Sustam: Türkiye'de herkes her an ‘terörist’ olabilir 2020-11-15 10:26:22   DİYARBAKIR - Türkiye’de “terörizm” kavramının bir yönetim biçimi haline geldiğini belirten akademisyen Engin Sustam, kavramının çok elastik olduğunu, bu nedenle herkesin her an “terörist” olabileceğini söyledi.    Dünyada “terör” suçlamasıyla en fazla kişinin hüküm giydiği ülke Türkiye. Adalet Bakanlığı'nın Haziran 2018 verilerine göre, 48 bin 924 kişi “terör” suçlamasıyla tutuklu bulunuyor. Özellikle 2006’da Terörle Mücadele Yasası’nda (TMK) yapılan değişikliklerin ardından, “terör suçları” kategorisinden hükümlü olanların sayısı günden güne sistematik bir şekilde arttı. Türkiye’de "terör" kavramı, günlük yaşamda sıkça kullanılan bir kavram olurken, son dönemde bu kavram topyekûn muhalifler üzerinden kullanılan, neredeyse farklı bir görüş ortaya atan herkesin “terörist” suçlamasıyla karşı karşıya kaldığı bir toplumsal zeminin inşasında rol oynuyor. Türkiye’de ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirilmesi gereken tüm görüşler, “terör” kavramının şekillendirdiği suç kategorileri altında değerlendiriyor. Genişletilen “terör” ve “terör örgütü” kavramı, makbul olmayan siyasal muhalefetin susturulması, bastırılması, yıldırılması işlevini de yerine getiriyor.   Akademisyen ve Yazar Engin Sustam, “terör” kavramının dünyada ve Türkiye’de kullanımı, işlevi ve görünümüne ilişkin değerlendirmelerde bulundu.   'TERÖRİZM' TANIMI    "Terör" kavramının toplumsal damgalanmışlıktan kaynaklı bir tedirginliği ifade ettiğini belirten Sustam, bu nedenle terimin kullanışına dair eleştirel bir yaklaşıma sahip olduğunu kaydetti. "Terör" kavramı yerine “zor şiddet rejimi ya da şiddet” gibi alternatif kavramları kullanmayı tercih ettiğini dile getiren Sustam, devletlerin hukuk dilinde bu terimin başka bir literatürü tarif ettiğini vurguladı. “Terörizmin” tanımlanmasının son derece siyasi nitelikte olduğunu kaydeden Sustam, şu anda “terörizm” terimin uluslararası ortamda ve devletlerarası ilişkide, siyasi, hukuki ve diplomatik ilişkilerin geleceğinde önemli bir unsur olarak konumlandığına dikkat çekti. "O halde ‘terörist’ bir eylem, devletlerin, kurumların ya da ideolojilerin dilinde nasıl tanımlanıyor? Bir yerde ‘özgürlük savaşçıları, gerilla, militan’ olarak görünenler diğer yandan ‘bölücü veya terörist’ olarak nasıl ele alınıyor?" diye soran Sustam, bu noktada birçok kavramın içeriğinin inanılmaz derecede boşaltıldığını ve yeniden kurulduğunu anlattı.   KAVRAM MUĞLAK   Kavramın sistem karşıtı dinamikleri damgalaması açısından birçok tartışmaya yol açtığına vurgu yapan Sustam, özellikle gazetecilerin yanlı okuması üzerinden ele alındığında kavramın tamamen spot işlerlik kazandığını belirtti. Türkiye’de barış isteyen akademisyenlerin “terör” destekçisi ya da “terörist” ilan edildiğini anımsatan Sustam, bu nedenle bu kavramın nerede durduğu ve kimleri tarif ettiğinin çok muğlak olduğunu kaydetti.   'İÇ GÜVENLİK SİMİDİ'    Terör kavramının aşırı şiddet uygulayan devletlerin maskesi haline geldiğini ifade eden Sustam, kavramın başka bir anlam, bir güç dengesi ilişkisine dahil olduğuna işaret etti. Özellikle 1970 sonrası dönemde neoliberal hükümetlerin yönetime geçişiyle, kavramın sirküle olduğunu ve ülkelerin karşı karşıya kaldığı çoklu krizlerde, durumu kurtarmayı amaçlayan bir olağanüstü hal halini karakterize etmeye başladığını ifade etti. Sustam, kavramın bir iç güvenlik simidi gibi her yerde kullanılmaya başlandığına dikkati çekti.   ‘DEVLETLERİN SIĞINMA ALANI'    Sustam, "Her türden isyancılar, ayaklananlar, itiraz edenler, aşırı şiddeti kendine görev edinmiş despotik özneyle karıştırılarak ya da hükümetleri beğenmeyenler veya devrimciler, bu kavramla damgalanarak, sadece klişe bir kümeleştirmeye tabi olmuyorlardı. Bu damgalama pratiği, bir şekilde yıkıcı eylemlerinden sorumluluk almak istemeyen (kolonyalizm, askeri veya polis şiddeti vs.) merkezi siyasetin veya baskıcı devletlerin sembolik sığınma alanı haline geliyordu" saptamasında bulundu.   KÜRTLER BU KAVRAMA MARUZ KALARAK DOĞDU   Kürtlerin bu kavrama maruz kalarak doğduğunu ifade eden Sustam, "Örneğin bir hatıradır, Can Dündar’ın da davetli olduğu, İbrahim Tatlıses’in davet edildiği Siyaset Meydanı programına genç sosyolog olarak bizim üniversite üzerinden davet edilmiştik. Sanırım 1998 olabilir. O programda entelektüellik tartışılmaktaydı ama ben İbrahim Tatlıses’in Kürtlüğü üzerinden bir soru sormak istedim, orada Kürtlerden bahsederken, arka sırada birinin ‘susturun şu teröristi’ lafını birebir duyumsayan biri olarak diyorum ki; sanırım herkesin her an terörist olabileceği bir dünyada yaşıyoruz. Biliyorsunuz Ahmet Kaya da havada uçuşan boş kavramların saldırganlığı altında linç edildi. Türkiye konusunda bilindik şeyleri söyleyeceğim sanırım, keza eleştirel düşünce artık ne üniversite alanında ne de başka bir alanda pek yüksek sesle devletin baskısından kaynaklı söylenemiyor" ifadelerinde bulundu.    'HERKES HER AN, TERÖRİST OLABİLİR'   Türkiye’de siyasi terimlerin, özellikle akademik alanda eleştirel bir yaklaşımla değil, milliyetçi ve sistem içi bir refleksle okunduğunu belirten Sustam, buradan kavramın hem araçsal hem de amaçsal olarak politik bir tavrı ele verdiğini dile getirdi. Devlet’in “terörist” ilan ettiği örgütle, halkla masaya oturabileceğini ya da başka şiddet gruplarıyla -uluslararası tanımda “terörist” olarak nitelenen gruplarla- ilişkilenebileceğine dikkat çeken Sustam, “İktidardaki aşırı milliyetçiler ‘düşman’ tanımının dışında bu terimle, siyasete yeni bir anlam verdiler. ‘Terörizm’ kavramıyla egemenlik, iktidar, otorite ve bir yeri ilhak etme hakkı, bir tahayyül siyasetine dâhil edildi. Türkiye’de bu tanımın hiç bir karşılığı yok sanırım, keza herkes her an bir şekilde ‘düşman’ terimi içinden ‘terörist’ okunuyor zaten. Böylesi bir kriter, hem geçmişle hesaplaşmayı engelliyor hem de devletlin yaptığı davranışı kapatan bir sorumsuzluğa işaret ediyor. Kendi yargı değerlerini belirleyen her devlet, bir şekilde şiddetin sınırlarının ötesinde kendi ‘teröristini’ icat ediyor. Bundan dolayı muhalif olan insanlar, milletvekilleri, sanatçılar, gazeteciler, öğrenciler, kadınlar, özellikle Kürtler, bu süreçte cezaevine dahil ediliyor ve bir şekilde hakları ihlal ediliyor" diye belirtti.   DİYARBAKIR CEZAEVİ    Türkiye'de Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Ahmet Altan ve yetmiş bine yakın öğrencinin cezaevinde olduğunu hatırlatan Sustam, "Bu insanlar neyin eylemini, propagandasını yaptılar ki boş yere tutuklu ya da rehin tutuluyorlar. Tam da bu tanımın yargıda hükümetin istediği biçimde güvenlik konseyi etrafında kullanılmasına ve Türkiye gibi otoriter rejimlerde bunun çok elastik bir tarifinin olduğuna işaret ediyor. ‘Terörizm’ kavramının bu yorumu, önemli muhalif özneleri ve aktörleri göz ardı ediyor. Diyarbakır Cezaevi pratiğini yasayanların anlattıklarını nereye koymak gerekiyor, nasıl okumak gerekiyor, bu bir devlet ‘terörü mü?’  Birilerinin ‘terörist’ olarak kabul gördüğünü, diğeri direnişçi olarak görebiliyor. Burada asıl mesele sanırım şiddet ve dehşet biçimlerinin küresel anlamda demokratik yaşama ve ‘sivil’ iradeye verdiği zarar" değerlendirmesinde bulundu.   TOPLUMSAL YASA VE ÖNYARGI    Türkiye'de 1990'ların kültürel kodlarında, “terörizme” karşı geliştirilen “kutsal vatan savaşıyla” bütünleşerek dizilerde ve filmlerde Kürt gerillasının “kandırılmış, cahil, bölücü” gösterildiğini ve yeni bir Kürt algısının yaratıldığını ifade eden Sustam, "Popüler kültürün kalıplaşan bu yargıları kullanması sadece tüketim ilişkilerinden kaynaklı arzları tüketiciye sunmakla ilgili değildi; aynı zamanda devlet Kürtlere -yani ‘vatan hainleri ve bölücülere’- dair alt ya da elit orta sınıfın ön yargılarını destekleyen siyasal bir çerçeve oluşturmak istemekteydi. Nefret sembolü olarak kullanılan ‘terörist’ tanımını, sokakta herhangi sıradan bir insana sorsanız, tahmini size dizilerde oynayan oyuncular üzerinden ‘vahşi, cahil, kandırılmış’ sömürge bir Kürt imgesi sunacaktır. Bir diğer ideolojik gösterge ise Türk modernleşmesiyle çatışmalı nesneleştirmelerin, dizilerde, gündelik hayatta işlenmesiydi. Örneğin poşu takma, şalvar giyme gibi giyinme tarzları bir ‘terörizm’ simgesi olarak işlendiği için, örneğin böyle giyinerek İstanbul’da gezen birinin kolay bir şekilde nefret objesi haline gelmesi kaçınılmazdır. Böylesi bir toplumsal patoloji var. Bu nedenle 'İktidar, hükümet, yargı da bu toplumsal patolojiyi üreten, içinde yer alan aygıtlar topluluğudur' dersek yanılmayız. Bakın bütün bu veriler, kodlar vs. hepsi bir şekilde bir toplumsal yasa ve önyargı kuruyor ve bu şey azımsanmayacak derecede toplumun dilinde ve yargının bakışında önemli bir yer tutmaya devam ediyor. Bugün artık sosyal medya, diziler, dezenformasyon teknikleri ve reklamlar üzerinden ilerleyen dijital despotizm çağında, ‘terörizm’ sadece devletin baskılama arzularını yansıtmakla kalmaz, aynı zamanda sunulmuş olan bilgi, statü, istek, imaj ve imgeleri, 'öteki' hakkında ürettiği fikri, iktidarın isteği doğrultusunda yeniden üretir" dedi.   'ÖTEKİNİN YENİDEN İNŞASI'   "Terörizm" kavramını, gücü elinde bulunduranlar ve sınırları olan devletlerin ürettiğini belirten Sustam, "Yaşamımıza müdahale eden devlete ‘devlet terörü’ dediğimizde, devletin yasası bizi cezalandırırken, neden ona karşı muhalefet yapanlar bir şekilde ‘yardım yataklık’ gibi absürt davalarla tutsak ediliyor?” diye sordu. Sustam, bu durumun, içinde olduğumuz merkezi devlet gerçekliğinin toplum üzerindeki bütünleştirici şiddetinden kaynaklı cevapsız kaldığına işaret etti.   Sınırları çizilmiş bütün ulus-devletlerin bir şekilde “terörizm” tanımına ihtiyaç duyduğunu belirten Sustam, “Sürekli düşman yaratma arzusu, bir yönetim biçimi olarak var oluyor. Yani modernite şemasının içine yerleştirilen ‘terör’ terimi örtük bir şiddeti, dehşeti vs. tanımlamaya çalışırken, devletler tarafından ‘sözde düşman’ karakterinin de etkisiyle ihtiyaç duyulan bir manaya oturtuluyor. Dolayısıyla ‘terörist’ bize uzak olan anti-modern şiddet eğilimli karakter olarak işlenirken, suçluya ihtiyaç duyan yargı, polis, devlet ve toplumlar, 'teröristi' dehşet saçmakta olan yasanın sınırlarını aştığı için cezalandırmak istiyor. Bu şey sanırım kör ve sessiz bir normatiftik taşıyan devlet gelenekleri açısından aynı zamanda istenilmeyenin, ‘ötekinin' bir şekilde yeniden inşa edilmesidir. Devletlerin her hâlükârda düşmana ihtiyacı var, kavramın şiddet etrafında kullanılma niteliği dışında sembolizasyonuna da dikkat etmek gerek. Ki devletler en çok kendi hasmını sembolleştirmeye ihtiyaç duyar" dedi.   MA / Cahit Özbek