Kürdistan'ı Savun İnisiyatifi'nden Witthöft: Kürdistan’da barış Almanya’nın çıkarına ters 2021-06-25 14:08:15 HABER MERKEZİ - Federe Kürdistan Bölgesi’nde yaptıkları ziyaretler sonrası Almanya’da gözaltına alınan Kürdistan’ı Savun İnisiyatifi üyesi Birthe Witthöft, “Açık açık diyorlar ki barış ve çözüm hakkında çalışmalar yürütmek, Türkiye hükümeti ile Almanya hükümeti arasındaki ilişkiyi tehlikeye atar. Bize, barıştan bahsetmek yasaktır, dendi” dedi.  Türkiye’nin Federe Kürdistan Bölgesi’ne 23 Nisan'da başlattığı operasyonlar, bölgesel sorunları derinleştiriyor. KDP'nin operasyonlara paralel olarak HPG alanlarına güç yığması ve Türkiye'yle hareket etmesine karşı Kürtlerin tepkisi sınırları aştı. Türkiye'nin operasyonlarını durdurmak ve Kürtler arası çatışmayı engellemek için aralarında feminist, ekolojist, siyasetçi, akademisyen ve gazetecilerin de olduğu 14 ülkeden 70 kişi Federe Kürdistan'da girişimlerde bulundu. Avrupa ve Hewlêr’de engellenmeye çalışan Kürdistan'ı Savun İnisiyatif'i üyeleri tüm girişimlere rağmen temaslarını sürdürdü. İnisiyatif üyesi feminist Birthe Witthöft ve beraberindeki 5 kişi Kürdistan Bölgesinde 2 haftalık görüşmelerin ardından döndükleri Almanya’nın Frankfurt Havaalanı’nda gözaltına alındı. İnisiyatif üyesi Birthe Witthöft, bölgede ve Almanya’da yaşadıklarına ilişkin ajansımızın sorularını yanıtladı.    Süleymaniye ve Hewlêr'e gitme kararınızı bizlerle paylaşır mısınız?    Almanya'da da siyasetle uğraşıyorum. Hayatımı da ideolojime göre yaşamaya çalışıyorum.  Sorunları, kapitalist ataerkilliğin halka nelere mal olduğunu daha iyi anlamak, analiz etmek ve buna çözüm bulmak için feminist, demokratik ve toplumsal konularda bir taban örgütü olarak çalışıyoruz. Öğretmen olmak için Almanca eğitimi alırken Almanca derslerine odaklandığımda, Kürt sorunu hakkında bilgi sahibi oldum. Kasabamdaki Kürtler en büyük göçmen topluluğu, bu yüzden dillerini en azından biraz tanımak istedim. Bu yüzden ilk kez Kürdistan'a gittim. İnsanları, hikayelerini ve on yıllardır yaşadıklarını öğrenmek ve dinlemek beni çok derinden etkiledi. Bu deneyimlerden beri, barışçıl ve onurlu bir çözüm bulmayı desteklemek için kendimi dahil etmeye çalışıyorum.   Şu anda Türk devletinin Kürdistan'a karşı savaşı ve Erdoğan'ın Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden inşa etme tehdidi bizi çok endişelendiriyor. Ayrıca uluslararası devletler açısından baktığımız zaman buna karşı bir tavır ya da sonuç yok, sessizlikten başka bir şey yok. Ve son olarak, Türk askeri saldırılarına yönelik farklı Kürt grupları arasındaki gerilimlerden, Kürtler arası bir savaş yaratmaya yönelik bariz sömürgeci iradenin varlığı bize huzur vermedi. Bir şeyler yapmak zorundaydık. Böylece Güney Kürdistan'daki tüm farklı parti, grup, kurum ve inisiyatiflerle konuşulması gereken bir barış delegasyonu oluşturmak, bir yandan farklı bakış açılarını bir araya getirerek diyalog sürecini desteklemek ve onları dinlemelerini sağlamak için inisiyatif alındı. Diğer yandan da küresel kamuoyunu Kürdistan'da olup bitenlerden haberdar etmek istedik. Daha fazla savaşı, daha fazla çevre katliamını ve daha fazla baskıyı önlemek, Hewlêr ve Süleymaniye'ye gitmek istememe neden oldu.   Gidişinizden önce Almanya'da da bazı engellemelerle karşılaştınız. Almanya'nın sizlerin Kürdistan'a gitmenizle ne gibi bir sorunu vardı. Neler oldu anlatır mısınız?   Bir tek Almanya'dan değil diğer Avrupa ülkelerinden gelenler de benzer sorunlar yaşadı. Hewlêr'e inince sınır dışı edilenler oldu. Barış için çaba sarf edenlere sert bir tavır alan tek ülke Almanya değilse de Almanya özelinde bazı spesifik durumlar söz konusu oldu. Almanya ve İsviçre'den yola çıkan çok sayıda heyet üyesi Düseldorf'taki havaalanında durduruldu ve çıkışları engellendi. Barış için yola çıkan bu STK üyelerinin engellenmesi bir skandaldır. Aralarında aynı deneyimi yaşayan bazı seçilmiş siyasi temsilciler de vardı. Hatta bu hususun anayasa hukuku kapsamında incelenmesi gerekir. Ve başka birçok baskı vardı. Örneğin, hafta sonu yaklaşık 40 kişi Erbil'deki transit bölgede, su dahi verilmeksizin son derece zor koşullarda gözaltında tutuldu. Bütün bunlar Alman devleti ve Türkiye arasındaki ilişkiyle ilgili. Doğrusunu söylemek gerekirse bunu anlatmaktan usandım ama bu ilişkilenmenin sonuçlarını ve kanıtlarını alt alta dizsek buradan Kürdistan'a yol olur. Bu iki ülke arasında bir 'dostluk' ve güçlü bir bağlılık var.  Alman hükümetinin Avrupa ile Ortadoğu arasındaki kapı olan Türkiye'de çeşitli ekonomik ve jeo-stratejik çıkarları var. Bu çıkarlar açıkça Alman vatandaşlarının haklarından çok daha ağır basıyor. Yani, Faşist Erdoğan'ın barışçıl bir çözüme asla niyeti yok. Çünkü barışçıl bir çözüm onun başka ülkeleri istila planlarını sekteye uğratır. Alman hükümeti bu ilişkiyi zedelememek için uluslararası hukuku ve insan haklarını yok saymakta beis görmüyor. Bunun dışında, Alman hükümetinin de Orta Doğu'da barış gibi bir hedefi yok. Özellikle de Kürdistan'da. Çünkü zayıf bir ortak kendi çıkarlarını ve müzakere pozisyonunu güçlendirecektir.    Engellemeleri aşabilen bir kısmınız Kürdistan'a gidebildi. KDP'nin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?    Süleymaniye, Hewlêr ve hatta Irak Hükümetlerinin ayrı ayrı tavırları vardı, birbirlerine benzemiyordu. Hewlêr'de yaşadıklarımızı siz de takip ettiniz. Hareket alanımız daraltıldı, insanlarla buluşmamız, konuşmamız, engellenmeye çalışıldı. Hewlêr KDP tarafından yönetiliyor. Yüksek ve sert bir tonda yönetiliyor demek yanlış olmaz. Barış ve özgürlükten yana değiller demek de yanlış olmaz. Bu durum Süleymaniye'de farklıydı. Irak hükümetindeki KDP milletvekilleri için de aynı şey geçerli. Bizle aynı endişeleri taşıdıklarını söylediler ve ortak bir basın açıklamasıyla bunu halka da ilan ettiler.      Bazıları, dünyanın her ülkesindeki Kürtleri takip ettiği için Erdoğan'ın durumunun Saddam'dan bile daha kötü olduğunu söyledi.   Bölgede çok sayıda siyasi parti, kurum ve kişiyle görüştünüz. Bize biraz detay verebilir misiniz?    Türk devletinin savaşının tüm Kürtlere yönelik olduğuna ve 1990'ların travmatik bir olayı olan bir başka Kürtler içi savaşı asla görmek istemeyeceklerine derinden inanıyorlar. Dahası, KDP içinde bazı konularda fikir ayrılıklarının görülmesini bir tehlike olarak görüyorlar. Hatta bazıları, dünyanın her ülkesindeki Kürtleri takip ettiği için Erdoğan'ın durumunun Saddam'dan bile daha kötü olduğunu söyledi. İnsanların farklı bakış açıları veya odakları vardı. Bölgedeki büyük çevre katliamından bahsettiler. Nehirlerin kurutulmasından, ormanlık alanların talanından ve bunun sonucunda binlerce insanın yerlerinden edilmesinden bahsettiler. Bunun sorumluluğunun üçte biri İran devletine, üçte ikisi de Türk devletine aittir. Konuştuğumuz insanların pek çoğu Türk devletinin 'terörle mücadele' gibi bir misyonu olmadığını, aksine sivilleri öldürüp mültecileri bombaladığını ve buna karşı halkın birlik içinde olmasının çok önemli olduğunun altını çiziyordu. Bazıları gerillanın şu anda direnen ve savunan tek güç olduğunu söyledi. Ayrıca nüfusun, büyük resmi görmemek ve ayağa kalkmamak için günlük yaşam/hayatta kalma sorunlarıyla sistemli bir şekilde meşgul edildiği de söylendi. İnsanların ses çıkarması su, elektrik ve maaşlarının ödenmesi gibi günlük ihtiyaçlarının tehlikeye girmesi anlamına geliyor. Yolsuzluk, demokrasinin yokluğu veya kadınların durumu, kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet gibi daha birçok konu var. Hem toplumsal cinsiyet hem de ekolojik konularda bazı kampanyalar sunuldu. Ama gerçekten, şunu tekrar söylemeliyim, hepsi bu savaşı bitirmek istiyor.    Orada kadınlarla görüşmeler yaptınız mı. Size neler anlattılar. Kürtler arasında olası bir savaşta kendilerini nerede konumlandırıyorlar?   Evet, bizimle görüşen delegeler arasında çoğunlukla kadınlar vardı ve özellikle erkeksiz toplantılarımız da oldu. Bu bizim olmazsa olmazımızdır zaten. Bu yola barış hedefiyle çıktık ve kadınların dahil olduğu barış süreçlerinin kalıcılığının ve başarısının daha çok olduğu da istatistiksel olarak kanıtlanmış bir gerçektir. Kadınsız barış olmaz. Sokaklarda, protestolarda, mahallede yeni tanıştığımız kadınlarla da konuştuk tabii. Bu konuda çok kararlılardı. Türk işgalini durdurun, bu savaşı bitirin. Kürtleri öldürmeyi bırakın. Dünya çapındaki tüm kadınların acı çekmedeki ortak payını gündeme getirdiler. Aynı zamanda bunu, bizi eşit derecede etkilemeyen kendi somut durumlarıyla ilişkilendirdiler. Aramızdan bazı arkadaşlar Barış Anneleriyle tanışma fırsatı buldu. Burada çocukları farklı çatışan taraflara mensup anneler birlikte örgütleniyor. Amaçları son derece net, kardeş kavgası istemiyorlar. Savaş istemiyorlar. Ama maalesef resmi makamlar kadar ilgi görmüyor talepleri. Sesleri onlar kadar duyulmuyor. Barış Annelerini destekleme ve onlarla beraber yol alma kararı aldık. Barış Anneleri de çatışmayı çözmek ve savaşı bitirmek için görüşmelere dahil olma taleplerini bize iletti. Sadece bir kadın olarak acıyı değil, bir annenin acısını ve endişesini de paylaşıyorlar ve bunun getirdiği sorumluluğun bilinciyle gururlu ve özgüvenli bir tavır sergiliyorlar.    Mahmur Mülteci Kampı, Kandil’de canlı kalkan yapan Kandilliler, Şengal ve boşaltılan köylere gitmeye çalıştınız. Oradaki engellemeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?    Bu 'yapmaya çalışılıp yapılamayanlar' listesine eklenmesi gereken bir durum. Sizin de bahsettiğiniz adı geçen yerler ve kişilerle, büyük resim ile ilgili bir izlenim edinebilmek için görüşebilmemiz gerekiyordu. Çünkü mevcut istiladan en çok etkilenen kesimler bunlar. Bütün bu görüşmeleri yapmamız engellendi. Bu konuda Shanaz İbrahim'in bir sözünü alıntılayacağım. Bize, 'Siz gerçeği bulma heyetisiniz. Belki bizler size doğruyu söylemeyeceğiz. Belki tüm yapmak istediğimiz söylenmek ve bir şeyleri saklamak. Bu yüzden herkesle konuşmak zorundasınız. Gitmenize izin vermeleri gerekiyordu.' Bunu takiben şunu söylemeliyim ki; bizlerin gerçeğe ulaşma çabası engellendi. Gerçeğe ulaşmamızı istemediler. Kandil'de barış görüşmeleri yapmamızın alenen istendi fakat bu görüşmelerden caydırıldık. Türk SİHA'larının kesintisiz tacizi de durumu daha da komplike hale getirdi. Bütün bu yıkım, ormansızlaşma, bombaların açtığı kraterler, sakatlanmış insanlar, bombalanan mülteci kampları, boşaltılmış köyler, hayatında yanlış tek bir şey bile yapmamış çocuğun gözlerindeki korku, annelerin gözündeki acı, tüm bu görüntüler ve hikayeler söylenebilecek onca şeyi dünyaya iletmemiz engellenmeye çalışıldı. Çünkü bu trajediye dünyanın bir cevap vermesi gerekecekti. Ve Kürdistan'daki ve dünyanın dört bir yanındaki halklardan gelecek bu ortak yanıt, savaşa ve kendi hükümetlerinin sessizliğine karşı güçlü bir pozisyon almak bir ittifak kurmak, kapitalist Ataerkillik sistem için bir tehdit olacaktı.     Belki de KDP, Türk hükümetiyle her şeyi çoktan halletmiştir. Bizler, yerel halkın bu konu hakkında söyledikleri her şeyi paylaşıyoruz ve altına imzamızı atıyoruz. Yerel halk, KDP'nin ihanet içinde olduğunu tekrar tekrar söyledi.    Türkiye'nin operasyonlarını ve KDP'nin tutumuna dair halkın bakışı nasıl?   Daha önce de söylediğim gibi KDP'nin kendi adına tek bir laf ettiğini görmedim. Bunu büyük bir tuzak olarak değerlendirdiğimizi, bu kendi adına konuşamama halinin Türk devleti ve ordusunun Kürt bölgelerinin sakinlerine ve doğasına yönelik saldırganlığıyla ilgili olduğunu kesinlikle söyleyebilirim. Buradan bir sorun, hatta Kürtler arasında silahlı bir çatışma devşirmek çok büyük bir tuzak ve Orta Doğu'nun geleceği ve barışı için çok büyük bir tehlikedir. Tüm Kürtleri buna karşı uyarmak ve onları diyalogu sürdürmeye davet etmek bizim en acil kaygımızdır. Siyasi bir çözüm bulunmalı ve dış tehdide karşı birlikte durmalıyız. Ne yazık ki, ekonominin ya da güç çıkarlarının insanların yaşamlarından daha önemli olduğunu görüyoruz. Belki de KDP, Türk hükümetiyle her şeyi çoktan halletmiştir. Bizler, yerel halkın bu konu hakkında söyledikleri her şeyi paylaşıyoruz ve altına imzamızı atıyoruz. Yerel halk, KDP'nin ihanet içinde olduğunu tekrar tekrar söyledi.   Almanya'ya iniş yapar yapmaz uçağın kapısında gözaltına alındınız. Nedeni neydi, neyle suçlandınız ve tavırları nasıldı. Almanya'nın bu tavrının arkasında yatan nedir?   Her birimiz benzer ama birbirinden farklı sebeplerle gözaltına alındık. Kimimiz PKK eylemlerine katılmakla suçlandı, kimimiz bu eylemlere katılmakla suçlananlarla beraber seyahat etmiş olmakla. Bu durum bile kendi başına ne kadar ipe sapa gelmez gerekçeler bulduklarını ve heyetimizle ilgili zerre kadar araştırma yapmadıklarını gösteriyor zaten. Orada bulunduğumuz iki hafta boyunca attığımız her adımı yayınladık. Gazetecilerle, sizlerle defalarca konuşup neler yapıyor olduğumuzu anlattık. Gizli bir şey yapmadık. Dolayısıyla bize sorulan bu sorulara en basit şekilde saçma diyebilirim. Almanya'dan çıkışımızın engellenmeye çalışıldığı zaman da bize gösterilen gerekçe 'Alman vatandaşlarının çatışmaya müdahil olmasının Türkiye ile ilişkileri' daha fazla olumsuz yönde gereceğiydi. Yani bunu saklamaya bile çalışmadılar. Açık açık diyorlar ki barış ve çözüm hakkında çalışmalar yürütmek Türkiye hükümeti ve Almanya hükümeti arasındaki ilişkiyi tehlikeye atar. Yani bilemiyorum, bunu analiz etmek yorumlamak gereksiz. Açık açık Türkiye'yle ilişkiler gerilmesin diye barıştan bahsetmek yasaktır dendi bize. Elbette ki bize karşı alınan bu 'önlem'lerin yasal bir zeminde yer alıp almadığını kontrol edeceğiz. Zaten bu durum bizi gözaltında tuttukları onca saat boyunca siyasi ve federal polis yetkilileri tarafından da pek çözülmüşe benzemiyordu. Bizi tekrar tekrar ve teker teker, bir yerden başka bir yere götürüp beklettiler. Herkes tek başına tutuldu tüm bu süreçte. Herhalde bu taktikle aramızdan birinin 'çözülüp' diğerlerini suçlamasını kriminalize etmesini bekliyorlardı. Her birimizin el bagajları arandı ve ardından 'sorgu'ya alındık. İstisnasız hepimiz federal polise ifade vermeyi reddettik. Bunun üzerine, bildiğim kadarıyla, bu konuda kimseye başka soru sorulmadı. Çeşitli tedbirlere itiraz ettik. Bildiğimiz kadarıyla, veri taşıyıcılarının cihazları açılmaya çalışılmadı. El konulmaya da çalışılmadı. Federal polis temel ihtiyaçlarımızın karşılanması konusunda herhangi bir teklifte bulunmadı. Orada olduğumuz sürece su içmedik. Ancak kendimiz sorduğumuz zaman tuvaleti kullanmamıza izin verildi ama başımıza bir polis koydular. Erdoğan ile birden fazla anlaşma olduğunu düşünüyorum. Aralarında pek çok konu ve ilgi alanı var: 'mülteciler, Türkiye'nin jeo-stratejik konumu, tarihi ittifaklar, NATO-ortaklığı, silah ticareti, göç tarihi, Orta Doğu'da denge ve etki, Asya ve Rusya ile güç dengesi ve daha birçok nokta.' Erdoğan'ın faşist fikirleri sayesinde Kürtlere yönelik baskı ve yıkımlar giderek artıyor. Kürt sorunu giderek onun her fırsatta çektiği bir oyun kağıdına dönüşüyor.   Bundan sonra bölgedeki gelişmelere dair neler yapacaksınız. İnisiyatif olarak Türkiye'nin operasyonları ve KDP'nin savaş çığırtkanlığına ilişkin ne gibi bir planlamanız var?   Türk işgaline karşı Kürdistan'ı Savun İnisiyatifi olarak çeşitli şekillerde çalışmaya devam edeceğiz. Kendi ülkelerimizin her yerinde, yaşadığımız her yerde protesto gösterilere yapacak, ilgili kişi ve kuruluşların sayısını arttırarak inisiyatif genişletecek ve daha büyük bir hale getireceğiz. Girişim bize güçlü birliğimizi gösterme ve kendimizi bu saldırganlığa karşı büyük bir ittifak olarak gösterme şansı veriyor. Avrupa'nın sessizliğini bozmaya devam edeceğiz. Basınla ve halkla ilişkilerimizi sürdüreceğiz. Milletvekillerinden harekete geçmelerini aralıksız talep edecek, BM ve benzeri kurumlarla temasa geçeceğiz. Ziyaretimiz süresince kurduğumuz ilişki ve temasları sürdüreceğiz ve bu vesileyle Türk işgaline karşı KDP de dahil olmak üzere ortak bir çizgi bulmanın mümkün olacağını derinden ümit etmeye devam edeceğiz.   MA / Müjdat Can - Gözde Çağrı Özköse