Kürt tarihçi Bayrak: İhanet edenler tarihe baksınlar 2022-06-01 09:09:27   URFA - Kürdistan tarihinin önemli eşiklerinde yaşanan iç ihanetlere dikkati çeken araştırmacı tarihçi Mehmet Bayrak, “Tarihten ders alınmadığı sürece hem ihanetçiler bunun bedelini öder hem de Kürtlere hasar ödetirler” dedi.    Kürdistan tarihi, Osmanlı öncesi ve sonrası birçok katliam ve isyan yaşandı. Kürt inkarı, asimilasyonu ve katliamlarına karşı yükselen her direniş, iç ihanetlerle bastırıldı. Osmanlı’nın dağılması sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti de güçlendikçe Kürt soykırımını sürdürdü. Hak talepleri bölünmüş ve parçalanmış Kürtlerin iç çelişkileri ve ihanetleri kullanılarak günümüze kadar bastırıldı. Tarih tekerrürü bugün de Irak Federe Kürdistan Bölgesinde yineleniyor. Türkiye’nin 17 Nisan’da Zap, Avaşîn ve Metîna bölgelerine yönelik saldırılarında Barzani ailesi de geçmişten buyana dönem dönem sürdürdüğü ihanet politikasında ısrar ediyor.  Araştırmacı tarihçi Mehmet Bayrak’a göre Kürdistan tarihinde yaşanan sayısız ihanete rağmen günümüzde hala bazı unsurlar ders çıkarmadı. Kürtlerin tarih boyunca önemli eşiklerde işbirliği yaptığı Arap, Pers ve Türkler tarafından ihanete uğradıklarını hatırlatan Bayrak, gösterdiği örneklerle Kürtlerin vermiş oldukları mücadele ve ödedikleri bedelleri sıraladı. Kürdistan’da süregelen ihanetleri Bayrak’la konuştu.    Kürtlerin bugün maruz kaldığı katliam ve ihanetleri anlamak için tarihte yaşananlara yeniden bakmak gerekiyor. Kürtlerin yaşadıkları, Arap, Pers ve Türkler ile komşu bir coğrafyada olmasının etkilerini özetler misiniz?       Siyasi ve toplumsal literatürde "coğrafya kaderdir" diye bir söz var. Bu nedenle öncelikle Kürdistan coğrafyasının bu söz bağlamında ne anlam ifade ettiğini doğru kavramak için Kürdistan’ın konumuna bakmak gerekiyor. Yakın geçmişe bakarsak Kürtler, Arap, Pers ve Türk halkları ile komşu bir coğrafyada yaşıyor.   Siyasi ve toplumsal literatürde "coğrafya kaderdir" diye bir söz var. Bu nedenle öncelikle Kürdistan coğrafyasının bu söz bağlamında ne anlam ifade ettiğini doğru kavramak için Kürdistan’ın konumuna bakmak gerekiyor. Yakın geçmişe bakarsak Kürtler, Arap, Pers ve Türk halkları ile komşu bir coğrafyada yaşıyor. Kürt halkı geçmişten bu yana Arap, Süryani, Keldani, Rum ve Ermeniler ile komşu olarak yaşamış bir halk. Belki bu Kürtler için bir handikaptır. Kürtlerin sırtlarını sağlam dayayacağı bir kaya yok. Çünkü Kürdistan hali hazırda 4 ülke arasında bölünmüş durumda. Sırtını Kuzey-Kuzey batıya dönse Türk, Doğuya dönse Pers, Güney, Güney Batıya dönse Arap halkı ihanet etmeye hazır. Bu nedenle Kürtlerin sırtlarını dayayacağı sağlam bir kayanın olmaması, bir müttefikin olmaması Kürtler açısından bir dezavantajdır. Bütün bu ülkelerin aynı zamanda bir Kürt sorunu var. Tüm bu milletler azınlık statüsüne düşürülmüş Kürt halkını kendine bağlı kılmak amacıyla yeri geldiğinde her zaman kendi aralarında ittifaklar yapmışlardır.    Oysa Kürtler, bugün kendilerine yaşam hakkı tanımayan Türklere Anadolu’nun kapılarını bizzat açmış bir halk…    Türkler bu topraklara, Kürtlerin sayesinde yerleştiler. Anadolu’nun kapılarının açılması Kürtler sayesinde gerçekleşti. Anadolu’ya açılmak isteyen Türkler, Kürtleri de kandırıp yanına alarak Romen Diyojen’e karşı savaşmıştır. O tarihte 15 bin cengaver Kürt, Türk Sultanı Alpaslan’ın ordusunda yer alıp Romen Diyojen’e karşı savaşırken, özellikle Kuzey hattından Batı’ya doğru akan Hristiyan Türk topluluklardan da 20 bine yakın Türk de Romen Diyojen’in ordusunda yer almıştır. Böyle garip bir şey var. Romen Diyojen’in ordusu bazı iç karışıklıklar nedeniyle azaldığı için Kürtlerin de desteklediği Alpaslan’ın ordusu karşısında yenilgiye uğramış ve Anadolu’nun kapıları Türklere açılmıştır.     Sonrasında Kürtler ile Türkler arasında nasıl bir ilişkilenme yaşandı?      İkinci Beyazıt döneminde İdris-i Bitlisî Osmanlı sarayına çağrılıyor ve orada çalışıyor. Kürt mirlikleri bir anlaşma çerçevesinde Osmanlı ile ittifaka girerler.  Bu mirlikler iç işlerinde bağımsız olacaklar, dış ilişkilerde Osmanlı ile birlikte hareket edecek. Bu Kürdistan tarihinde önemli bir kırılmayı da beraberinde getiriyor.    Özellikle Osmanlı’nın Hilafeti alması sürecinde önemli bir dönemeç yaşanıyor. O tarihte iki büyük güç var; birisi Osmanlı diğeri Safevi. Bunlar arasında sürekli genişleme bağlamında çekişme yaşanıyor. Bunların yanına çekmek istedikleri güç Kürdistan halkı oluyor. İki imparatorlukta Kürtleri elde etmek istemekte. Fakat Kürtlerin ağırlıklı eğilimi Safevilerle iş yapma eğiliminde iken, Şah İsmail’in bazı Kürtleri tutuklayıp öldürmesi bu heveslerini kırmıştır. Bu tutum Kürtlerin Osmanlı’ya savrulmasında önemli bir etken olmuştur. Yavuz Sultan Selim bazı Kürt mirlerine belli payeler vermiştir. İkinci Beyazıt döneminde ise İdris-i Bitlisî Osmanlı sarayına çağrılıyor ve orada çalışıyor. Osmanlı İdris-i Bitlisî’yi tamamen yetkilendirerek görüşmelere gönderir ve çok önemli Kürt mirlikleri bir anlaşma çerçevesinde Osmanlı ile ittifaka girerler.  Bu mirlikler iç işlerinde bağımsız olacaklar, dış ilişkilerde Osmanlı ile birlikte hareket edecek. Bugün buna dair metinlerin tamamı elimizdedir. Bu Kürdistan tarihinde önemli bir kırılmayı da beraberinde getiriyor.    Neden ve nasıl bir kırılmadan bahsediyoruz?    Bağımsız, yarı bağımsız ya da muhtar-özerk konumundaki Kürt mirleri böylece önemli ölçüde İdris-i Bitlisî’nin aracılığıyla Osmanlı’ya bağlanmış oluyor. Bu Kürt toplumu için ciddi bir handikaptır. Bazı eski Kürt tarihçileri, aydınları İdris-i Bitlisî’yi önemli bir devlet adamı, önemli bir bürokrat, bir diplomat olarak nitelendirirken özellikle yakın dönem Kürt aydınlanma hareketi liderleri İdris-i Bitlisî’nin bu politikasını mandacılık olarak nitelendirmişlerdir ve Kürt sorununun başlangıcı olarak görürler. Bu son derece önemli bir belirlemedir. Kimi İslamcı Kürt aydınlara göre İdris-i Bitlisî’nin bu yaptıkları bir başarı olarak görünürken, kimisi mandacılık olarak görmüştür. Celadet Ali Bedîrxan 1933 yılında Mustafa Kemal'e gönderdiği açık mektupta buna vurgu yapar; ‘Kürt meselesi sadece sizin zamanınızda başlamış bir mesele değildir. İdris-i Bitlisî aracılığıyla Kürt mirlikllerinin Osmanlı'ya bağlanmasından bu yana Kürt meselesi vardır.’ Buradan bakarsak Kürt meselesi yeni değil ve önemli olarak gösterilen İdris-i Bitlisî Kürt aydınları tarafından bir mandacı olarak görülür ve Kürt sorununun temel taşlarından biri olarak görülür.    Kürt mirliklerinin İdris-i Bitlisî’nin himayesinde Osmanlı ile ilişkilenmesi ne kadar devam etti ve ne zaman karşı duruşa dönüştü?   Fransa burjuvasının ortaya çıktığı 19'uncu yüzyılda Avrupa ve Osmanlı’da eğitim gören dönemin Kürt aydınları milliyetçilik konusunda belli atraksiyonlara geçerler. Osmanlı’nın çok yönlü hükümranlığını kabul etmeyen bu Kürt aydınları 19'uncu yüzyılın başlarında Osmanlı’ya başkaldırırlar. Osmanlı ise onları eski statülerinde tutmak için var gücüyle üstlerine gider. Bu nedenle 19'uncu yüzyıl önemli bir dönemeç ifade eder. O dönemden itibaren birçok Kürt isyanı yaşanmıştır. Bunların çoğu kanla bastırılmıştır. Bu artık egemen güçlerle Kürt milli güçleri arasında onarılmaz bir yarık oluşturmuştur. Bedirxanlar’dan sonra şeyh önderlikli aileler bu hareketin öncülüğünü yapmaya başladılar. 33 yıllık Abdülhamit saltanatına son veren devrimi yapan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 5 kurucu üyesinden 2 tanesi Kürt’tür, bunlar Doktor Abdullah Cevdet ve Doktor İshak Sükuti’dir. Fakat 1912 Selanik kongresi ile İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yönetimi tamamı ile dönme ve devşirme İslamcıların eline geçtikten sonra millici Kürtler başta Abdullah Cevdet ve İshak Nuri Paşa olmak üzere bu cemiyetten kopmuş ve kendi özgü Kürt örgütlerine yönelmişlerdir. Bu örgütler bir aydınlanma hareketine dönmüştür.   Kürt aydınlanması, Mustafa Kemal’in sahneye çıkışı ve sonrası Kürt hareketleri bu süreçte nasıl etkilenmiştir?   Bu kopuş sonrası Kemalistler yani Kuvâ-yi Milliyeciler ortaya çıktıklarında özellik Mustafa Kemal ittihatçı mirası reddederek Kürtlerin önemli bir bölümünün desteğini sağlar. Bu konuda kuşkucu olan Kürt aydınları da vardır. Kemalistleri de ittihatçıların devamı olarak görürler. Nitekim Kemalist kadroların yüzde 90’ı eski ittihatçıdır. Ancak bunlar ittihatçı mirası reddederek yeni bir iddia ile ortaya çıkmıştır. Mustafa Kemal, Samsun üzeri muhalefet hareketi örgütlemek için batıya değil Kürdistan’a gider. Mustafa Kemal biliyor ki o aşamada Türklerin en zayıf oldukları dönemde Kürtler başkaldırır bir ayrılmaya giderlerse Türklerin bir kurtuluş umudu kalmaz. Bundan dolayı zaten haberler alınmakta. Antep, Urfa, Maraş hattında yaşayan Kürt isyancıları, antiemperyalist bir anlayışla Fransız ve İngilizlere karşı çıkmaları Mustafa Kemal’in çıkmasından çok öncedir. Ankara hükümeti Kürt isyancı, dağlılara karşı Fransızlarla gizli anlaşmalar yapıyorlar. 1922'de Kürtdağlıları Mutalebatı’nın (İstekleri) Kemalist hükümete karşı bastığı bildirilerin belgesini ilk defa ben yayınladım. Yayınladıkları bildiri ile Kürtdağlıları (Çiyayê Kurmanc yaşayanları) Kemalist yönetimi uyarıp sözlerinde durmalarını istiyorlar. Kemalist yönetim söylenenleri reddediyor. Ancak Kürtdağlıları haklı gizli görüşmeler var ve Kemalist yönetim gizli gizli Fransızlarla yaptıkları görüşmelerle Kürtlerin ipini çekiyor ve bunu da inkar ediyor. Lozan’a da bu şartlarda gidildi.     Konu ihanet olduğu için o dönem Türklerin yanında kalıp, onların söylediklerine inananların hepsi boşa düştü. Saidî Kurdi’yi bile mecliste çıkarıp konuşmalar yaptırdılar. Bazılarını örgütleyip Sevr görüşmelerini sürdüren Şerif Paşa’ya karşı harekete geçirdiler.   Kürtdağlıları Mutalebatı’ndan sonra Lozan’a gidildi. Kürtler Lozan’ı nasıl kabul etti?   Kürtdağlıları’nın daha önce aldıkları Kürtlerin arasına sınır çizilmesi mevzusu çok az bir değişiklikle doğru çıktı. Kürt aydınlanma hareketinin legalden çıkıp, çünkü legal örgütlenme yasaklanmıştı ilk olarak Kürdistan Azadî Cemiyeti içinde örgütlenmesi ve giderek 1925 isyanını örgütlemesinin temelinde bu var. Konu ihanet olduğu için o dönem Türklerin yanında kalıp, onların söylediklerine inananların hepsi boşa düştü. Saidî Kurdi’yi bile mecliste çıkarıp konuşmalar yaptırdılar. Bazılarını örgütleyip Sevr görüşmelerini sürdüren Şerif Paşa’ya karşı harekete geçirdiler. Türk devleti ile o aşamada vaatlere kanıp, ihanet içerisine düşen unsurlar Hanya’yı Konya’yı gördüler ve hayatları zehir oldu. Bir bölümü idam edildi, bir bölümü ömür boyu süründü.    Sadece yanlış yapan unsurlar mı yaptıkları yanlışın cefasını çeker?   Kürtler ve Türkler arasında tarihten gelen bir güç birlikteliği var. Nitekim Güney Kürdistan İngilizlere, Güney Batı Kürdistan ise Fransızlara bırakıldı. Onlarla anlaştığı için Kemalist hükümet İtalyan ve Rumların ipini çekti. Ondan dolayı Rumlar Ege’den, İtalyanlar güneyden çekilmek zorunda kaldı. İngilizler o tarihte Şeyh Mahmut Berzencî öncülüğünde Kürt hareketine özerklik vermeyi kabul ettikleri halde o dönemki Türk istihbaratı Kürtleri İngilizlere karşı bağımsızlık isteyin diyerek kışkırttı. Kürtler de bağımsızlık iddiasıyla ortaya çıkınca İngilizler uçak filolarıyla Kürtlerin başına bomba yağdırıp hareketi bastırdılar ve Şeyh Mahmut Berzencî’yi Hindistan'a kadar sürdüler. Yanlış yapan bunun bedelini mutlaka ağır bir şekilde ödüyor. Sadece yanlış yapan unsurlar değil onunla birlikte Kürt halkı ödüyor. Bu nedenle bu günlerde de büyük oyunlar var. Bu oyunun en büyük parçası Lozan imzalandıktan yani Kemalist hükümetin baltası kütükten çıktıktan sonra kendi topraklarını kurtarmış oldular. Bunun için Kürtleri bastırmanın da zamanı gelmişti. 1924’te ipuçlarını görüyoruz, Türk basınından ‘Türkün süngüsünün göründüğü yerde Kürtlük biter’ diye sloganlar boy göstermeye başlamıştı. Kendi topraklarını güvenceye almışlardı.    Sonrası süreç…    Kürt taleplerini askıya aldılar. Bunun en önemli belgesi Şark Islahat Planı’dır. Bu plan gerçek anlamda bir sömürgeleştirme planıdır. Nitekim 28 maddeden oluşan bu planın ilk maddesi, 28 madde tamamen uygulanana kadar Kürdistan’da örfi idare devam edilecektir. Sömürgeleştirme programı bütünüyle hayata geçirilinceye kadar Kürdistan'da askeri yöntemler devam edilecektir. Dersim’de planlı bir soykırım hareketi yapıldı. Askeri yöntemle hizaya getirme, cezalandırma, sürme, asimile etme, medenileşme ve tasfiye yöntemlerinin tamamı Kürdistan’da uygulandı. Bu uygulamalar sırasında yönetimler hiç boş durmamış ve işbirlikçi Kürtleri aramışlardır. Her zaman işbirlikçi Kürtleri yanlarına çekmeye çalışmışlardır. Bütün aşamalarda bu böyledir.    Kürtlerin tarihine baktığımız zaman birçok defa ihanetle yüz yüze kalmışlardır. Bugün dönüp baktığımızda Kürtler tarihten ders çıkardı mı?   Bu işbirlikçilerin hepsi işin bitiminden sonra cezasını çekmişlerdir. Ne yazık ki sadece kendileri değil kendileriyle birlikte Kürt halkına da çektirmişlerdir. Bunun Kürt tarihinde sayısız örneği var. Bunlardan, tarihten ders almayanlar her zaman etkisizleşmeye mahkumdur. Bunu hiçbir zaman unutmamak lazım. Tarihten ders alınsaydı bunlar tekrarlanmazdı. Şimdi günümüzde yine bir takım işbirlikleri görüyoruz. Bu tarihten ders almamaktır. Biz biliyoruz ki geçmişte Sadabat ve Bağdat paktlarının üyeleri Kürt sorunu olan Irak, Suriye, İran ve Türkiye gibi sömürgeci devletlerdi. Hami koruyucu devletler ise hep ABD ve İngiltere oldu. Ancak hep Türkler, Kürtleri İngilizlerle ilişkilendirerek işbirliği ile suçlayıp hep aynı hikayeyi anlatmışlardır. Hep aynı politika. Kürtler tarihten ders çıkarsa bunlar tekrarlanmaz ve hasarsız bir zafere gidilir. Eşitlikçi, özgürlükçü, kardeşçe bir çözüme gidilir. Bunlardan ders alınmadığı sürece hem ihanetçiler bunun bedelini öder, hem de Kürtlere hasar ödetirler. Tarihten ders almak herkesin birinci görevidir. Tarihten ders alınsaydı hiç bu olumsuzluklar yaşanır mıydı? Günümüzde olumsuz tavır gösteren bütün unsurların tarihten ders alması gerekir yoksa ağır biçimde bedel öderler.    MA / Emrullah Acar