Sosyolog Kentel: Devlet şiddeti arttıkça toplumda da şiddet artıyor 2021-12-25 09:04:15 İSTANBUL - “Devlet şiddeti arttıkça toplumdaki şiddet artıyor” diyen Sosyolog Dr. Ferhat Kentel, “Devletin korku, tedirginlik güvensizlik gibi şeyler toplumda da yansımasını şiddet olarak buluyor” dedi.  Türkiye'de derinleşen siyasi ve ekonomik kriz giderek derinleşirken, topluma maddi olduğu kadar psikolojik olarak da etkisi oluyor. Toplumsal şiddet rakamlarında ciddi artışlar yaşanıyor. Devlet şiddetinin topluma yansıması ve şiddetin altında yatan sosyolojik nedenleri değerlendiren Dr. Sosyolog Ferhat Kentel, Türkiye toplumunda öteden beri şiddet eğiliminin yüksek olduğu bunun tarihsel alt zemine dayandığını söyledi. Türkiye tarihinin darbe ve işkencelerin yaşandığı kanlı bir tarihe sahip olduğunu dile getiren Kentel, toplumdaki şiddet hali ve güvensizlik devletin ve siyasetçilerin kullandığı şiddet dilinin kolektif ve bireysel olarak da şiddetin bol miktarda kullanıldığı bir ülke olmasına neden olduğunu ifade etti.       ŞİDDET DİLİNİN YAŞAMA YANSIMASI   Türkiye’nin ekonomi, sosyal meselelerine bağlı olarak şiddeti besleyen unsurlar olduğunu ifade eden Kentel, başta ekonomik sorunlar olmak üzere Türkiye'de yaşamanın giderek zorlaştığını belirtti. İnsanların huzur içinde yaşama potansiyeli düştükçe şiddet olaylarının arttığına işaret eden Kentel, “Toplumda ekonomik krizin yanın sıra artan bir şiddet var. Kadına yönelik şiddet olayları artmış. Son süreçlerde kadınların mücadelesi sonucu erkek egemenliğinde bir tür sarsılma söz konusu. Kültürel sermayesi ve kültürel referansları güçlü olmayan erkeğin, iktidarın kaybetme korusu yaşadığından şiddete başvuruyor.  Ortalama erkeklik ideolojisine sahip erkeklerin ilk hedefindeki kişiler kendisinden daha güçsüz gördüğü kadına şiddete daha kolay başvuruyorlar. Makro düzeyde şiddet dilinin hakim olduğu bir siyasal atmosfer, gündelik gündelik hayatımıza yansımasıdır” diye belirtti.   NEFRET SÖYLEMLERİ   Yönetim erkinde olanların sürekli şiddet dilini topluma televizyon ve medya aracılığıyla empoze edildiğine vurgu yapan Kentel, “Sürekli şiddeti yücelten, hamaset üzerine kurulu dizi ve filimler izletilerek yapılıyor. Bunların toplum üzerinde büyük etkisi vardır. Bireyin etrafında sürekli olumlu iyimser şeyler olduğunda insanlarda da bir iyileşme hali olur. Ama bizde tam tersi siyasetten kaynaklanan sürekli nefret dili, ötekileştirmekten bahsederseniz topluma da ırkçılık, nefret gibi benzeri duyguları beslemiş olursunuz. Bununla birlikte Türkiye'de şiddete olan inancın tazelenmesi, şiddet dilinin günlük hayatta normal dil haline gelmesini sağlayan şeyler vardır. Bireyle toplum arasındaki ilişki ve şiddet birbirini besleyen şeylerdir” ifadelerini kullandı.   ‘ÖNCE ÖLDÜR SONRA YARGILA’   Devlet ve siyaset ilişkisini toplumdan bağımsız ele alınamayacağını vurgulayan Kentel, “Güvenlik güçleri dediğimiz kurumlar bugün güvensizlik yaratan kurumlara dönüşmüş durumda. Güvenlik duygusundan ziyade toplumun çok büyük bir kesiminde güvensizlik yaratıyorlar. Bir evde yaşanan bir olayla ilgili polis arandığında çoğu zaman kimse de güvenlik duygusu uyandırmıyor. Görünüşte bu kurumların bir güvenlik imajı olsa da genelde toplumu eğitmek için bir sopa olarak kullanılıyor. Türkiye'de cezanın, hukuksuzluğu inşasında devletin özgür bıraktığı bu kurumlar, bir dönem Amerikalıların Kızılderililere karşı yürütmüş olduğu ırkçı politikalarda yer alan ‘önce öldür sonra yargılar’ politikasına benziyor. Cezalandıran devlet fikrinin içine girmiş olan polisler, zaten içinde taşımış oldukları ve şiddetle eşleşen bir güvenlik mantığı imajını taşımaktadır” dedi.   FARKLILIKLARA KARŞI NEFRET FİKRİ   Türkiye'de topluma öğretilen cemaat mantığına dikkati çeken Kentel, bu fikirle yetiştirilmiş bireylerin, polis olduğu zaman başka topluluklara karşı nefret duygusuyla yaklaştıklarını söyledi. Kentel sözlerine şöyle devam etti: “Devlet bu öfke ve nefreti istemediği ya da kontrol altına almak istediği topluluklara karşı kullanırken bir taraftan devletin ideolojik kurgusundan beslenip gündelik hayatta kendilerinden olmayana karşı gösterdikleri bir şiddet olgusunu pratikte gösteriyorlar. Zaten öfkeyle yetişen bir toplumda bunların bir kısmı polis oluyor devletten aldığı meşruiyet ve o üniformayı giyerek toplumda güçlü bir yer ediniyorlar. Psikolojik olarak kompleksleri, korkuları, güvensizliklerini, aşmanın bir yolu olarak polis oluyorlar. Ve polislerde bu toplumun bir ferdi olarak da kendilerinden olmayanlara karşı bir takım ceza verme hakkını kendilerinde görüyorlar. Sonuç olarak toplumun yaşadığı çok da güvenlikli bir duygu olmuyor. Devlet o zaman bir cemaat olarak bir cemaat devleti oluyor. Sosyolojik olarak devlete ve polisine güvenmeyen milyonlarca insanın ortaya çıkıyor.”   DEVLETİ ELE GEÇİRME KORKUSU   Devletin en çok beslendiği yerlerden birinin korku, şiddet ve güvensizlik olduğunu aktaran Kentel, devlet, düşmanlarla beslenen bir yapısı olduğunu söyledi. Geçmişten gelen ve ne olursa olsun devletin ele geçirilme korkusuyla hareket eden bir devlet anlayışı olduğunu kaydeden Kentel, bu yüzden her şiddeti kendinde hak göreme fikriyle hareket ettiğini dile getirdi.   ŞİDDET ARTIYOR   “Devlet şiddeti arttıkça toplumdaki şiddet artıyor” diyen Kentel, “Devletin korku, tedirginlik güvensizlik gibi şeyler toplumda da yansımasını şiddet olarak buluyor. Devlet toplum arasındaki bu şiddet sarmalının böyle bir hafızası var. Devlet tepeden bizden bağımsız bir şey değil, dün darbecilerin iktidarları, bugün cemaatçilerin hepsi bu toplumun içinden çıkmış insanlar. Zaten güvensizlik hisseden ve güvensiz bir geçmişten gelen bu insanlar ve topluluklar devlet denen olgunu içinden çıkıp bu politikaları üretiyorlar. Dolayısıyla ürettikleri bu politikalarla toplumun kontrol edilmesi gereken bir topluluk olarak görüyor ve gerekirse dayak atarak toplumun kontrol edilmesi gerektiğini düşünüyor” dedi.   DEVLET ŞİDDETTEN BİR İDEOLOJİ ÜRETTİ   Devletin, şiddet kurgusunun topluma yansımasına değinen Kentel, “Abdullah Öcalan'ın Newroz alanında mektubu okunduğunda herkes o zaman bir barış havası içindeydi ve kimse de aman ‘terörist’ demiyordu. Demek ki şiddet dışında bir şey mümkün oluyor ve barış dileği yukarıdan geldiği zaman karşılığını toplumda çok rahat buluyor. Devlet bu toplumdan ürüyorsa o zaman bireylerin toplumsal, siyasal ve kültürel aktörleri devletin ve devlete bağlı organların medyanın yapacağı bir şey var. Devlet eğer televizyonda sigarayı, alkolü yasaklıyorum diyorsa, kan revan içindeki sahneleri de yasaklayabilir ama yasaklamıyor. Çünkü devletin felsefesi böyle bir şiddet ve düşmanlıklar üzerine kurulmuş bu yüzden şiddetten bir ideoloji ve kurgu üretiyor” dedi.   TOPLUMDAKİ KORKU VE GÜVENSİZLİK   Toplumdaki duyarsızlık halinin güvensizlikten bağımsız olmadığını aktaran Kentel, “Cemaat sütunları üzerine yükselen bir devlet anlayışı var. Birçok durumda polis birilerini dövdüğü zaman siz de birini dövüyorsunuz çünkü yeter ki bana vurmasınlar kokusu var. İnsanlar güvende hissetmiyorlar ve bu toplumsal güvensizlikleri üretiyor. Böyle olunca demokratik, insan hakları, hak temelli şeffaf olmaktan ziyade çok daha psikolojik ve bireyin üzerine sinmiş olan bir takım korkular hareket ediyorlar bu yüzden bu tür duyarsızlıklar tavırlar gelişiyor” dedi.   MA / Esra Solin Dal