-müdafaa ve özsavunmadır. Bundan geri adım atmak veya bundan vazgeçmek mümkün değildir. 73. fermanla beraber Êzidîler karanlığa karşı yeni bir umut ışığı yakaladılar. Bir araya geldiler, kendileri üzerine düşündüler, başlarına gelenlerin mukadderat olmadığını, ilahi bir talih olmadığını anladılar. Onun için birlik kurdular, kendilerini savunmak zorunda kaldıklarını ilk defa anladılar ve hatta bunun için harekete geçtiler. Bu kavrama safhasından sonra geri adım atmak beklenen bir şey olmamalıdır. Onun için Şengal’in özerk bir yapıya kavuşması, kendi kendini yönetme fikri ve inancı tekrardan filizlenmiştir.    Bu inanç 1930’larda bağımsız bir Êzidxan idaresi için İngilizlere karşı direnen Davude Davud, Hemo Şero ve en son aramızdan göçen Baba Şeyh’in aziz ruhlarıyla buluşmuştur. Onun için bu hadise salt bir idare, yönetim veya Êzidî ana yurdunun savunması meselesi değildir. Yaradılıştan meleklerin diyarı olan kutsal toprakların davasıdır. Hem dost hem düşmanlar bunu böyle bilmeli. Sayımızın azlığı, nizamımızın yetersiz oluşu dolayısıyla meydan okumalarına cevap veremeyeceğimizi hiç kimse düşünmesin.   MA / Ferhat Çelik