Yrd. Doç. Dr. Kurşun: Türkiye UCM’de yargılanabilir 2022-07-26 09:02:35   ANKARA - Ceza hukukçusu Günal Kurşun, Irak devletinin Türkiye’yi şikayet etmesi ardından BM Güvenlik Konseyi’nin Zaxo’da yaşanan saldırıyı doğrudan UCM’ye gönderebileceği ve yargılamanın başlayabileceğini söyledi.   Federe Kürdistan Bölgesi’ne bağlı Zaxo’ya yapılan saldırının ardından incelemelerde bulunan Irak devleti, Türkiye’nin saldırıyı 155 mm’lik toplarla gerçekleştirdiğini açıkladı. Irak, Türkiye’yi Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’ne şikayet etti ve acil oturum talebinde bulundu. Konseyin bugün toplanması beklenirken, savaş suçları karşısında işletilecek uluslararası hukuku, BM’nin rolünü ve söz konusu saldırıyı gerçekleştiren Türkiye’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM) yargılanmasının yolunun nasıl işletileceğini Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen ceza hukukçusu ve insan hakları savunucusu Yrd. Doç. Dr. Günal Kurşun ile konuştuk.     Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde (IKYB) bulunan Zaxo ilçesindeki sivillere yönelik gerçekleştirilen saldırıda Türkiye’nin savaş suçu işlediği belirtildi. Savaş suçu ne anlama geliyor ve hangi hukuki metinlerde tanımlanmıştır?      Nihayet savaş suçları bugünkü tanımına, 1998 tarihli kalıcı ve sürekli hareket eden UCM’nin Roma Statüsü’ndeki savaş suçları tanımıyla ulaştı. Cenevre Sözleşmelerinden Roma Statüsü’ne kadar savaş suçları tanımının değişmediğini görüyoruz.   2’nci Dünya Savaşı ortamında Cenevre Sözleşmeleri adıyla bilinen dört sözleşme grubu var. Savaş suçu, temel olarak Cenevre Sözleşmeleriyle tanımlandı. Cenevre Sözleşmelerinin ortak 3’üncü maddesi savaşan taraflara -devlet olması gerekmez- kim olursa olsun sivillerin bu savaştan zarar görmesini engellemesi mükellefiyeti yükler. Dolayısıyla Cenevre Sözleşmeleri bu konuda belirleyici ilk belge olarak modern uluslararası ceza hukuku tarihinde karşımıza çıktı. Ancak tek belge bununla sınırlı değil. 1993’te Avrupa’nın ortasında yaşanan büyük soykırımdan, eski Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra BM Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) adında özel bir mahkeme kurdu. Bu mahkemenin kurucu belgesinde de savaş suçları tanımlandı. Benzer bir tanımlamayla bu kez Afrika’nın ortasında 1994’te Ruanda soykırımdan sonra Ruanda için savaş suçları mahkemesiyle karşılaştık. Nihayet savaş suçları bugünkü tanımına, 1998 tarihli kalıcı ve sürekli hareket eden UCM’nin Roma Statüsü’ndeki savaş suçları tanımıyla ulaştı. Cenevre Sözleşmelerinden Roma Statüsü’ne kadar savaş suçları tanımının değişmediğini görüyoruz.   Hem bir ceza hukukçusu hem de insan hakları savunucusu olarak bu saldırıyı savaş suçu boyutuyla nasıl değerlendirdiniz?   Gerek Cenevre Sözleşmelerinde gerekse Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde savaşan taraflar kim olursa olsun, savaşmayan tarafların, sivillerin zarar görmemesi en temel ilkedir. Bu olayda da bu temel ilkenin ihlal edildiğini görüyoruz. Bir insan hakları savunucusu olarak çok rahatsız oldum. Irak devleti, saldırıyı protesto etti ve TSK’nın yaptığını söylüyor. Ama Türkiye Dışişleri Bakanlığı da yalanlayan bir açıklama yaptı. PKK kaynaklarından Türkiye’nin yaptığına dair bir açıklama geldi. Kimin yaptığını bilebilecek durumda değilim ama bir Türk olarak çok rahatsız oldum. Bunun benzerlerine Türkiye’de daha önce Roboski’de karşılaştık. Roboski’den sonra kimseye hiçbir şey olmadı. Sadece ölen Kürt köylüler öldükleriyle kaldı. Olabilecek en kötü sonuçla karşılaştık. İdari anlamda bir soruşturma açılmadı. Büyük bir utanç.   Roboski gibi sonuçlanmaması, bu saldırıda gerçeğin açığa çıkarılması için ne yapılmalı?   Zaxo’daki saldırının faili eğer Türkiye ise ya da kim olursa olsun etkili bir soruşturma yapılmalı, sorumlular ortaya çıkarılmalı ve kamuoyuyla paylaşılmalı. Neticede ölen herkesin sivil olduğuna eminiz. Saldırının failini ortaya çıkarmak güvenlik görevlilerinin görevi. Ama Türkiye’nin Irak Kürdistan’ında 20’den fazla askeri üssünün bulunduğunu biliyoruz. Kamuoyuna açık bir bilgi, askeri sır falan değil. Neticede Türkiye Cumhuriyeti’nin askeri olarak müdahale ettiği bir coğrafyadan söz ediyoruz. Dolayısıyla burada uluslararası hukuk bakımından Türkiye’nin sorumluluğundan söz edilebilir. Ama bunu araştırmak ve gerçeği ortaya çıkarmak bölgede egemen olan güçlerin işbirliğini gerektiriyor. En kısa zamanda bir soruşturmanın başlatılması ve gerçeğin ortaya çıkartılması gerekiyor.   Öte yandan Irak devletinin açıklamasından öğrendik ki ölenlerin tümü Arap kökenli insanlar. Mağdurlar Arap olduğu zaman Irak devleti hemen Türkiye’yi BM’ye şikayet ediyor, harekete geçiyor. Bunlar hakları ama keşke mağdurun etnik kökeninden bağımsız olarak bu tepkiler gösterilebilse. Zaxo’da pek çok Kürt de yaşıyor. Ölenler Kürt olsaydı Irak devleti benzer bir açıklama yapar mıydı, emin değilim. Bunu da görmek gerekiyor. İnsan hakları yaklaşımı, failin de mağdurun da kimliğinden bağımsız olarak yaşananı kınamaktır.   Peki BM’nin pozisyonunu nasıl değerlendirmek gerekiyor. Birçok kez sivil katliamlarda BM devreye girmedi. Roboski’de BM devreye girseydi Zaxo yaşanır mıydı?      Roboski’de BM devreye girmedi, çünkü Türkiye karşısında mütereddit kaldı. Gerekçesi de “Egemen bir ülke gerekli soruşturmayı kovuşturmayı yapacak” diye bekliyor. Ama Roboski hadisesinde öyle olmadığını gördük.   Ne kadar uluslararası hukuku koruduğunu ve savunduğunu söylese de BM de siyasi bir örgüt. Dolayısıyla kararları ve yaklaşımları da siyasi oluyor. Roboski’de BM devreye girmedi, çünkü Türkiye karşısında mütereddit kaldı. Gerekçesi de “Egemen bir ülke gerekli soruşturmayı kovuşturmayı yapacak” diye bekliyor. Ama Roboski hadisesinde öyle olmadığını gördük. Etkili bir soruşturma ya da kovuşturma süreciyle karşılaşamadık. Böyle durumlarda BM, ilgili ülkenin iç yapısına bakıyor; eğer böyle bir soruşturma yapılabilecek bir ortam yoksa, yani devlet düzeni çökmüşse, sağlıklı işleyen bir hukuk düzeninden söz edebilecek imkan olmadığı durumlarda devreye giriyor.   Türkiye’de şu an için sağlıklı işleyen bir hukuk düzeninden bahsetmek mümkün mü?   Ben bir ceza hukukçusu olarak biraz da utanarak söylüyorum bunu; bu kadar taraflı ve bağımlı bir yargı düzeni içinden bir şey çıkabilir mi Türkiye’nin hukukundan emin değiliz. En azından bu yolların denendiğini gösteren de bir kanıt yok Roboski hadisesinde. Dilerim burada işin faili TSK değildir. Eğer öyleyse de Türkiye Cumhuriyeti, hukukun gereğini yerine getirmek zorundadır.   Türkiye gerçekleştirdiği bu saldırılarda sürekli “terör” kavramına sığınıyor. Savaş suçlarında “terör” gerekçe olabilir mi?   Şüphesiz olamaz. Sivillerin, çocukların öldüğü bir saldırıda değil terör hiçbir şey gerekçe olamaz. Velev ki terörü engellemek maksadıyla yapılmış olsun, neticede siviller zarar görmüş durumda. Dolayısıyla Cenevre Sözleşmeleriyle belirlenen sivillerin zarar görmemesi ilkesi ihlal edilmiş durumda.   101 Soruda Uluslararası Ceza Mahkemesi kitabınızda Türkiye’nin UCM’yi kuran Roma Statüsü’nü imzalamadığını ve onaylamadığını belirtiyorsunuz. Bu durumda UCM’nin bu tür savaş suçlarında Türkiye üzerinde nasıl bir etkisi olabilir?   Bu olay üzerinden ve olayın failinin TSK olduğu kabulü altında değerlendirecek olursam; Roma Statüsü’yle kurulan UCM’nin doğrudan bir yargılama yetkisi yok bu olayda. Çünkü söz konusu suç UCM’ye taraf bir devletin toprakları üzerinde işlenmeli. Irak devleti, UCM’ye taraf değil. Ancak burada Irak devletinin izleyeceği bir yol var. Bir kereye mahsus bu olaya özgün olarak UCM’nin yargılama yetkisini tanıması durumunda, UCM’nin yargılama yetkisi devreye girer. Irak devleti böyle bir tanımada bulunur mu bilmiyoruz, çok da zannetmiyorum. Çünkü şimdiye kadar örneği olmayan bir durum ama UCM’yi kuran Roma Statüsü’nde buna cevaz veren hüküm var. Irak devletinin böyle bir şey yapacağını sanmıyorum, çünkü bu yol yaratmak anlamına geliyor. Eğer şimdi böyle bir şey yaparsa her olayda yapması lazım. Aslında Suriye de teorik olarak bunu yapabilir. Suriye de taraf değil ve geçmişte buna benzer olaylar işlendi, işleniyor. Neticede Ortadoğu’dan söz ediyoruz, demokrasinin çok da işlemediği bir coğrafya.   Türkiye’yi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne şikayet etti. Böyle bir durumda işletilecek hukuki süreç ne olur, UCM hangi noktada devreye girer?      Türkiye, seneler sonra BM Güvenlik Konseyi’ne üye oldu. Roma Statüsü’nde bir başka hüküm var; BM doğrudan bir olayı UCM’ye gönderebiliyor. UCM savcısına “Bu konuda davayı aç” emri anlamına geliyor ve BM Güvenlik Konseyi’nden böyle bir talep gelmesi durumunda dava açılmak zorunda.   Türkiye, seneler sonra BM Güvenlik Konseyi’ne üye oldu. Roma Statüsü’nde bir başka hüküm var; BM doğrudan bir olayı UCM’ye gönderebiliyor. UCM savcısına “Bu konuda davayı aç” emri anlamına geliyor ve BM Güvenlik Konseyi’nden böyle bir talep gelmesi durumunda dava açılmak zorunda. Ama Güvenlik Konseyi’nin üyelerinden biri Türkiye. Diğer yandan konseyde daimi üyelerin hegemonik yapısı var. BM Güvenlik Konseyi’ne 15 devlet üye, bunlardan ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin daimi üye ve veto hakları var. Bu 5 ülkenin siyaseten uzlaşabildikleri son derece nadir konular oluyor zaten. Bu yapıdan böyle bir karar çıkarsa, Türkiye için UCM bir yargılama başlatabilir. Böyle bir şeyin olması son derece zayıf bir olasılık.   Ama asıl mesele kimse “Türkiye Cumhuriyeti neden BM Güvenlik Konseyi’nde savaş suçu işleyen bir ülke olarak konu oluyor” diye sormuyor. Ya da bundan kimse rahatsız olmuyor.  Böyle bir duruma düşmemek için hukuku işletmek gerekiyor. Ama Türkiye’de uzun süredir hukuk son derece gereksiz, ayrıntı, ayak bağı gibi bir yapı olarak görülüyor. Özellikle iktidar çevreleri tarafından böyle. Bu iktidar döneminde Türkiye’nin bir hukuk devleti olmaktan hızla çıktığını görüyoruz ama önceden de bir hukuk devleti olup olmadığı çok ciddi şekilde tartışılabilir. Yeni bir durum değil ne yazık ki. Türkiye’de hukukla kurulan ilişki her zaman sorunlu oldu.   Yaşanan bu saldırı karşısında Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollarla çözümü Türkiye’nin uluslararası statüdeki yerini nasıl değiştirecek? Çözüm nedir?      Çözüm hukuk ve barış. Kürt sorununun barışçıl çözümü konusunda adımlar atılırsa, ekonomi de dahil pek çok şey hızlıca düzelecek. Demokratikleşme, insan hakları, hukuk ve barışın egemen olduğu bir coğrafyada problemlerin hiçbirine yer yok.   Çözüm hukuk ve barış. Kapsamlı çözüm aslında çok net. Bu durumların engellenmesinin tek yolu barış. Barış hakkını her noktada savunmak lazım. Savaşmak güçlerin işine geliyor ama çocukların öldüğü hiçbir sonuç tercihi şayan değildir. Dolayısıyla barış her şeyin üstünde tutulmak durumundadır.   Kürt sorununun barışçıl çözümü konusunda adımlar atılırsa, ekonomi de dahil pek çok şey hızlıca düzelecek. Demokratikleşme, insan hakları, hukuk ve barışın egemen olduğu bir coğrafyada problemlerin hiçbirine yer yok. Kendiliğinden sistem içerisinde çözülür. Dilerim bir an önce bu standarda kavuşuruz.   MA / Zemo Ağgöz