Tarihçi Bayrak: Şark Islahat Planı hala devrede, Kürtlerin direnişi sonlandırılamadı 2020-10-21 09:11:20   ANKARA - Şark Islahat Planı’yla devreye konulan “Kürdün tasfiye edilmesi” politikasının günümüzde de uygulandığını ancak buna karşı Kürt’ün direnişinin bitirilmediğini vurgulayan tarihçi Mehmet Bayrak, “Ulusal birliğin olmadığı her süreç, Kürtlerin aleyhine işler” dedi.   İttihat Terakki, Kemalizm ve siyasal-İslamcıların Kürt karşıtlığı politikası, sistematik devamlılığını sürdürüyor. Kürt sorununda izlenen devlet politikası “iflas” noktasına geldi. Mesut Yeğen’in “TC’nin Kürt Anayasası” dediği 1925 yılında hazırlanan Şark Islahat Planı da bu üçlü anlayış tarafından her dönem güncellenerek uygulandı.   “Çözüm süreci”nin sonlandırılmasının ardından başlayan ve aslında gündemdeki Kobanê eylemleri sonrası 30 Ekim 2014 tarihli Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) hazırlanan “Çöktürme Planı”, söz konusu Şark Islahat'ın güncellenmesi olarak yorumlandı. Keza Şark Islahat Planı’nın ilk maddelerinde Kürtlerin soykırım ve cezalandırma gibi askeri yöntemlerle tasfiye edilmesi öngörülüyordu. Şark Islahat Planı’nın hazırlandığı ve uygulandığı koşullar ile bugünün politikaları arasındaki benzerlikler, birbiriyle örtüşmesi dikkati çekiyor. Tarihçi Mehmet Bayrak, geçmiş ve günümüz arasındaki benzerlikler ile uygulamalara dair ajansımızın sorularını yanıtladı.     Çözüm sürecinin sonlandırılmasının ardından yaklaşık 10 bin kişinin gözaltına alınıp tutuklandığı, kentlerin yıkıldığı, sivillerin öldürüldüğü bir dönem başladı. Bu süreç için "Güncelleşmiş Şark Islahat Planı" yorumları yapılıyor. 30 Ekim 2014 MGK’de alınan “Çöktürme Planı”, buna dayanak gösterildi. Siz bu dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz?   Şark Islahat Planı’nın ne olup olmadığını doğru kavramak önemli. Benim iddiam şudur; bu gizli ve önemli plan, Mesut Yeğen’in deyimiyle ‘TC’nin Kürt Anayasası’. Şark Islahat Planı’nı ilk kez ortaya koyan, yayınlayan bir araştırmacı olarak, Planın bilinmeden, yakın dönem Kürt tarihini, bilhassa Cumhuriyet dönemi Kürt tarihini anlamanın mümkün olmadığını söylüyorum. Kemalist yönetim, kendinden önceki İttihat ve Terakki’nin bir devamıdır. Etno-dinsel temizlik, tek tipleştirme ve Türk İslamlaştırma politikasını hayata geçiren rejimdir, İttihat ve Terakki. 1915 yılında Ermeni, Süryani, Êzidî, Kürt ve Rumları tasfiye etti. Planın geriye kalan kısımlarını hayata geçirmek ise Kemalist rejime kaldı. Bu nedenle Kemalist kadroların yüzde 95’i eski İttihatçı kadrolardan oluşuyordu. Kemalist rejim, başta Kürtler olmak üzere, diğer halklar ve etnik toplulukların desteğini almak amacıyla İttihat ve Terakki mirasını önce reddetti. Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Kemalist rejimin örtülü maskesi çıktı, İttihatçı yüzü ortaya çıktı. Yaptıkları ilk işlerden biri Lozan Antlaşması’nın akabinde etno-dinsel temizlik, tek tipleştirme, Türk-İslamlaştırma politikasını hayata geçirmek oldu. Geriye kalan hedefler ise 1925’te hazırlana Şark Islahat Planı aracılığıyla yapılmak istendi.   Tamamıyla ırkçı ekipten oluşan M. Cemil Uybadin, Mehmet Esat Bozkurt, Kazım Orbay, Mustafa Abdulhalik Renda’nın imzasıyla hazırlanan Şark Islahat Planı, 28 maddeden oluşuyordu. Bu maddelerin başında Kürt meselesinin çeşitli biçimlerde soykırım, katliam, cezalandırma, askeri yöntemlerle hizaya getirme, asimile etme ve Türk İslamlaştırma uygulamalarıyla tasfiye edilinceye kadar devam edileceği vurgulanıyor. Ondan dolayıdır ki bu planın hayata geçirilebilmesi için Kürdistan’da her zaman askeri yönetimler, sıkı hal yönetimleri, Umumi Müfettişlik gibi askeri yönetimler egemendi. Cumhuriyet tarihi boyunca Kürdistan’ın yönetim tarzı her zaman batıdan farklıydı. Kürt kimliği yok edilinceye kadar askeri yöntemlerle planın uygulanacağı öngörülüyordu.   1925’ten bu yana devamlılığı vurgulanan planın güncelliği konusunda neler söylemek istersiniz?   Şark Islahat Planı şu anda olduğu gibi uygulanıyor. ‘Şark Islahat Planı’ndan Master Planına’ kitabını yazdım. Master Planı, Türkiye’nin Kürt politikasıdır. Bu plan kapsamında on binlerce Kürt planlanarak katledildi. Master Planı’nın her maddesinde 1925 planında bir çıkarsama vardır. Bunların hepsi birbirinin devamıdır. Aslında Çöktürme Planı, Master Plan’ıyla başlatıldı. Bu Çöktürme Planı, tümüyle Şark Islahat Planı’nın günümüzdeki uzantısıdır. O nedenle ben mevcut yönetimi Şark Islahat Planı’nın mukallidi (taklit eden) ve musavviri (onaylayan, uygulayan) olarak nitelendiriyorum. Şark Islahat Planının hazırlayanlar tamamıyla ırkçı ekipten oluşuyordu. Şu anda yapılanlar da kadro açısından bu zihniyetin devamıdır.   Bugün baktığımızda Kürt belediyelere kayyum atanıyor. Belediyelerin durumuna bakıldığında yaşananların Şark Islahat Planı’nın bir öngörüsü olduğunu anlarsınız. Şu anki uygulamalarda Şark Islahat Planı’nın bir iz düşümünü görürsünüz.   Şark Islahat Planı ile “Kürt illerinde örfi hukuk uygulandığı” yönünde tespitleriniz var. Bugün de hukuk tartışması yaşanıyor. Kürt sorunundaki çözümsüzlük ve çatışma süreci Türkiye’deki hukuk işleyişini nasıl etkiliyor?   Şark Islahat Planı’nda öngörülen tüm hükümler Lozan başta olmak üzere anlaşmalara ve hukuka aykırıydı. Onun için gizli hazırlandı, gizlice yürürlüğe konuldu. Öyle maddeler var ki… Kürtlerin dillerinde eğitim almasını bırakın konuşması bile yasaklandı. Bir başka maddesinde, Kürtlerin ikinci derecedeki memurluklara atanmamasını söylüyor. Bugün baktığımızda Kürt belediyelere kayyum atanıyor. Belediyelerin durumuna bakıldığında yaşananların Şark Islahat Planı’nın bir öngörüsü olduğunu anlarsınız. Şu anki uygulamalarda Şark Islahat Planı’nın bir iz düşümünü görürsünüz. O dönem Umumi Müfettişlik kuruluyor, yani sömürge valiliği.  Zaten ön raporlarını verirlerken, mesela Cemil Ubaydın diyor ki, ‘Kürdistan umumi valilikle ve müstemleke usulüyle idare edilmelidir.’ Müstemleke, sömürge demektir.  Bu nedenle sömürge valisinin yetkileri sınırsızdır. Kürt coğrafyasında idamların infaz edilmesinde bile bu valiliklerin yetkisi vardı. Daha sonra Umumi Müfettişlikler farklı isimlerle bugüne kadar geldi.   1925’te Bitlis Valisi Mustafa Abdulhalik Renda’yı sormak istiyorum. Ermeni Katliamı’nın baş sorumlusu olarak gösterilen Renda’nın raporlarını okuduğumuzda, Kürtlüğü “biyolojik bir düşman” olarak tanımlıyor. Bahsettiği düşmanlık, bugün hangi boyutta?   Abdulhalik Renda dahil, Türk-İslam sentezinin ideologları olan şahsiyetlerin devşirme olduğu bilinmeyen bir şey değildir. İttihat ve Terakki döneminde de söz ve karar sahibiydiler. Söz gelimi bunlardan biri de dönemin dahiliye vekili Şükrü Kaya’ydı. Bu konularda çok önemli bir şahsiyettir. Şükrü Kaya, İttihatçılar döneminde Göçmen İşleri Genel Müdürlüğü’nün başına getirilmişti. Bu birimin görevi hem soykırımı hem de tasfiyeyi öngörüyordu. Nitekim Kürtlerle ilgili düzmece rapor hazırlandığında, yayınlayan ilk bu kurum oldu. Yani 1918 yılında oluşturulan bu rapor, sonraki dönem uygulamalarının ideolojik alt yapısını hazırladı. Daha sonra Aleviler için de hazırlandı. Cumhuriyet döneminde de en uzun dahiliye vekili yapan kişi Şükrü Kaya’dır. Anlatmak istediğim böylesi bir devamlılıktır. Bu nedenle, birbirinin devamı olan oluşumlarda gerek Mustafa Abdülhalik Renda gerekse de diğerleri olsun hepsi de önemli ölçüde söz ve karar sahibiydiler. Nitekim Şükrü Kaya İçişleri Bakanlığı yaptığı dönemde Şark Islahat Planı’na uygun biçimde genelde hazırladı. Orijinal ve ikinci nüshası elimde olan ve 1930 yılında yayımlanan bu genelgede, ‘gayet mahrem, gayet gizli ve zatta mahsustur’ ibaresiyle hazırlanarak tüm valiliklere gönderiliyor.    Söz ettiğiniz genelgede neler yazıyor?   Kürtlerin dansları dahil olmak üzere ulusal giysileri, bunların tümünün kullanılması yasaklanıyor. Söz konusu genelgenin 12’nci maddesinde şu şekilde ifadeler yer alıyor: ‘Kıyafetin ve giyim kuşamın, şarkıların, oyunların düğün ve cemiyet adetlerin, toplum gelenek ve göreneklerinin de milliyet ve ırk hislerinin daima uyanık tutan ve toplumları geçmişlerine bağlayan, rabıtalar olduğu unutulmamalı, esas olarak dil ile bu gibi aykırı adetleri de zararlı görmek ve bilhassa kötü göstermek ve hiçbir surette rahmet edilmeyerek, yayılmasına müsaade edilmeyerek, ilkel nitelikleri her vesileyle teşhir olarak ayıplanmalı. O dili konuşan zümrelere mensup fentlerin ve ailelerin isim ve lakaplarını Türkleştirmek bir görev olarak size verilmiştir.’    1938’de Dersim Soykırımı’nda Elâzığ Turan Matbaasında kitapçık basılıyor. Bu kitapçıkta evlerin, köylerin ve ormanların nasıl yakılacağı yazıyor ve Jandarma Umum Kumandanlığı broşür hazırlıyor. Bu durum bugün de devam ediyor.    Kürt illerinde zorla göç hep oldu. Şark Islahat Planı sonrası 500 binden fazla Kürt’ün yerinden edildiği, bu sürgünler sırasında 200 bine yakın Kürt’ün kötü koşullar ve infazlar sonucu katledildiği raporlara yansıyor. 90’lı yıllarda bu sayı 4 milyon olarak kayıtlara geçti. 2016 yılında sokağa çıkma yasakları döneminde 100 binlerce kişi yerinden edildi. Bu politikalarla hangi sonuçlar alınmak istendi, ne alındı?   1921 Koçgiri Katliamı’nı bir kenara bırakıyorum. 1925’te 140 köyün nasıl yerle yeksan edildiğini bir tarafa bırakalım. 1925 Kürt isyanında ilk defa Türk devleti 16 uçaklık bir filo kullandı. Bu hava hareketiyle birlikte bir görüşe göre Almanya’dan, İngiltere’den alınan zehirli gaz kullanıldı. Bu insanlık suçuydu. İki biçimde katledilen Kürtlerin sayısı 15 bin 500’dür. Hemen akabinde Ağrı-Zilan’nın ?1928-1930?’da insan cesetleriyle dolu olduğu, dönemin gazetelerinde yazıyor. Keza köy ve orman yakmalar… Bu çok güncel olan bir konu. 1938’de Dersim Soykırımı’nda Elâzığ Turan Matbaasında kitapçık basılıyor. Bu kitapçıkta evlerin, köylerin ve ormanların nasıl yakılacağı yazıyor ve Jandarma Umum Kumandanlığı broşür hazırlıyor. Bu durum bugün de devam ediyor. Bunlar birbirinin devamı niteliğindeki uygulamalar. Keşke bundan ders alınsa, bunun çıkar yol olmadığı anlaşılsa. Devlet yöneticileri bu zihniyet görse ve bu yoldan caysalar. Demokratik bir çözüme yönelseler.    Şark Islahat Planı öğrenildikten sonra o dönemin Kürt Aydınlanma Hareketi’nden İsmet Paşa’ya yazılan bir muhtıra var. Muhtırada, Şark Islahat Planı’nın uygulanması halinde “bölge kentlerinde büyük kin ve kırgınlık yuvası” haline dönüşeceği belirtiyor. Bugün açısından baktığınızda Kürt aydınları ve demokrasi savunucularına nasıl bir sorumluluk düşüyor?   Kürt Aydın Hareketi’nin 20 Mayıs 1926 tarihinde, dönemin Başbakanı İsmet Paşa’nın şahsında hükümete gönderdiği muhtıra/mektup çok önemlidir. Burada şu yazar; ‘Mevcut politikanın yürütülmesinde ve kalıcılaştırılmasında direnilirse, Kürtlük aleminden vazgeçmiş Türklüğün yalnız bugün için değil yarın da güçlükler ve korkunç durumlar karşısında kalmayacağının güvencesini kim verebilir. Bu anlayış ve sorumlulukla acı gerçeğe İhtilalin (1925 İhtilali) son demlerine kadar direniyorduk ve kesinlikle kan dökülmesinden yana değildik. Ne yapalım ki bıçak kemiğe dayandı. Acı gerçek dolayısıyla Şubat 1925 İhtilalini yapmakla milletimizi savunmaya mecbur kaldık.’    Dikkat ederseniz ‘ihtilal’ diyor. ‘İhtilalde yer alan kişilerin savunması kişiler çıkarlar için değil Türk ve Kürt milletlerinin karşılıklı haklarına saygılı olmak, kutsal idealleri uğruna hareket ettiklerine lütfen inanınız’ diye devam ediyor. Kürt aydınları, Kürt ve Türkleri birlikte anıyor. İki tarafın hukukunu birlikte savunuyor. Yine devamında ‘Erzurum ve Sivas Kongre’lerinde esasları belirlenen Teşkilat-ı Esasiye Kanunnamesinde (1921 Anayasa’sı) Kürt ve Türk Milletlerinin ulusal sınırlar içerisinde hür ve serbest yaşayacaklarına, birbirlerinin haklarına karşılıklı saygılı olacaklarına dair açık bir madde yok mudur? İşte ihtilalciler onu Türk milletinin liderlerinin Kürtlüğe reva gördüğü medeni ve milli haklarını savunmak amacındadırlar. Biz Kürt millicileri Kürtlüğün hayat ve bekasına yönelik suikast edilmemek şartıyla müthiş ve müfrit Cumhuriyet ve uygarlaşma taraftarıyız. Tam anlamıyla sapkınlık ve esaret kaynağı olan istibdadın aleyhtarıyız.’ Hani padişahlık yanlısı oldukları söyleniyor ya ona cevap veriyor. ‘Ey genç Türkiye Cumhuriyeti ve muhterem yöneticileri; Türk ve Kürtlerin bir arada yaşamasını gerçekten istiyor ve Kürtlüğün kuvvet ve kudretinden yararlanmayı, Kürtlükten çok Türklüğün varlığını sağlamlaştırmak ve en azından Kürt milletini kazanmayı hedefliyorsa tek çözüm yolu ve ilaç, 20’nci yüzyıl uygarlığının ulus ve özgürlük prensiplerine saygı ve uymayla Kürtlerin yaşam hakkını kabullenmek ve bu suretle Avrupalılara, dost ve düşmanlara karşı olgunluğunu ve yeterliliğini göstermektir. Mevcut politikanın devamı noktasında ısrar edilirse Kürdistan ve Şarki Anadolu Kıtası büyük bir kin ve kırgınlık yuvasına dönüşecektir’ deniliyor. Şimdi kim haklı çıktı? Açık ki Kürt aydınlarının 1926’daki uyarısına keşke yönetimler uysaydı. ‘Lozan’ı imzaladık, nasılsa topraklarımızı kurtardık’ diyerek, dirsek göstermeselerdi. Eğer buna uyulsaydı bu kan ve gözyaşı olmazdı. İki halk birbirini tanıyarak, eşitçe, kardeşçe yaşayıp devam edecekti.   Yusuf Ziya Bey, 6 Mart 1923 tarihinde Meclis’te “Kürt ve Türk teşriki mesai ederek yaşamazlarsa, yani iş birliği yapmazlarsa, ikisi için akıbet yoktur. Bu nedenle herhangi biri diğerine ihanet ederse, ikisi için de gaflet yoktur” şeklinde bir konuşma yaptı. O dönem ayakta alkışlandı ama sonrasında 14 Nisan 1925'te kurşuna dizildi. Bugün de Meclis’te sorunun çözülmesini isteyenler, alkışlananlar tutuklandı. Bu durumun tarihsel okumasını nasıl yapabiliriz?   Bitlis mebusu (milletvekili) Ziya bey, söylüyor; ‘Kürt ve Türk teşriki mesai ederek yaşamazlarsa yani işbirliği yapmazlarsa ikisi için akıbet yoktur. Bu nedenle herhangi biri diğerine ihanet ederse ikisi için de gaflet yoktur.’ Tüm Meclis ayakta alkışlıyor. Fakat Lozan imzalandıktan sonra birçok Kürt aydını geçmiş mebusu gibi idam ediliyor. Bu tarihin acı tekrarıdır. Bütün bunlardan ders alınması gerekiyor. Bunlardan ders alınmadığı sürece bu acı süreçler tekrar ediyor. Ölümse, yine ölümler yaşanıyor; zindansa, yine zindanlar yaşanıyor. Baskı var, demokratik seçimlerle seçilenlerin görevden alınmasıyla yine aynı politikalar devam ettiriliyor. Bunun çıkmaz yol olduğu peşinen görülmeli. 100 yıl oldu. Eğer 100 yıl içerisinde bunlar çözülmediyse, herkes düşünmeli. Herkes başını ellerinin arasına alarak düşünmeli ve ders çıkarmalı. Bunlardan ilk ders çıkarması gerekenler de devleti yönetenler, yönettiğini iddia edenlerdir.   Şark Islahat Planı maddelerinden biri de ‘Türkiye’ye gelen ecnebilerin (yabancıların) Kürt halkıyla buluşmasını, görüşmesini engellemek gerektiği’dir. Bu nedenle, uygarlık eserleri yok ediliyor. Gelen yabancılar uygarlık eserlerini görmeye geliyor. Bu nedenle Kürdistan’daki uygarlık eserlerinin görüşe açılması dahi engellendi.   Sur’daki yıkım, Hasankeyf’in sulara gömülmesi, Munzur’a yönelik yapılaşma tehditleri ve Kürt illerinde her gün yakılan ormanlar... Kültür ve doğaya yönelik en üst perdeden bir yıkıma şahit oluyoruz. Şükrü Kaya’nın genelgesini hatırlatıyor...   Yıkımın en çarpıcı örneklerini DAİŞ verdi. Bin asırlık Mezopotamya’da uygarlık eserlerini yok etti. Tarihi yok etti. İnsanlık hafızasını, değerlerini yok etti. Tüm dünya onları lanetliyor. Gündem de olan Kobanê sürecinde eğer Kürtler DAİŞ’in belini kırmasaydılar, bu tahribat daha da devam edecekti. Bu nedenle ne yazık ki toplumun hafızasını silmek, uygarlık eserlerini, tarihi eser ve kalıntılarını yok ederek, hafızayı silmek bir politika olarak devam ediyor. Ne yazık ki durum bu. Hasankeyf deyip, geçmemek gerekiyor. Çok önemli bir uygarlık eseri, kalıntısı, bugün sular altında kaldı. Bu insanlığa, insanlık kültürüne yapılmış bir ihanet ve insanlık ayıbıdır. Şark Islahat Planı maddelerinden biri de ‘Türkiye’ye gelen ecnebilerin (yabancıların) Kürt halkıyla buluşmasını, görüşmesini engellemek gerektiği’dir. Bu nedenle, uygarlık eserleri yok ediliyor. Gelen yabancılar uygarlık eserlerini görmeye geliyor. Bu nedenle Kürdistan’daki uygarlık eserlerinin görüşe açılması dahi engellendi. Keza sözde ‘eşkıya takibi’ adı altında orman yakmalarda hep bir politika olarak dünden bugüne yaşatıldı. Kürdistan’ın birçok yerinde orman yangınları hala çıkarılmıyor mu? Bunlar doğaya ihanettir, insanlığa ihanettir.    Tarihe baktığımızda, Kürt isyanları sonrası yıkıcı planların hazırlandığına tanıklık ediyoruz. Bu planlar ne kadar başarılı olduğu da tartışma konusu... Sizce başarılı olundu mu?    Tekrarın hiçbir faydası yok. Kobanê süreci dönemi aslında bir milattır. Cumhurbaşkanı Danışmanı İbrahim Kalın’ın bir demecinde; “Bir Afganistan seyahatinde geri dönmüştük. Obama o dönem bizimle görüşmek istendiği söylendi. Obama ‘Kobani düşmek üzere oraya silah yardımı yapacağız’ dedi, telefonda. Cumhurbaşkanımız da ‘Barack nerden çıktı bu, kime vereceksiniz oradaki silahları’ dedi” diye anlatıyor. O yüzden “Kobanê düştü, düşecek” diyor, Cumhurbaşkanı. O müjdeyi ona güvenerek söylüyordu. Ama olmadı, düş kırıklığını yaşadı. Ondan sonra daha da hırçın bir politika devreye konuldu.    Lozan’ın bedeli Kürtlere ödettirildi. Bu yüzden her bir parçada bir Kürt meselesi yaşandı. Bu bölünme aynı zamanda Kürt sorununun temelini fitilledi, ateşledi. Bu nedenle sömürgeci devletlerarasında Lozan’dan bu yana bir ittifak vardır.    Bahsettiğiniz, konuştuğumuz tüm bu planlar, Kürtlerin sadece Türkiye’de olanlarını mı etkiliyor? Diğer parçalarda yaşayan Kürtleri hangi noktalarda etkiliyor? Kürt ulusal birliği nasıl bir rol oynar?   Kürtler kendi iradeleri dışında önce 17. yüzyılda Kasri Şirin Antlaşması’yla ikiye bölündü. Bölünmenin ilkiydi. Nitekim ünlü Kürt filozofu şair Ahmedê Xanî, Mem û Zîn şiirinde bu bölünmeye karşı haykırıyor, bölünmeye isyan ediyor. Bölünmeye karşı bir tepkiyle Mem û Zîn ortaya çıkıyor. Bu bölünmenin tüm Kürtlere yıkım getireceğini o tarihte söylüyor. Nitekim sınırlar yeniden belirlenip, Güney Kürdistan İngiltere’ye; Güneybatı Suriye, Fransa’ya verildiğinde, Lozan’a gidilmeden Kemalist yönetim hem İngiltere ile hem de Suriye ile 1921-22’de gizli antlaşmalar yapıyor.   Gizli antlaşmalarla Lozan’a gidildi. Sonuç belliydi. Sykes-Picot antlaşmasının yenilenmesiydi. Bunun bedeli Kürtlere ödetildi. Kürt halkı, Kürt toplumu, dörde bölündü. Bölünmeyle Lozan’ın bedeli Kürtlere ödettirildi. Bu yüzden her bir parçada bir Kürt meselesi yaşandı. Bu bölünme aynı zamanda Kürt sorununun temelini fitilledi, ateşledi. Bu nedenle sömürgeci devletlerarasında Lozan’dan bu yana bir ittifak vardır. Zimmi başladı ancak Lozan’la birlikte bilince çıktı. Dikkat edelim, Sadabat Paktı üyelerine hepsi Kürt sorunu olan devletler. Pakistan var ancak onların da Pencap sorunları var. Hami devletler kim? Amerika ve İngiltere. Bunları koruyan, şemsiyesi altına alan devletler. Bu yönetimler arasında örtülü bir dayanışma her zaman var. Kürtlerin de en büyük handikabı sırtını döneceği sağlam, güçlü bir dostunun olmaması. Ondan dolayı da sırtını nereye dönse darbe yemeye aday konumda. Bu nedenle Kürtler, tüm bu gelişmeleri, toplumsal ve tarihsel gerçekliği gözeterek, politika üretmesi gerekiyor. Bu anlamda ulusal birlik çok önemli. Zaten bu devletler ulusal birliği engellemek için o antlaşmalara, gizli paktlara giriyorlar. Sömürgeci devletler ne yapmak istiyorsa tersini yapmak gerekir. Onlar bu birliği engellemeye çalışıyorsa o zaman Kürtlerin önündeki en önemli görev bu ulusal birliği, dayanışma ve güç birliğini oluşturmaktır. Ulusal birliğin olmadığı her süreç Kürtlerin aleyhine işler. Her parçada, Kürtlerin birlikte olduğu halklarla eşit ve birlikte yaşamasının temel alınması gerekir.   Son yüzyılda onlarca plan hayata geçirildi. Ancak bu planlara karşı bugün olduğu gibi ciddi direnişler de verildi...   Osmanlı ilk önce Kürtleri ayırmamak için genel valilik kurdu. 1848 yılında başına bir Kürt’ün atanmasıyla Kürdistan Genel Valiliği oluşturuldu. Bunun çözüm olmadığı, işbirlikçi bir Kürt vali aracılığıyla Kürtlerin özgürleşemediği görülünce isyanlar ortaya çıktı. 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında yeniden isyanlar başladı. 20’nci yüzyıla gelindiğinde bu isyanlar daha da yoğunlaştı. Bu da demokratik örgütlemeleri doğurdu. 20 Kürt demokratik örgütü yanı sıra 15 Kürt gazetesi ortaya çıktı. Kürt’ün direnişi hiç sonlandırılamadı, hiç bitirilemedi. Demokratik bir çözüme evirileceği zaman Kürtler umutlu bir bekleyişe girdiler. Silahlı mücadele durdu. Demokratik çözüm arayışı başladı. Ama devlet yine silaha döndüğünde bu tepkisini beraber getirdi. Her dönem de böyle oldu. Nerdeyse 200 yılı geçen bir Kürt direniş süreci var. Bunların ikisi birbiriyle bağlı, koşut gelişiyor. Demokratik mücadelede ifade kanalları açık olursa bunlara ihtiyaç kalmaz. Demokratik mücadele tıkandığı zaman ister istemez başka kulvarlar açılıyor. Baskı devam ettiği sürece direniş mutlaka devam ediyor. Zor ve şiddetin olduğu her yerde bunun koşulları doğar. O yüzden bu yöntemden vazgeçip, demokratik kanallarda çözüm aramak gerekiyor.   MA / Selman Güzelyüz