14 Temmuz'un tanığı: Teslimiyet zincirini parçaladı 2021-07-13 09:00:57 MARDİN - Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde işkenceye karşı başlatılan 14 Temmuz ölüm orucu eylemlerini “Gönüllere büyük bir umut ekti” diye tanımlayan dönemin tanığı yazar Mahmut Barık, “14 Temmuz teslimiyet zincirini parçaladı” dedi. İşkence ve insanlık dışı muamelenin akıl almaz her boyutu 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası yaşandı. Karakollar ve cezaevleri, işkencehanelere dönüştürüldü. Binlerce insan işkence tezgahlarından geçirildi, yüzlerce insan yaşamını yitirdi. Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi, işkencenin adeta merkez üssüydü. Diyarbakır Cezaevi, sadece işkenceyle değil, direnişiyle de nam saldı. Ağır işkencelere karşı büyük direnişler sergilendi. Sonunda işkenceciler kaybetti, direniş kazandı.    Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran’ın tutukluların iradesini teslim almaya dönük işkence uygulamalarına karşı 21 Mart 1982’de PKK’nin öncü kadrolarından Mazlum Doğan’ın bedenini üç kibrit çöpüyle Newroz ateşine dönüştürmesi dönüm noktası oldu. Mazlum Doğan’ı 18 Mayıs 1982’de “Bizler Mazlum’un ardıllarıyız” diyerek, isimlerini tarihe “Dörtler” olarak yazdıran Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık ve Mahmut Zengin’in bedenlerini ateşe vererek, gerçekleştirdikleri eylem izledi. Tutukluların işkence ve hak ihlallerine karşı eylemlerinin bir sonraki aşaması 14 Temmuz 1982’de başlattıkları ölüm orucu oldu. PKK’nin öncü kadrolarından Mehmet Hayri Durmuş’un mahkeme salonunda dile getirdiği tarihi sözlerle başlatmış olduğu ölüm orucuna Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz da dahil oldu. Ölüm orucunun 53’üncü gününde Kemal Pir, 61’inci gününde Hayri Durmuş, 63’üncü gününde Akif Yılmaz ve 65’inci gününde ise Ali Çiçek hayatını kaybetti.   TESLİM ALMAYA ÇALIŞTILAR   1980 askeri darbesiyle birlikte gözaltına alınan ve 63 gün boyunca gözaltında işkence gördükten sonra Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’ne konulan dönemin tanıklarından yazar Mahmut Barık, cezaevine girdiğinde henüz 18 yaşındaydı. 12 Eylül askeri darbesine giden süreci “Sessiz bir fırtına” olarak değerlendiren Barık, “Yaşamın her alanında bir fırtına yarattılar. Yaşananları sözle anlatmak mümkün değil” dedi. İşkenceleri anlatan Barık, Filistin askısı, elektrik, dışkı yedirme ve daha birçok işkence yönteminin uygulandığını dile getirerek, “Yemek yoktu, su yoktu. Her gün ama her gün darp, işkence, sorgu ve akşama kadar bağrışmalar. Yine her gün akşama kadar o bağrışmaları dinletiyorlardı. Psikolojimiz de bozulmuştu. İşkenceyle tutsakların fikirlerinden vazgeçmelerini, pişman olduklarını söylemelerini istiyorlardı. Teslim almaya çalışıyorlardı. 12 Eylül büyük bir vahşetti” diye konuştu.    UMUDU KIRMAK İSTEDİLER   İşkenceye karşı direniş gösterenler ile teslim olanların iki gruba ayrıldığını belirten yazar Barık, 5 Nolu Cezaevi’ndeki ilk direnişin 8 gün süren açlık grevi olduğunu hatırlatarak, “Etrafımız kuşatılmıştı. Umudumuzu kırmak istiyorlardı. Ondan sonra Esat Oktay geldi” dedi. Kendilerinin 8 günlük eyleminin ardından teslim olduklarını ve “Biz Türk’üz” demeyi kabul ettiklerini belirten Barık, teslim olduktan sonra taleplerin bitmediğini dile getirdi. Barık, o günleri şöyle anlattı: “Bir türlü taleplerinin sonu gelmedi. Türk olduğumuzu söyledik. Dua okumamızı istediler, okuduk. ‘Ne mutlu Türküm diyene’ dedirttiler, onu söyledik. ‘Bir Türk dünyaya bedeldir’ dedirttiler, onu söyledik. Andımızı okuttular, İstiklal Marşı’nı okuttular. Önce iki kıta sonra 10 kıta okuttular. Ondan sonra marşları okuttular. Bir marş oldu 15 marş. Talepleri bitmek bilmedi. Direniş 35 Nolu koğuşta kaldı. Sonra onlar da teslim oldu. O nedenle 5 Nolu’nun o dönemine biz ‘teslimiyet dönemi’ dedik. Nefes aldırmıyorlardı, koku almana izin yoktu. Dayak, marş eğitim her gün böyle.”    DÖRTLER KORKUYU KIRDI    1982 yılında Mazlum Doğan’ın eyleminin ardından Dörtler’in eylemini kendisinin de olduğu 33’üncü koğuşta gerçekleştirdiklerini belirten Mahmut Barık, Dörtler’in eyleminin ardından cezaevi idaresinin korktuğunu ifade etti. Dörtler’in eyleminin bir dönüm noktası olduğunu kaydeden Barık, “Bu eylem tutukluların yüreğindeki korkuyu kırdı. İnsanlar teslimiyetten umut beklemeyeceklerini anladı. Teslimiyetin sonunun gelmediğini fark ettik. Anladık ki; yaşamak direnmektir. İkincisi de o korkuyu kırdı. Bu korku bizi esir almıştı. Dörtler’in eylemi bu zinciri ve halkayı kırdı” diye konuştu.   ZİNCİRLERİ PARÇALADI   Mehmet Hayri Durmuş’un açıklamasıyla 14 Temmuz ölüm orucu eyleminin başladığını kaydeden Barık, eylemin dalga dalga yayıldığını dile getirdi. Cezaevi idaresinin eylemin yayılmasını engellemeye çalıştığını kaydeden Barık, “Nasıl Dörtler bazı halkaları kırdı, 14 Temmuz da teslimiyet zincirini parçaladı. 15 Eylül’de herkes katıldı. İlk defa kalabalık bir eylem gerçekleşti. Dörtler’in eylemi 4 kişiyle sınırlı kaldı ama 14 Temmuz her tarafa yayıldı. Gönüllere büyük bir umut ekti. Yapabileceğimizi, başarabileceğimizi anladık” dedi. Tutukluların kararlı bir direniş sergilediğini ve sloganlar atmaya başladıkları bir dönem yaşadıklarını belirten Barık, “5 bin insan ölümü göze almıştı. Gardiyanlara ‘Gelin ulan gelin’ diyorlardı artık. Herkes, ölüm var zaten, o zaman direnerek ölelim diyordu” ifadelerini kullandı.   SİSTEMİN RUHU DEĞİŞMİYOR   Zulmün devam ettiğini ve sistemin ruhunun değişmediğini vurgulayan yazar Mahmut Barık, şunları söyledi: “Sömürgecilik anlayışı devam ediyor. Bireysellik insanın ruhunda olduğu zaman bunu değiştirmek mümkün değildir. Dışarıda değişmiyor bu. Kim gücü ele geçiriyorsa; doğru da o oluyor, hak da, adalet de mahkeme de, her şey o oluyor. Sen zayıf olduğunda hiçbir anlam ifade etmiyorsun. Güçlü olman gerekli. Adalet Bakanı bugün çıkmış, bin tane hakim alacaklarını, adaletten şaşmayacaklarını söylüyor. Yahu ne adaleti? Senin yetiştirdiğin hakim neye göre adalet dağıtacak? Senin sözlerine göre, senin kanunlarına göre adalet dağıtacak. Bir zenginin bir lokmasını alıp, bir yoksula verebilir mi? Veremez. Hukuk güçlüyü savunmaktır!”   MA / Ahmet Kanbal