‘Ölüye saygısızlık devlet politikasıdır’ 2021-08-22 21:03:30       ANKARA - Ölüye Saygı ve Adalet Paneli’nde konuşmacılar, dünyanın yaşadığı ölüye saygısızlığın bir devlet politikası olduğuna vurgu yaptı.    Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi, “Basında Ölülere Yönelik Şiddetin Yeri” sloganıyla Ölüye Saygı ve Adalet Panelleri’nin 4'üncüsünü çevrimiçi olarak düzenledi. Panelin moderatörlüğünü Yeni Yaşam Gazetesi yazarı Hüseyin Aykol yaptı. Bianet Proje Danışmanı Nadire Mater, Jinnews editörü Ayşe Güney, Gazete Duvar Genel Yayın Yönetmeni Ali Duran Topuz ve yönetmen Veysi Altay konuşmacı olarak katıldı.   Nadire Mater,  gazetecilere yönelik, “Hiç ölüm haberi yaptınız mı? En son ölüm haberi ne zaman yaptınız? Haber kimin hakkındaydı? Haber kişilerin yakınları tarafından nasıl karşılandı?” sorularını yönelterek konuşmasına başladı. Mater, medyanın şiddeti görünmez kıldığını, kışkırttığını ve yeniden ürettiğini belirterek, “Ana akım medya bunu zaten yaparken, kendisine muhalif diyen medyayı da çok ayrı tutacağımız söylenmez. Ana akım medyanın cinsiyetçi, milliyetçi, militarist ve şiddet sever özelliklerinin de sadece ana akım medyaya dair olmadığını tekrarlamak istiyorum. Durum öyle değilse neden ‘ölüye saygı’ diye bir başlık açtık?” ifadelerini kullandı.   MEDYA-İKTİDAR İLİŞKİSİ   Mater, geçmişe dönük bazı haber başlıklarını okuyarak şu ifadeleri kullandı: “1 Mart 2015 tarihi çok özel bir tarih Türkiye tarihinde. 28 Şubat 2015 tarihinde Dolmabahçe Mutabakatı yapılmıştı. Ve bu toplantının ertesi günü 3 gazeteden şu başlıklar verilmişti. ‘Sabah gazetesi: Şimdi barış zamanı. Yeni Şafak: Silahlara veda çağrısı, Milliyet: PKK’ye silah bırak çağrısı.’ Aralık 2015’de ise aynı gazetelerin başlıkları şu şekildeydi ‘O hendeklerde yok olacaklar’ üç gazete de aynı başlık kullanmıştı. Sadece 10 ay içinde medyada iktidarla birlikte pozisyonunu değiştiriyor.”   KUTUPLAŞMA   Ankara, Suruç ve Diyarbakır katliamlarını hatırlatan Mater, medyanın giderek daha da kutuplaştığını söyledi. Mater, medyaya aynı orantıda toplumun da kutuplaştığına dikkati çekerek, “Haber dili ve perspektif medya sahiplerinin, temsilcilerinin ve iktidarın pozisyonlarına göre kurulamaz. Böyle olunca 10 ayda barış yanlılığından savaş yanlılığına evirilmek dakikalık bir iş olabiliyor. Oysa haberin dili ayrıştırmaz, kışkırtmaz, kutuplaştırmaz ve nefret içermez. Haber yaş cinsiyet, ırk, din, dil, inan ve inançsızlık gibi araçlara neden olmamalıdır” dedi. Mater, ana akım medyanın savaş, gerilim ve çatışmalar karşısında taraflı davrandığını söyleyerek, “Medya, siyasi ve askeri otoritelerin deyimleriyle kaç hedefin bombalanıp kaç kişinin ölü olarak ele geçirildiğinden ibaren anlatısıyla savaş körükleyiciliği yapıyor” diye ekledi.   KADIN BAKIŞI   Jinnews editörü Ayşe Güney, ölülere yönelik şiddeti kadın eksenli ele alarak, kadınların hem savaş hem devlet tarafından şiddet ve katliamlara uğradığını vurguladı. Kadın katliamları ile ilgili yapılan haberlerde, kadınlar öldükten sonra tüm özel hayatlarının ortaya serildiğinin altını çizen Güney, “Bunu biz de yaptığımızı istemsiz yaptığımızı fark ettik. Çok fazla üstünde düşünmediğimizi aslında çok daha hassas bir konu olduğunu fark ettik. Bunlar çok önemli meseleler” dedi.   KADINA SALDIRI   Güney, erkek ve devlet şiddeti ile karşı karşıya olunan bir dönemde kadınların ganimet olarak görüldüğünü söyleyerek, “ Afganistan’da şu anda Taliban bir rejim oluşturmaya çalışıyor kendince ve bunu kadınların hakları üzerinden yapmaya çalışıyor. Her devlet her iktidar ilk anda kadına saldırıyor. Biz hem erkeğin ev içinde gördüğümüz şiddet hem de dışarıda kamusal alanda devletten gördüğümüz şiddetin kaynağının ortak kaynağı olduğunu biliyoruz. Evde şiddet gördüğümüz erkek de zeminini iktidardan alıyor. Devlet darp eden kadını savunmuyor, yargı devleti koruyor. Devlet hem şiddeti arttırıyor hem de kadın katliamlarının zeminini oluşturuyor ve bunun için sarf ediyor. Bu daha çok artarak yaşanıyor” ifadelerini kullandı.   MEDYADA ŞİDDET MEKANİZMASI   Kadınların ev içine hapsedilmek istendiğini ve “makul kadın” zihniyeti ile karşı karşıya olduğunu belirten Güney, “Kadınlar elbette buna rest çekiyor. Bu yaklaşım devletin esas zihniyetini oluşturuyor. Bu politika devletin gerçek politikası ve bunu kurumsallaştırmaya çalışıyor. Erkek de bu politikadan kendisine düşen payı alarak bu politikaya hizmet ediyor. Yargı cezasızlık politikası uyguluyor. Medya da başka bir mekanizması oluyor. Medyada hiçbir dil, söylem, görüntü öylesine ve sıradan verilmiyor. Hepsi özel savaş politikasının parçası. O yüzden de medya burada temel bir güç olarak oynuyor. Bazı savaşlar medya üzerinden bile kazanılıyor. Bugün dijital medyada yayınlanan haberler, ajansların gazetelerin yaptığı haberler. Her yerde bu mekanizmalar ürüyor” diye konuştu.     ÖLÜYE SAYGISIZLIK   Güney, kadın ajansının çok önemli bir kazanım olduğunu ifade ederek, “Karma kurumlarda da kadın arkadaşlarımız bunun için çabalıyor. Kadınlar büyük mücadeleler veriyor, cesurca tepkiler koyabiliyor. Çünkü arkalarında güçlenen bir kadın mücadelesi var. Biz de kadın mücadelesinin bir parçası olarak dilin değişim ve dönüşümünü esas alıyoruz. Ölü bedenlere saygıyı göstermeliyiz. O insanın onuru ölü bedenlerinde de devam ediyor. Kadınlara yönelik işliyor bu. Kürt kadınlarının ve aslında tüm dünyanın yaşadığı bu ölüye saygısızlık bir devlet politikası. Bunun karşısında olmak gerekiyor” diye ekledi.   ‘İNSANLIK SÜRÜKLENİYOR’   Gazete Duvar’dan Ali Duran Topuz, konuyla ilgili hukuki bilgi vererek, ölenler üzerinden şiddetin teşhir ve tehdit edildiğini belirterek "Şahit olduğumuz meseleler bildiğimiz düşmanlık hukuku çerçevesinde açıklanabilir değil, daha ilerisine geçen daha geniş bir saldırganlığın ve kötülüğün işareti" ifadelerini kullandı.    Topuz, 10 Aralık 1993 tarihli Özgür Gündem'in "İnsanlık Sürükleniyor" manşetini ve 3 Ekim 2015 Şırnak'ta Hacı Lokman Birlik'in katledilmesinden sonra fotoğrafının yayınlanmasını hatırlattı. Özgür Gündem'in manşetle ciddi bir gündem yarattığını belirten Topuz, dönemin medyasının o görüntülerin haber yapılmasını istemediği gibi o görüntülere de karşı olmadığını söyledi. Topuz, kendine muhalif diyen kesimin de dahil bu haberleri yapan gazetecilerin gazeteci olarak görmediğini belirtti.     Topuz konuşmasının devamında şu ifadeleri kullandı "2016 darbesinden önce olmak üzere tepkileri dile getirmek mümkündü. Fotoğrafın sosyal medyaya düşmesinin ardından eleştiriler geldi. Hacı Lokman Birlik'in çatışmadığı ölmediği, yaralı yakalandığını, yakından kurşun sıkılarak öldürüldüğü, canlı alındığı yönünde tanıklar vardı. Ama mesele buraya dönmedi, yargısız infaz durumundan bahsedilmedi. 90'lı yıllarda da böyleydi. Meselenin sadece talimatla bağlantılı olmadığına dair özel bir durumu ortaya çıkarıyor. Hükümetin daha sonra Hacı Lokman Birlik'in fotoğraflarını çeken ve yayınlayan kişiler hakkında "güvenlik güçlerine zarar veriyor" iddiasıyla soruşturma başlattığını ve Hürriyet gazetesinin Birlik hakkında "örgüt üyesi" olarak haber yaptığına dikkat çeken Topuz, "Darbeden sonra 'hainler mezarlığı' uygulaması ortaya çıktı. Hain diye bir kategori yarattığınızda hukuk dışı bir kavram yaratıyorsunuz ve bunlar hukuk dışında tutuluyor. Hainler Mezarlığı, FETÖ üzerinden çıktı ama bilinmeyen yerlere gömülme ve atma."   HAİNLER MEZARLIĞI   Darbeden sonra yapılan “Hainler Mezarlığı” uygulamasına da dikkat çeken Topuz, “1990’lı yıllarda Kürdistan’da bilinmeyen yerlere gömülme ve atma çok yaygın bir durumdu. Bu Hainler Mezarlığına kadar getirdi bizi. İçinde bulunduğumuz siyasal durumun içinde insan ve insan olmayan olarak ayrımı gösteriyor bize. Bir çatışmada öldürülmüş olsa bile, hukuken öldürülmesinde hiçbir sorun olmasa bile ölenin bir insan olarak defnetme, yasını tutmaya ilişkin hakları olmalıdır. Hukuki olan budur”  dedi.   KOÇGİRİ İSYANI   Topuz, 1920’de Koçgiri’de başlayıp 1938’e kadar Dersim’de devam eden Koçgiri İsyanı’nın medyaya nasıl yansıdığına değinerek, “O dönemlerde gayri resmi işlerin medyaya nasıl yansıdığına da bakmamız gerekiyor. Ölülere yönelik tutumun yaşayanlar içinde ayrım olduğunu o dönemin medyasında görebiliriz. Zehirli gaz kullanılması tehlikeli bir suç olmasına bakılmaksızın dönemin manşetlerinde ‘Mağaralarda fareler gibi zehirlendiler’ yazıları bulundu. Ölülerin arkasından hakaretler bu gazetelerde yer edilmiştir. Direnişçilerin kesik başlarının fotoğrafları gururla sergilenmiştir. Yaşayanı insan olarak görmeme meselesidir aslında bu. Bütün ölülere yönelik hakaretler yaşananlar nezdinde sorun yaşatır. Ölü bedenin bir saygınlığı olduğu inancı bütün yaşayanların saygınlığı olduğu inancıdır. Biz biliyoruz ki bu saygı kalanlara yöneliktir. Ölenlere yönelik tehdit ve hakaretler de yaşayanlara yöneliktir. Türkiye medyası devlet çıkarlarını koruma haliyle, doğrudan büyük sermayenin ve devletin organı olması dahilinde ölüye saygısızlığı içinde taşımıştır” diye kaydetti.   SİNEMA BOYUTU   Yönetmen Veysi Altay da Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel geçmişinden bugüne ölüye yönelik saygısızlığın hep var olduğunu belirtti. Altay, son dönemde Türkiye’de çıkan görüntülerin ve fotoğrafların yaygınlaşmasının devletin politikası olduğunu söyleyerek, “ Burada bunun karşısında duran bizler nasıl dil kullanacağız? Bir karşıtın var kendisi korkusunu görüntüyle yaymak istiyor. Biz bunun karşısında ne yapacağız? Onu bilmek gerekiyor” dedi. Türkiye ve Kürdistan’da özellikle görsel ve sinemanın doğru kullanılmadığına dikkati çeken Altay,  “Sinemasal boyutuyla baktığımda Türkiye ve Kürdistan’da çekilen belgesel ve filmlerin bu konuda çok çok ciddi anlamda eksiklikler taşıdığını düşünüyorum. Son dönemlerde yazdığımız bütün senaryolarda büyük problemler var. Her şeyden önce Bizim temel kaygılarımız var. Filmi nereye göndereceğiz? Nasıl tepki alacağız? Soruları üzerinden hikayelerimize ihanet ediyoruz. Biz o kadar fazla ve güçlü hikayemiz varken bu sisteme karşı mücadele eden insanlarımız varken sömürgemizin dili ve hikayesiyle kendimize otosansür uygulayarak sinema yapmayı utanç olarak görmeliyiz” ifadelerini kullandı.   ARŞİVSİZLİK   Altay büyük sorunlardan birinin de arşiv sorunu olduğunu vurgulayarak, “Bir sürü insana rahatça ulaşabiliyoruz. Ama son dönemlerde Kürdistan’da süren 40 yıllık mücadeleyi ele aldığımızda birçok noktada arşivsel olarak görevimizi yerine getiremiyoruz. Bu arşivler 30 yıl sonra veri ve nitelik olacak. Bugün elimizde bütün imkanlar varken bile bunu çok çok fazla yapamıyoruz. Güçlü bir yöntemimiz yok. Teknik malzemelerimiz varken bunu yapamıyoruz” şeklinde konuştu.   TAHRİP EDİLEN MEZARLAR   HDP Milletvekili Hişyar Özyar ise, tahrip edilen mezarlıklara dikkat çekerek, “Bu coğrafya makul görülmeyen kimliklere karşı vahşet yüklemiş. Diriye yapılan şiddetin devamı olarak ölüye şiddet gösterilmiştir. Van’da tahrip edilen mezarlar, Ermeni ve Yahudi mezarlarına yapılanlar, karlar eridikçe ortaya çıkan mülteci-göçmen mezarları bunu göstergesidir” dedi.   Panel soru cevap şeklinde devam etti.