Öcalan’ın paradigması halklara umut oldu 2022-04-03 09:13:57   ANKARA - Hayatı mücadeleyle geçen, halklara perspektif sunması ve barıştaki ısrarıyla her döneme damgasını vuran PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın “Kadın Özgürlükçü, Ekolojik, Demokratik Toplum Paradigması” halklara umut olmaya devam ediyor.     PKK Lideri Abdullah Öcalan, 23 yıldır tutulduğu İmralı Cezaevi’nde 73’uncu yaşına ağır tecrit koşulları altında giriyor. Öcalan’ı çözümün adresi olarak gösteren milyonların, Newroz meydanlarında mesajları da netti. Öcalan’ın özgürlüğüne atfedilen Newroz’da, çözümün ve barışa giden yolun Öcalan’da olduğuna dair irade bir kez daha açığa çıktı.   Öcalan’ın halklar tarafından her seferinde irade ve çözümün adresi olarak gösterilmesini nedeni ise mücadelesinde yatıyor. Çocukluğu da dahil tüm hayatı mücadeleyle geçen Öcalan’ın Ankara’ya gidişiyle başlayan siyasal düşünceleri ve çözümdeki ısrarıyla şekillenen “Kadın Özgürlükçü, Ekolojik, Demokratik Toplum Paradigması”, haklar için umut olmaya devam ediyor.   ANKARA’YA İLK GELİŞ    Ortaokulu bitiren Öcalan 1966 yılında Ankara’ya gitti ve siyasal düşünceleri burada şekillenmeye başladı. Siyasal etkinliklerle daha yakından ilgilendi. 1969 yılında Tapu Kadastro okulundan mezun olan Öcalan, ilk görev yeri olan Diyarbakır’a gitti. Tekrar sınava giren Öcalan, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandı. Öcalan, bu dönemde 12 Mart öncesinin yoğun politik tartışmalarına da katıldı ve “Kürdistan’ın sömürge olduğuna” dair fikirlerini açıkça savunmaya başladı.   ANKARA SİYASAL’A GEÇİŞ   12 Mart 1971’e gelindiğinde TSK dönemin hükümetine muhtıra verdi. Muhtıranın hedefinin başında Deniz Gezmiş, Mahir Çayan’lar gibi gençlik liderleri geliyordu. Muhtıra verildiğinde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi olan Öcalan, o yılın son baharında tekrar Ankara’ya döndü ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne yatay geçiş yaptı. Öcalan bu dönüşünü şöyle anlatıyor: “Siyasal Bilgilere gelişimizde, önde gelen birçok militan yakalanmıştı. Tam onlar gittiğinde ve 12 Mart faşizmi hükmünü oturtmaya çalıştığında biz gençliğin yeni önderleri gibi bir konumla karşı karşıya kaldık.”   MAHİR ÇAYAN’LAR İÇİN BOYKOT   1972’de yaşanan Kızıldere Katliamı Öcalan’ın mücadele hayatında da bir dönüm noktasına dönüştü. Öcalan, Türkiye Halk Kurtuluş Parti Cephesi (THKPC) Lideri Mahir Çayan’la olan tanışmasını, “Teknik üniversitede bizzat dinledim. Mahir bana çok tutarlı geldi. Benim gerek THKPC sempatizanlığım gerekse Kürt sorununa ilgi duymam, Mahir’in sorunu oldukça çarpıcı ortaya koymasıyla bağlantılıdır. O vesileyle biz, devrimci gençlik hareketinin değerini gördük ve oldukça bir sempatizan olarak etkilendik.” Mahir Çayan ve arkadaşlarının Kızıldere’de katledilmelerine karşı Öcalan’ın da aralarında bulunduğu yüzlerce öğrenci, Ankara’daki üniversitelerde boykot kararı aldı. 3 gün süren boykotun yankısı da büyük oldu. Öcalan’ın o günü, yıllar sonra, “31 Mart’ta Kızıldere katliamı nedeniyle bir boykota öncülük etik. Bu olay bizi ayağa kaldırdı, kesinlikle kopmaz bağlarla biz bu direnişin sert etkisi içinde ortaya çıktık” diyecekti.   ÇEVRESİNDEKİ İLK GRUP   Boykotun ardından Öcalan, 7 Nisan’da 9 kişiyle beraber gözaltına alınarak tutuklandı. Mamak 2 Nolu Cezaevi’ne tutulan Öcalan, 6 ay sonra tahliye oldu. Öcalan cezaevinden çıktıktan sonraki düşüncelerini şöyle anlatıyor: “Ben gereken dersi çıkardım. Orada Deniz’lerin idamını gördüğüm gibi daha önce Kızıldere’yi de görmüşüm. Benim, bir de o zaman Kürt sorunu üzerine biraz yoğunlaşmam vardı. Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi’nin (DHKP-C) kendisini daha fazla yeniden örgütleyemeyeceğini gördükten sonra 1973’un başında bir Kürt aydınlar grubunun Kürdistan statüsüne dayalı bir çıkışın oldukça sonuç alıcı olduğunu düşündüm ve bana göre o dönemin en ciddi adımlarında biri budur. 1973’un başlangıcında gruplaşma kararını vermiştim.” Öcalan cezaevinden çıktıktan sonra evlerinde kaldığı Karadenizli Kemal Pir ve Haki Karer, Öcalan’ın görüşlerini benimseyen ilk kişiler oldu. Böylece Öcalan’ın çevresinde ilk grup oluşmaya başladı.   ‘KÜRDİSTAN SÖMÜRGEDİR’ TEZİ   Öcalan, 1973 yılına kadar çevresinde küçük ama nitelikli bir arkadaş grubu oluşturdu ve dönemin, “Biz sosyalistiz devrim yapacağız, Kürt de Türk de kurtulacak” tartışmalarına karşı “Kürdistan’ın sömürge olduğu” tezini savundu. Öcalan, bu teziyle beraber, Demirci Kawa’nın zalim Dehak’a karşı direnişi örgütlediği gün olan Newroz’da, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin ilk adımını, 21 Mart 1973’te Ankara’nın Çubuk Barajı kıyısında yüksekokul öğrencisi altı genci bir araya getirerek attı.   ADYÖD’ÜN KURULUŞU   Kürt sorununu kabul edip çözümünü devrimden sonraya bırakan dönemin zihniyetine karşı çıkan Öcalan, Kürt hareketi içinde emekçi sınıfa dayanan ilk hareketi yaşama geçirdi. Ancak hemen bir dernek ya da dergi çıkararak kendilerini duyurmayı doğru bulmadılar. Gençlik hareketinin hızla kendisini topladığı 1974’te Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği (ADYÖD), Öcalan etrafında bir araya gelen grubun siyasal gelişimi ve devrimci gençlik hareketinin 12 Mart darbesinin ardından en belirleyici adımı oldu. ADYÖD, tüm gençlik örgütlerini temsil eden bir yapıya dönüştürme kararı alındı. Kısa sürede etkin olan ADYÖD etrafında gençlik hareketleri toplanırken, öte yandan devlet baskısı da arttı. Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde ırkçı bir grupla meydana gelen kavganın ardından ADYÖD, yapılan baskınla kapatıldı. 162 kişi gözaltına alındı ve aralarında Öcalan’ın da bulunduğu çok sayıda kişi tutuklanarak Mamak Askeri Cezaevi’ne gönderildi ve birkaç ay sonra serbest bırakıldı.   BİRİKİMİN TAŞIRILMASI KARARI   Öcalan etrafında bir araya gelenlerin oluşturduğu grup artık “Apocu grup” olarak tanınmaya başlandı. Bu grup bir yandan kendi kimliğini oluşturuyor, bir yandan da ADYÖD’ün kapatılmasıyla farklı bir arayışa girdi. Öcalan önderliğindeki grup ikinci önemli toplantısını da 1976’nın Ocak ayında bu kez Dikmen’de Siverekli öğrencilerin kaldığı bir evde gerçekleştirdi. 20 civarında kadro adayının katıldığı bu toplantıda, Ankara’daki çalışmaların sonuç verdiği ifade edilerek, ortaya çıkartılan devrimci birikimin bölge illerine taşırılmasına karar verildi. Öcalan verilen kararı, “tarihi” olarak değerlendirdi. Bölge illerine dönüş kararı verilirken Ankara’da da çalışmalar sürdürüldü. Hem Ankara’da hem de bölge illerinde bir dizi toplantı yapıldı. Öcalan, toplantılarda, “ulusal kurtuluş savaşının şart olduğunu” belirtti.     HAKİ KARER’İN KATLEDİLİŞİ    Dikmen’deki toplantıda alınan bölge illerine dönüş kararıyla beraber Haki Karer Batan, Adana ve Dilok’a (Antep) gitti. Dilok’ta devletin kontrolünde kurulan “Sterka Sor” adlı kontra örgüt devreye konularak Karer, 18 Mayıs 1977’de katledildi. Öcalan “gizli ruhum” dediği Karer’in öldürülmesiyle birlikte bir gençlik hareketi olarak doğan ve daha sonra Apocular adını alan hareket için tarihi bir dönemeç oldu. Karer’e yönelik gerçekleştirilen bu saldırının esas hedefinin henüz grup aşamasında olan Kürt özgürlük mücadelesinin tasfiyesi olduğunu gören Öcalan, grubun artık partileşmesi gerektiğine karar verdi. Bunun üzerine PKK, 27 Kasım 1978 yılına Amed’in Lice ilçesine bağlı Fis köyünde yapılan kongre ile Karer’in anısına kuruluşunu ilan etti.   PARTİLEŞME ADIMLARI    Partileşme adımları attıkları aynı yıl Maraş Katliamı’nın yaşanmasıyla birlikte öngörüde bulunan Öcalan, kendilerine bir saldırı olarak değerlendirdi ve darbeye gidiş olarak tanımladı. Öngörüleriyle grup, 12 Eylül darbesinin geleceğinin farkındaydı ve buna göre hazırlandı. Öcalan bu öngörüsünü şöyle anlatıyor: “Ya artık dağa çıkacaktık. Şimdi o şehirlerdeki hareketlilikle, gizlilikle ben kendimizi fazla yaşatamayacağımızı da hissettim. İşleri belli ölçüde ilerletmiştik. Örgüt kuruldu, ilan edilecek eylemlerde de hızlanma var. Halkın bağlılığında yükselme var. Ama düzen de yavaş yavaş ‘ben geliyorum ‘diyor artık.”   SURİYE’YE GİDİŞ    1979’da PKK üyelerinin tutuklanması üzerine Öcalan, Suriye’ye geçti ve Ekim 1998’de komplonun hazırlıkları örülmeden burada kaldı. Suriye’de geçirdiği yıllarda başta Kürtler olmak üzere Ortadoğu halkları ve tüm insanlığa demokratik ve özgürlükçü bir yaşam perspektifi sunup, savunucusu oldu. Öcalan, 1993'ten itibaren "çözüm" arayışlarına girdi. Öcalan’ın ilk olarak 20 Mart 1993 yılında ilan ettiği ateşkesle başlayan çözüm girişimi, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın şüpheli ölümüyle bertaraf edildi. İkinci kez 15 Aralık 1995’te yine tek taraflı ilan edilen ateşkesle uzatılan çözüm eli, bir kez daha havada bırakıldı. Öcalan, bu kez Dünya Barış Günü dolaysıyla 1 Eylül 1998 yılında tek taraflı ateşkes ilan ederek, Kürt sorunun çözümüne yönelik çabalarını sürdürdü.   ULUSLARARASI KOMPLO   Öcalan’ın çözüm adımlarına uluslararası komployla yanıt verildi. Öcalan’a yönelik 1985’te NATO Gladiosu tarafından devreye konulan uluslararası komplo, 1999’da Türkiye’ye getirilmesiyle devam etti. ABD’nin öncülük ettiği komployla 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilen Öcalan, İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne konuldu.   ‘HAYALLERİNE İHANET ETMEYEN ÇOCUK’   Öcalan, verdiği mücadeleyi uluslararası komployla birlikte getirildiği İmralı’da savunmalarında şöyle yorumluyor: “Ben hiçbir zaman kahramanlığa oynamadım. Öyle sanıldığı türden bir cesaretin sahibi olmadığım gibi, olduğum gibi tanınma isteğime rağmen en yakın arkadaşlarımda bile buna tanık olmadığımı iyi biliyordum. Ama bir yanım vardı ki, ona ihanet etmeyecektim: Hayallerine ihanet etmeyen çocuk olmayı sürdürecektim. Uygarlık tanrılarını tanımayacak, kurumlarında erimeyecek, karılarının aile erkeği olmayacaktım. Kişiliğimin diyalektiği böyle bir gelişmeyi başarmıştı. Mesele Türkiye’nin bir basit iç çelişkisi olmaktan çoktan çıkmıştı. Konumum neredeyse beni çağdaş bir Prometheusçuluğa mahkum ediyordu. İmralı kayalığına çivilenmem, efsanedeki Prometheus’un Kafkasya Dağlarındaki çivilenmesinden farklı olmadığı gibi, ne acı ve hazin bir benzerliktir ki, bu da aynı Athena Tanrısı Zeus’un torunlarınca gerçekleştirilmişti.”   15 ŞUBAT KUŞAĞI   Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edildiği 1999 yılında PKK’ye katılımlar tavan yaptı. PKK’nin yapılan ve sonuçları 5 Mart 1999’da açıklanan kongrede, Öcalan yeniden PKK Genel Başkanlığı’na seçildi. Kürt halkına komploya karşı direnişi büyütme çağrısı yapılan kongrede, PKK’ye yoğun katılım olması sebebiyle bu dönemde katılanlar için “15 Şubat kuşağı” denildi.   GERİ ÇEKİLME ÇAĞRISI   Çizdiği yol, yöntem ve mücadelesiyle kadın, ekoloji, toplumsal, siyasal, ulusal birçok sorunda halklar tarafından her defasında çözümün adresi olarak gösterilen Öcalan, komployu boşa çıkararak 23 yıldır tutulduğu tecrit koşullarında ilk yıllardan bu yana çözüm ısrarını sürdürdü. Ağır tecrit koşullarında barış planı üzerinde yoğunlaşan Öcalan, 2 Ağustos 1999’da "geri çekilme" çağrısı yaptı. Öcalan, avukatlarıyla yaptığı görüşmede, PKK, Türkiye ve dünya kamuoyuna şu çağrıyı yaptı: “Türkiye’de çatışma ve şiddet ortamı, insan hakları ve demokratik gelişmenin önünde engel teşkil etmektedir. Ağırlıklı olarak Kürt sorunundan kaynaklanan şiddet bunda temel rol oynamaktadır. Çıkmazı aşmak, sorunların çözüm yolu olarak şiddete son vermeyi gerektirmektedir.”   Öcalan, geri çekilme çağrısının ardından yaptığı bir diğer çağrı ise “iyi niyet göstergesi” olarak Barış Grubu’nun Türkiye’ye gelmesi oldu. PKK, çağrıya karşılık vererek, 1 Ekim 1999’da 8 kişilik Barış Grubu’nu Türkiye gönderdi. Öcalan’ın “iyi niyet göstergesi” olan bu adımına Türkiye’nin karşılığı, Barış Grubu üyelerini tutuklamak oldu.    ÖZGÜR BİRLİKTELİK VE BARIŞ HAMLESİ   2003 yılına girerken Öcalan yeni başbakanlığa gelmiş olan Tayyip Erdoğan’a da diyalog çağrısında bulundu. Bu temelde barış bildirgesi hazırlayarak iktidara sundu. Adına da “Özgür Birliktelik ve Barış Hamlesi” dedi. Ancak iktidarın buna yanıtı avukat görüşmelerini tamamen kesmek oldu.    10 MADDELİK BARIŞ PLANI   2004 yılında Öcalan, iktidara bu kez de 10 maddelik “Barış Planı” sundu. Tercihini bir kez daha demokratik çözüm ve barış yönünde kullanan Öcalan, bu planla sorununun çözümü ve nihai silahsızlanma için “Toplumsal Barış ve Demokratik Katılım Yasası” önererek bir takvim çıkardı.   YOL HARİTASI   Öcalan 2005 yılına kadar “Barış İçin Yol Haritası”nı geliştirdi. Demokratik Katılım Yasası bunun ilk adımı olacak ve gerisi adım adım gelişecekti. Ancak AKP’nin buna yanıtı “Eve Dönüş Yasası” adı altında pişmanlık dayatmaktan öteye gitmedi. Öcalan’ın barış için 5 yıllık çabasına karşılık, tecrit daha da derinleştirildi. 2005 yılında AİHM’in hükmettiği yeniden yargılanma kararını Öcalan yeni bir barışçıl hamleye, demokratik birlik çözümüne dönüştürdü ve 28 Eylül 2006'da 4'üncü ateşkes çağrısı yaptı. Öcalan, "Gelin hep birlikte Türkiye'de ve Ortadoğu'da silahı sonsuza dek sonuç alma yöntemi olmaktan çıkaralım" dedi.   DEMOKRATİK ANAYASA   2008 yılında Öcalan, “Eğer çözüm isteniyorsa herkesin, Kürtlerin de üzerinde mutabık kalacağı bir anayasa yapılabilir. PKK’ye de ‘Gel, bu Anayasa’nın hazırlanış sürecine katıl’ denilebilir” teklifinde bulundu. Bu konuda bir cümlenin bile Anayasa’da yer almasının yeterli olacağını söyledi. Bu konuya ilişkin Öcalan’ın, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası bütün dil ve kültürlerin demokratik bir şekilde varlığını ve kendini ifade etmesini kabul eder” cümlesi bile tek başına birçok şeyin önünü açacaktı. Öcalan, “Bu cümleyi Anayasa’ya koysunlar iki ay içinde PKK silahı bırakır, gizli örgütlenmeler de biter. Ondan sonraki aşama demokratik yasalarla düzenlenir. Bu söylediklerim mümkündür, akan kanı durdurabiliriz. Benim önerim budur” dedi. Ama buna karşılık Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Sınır ötesi operasyon için her şey masada, başbakan da bunları onaylamıştır” dedi. Başbakan Erdoğan da çözüme dönük bir irade beyanında bulunmadı.   ÜÇ AŞAMALI YOL HARİTASI   Her defasında Türkiye’nin demokratikleşmesini istediğini vurgulayan Öcalan, bu temelde 2009 yılına “Yol Haritası” ile girdi. Yol Haritası’nda üç aşamalı bir demokratik çözüm önerdi. Bunun için her türlü adımı atmaya hazır olduğunu dillendiren Öcalan, AKP’ye seslenerek; “Demokratik müzakere olursa çözüm gelişir, bu konuda cesur olun, demokratik siyasi çözümün önünü açın. Demokratik siyasetin önünü açın. Barışın önünü açın. Demokratik müzakerenin önünü açın” dedi. Ancak AKP hükümeti demokratik çözüm yerine İmralı’daki tecridi ağırlaştırdı. 17 Kasım 2009’da kaldığı oda değiştirildi. Hareket alanı daha da daraltılarak, koşulları ağırlaştırılarak teslim alınmak istenen Öcalan bu uygulamaları “17 Kasım darbesi” olarak tanımladı.   ÇÖZÜM VE BARIŞ ROLÜ   Tüm zor koşullarına rağmen 2010 yılında da Öcalan, barış ısrarını sürdürdü. Sunduğu “Yol Haritası” temelinde demokratik çözüm ve barış rolünü oynamak istiyordu, ancak yine boşa çıkarıldı. Çözüm ısrarına karşı AKP iktidarının Kürtlere yönelik baskı ve tutuklamalarla yürütmek istediği “teslim alma” politikasını Öcalan, “Ortaya çıktı ki bir bütün olarak Kürtlere uyguladıkları siyasal soykırımdı, ekonomik soykırımdı, kültürel soykırımdı. AKP’nin iktidarda olduğu yedi yılda yapmaya çalıştığı buydu” tanımlamasında bulundu.   2011 yılına girerken Öcalan, bu sefer demokratik Anayasal sürecin yol haritası temelinde müzakerelerle nihai sonuca gitmek istiyordu. İmralı’da devlet heyetiyle görüşmeler ciddi bir aşamaya gelmiş, protokollere bağlanmıştı. Ancak buna içeride AKP, CHP ve MHP arasında üçlü ittifakla yanıt verildi. İçerideki Kürt karşıtı bu üçlü ittifakın aynısı AKP tarafından uluslararası alanda da Türkiye-İran–Suriye üçlemesiyle hayata geçirilmeye çalışıldı. Bu ittifakın amacı da Kürtlere dönük soykırımdı. Hatta bu halka daha da genişti; Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap birliği de bu ittifakın içindeydi. Yine AB, Çin ve Rusya da bu ittifaka dâhil edildi. Bir yandan bu ittifakları geliştirirken öte yandan Öcalan ile sözde çözüm görüşmeleri yürütülüyordu. Nitekim İran'la Kandil'e yönelik operasyon konusundaki anlaşmadan sonra İran, 16 Temmuz’da Kandil’e saldırdı. Ondan iki gün önce ise, Erdoğan bizzat çözüm sürecini bozan açıklamayı yaptı.   NEWROZ ÇAĞRISI VE DOLMABAHÇE MUTABAKATI   Çözüme ve barışa bir şans daha vermek isteyen Öcalan, 21 Mart 2013 Newrozu’nda “Artık ‘Silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun’ noktasına geldik” açıklamasıyla, bir kez daha geri çekilme çağrısı yaptı. Öcalan’ın çağrısıyla başlayan geri çekilme sürecinde, operasyonel bir durum yaşanmasa da HPG'lilerin çekildiği bölgelerde hızlıca çok sayıda karakol, kalekol ve arama noktalarının yapımına başlandı. Öcalan ile görüşmelerin yapıldığı süre boyunca devlet heyetine bu uyarıların yapılmasına rağmen karakol ve kalekol yapımı durdurulmadı. Devletin bu operasyon hali ve yaklaşımları nedeniyle KCK ve HPG yetkilileri, geri çekilmeyi durdurdu. 2015 yılında Dolmabahçe Mutabakatı’nda belirlenen pratik adımların atılması aşamasındayken, yine Erdoğan’ın “bu mutabakatı tanımam” açıklaması geldi. Nitekim adım atmayan iktidar, 5 Nisan 2015’te Öcalan ile görüşmeleri sonlandırdı, 24 Temmuz 2015’te de savaş ve çatışma sürecine dönüş yaptı. Öcalan’ın barış çabalarına karşılık tecrit daha da derinleştirildi. Ne heyet ne de yasal olan vasi, avukat ve aile görüşmelerine bile izin verilmedi. Öcalan bu uygulamaları “mutlak tecrit” diye tanımladı.   MUTLAK TECRİT   Çözüm sürecinin bitirilmesiyle İmralı’da mutlak tecrit hali 2016 yılı boyunca da sürdürüldü. Tecride karşı sürdürülen açlık grevleri ardından bir kez yapılan aile görüşmesinde Öcalan, “Hala barış projeleri üzerine çalışmayı sürdürüyorum. Benimle demokratik çözüm ve barış için görüşülsün. Varsa böyle bir niyet, barış projelerimizle bu sorunu birkaç ayda çözeriz. Eğer demokratik çözüm ve barış için samimilerse ben rolümü oynarım” çağrısını yaptı. Ancak bu çağrıya hiçbir yanıt almadığı gibi Bursa 1’inci İnfaz Hakimliği kararıyla ziyaretçi kabulü, aile ve avukat görüşmeleri, yazışmaları, telefon, mektup, faks gibi haberleşmeleri yasaklandı. Dışarıyla olan tüm bağı OHAL gerekçe gösterilerek tamamen koparıldı. Mutlak tecrit hali sürekli ve kalıcı hale getirildi.   200 GÜNLÜK AÇLIK GREVİ   OHAL bahane edilerek sürdürülen “mutlak tecrit” OHAL’in kaldırılmasıyla da sürdürüldü. 8 Kasım 2018 tarihinde tutuklu Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in öncülük ettiği ve 200 gün süren açlık grevlerinin etkisiyle 2019 yılında 5 kez avukatlarıyla görüştürülen Öcalan yine demokratik çözüm için rolünü oynamaya hazır olduğunu söyledi. Ama karşılık yine “mutlak tecrit” oldu. Bir yıl aradan sonra Öcalan 21 yıl sonra ilk kez telefonla görüşme hakkını 27 Nisan 2020’de kullandı.   SORUNUN ÇÖZÜMÜ   Ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmeyen Öcalan 23 yıldır ağır tecrit koşulları altında tutulduğu İmralı’da 25 Mart 2021’de kardeşi Mehmet Öcalan ile gerçekleştirdiği “kesintili” telefon görüşmesinden sonra haber alınamıyor. Öcalan kardeşi Mehmet Öcalan’la yaptığı görüşmede, "Bu yaptığınız çok yanlış. Devlet de yanlış oynuyor, siz de. Bu hukuki değil, doğru da değil. Bu asla kabul edilemez. Bu aynı zamanda çok tehlikelidir. Siz ne yaptığınızın farkında mısınız? Avukatlarımın buraya gelerek benimle görüşme yapmasını istiyorum. Bu hukuki bir şeydir. 22 yıldır buradayım. Bu sorun gelecekte nasıl olacak? Bu sorun ancak hukukla çözüme kavuşturulabilir. Neden buraya gelmiyorlar? Şayet bir görüşme olacaksa bu avukatlarla olmalıdır. Çünkü bu durum hem siyasi hem de hukukidir" dedi.   DEMOKRATİK KONFEDERALİZM   Öcalan, 23 yıldır ağır tecrit koşullarında tutulduğu İmralı Adası’nda geliştirdiği demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigması bugün Rojava’da hayat bulmuş durumda. İktidar ve devlet sisteminin ortaya çıkardığı ağır toplumsal sorunlar karşısında Öcalan, önerdiği demokratik özerkliğe dayalı Demokratik Konfederalizm’i aynı isimle çıkardığı kitabında şöyle tanımlıyor: “Demokratik konfederasyonizm bir devlet sistemi değil, halkın devlet olmayan demokratik sistemidir. Başta kadınlar ve gençler olmak üzere halkın tüm kesimlerinin kendi demokratik örgütlenmesini yarattığı, politikayı doğrudan ve özgür-eşit konfederasyon yurttaşlığı temelinde, yerelde kendi özgür yurttaşlık meclislerinde yaptığı bir sistemdir. Dolayısıyla öz güç ve öz yeterlilik ilkesine dayanır. Gücünü halktan alır ve ekonomi de dahil her alanda öz yeterliliğe ulaşmayı benimser. Demokratik konfederasyonizm, ... klan sisteminden ve aşiret konfederasyonlarından günümüze kadar uygarlık tarihi boyunca devletçi toplum merkezileşmesine girmek istemeyen doğal toplumun demokratik komünal yapısına dayanır.”   JINEOLOJÎ   Demokratik Konfederalizm esasları üzerine inşa edilen Jineoloji de ilk defa 2008 yılından Öcalan tarafından Özgürlük Sosyolojisi kitabında kullanıldı. Dünya tarihinde ilk kez ortaya atılan kadın bilimi, “Jineoloji” Öcalan’ın perspektifiyle hayata geçti ve sadece Kürtler değil dünyanın birçok bölgesinde kabul gördü. Dünya kadın hareketi için yeni bir yol açtı ve yine Rojava’da somut örnekleriyle hayat buldu. “Benim için bir kadının özgürlüğü, vatanın özgürlüğünden daha değerlidir” diyen Öcalan’ın oluşturduğu Jineolojî, toplumsal sorunların çözüm yolları, özgün kadın sorunları, kadına dönük şiddet ve sosyal bilimlerin ortak paydası gibi birçok konuyu içeriyor.   MÜCADELESİ ÖDÜLLERE LAYIK GÖRÜLDÜ   Fikirleri tüm dünyaya yayılan Öcalan, verdiği mücadeleden dolayı defalarca ödüllere de layık görüldü. Güney Afrika Komünist Partisi’nin 13’uncu Kongresi’nde Öcalan’a “emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı verdiği mücadeleden dolayı plaket verildi. Kasım 2015 yılında İtalya’nın Palermo ve Napoli kentleri, Öcalan’a fahri vatandaşlık verdi. İskoçya’da bulunan Strathclyde Üniversitesi Öğrencileri Derneği Öcalan'a onursal/fahri üyelik ödülü verdi. Ödülü 20 Haziran 2015 tarihinde düzenlenen bir tören ile İmralı Heyeti üyesi Ceylan Bağrıyanık aldı. Ukrayna Komünist Partisi 2020’de Stalin Ödülü için Öcalan’ı aday gösterdi.     KİTAPLARI   Öcalan’ın çıkardığı çok sayıda kitabının yanı sıra savunmaları ve seçme yazıları da kitaplaştırıldı. Bu kitaplardan bazılarının isimleri şöyle: “Kürdistan Devriminin Yolu (Manifesto), Seçme Yazılar (Cilt 1,2) Politik Rapor, Kürdistan'da İşbirlikçilik-İhanet ve Devrimci Direniş, Kürt Sorununda Demokratik Çözüm Bildirgesi, Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa (AİHM Savunmaları) 2 cilt. Güney Kürdistan'da Egemenlik Mücadelesi ve Devrimci Demokratik Tutum, Bir Halkı Savunmak, Kürt Aşkı, Demokratik Toplum Manifestosu, Barış Umudu, Gerçeğin Dili ve Eylemi, Sosyalizmde Israr İnsan Olmakta Isrardır, Sanat Edebiyat ve Kürt Aydınlanması, Tarih Günümüzde Gizli ve Biz Tarihin Başlangıcında Gizliyiz, Nasıl Yaşamalı, Barışa Doğru, Sosyal Devrim ve Yeni Yaşam, Demokratik Konfederalizm, Demokratik Uygarlık Manifestosu.”   MA / Zemo Ağgöz