Öcalan: 1 Eylül barış ve çözümün miladı olmalı 2021-08-31 09:01:28 İSTANBUL - PKK Lideri Abdullah Öcalan, 2003'teki deklarasyonla kalıcı barış ve demokratik çözümün yol haritasını açıklayarak, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nün barış, uzlaşma ve çözümün miladı olması çağrısı yapmıştı.   Tarihin en büyük savaşlarından biri olarak kabul edilen İkinci Dünya Savaşı, Nazilerin 1 Eylül 1939'da Polonya'yı işgal etmesiyle başladı. 6 yıl süren savaşta net sayı belli olmamakla birlikte 70 milyonu aşkın insan yaşamını yitirdi. Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı üyeleri, savaşta ölenler ve yaralananları hatırlatmak, çatışmaların önlenmesi ve barışın tesisi için 1 Eylül'ü Dünya Barış Günü olarak ilan etti. Birleşmiş Milletler (BM) ise, 1981 yılında 21 Eylül tarihini Dünya Barış Günü ilan etti. Bu nedenle Dünya Barış Günü dünyanın bazı yerlerinde 1 Eylül'de, bazı yerlerinde ise 21 Eylül'de kutlanıyor.    Savaşın üzerinden 82 yıl geçmesine rağmen dünyadaki çatışmalar, katliamlar ve yıkım son bulmadı. Özellikle savaşın merkezi haline getirilen Orta Doğu ülkeleri bu yıl da 1 Eylül'ü çatışmalar ve krizlerle karşılıyor. Türkiye'de de durum pek farksız değil. Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklı çatışmaların sürdüğü ülkede, halklar bir kez daha kalıcı barış için 1999'dan bu yana İmralı Cezaevi'nde ağır tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan'ı muhatap göstermek için alanlara çıkmaya hazırlanıyor.    Kürt sorununun çözümünde ana aktörü olarak kabul edilen Öcalan da bugüne kadar sayısız kez barış çağrısı yaptı. Ancak Öcalan'ın uzattığı barış eli her seferinde havada bırakıldı. Buna rağmen barış ısrarından vazgeçmeyen Öcalan'ın özellikle 1 Eylül Dünya Barış Günü’ne ilişkin geçmiş dönemlerde yaptığı çağrılar ve değerlendirmeler bugün de geçerliliğini koruyor.     TEMEL MESELE   Öcalan’ın barış çağrılarından birisi, "üçüncü ateşkes" olarak kabul edilen 1 Eylül 1998 tarihinde MED TV'de yaptığı konuşmasıydı. Türkiye’deki bütün sorunların kaynağını tutarlı bir demokrasinin olmamasına bağlayan Öcalan, konuşmasında Kürt sorunu ve insan haklarının demokrasiyle bağlantılı olduğuna işaret etti. Öcalan, devletin demokratikleştirilmesinin ülkenin en temel sorunu olduğuna dikkati çekerek, şunları söyledi: “Cumhuriyeti demokrat bir niteliğe kavuşturmak, yani devleti demokratikleştirmek Türkiye’nin en temel sorunudur. Bütün sağ ve sol çevreler, her gün ‘demokrasi’ diye söyleniyor. Bütün partiler, sivil kuruluşlar demokrasiyi adeta vazgeçilmezcesine tekrarlayıp duruyorlar. Eğer iş sözcük düzeyinde bırakılmak istenmiyorsa, bu konuda cumhuriyetin yetersizlikleri doğru görülmelidir, gerçekçi değerlendirilmelidir… 75 yıldır cumhuriyet kendi halkına demokrasiyi tattırmamıştır. Demokrasiye fazla imkan vermemiştir. Çok üst bir oligarşik çevre dışında hiç kimse demokrasiden bir şey anlamamıştır. Demokrasi sözü çok söylenmiş ama gereği yerine getirilmemiştir. Toplumun payına düşen ise, bir tür demokrasi demagojisi olmuştur. Demokrasiyi bir demagoji sorunu olmaktan çıkarıp, gerçeğine, yani halka dayandırmak şu anda Türkiye’nin en temel meselesidir."   İNKAR   Öcalan, cumhuriyetin kuruluşunda Türkler kadar Kürtlerin de payı olduğuna vurgu yaparak, hareketinin şiddet karşısında bir öz savunma olarak ortaya çıktığını ifade etti. Öcalan, şiddet iddialarına dair ise şunları söyledi: “Çokça eleştirilen şiddet konusuna gelince: Biz bu şiddetin en zorlanan tarafıyız. Müthiş güç dengesizliği ortamında sırf kendini savunmak için, en meşru insan haklarımız, kimliğimiz, kültürümüz için, sırf imha olmaktan kurtulmak için zorunlu bir savunma yöntemini tercih etmişsek, bu BM’nin anayasasında, hatta Türkiye’nin anayasasında da vardır. Buna ‘meşru savunma’ deniliyor. Unutmayalım ki, her şeyimiz inkar ediliyor. İnsanlığımız, ulusal kimliğimiz, insan haklarımız… Peki direnmeseydik de ne yapsaydık? Bu kadar haksızlığı kabul etseydik Türkiye bundan çıkar mı sağlardı? Türkiye halkı, hatta Türk ulusu onur mu kazanırdı? Sanmıyorum. Bir halkın bireysel ve kolektif haklarını, hukukunu reddeden, haksız yere bu kadar çiğneyen, bir halkın kimliğini, adını bile bu kadar çiğneyen bir ulus, bir halk asla mutlu olamaz. Hele hele ağır sorunlarından hiç mi hiç kurtulamaz."     ATEŞKES ÇAĞRISI    Öcalan, bu konuşmasında "demokratik çözüm ve barış taleplerine yanıt verebilmek" için ateşkes de ilan ederek, “Biz yeter diyoruz, bu savaşın bu kadar sürmesine yeter diyoruz. Siyasetin halklarımıza çok daha fazla kazandıracağı, buna şiddetle ihtiyaç duyulduğunu ve neredeyse en temel kördüğümün bu olduğunu bilerek artık bu kilidin açılması gerektiğine inanıyoruz. Ve kilidi de böylece açmak istiyoruz, bu böyle anlaşılmalıdır… Her zaman söylediğim gibi biz Türkiye için demokrasinin, aydınlığın en güçlü bir kuvvetiyiz. Başka hiçbir şeyi kabul etmiyoruz. Biz aynı zamanda Kürt halkı için de aydınlığın ve demokrasinin bir kuvvetiyiz. Şiddete dayalı yöntemler fazla itibar görmemelidir. Nitekim şiddet doruğa kadar uygulandı, sonuç alınamadı. Bu yöntemlere fazla itibar etmemek gerekir” çağrısı yaptı.    BARIŞ ELİ    Öcalan, söz konusu konuşmasında ilan edilen ateşkes ve barış çağrısının karşılık bulmaması üzerine 12 Eylül 1998’de yeni bir açıklama yaptı. Öcalan, uzattıkları barış elinin halen havada bırakıldığını belirterek, "1 Eylül Dünya Barış Günü dolayısıyla uzattığımız barış elinin Türk egemenlerinin doğru anlamasını ve çok iddia ettikleri kardeşçe bir karşılık vermelerini istedik. Çok güçlü olduğumuz için savaşmıyoruz ya da çok zayıf olduğumuz için barış çağrısı yapmıyoruz. Özellikle bu çok doğru anlaşılmalıdır. Tarihin başlangıcından beri, kesinlikle hiçbir kimsenin aşında, emeğinde, özgürlüğünde gözü olmayan, kendi topraklarında insanlığın beşiği olmaya çalışmış, insanlığı başlatmış, en derin insani duyguları tanıyan bir halk olarak savaşı değil, barışı bilen, insanlığı barıştan ibaret sayan bir halk olduğumuz için barışı tercih ediyoruz. Ve barışın daha insani, daha uygar, herkesin, tüm insanların yararına olacağına inanıyoruz. Sürekli barış dememiz halkımızın bu tarihi ve insani kimliğinden ötürüdür. Başka hiçbir şekilde yanlış anlaşılmamalıdır. Bunu kendi mücadelemizde de açıkça gösterdik ki, bir tek kişi bile doğru savaşıp, halkımıza karşı dayatılan kirli savaşı rahatlıkla yenebilir. Ama halen bizim barış elimiz havadadır. Bu, büyük insanlığımızdan ötürüdür” şeklinde konuştu.    BM’YE ÇAĞRI    Öcalan, 1999 yılında Türkiye’ye getirilerek, İmralı Cezaevi’ne konulduktan sonra da barış için birçok adım attı. Yine barış için başta BM olmak üzere uluslararası birçok kuruma çağrıda bulundu. Öcalan, BM’nin 2000 Zirvesi’ne gönderdiği 1 Eylül mesajında şu ifadelere yer verdi: “İkinci Dünya Savaşı sonrasında BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi temelinde geliştirilen ‘Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’, ‘Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’, yine ‘Avrupa Sosyal Şartı’ gibi belgeler, dünya çapında insan hakları, demokrasi ve barışa gidiş doğrultusunda tarihi anlamı olan belgelerdir. Gerek BM ve Avrupa Topluluğu, gerekse dünyadaki sivil toplum kuruluşlarının çabalarıyla barış, insan hakları ve demokraside ilerleme kaydedilmiştir. Sovyet sisteminin çözülüşüyle bu süreç daha da hızlanmıştır. Bu bağlamda Kürt halkı bu sürecin dışında kalamaz; halkımız dışında kalamayacağı gibi, bu sürecin içine girmiştir. Ortadoğu’nun en eski halkı olan Kürt halkı, gerek uluslararası ve gerekse bölgesel alanda bu anlaşmalardan doğan haklarını -kültürel özgürlük hakkını da içeren Birinci, İkinci ve Üçüncü Kuşak Haklarını- esas alan bir yaklaşımla, yaşamakta olduğu bütün ülkelerdeki devletlerle demokratik bütünlük temelinde, büyük bir yoğunlukla sözü edilen haklarını kazanma mücadelesine girmiştir. 2000’li yıllar bu hakların kazanılması yılları olacaktır. İnsan hakları hukuku, en çok bu haklarından mahrum bırakılan Kürtler için gereklidir. Bu yönlü hukuk savaşımı, dünyanın her yerinde evrensel ilkeler kapsamında büyük bir bilinç ve iradeyle ortaya konulmalıdır.”   10 MADDELİK DEKLARASYON   Öcalan, Kürt sorununun çözümü ve ülkenin demokratikleşmesi için 13 Ağustos 2003’te “Uzlaşma ve Çözüm Deklarasyonu” başlığıyla 10 maddelik çözüm deklarasyonu kamuoyuna sundu. Öcalan, "yol haritası" olarak nitelendirdiği deklarasyonda şu maddelere yer verdi:    "1- Uzlaşma ve çözümün ilk adımı olarak demokratik bir çerçeve sunuyorum. Bu temelde Avrupa Birliği’ne uyum sürecini de önemli buluyorum. Dile getirdiğim demokratik çerçevenin ve diğer önerilerin Avrupa Birliği sürecine de uygun olduğunu düşünüyorum. Bu temelde;   a- Düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmalı, serbest siyaset yapmanın tüm koşulları yaratılmalıdır.   b- Siyasal partiler ve seçim yasası demokratik ölçülere göre yeniden düzenlenmelidir. Özgür ve bağımsız bir seçimin tüm koşulları yaratılmalıdır.   c- Demokratik bir yerel yönetim yasası çıkarılarak, yerel yönetimlerin yetkilere arttırılarak demokrasi geliştirilmelidir.   2- Kürt olgusu demokratikleşmenin temel bir olgusu olarak kabul edilmelidir. Kürt öğesinin demokrasi kapsamına alınması, Kürtlerin demokratikleşmede bir öğe olarak kabul edilmesi anlamına gelir.   3- Cumhuriyetin temel niteliklerine aykırılık teşkil etmenin dışında, Kürtlerin kültürel hakları tanınmalı, kendi kültürlerini özgürce ifade edebilmeliler. Buna tv, radyo, kitap, eğitim hakkı da dahildir. Bu konuda sınırlamaya gidilmemeli, halk ne kadar istiyorsa o kadar kültürel hakları, tv, radyo, basın-yayın, eğitim hakkı verilmelidir.   4- Kürtlerin demokratik ve siyasal hakları yasal ve anayasal güvenceye kavuşturulmalıdır.   5- Köye dönüşlerin güvenli bir şekilde sağlanması için gerekli girişimler yapılmalı, gerekli idari, hukuki, ekonomik ve sosyal tedbirler alınmalıdır.   6- Koruculuk, ekonomik ve sosyal tedbirler alınarak kaldırılmalıdır. Devlet içinde yuvalanmış ve hiçbir kanuni dayanağı bulunmayan gayri meşru güçler, çeteler lağvedilmelidir. Meşru güçler dışında güvenlik gücü kalmamalıdır.   7- Ekonomik çerçeveyi oluşturma açısından köye dönüşlerin sağlanmasıyla birlikte GAP projesi çerçevesinde etkin bir planlama ve destekleme ile bölge ekonomisi için yeni projeler geliştirilmelidir.   8- Toplumsal Barış ve Demokratik Katılım Yasası çıkarılarak dağdakilerin, sürgündekilerin ve cezaevindekilerin yasal ve demokratik sürece katılmaları sağlanmalıdır.   9- Uzlaşma ve diyalog gelişmediği takdirde meşru savunma hakkının kullanılacağı çözümün bir parçası olarak ele alınacaktır.   10- Şu ana kadar yürütülen yanlış politikalardan dolayı devlet Kürtlerden özür dilemelidir.”   ÇÖZÜMÜN VE BARIŞIN MİLADI     Deklarasyonun kalıcı barış ve demokratik çözüm için yol haritası niteliğinde olduğuna vurgu yapan Öcalan, “Hükümet de eğer bu temelde diyalog ve çözüme gelirse karşılıklı olarak barış süreci 2005 yılına kadar gelişir. Bu çözüm paketi kabul gördüğünde ilk olarak iki taraflı net bir ateşkesin gelişmesi sağlanır ve demokratik çözüm yoluna girilir. Hükümet bunu kabul etmeyip imhayla sorunu çözmede ısrar ederse, barış girişimleri reddedilirse, yeni operasyonlar gündemleşirse, yakalanmalar, kaçırmalar olacaksa, 93 benzeri bir süreç başlarsa bunun anlamı yeni bir eylemlilik dönemidir. Bu durumda meşru savunma hakkını kullanma kaçınılmaz olacaktır. Sonuç olarak herkes bilmeli ki Türkiye’yi bölmeyeceğiz ama oligarşiye de teslim etmeyeceğiz. Başbakan çıkıp tarihi sorumluluğu alarak açıklama yapmalı, çözümden yana olduğunu açıklamalıdır. 1 Eylül bunun başlangıcı olmalıdır. Türkiye için barışın, uzlaşmanın ve çözümün miladı olmalıdır” dedi.    ÖZEL SAVAŞ YÖNTEMLERİ   Öcalan’ın bu çabası da devlet tarafında karşılık bulmadı. Öcalan, 15 Ağustos 2014’te Halkların Demokratik Partisi (HDP) heyetiyle yaptığı görüşmede, "çözüm" olarak adlandırılan süreçte devletin barış yerine özel savaş yöntemlerine başvurduğunu söyledi. Öcalan, “Hükümet seçimler dahil özel savaş yöntemlerini terk etmedikçe barış ve çözüm sürecinden bahsedemez. Türkiye toplumunun tarihsel derinliği büyük olan bir savaş sorunu vardır. Cumhuriyet tarihi boyunca uygulanan örtülü iç savaş yöntemleriyle bu sorun halledilemez. Barış sorunu derinlikli (radikal) demokratik bir ittifakla çözümü dışındaki yöntemler ancak günü kurtarmaya yarar. Sonuçta kaosu ve çürümeyi derinleştirmekten öteye sonuç vermez. Baş sorun düzeyine yükselen Kürt sorununda iki temel yöntem vardır. Demokratik yöntem kabul görmezse ayrılma ve şiddet yöntemi kaçınılmaz olur. Kürt sorunu tam bir Ortadoğu sorununa dönüştü. Tarihsel Kürt-Türk ortaklığı mevcut bölge sorunlarının çözümü açısından öncelik taşır. Devlet milliyetçi yaklaşımlar bu şansı boşa çıkarır. Süreçte kişi olarak rol almam tam, eşit, özgür bir pozisyona geçişle mümkündür. Taraflar özgürdürler, bildiklerini özgür iradeleri ile uygularlar. Bunun dışındaki yaklaşımlar taraflar açısından anlamsız ve kördür” değerlendirmesinde bulundu.    NASIL BİR ÇÖZÜM?   Devlet ve iktidardaki partiler, Öcalan’ın bugüne kadar yaptığı çağrıları karşılıksız bırakarak, özellikle 2015 yılından sonra savaşı daha da derinleştirdi. Çatışmalar derinleştikçe Kürtler başta olmak üzere tüm muhalifler baskı altına alındı. Geçen süre zarfında savaş politikalarının yarattığı etkiden kaynaklı birçok alanda sıkışan AKP iktidarının yeni bir süreci başlatmak istediği iddia ediyor. PKK yöneticilerinden Murat Karayılan da 10 Haziran'da yaptığı bir açıklamada Erdoğan’ın kendilerine “ateşkes ilan etmeleri için” bir heyet gönderdiğini açıkladı. Ancak çözümün baş aktörü olarak gösterilen Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecritteki ısrar ve iktidarın bölgedeki uygulamaları, tekrardan pişirilen "çözüm"e olanak sunmuyor.     MA / Ferhat Çelik