Zagros: KDP bağımsız heyetleri engelleyerek savaş suçlarını gizliyor 2022-08-26 09:39:35   HABER MERKEZİ - Gazeteci Beritan Zagros, KDP’nin Türkiye’nin taktik nükleer silah kullanılmasına olanak sağladığını belirterek, bağımsız heyetlerin Türkiye, KDP ve uluslararası güçlerin savaş suçlarının ortaya çıkmaması için engellendiğini söyledi.   Topyekûn savaş konseptine 24 Temmuz 2015’te Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik hava saldırılarıyla yeniden dönüş yapan AKP, “Yeni Osmanlı” hayalleriyle 24 Nisan 2021’de Zap, Metîna ve Avaşîn bölgelerine yönelik başlattığı saldırılarını, 17 Nisan’da kapsamlı hale getirdi. Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) işbirliğinde savaşı sürdüren AKP, kimyasal silahtan sonra bu kez taktik nükleer silah kullanımına başladı. Savaş suçu kapsamına giren kimyasal silah ve taktik nükleer silah kullanımına, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) başta olmak üzere uluslararası kurum ve kuruluşların sessizliği  de sürüyor. Fırat Haber Ajansı’nda (ANF) yer alan HPG’nin savaş bilançosuna göre, Türkiye bölgede bin 532 defa taktik nükleer silah kullandığını açıkladı. HPG, askerlerin taktik nükleer silah kullanımına dair görüntüleri de paylaştı.    AKP ile savaşta işbirliği yapan KDP, bağımsız heyetlerin kimyasal silah ve taktik nükleer silah kullanımına dair incelemelerin yapılmasını da engelliyor. Gazeteci Beritan Zagros, KDP’nin Türkiye’nin taktik nükleer silah kullanımına olanak sağladığını belirterek, bağımsız heyetlerin engellenmesini de uluslararası güçlerin de ortak olduğu savaş suçlarının gizlenmesine dönük olduğunu söyledi.   Zap, Metîna ve Avaşîn’de 4 aydır savaş devam ediyor. Türkiye’nin Taktik nükleer silah ve kimyasal silahın kullanıldığı bölgede savaş nasıl bir aşamaya geldi?    Güney Kürdistan, iki yılı aşkın bir süredir Türkiye’nin havadan ve karadan işgali altında. Heftanîn ile başlayan saldırılar, Garê, Avaşîn, Metîna ve Zap ile devam ediyor. Yasaklı, yasaksız her türlü silahın arşı kullanımı söz konusu. Türkiye’nin NATO üyesi olmasından dolayı ortaya çıkan bazı gerçeklerin altının çizilmesi gerekiyor. NATO faktörünün devrede olmadığı bir durumda; Türkiye’nin ne ekonomik olarak ne de savunma sanayisi açısından bu kadar uzun vadeli bir savaşı yürütebilmesi mümkün olamaz. Yine Güney Kürdistan’a yönelik askeri saldırıların sürekli olmasına imkan sağlayan ana etken, Türk devletine uluslararası siyaset açısından zemini sağlayan NATO ile bağlantılı hegemonik güçlerdir. Fakat tüm bölgesel ve uluslararası dengeler Türk devletinin lehine olmasına rağmen, Türk Ordusu istediği sonucu alamamış ve sadece son 4 aylık süreçte yüzlerce askerini kaybetmiştir. Aralıksız bir şekilde kullanılan kimyasal ve termobarik silahların kullanımına rağmen Türk ordusu içinde ciddi bir bunalımın yaşandığı, ordu komutanlarının sık sık sınır karakolları ziyaret etmeleri, istedikleri sonuca ulaşamadıklarını göstermektedir.   HPG kimyasal silah ve taktik nükleer silah kullanımına dair bilançolar açıklıyor. Bu noktada sorumluluğu olan OPCW başta olmak üzere uluslararası güçlerin sessizlik hali sürüyor. Bağımsız heyetler de bölgeye gidemiyor. İncelemelerin yapılması neden engelleniyor?      KDP’nin Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi için kimyasal silahların ve taktik nükleer bombaların kullanılmasını desteklemesidir. KDP, Türk devleti ile aynı anlayışa sahiptir.    İki yıldır Türk ordusunun kimyasal silah kullanımı gündemde. Kürt Özgürlük Hareketi defalarca uluslararası kurumlara (OPCW), bağımsız heyetlere, Sınır Tanımayan Doktorlara, Güney Kürdistan ve Irak hükümetlerine araştırmalar yapılması için çağrıda bulundu. Şu ana kadar herhangi bir kuruluş bu çağrılara dönük olumlu veya olumsuz bir cevap vermedi. 2022 yılının ilk aylarında bağımsız bir heyet, Süleymaniye’ye gelip, oradan da Behdînan’a geçerek kimyasalların kalıntılarını araştırmayı ve aynı bölgedeki halkı ziyaret etmeyi istedi. Bu heyet KDP tarafından engellendi! Avrupa’ya dönmek zorunda kaldı. Alana dair topladıkları (kısmi) bilgileri raporlaştırarak, ilgili kurumlara ulaştıracaklarını belirttiler. Kimyasal silahlara yönelik tartışmalar devam ederken, şimdi de taktik nükleer silahların kullanımının gündeme gelmesi, Türk devletine yönelik herhangi bir sınırlama ya da yaptırım uygulanmadığının ve savaşın çok tehlikeli bir düzeye ulaştığının en açık göstergesidir. Savaş hukukunu çiğneyen bu pervasızlığın hiçbir engelleme ile karşılaşmamasının iki temel nedeni var. Birincisi; KDP’nin Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi için kimyasal silahların ve taktik nükleer bombaların kullanılmasını desteklemesidir. Yine KDP, ‘Kürt sorununun’ çözümü konusunda Türk devleti ile aynı anlayışa sahiptir ve kendi varlığını gerillanın zayıf düşmesine, ortadan kaldırılmasına bağlamıştır.    İkincisi; Avrupa ülkelerinin, İsrail ve ABD’nin özellikle savunma sanayisi ve silah tedariki noktasında Türk devleti ile işbirliği içinde olduğu görülmektedir. Kürdistan’daki tüm savaşlar bu güçlerin çıkarınadır. Güney Kürdistan’da bağımsız heyetlerin araştırma yapmasına engel olunması, sadece Türk devleti ve KDP’nin ‘günahlarının’ gizlenmesi değil, aynı zamanda hangi uluslararası güçlerin de savaş suçlarına ortak olduğunun ortaya çıkmasına engel olmak demektir. Tarafsız komisyonların açığa çıkaracağı savaş suçlarının yaratacağı kamuoyu baskısı, Güney Kürdistan’da kullanılan silahların yasaklanmasına ve bu silah üzerinden sağlanan ekonomik rantların kesilmesine sebep olacaktır.    Türkiye ile işbirliği yapan KDP, gelinen aşamada savaşın neresinde?    KDP aslında Türk işgalci ordusunun destekçisi değil, ortağıdır. AKP ve MHP ile aynı siyasal anlayışa sahiptir. Türk işgalci güçlerinin Behdînan’daki üslerinden gerilla alanlarına yönelik havadan ve karadan saldırılar düzenleyebilmesi, KDP’nin izni dahilinde gerçekleşmektedir. Aynı zamanda, Metîna başta olmak üzere birçok alana KDP’nin provokatif girişimleri oluyor. Birçok stratejik noktada, KDP’ye bağlı özel güçlerin konuşlandırılması ve bu noktalarda oluşturulan askeri-istihbari üslerin gizlice Türk askerlerine devredilmesi söz konusudur. Yine araziye dönük keşif istihbaratının sürekli olarak Türk ordusuyla paylaştığına dair yerel bilgiler vardır. Böylelikle; Türk ordusunun tekniğe dayalı yürüttüğü savaşın, insan gücü ve yerel imkanlar ile desteklenmesi hususunda KDP’nin aktif bir pozisyonu olduğu ve açık bir biçimde savaşın ortağı olduğu görülmektedir.   Bölge halkının savaş karşısındaki tutumu nedir?       Böylelikle tamamen Türk devletine bağlı adeta piyon durumuna düşmüş bir Kürt yönetimi gerçekliğini ortaya çıkacaktır. Bu durumda Güney Kürdistan’ın statüsü de tartışması konu olacaktır.    Türk devletinin bölgeye yönelik saldırıları sürekli olarak devam ediyor ve bu saldırılarda giderek artan bir düzeyde sivil can kayıpları oluyor. En son Bamernê’de iki çocuk katledildi. Halkta ciddi bir öfke olsa da, maalesef KDP’nin baskısından kaynaklı bu öfke bir örgütlenmeye ve isyana dönüşmüyor. Yer yer bazı gösteriler olsa da, henüz gündem oluşturacak bir düzeye ulaşamamıştır. Halka öncülük yapabilecek tüm aktivisitlerin, kanaat önderlerinin ve gazetecilerin tutuklandığı da unutulmamalı. KDP ve diğer Güney partilerinin bölge halkını yoksulluk ve ekonomik sorunlar ile uğraştırması ulusal anlamdaki refleksleri de pasifize etmiş durumda. Bu da özel savaşın başka bir boyutu olarak ele alınmalı. Türk devletinin Zaxo katliamından sonra mevcut durum kademeli olarak değişmeye başlarken, Irak genelinde giderek yükselen bir tepki ve hareketlenme oluşuyor. Türk mallarını, turizmini ve kurumlarını boykot etme, Irak’ta ve Güney’de yaygınlaşan bir tutum haline gelmeye başlıyor.    “Yeni Osmanlı” hayalleri, Misak-ı Milli planları, Lozan Antlaşması’nın güncellenmesi gibi birçok tanımlama söz konusu. Savaşın amaçlarını irdelemek gerekirse, Türkiye’nin bölgedeki hedefi nedir?    Sürekli olarak zikredilen Misak-ı Milli, Lozan Anlaşması’nın yüzüncü yılı, Musul ve Kerkük tartışmaları üzerinden işaret edilen temel iddia, Güney ve Batı Kürdistan topraklarının Türkiye’nin hakimiyeti altında olmasıdır. Peki bu nasıl mümkün olabilir? Eğer gerilla zayıf düşürülürse, Güney Kürdistan’ın ekonomik, kültürel, politik ve askeri açılardan bir bütün olarak Türk sömürgesi haline getirilmesi söz konusu olacaktır. Böylelikle tamamen Türk devletine bağlı adeta piyon durumuna düşmüş bir Kürt yönetimi gerçekliğini ortaya çıkacaktır. Bu durumda Güney Kürdistan’ın statüsü de tartışması konu olacaktır. Eğer Türk devleti bu ikinci hedefinde ilerleme sağlarsa, Kürt yönetimine el koyma durumunu gerçekleştirmek isteyecektir. Türk devletinin Güney Kürdistan’a yönelik emelleri, Sünnilik ve Türklüğün Ortadoğu özelinde bölgesel bir güce dönüşme stratejisiyle de bağlantılıdır. İran’ın Şii hilaline karşı Türkiye öncülüğünde bir gücün öne çıkmasının siyaseti yapılmaktadır. Yani uluslararası güçlerin desteğini alarak bölgedeki İran hakimiyetini sınırlamayı hedeflemektedirler. Bu anlamda iki bölgesel güç arasında, Kürdistan ve Irak özelinde ciddi bir siyasi ve askeri gerilim vardır. Bunlara ek olarak, her iki devlet açısından hem ticaret yollarını denetleme hem de petrol kaynaklarını kontrol etme arayışları söz konusudur. Bu çok yönlü bölgesel rekabetin kurbanı ise Kürdistan topraklarıdır.    Savaşın, bağımsızlık referandumunda “Vanayı kapatırız” tehditlerine rağmen Türkiye ile işbirliği yapan KDP’ye sonuçları ne olur?       Tümüyle Irak’a, İran’a, Türkiye’ye, Suriye’ye bağlı ya da uluslararası güçlere entegre olmuş bir oluşum istiyorlar. Truva Atı olacak, piyon düzeyinde kalacak bir Kürtlük istiyorlar.    KDP iktidarının başını çektiği referandum, sonraki yıllarda daha iyi anlaşıldı ki; bağımsızlık hedefi ile gerçekleştirilmedi. Bugün dönüp son 5 yıla baktığımızda, referandum üzerinden Kürt halkının duyguları ve oyları ile kumar oynanmış, bununla birlikte uluslararası güçlerin tepkilerini ölçmek istemişlerdir. Referandum sonrasındaki yıllarda ise Mesut Barzani’den tutalım Nêçîrvan ve Mesrûr’a kadar, KDP yönetiminin Bağdat’a daha fazla tabi olarak, Irak cumhurbaşkanlığını elde etmek ve federal hükümette yer almak adına diğer Kürt gruplarını karşılarına almış ve hatta Kürtlüğü pazarlamışlardır. 16 Ekim Kerkük işgaliyle başlayan kırılmanın etkileri, Efrîn, Serêkaniyê, Heftanîn ve halen de sürmekte olan Rojava, Şengal, Mexmûr ve Medya Savunma Alanlarına yönelik saldılar ile devam ediyor. 16 Ekim kırılması KDP politikalarının sonucuydu, fakat bedelini dört parça Kürdistan ödüyor.    Buna ek olarak; Irak Federal Mahkemesi’nin aldığı karara göre, ‘petrol dosyası’ da Güney’in elinden alınacak. Kürdistan bölgesinin ekonomik damarı bu petrollerdir. Yine ticari sınır kapıları ve havaalanları gibi önemli kontrol noktaları da Kürtlerden alındı ve alınmaya ediyor. Şimdi Irak’ta anayasa değişikliği de gündeme gelmiş durumda. Güneyli güçlere göre yapılacak yeni düzenlemeler ile Kürtlerin anayasal hakları da tehlikeye girebilir. Rahatlıkla diyebilirim, Lozan’ın yüzüncü yılına yaklaşırken, bu güçlerin Kürt politikasında halen soykırımcı bir zihniyet söz konusudur. Tümüyle Irak’a, İran’a, Türkiye’ye, Suriye’ye bağlı ya da uluslararası güçlere entegre olmuş bir oluşum istiyorlar. Onların Truva Atı olacak, piyon düzeyinde kalacak, sürekli soykırım kıskacında yaşayacak bir Kürtlük istiyorlar.    Savaşın merkezinde gaz, petrol ve su kaynakları da var. Bu kaynaklar yüzyıl önce uluslararası güçlerin çıkarları ile bağlantılı olarak ele alınırken, bugün bölge devletlerinin daha ‘hırslı’ olduğu görülüyor. Bu bağlamda, Türkiye ve İran rekabetinin sahadaki yansımalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?    Önceki soruda da belirttiğim üzere; Irak Federal Mahkemesi Barzani ailesi ve KDP iktidarının Türk devletiyle yapmış olduğu 50 yıllık petrol anlaşmasına karşı bir hamle yaptı. Barzani ailesinin yolsuzluklarını da bahane göstererek, kanunen Güney Kürdistan’ın tasarrufunda olan tüm petrol dosyalarına, özellikle ihracat sürecine el koydu. Öte yandan; bu kararı İran’a yakın güçlerin KDP ve Türkiye’ye karşı bir hamlesi olarak da değerlendirebiliriz. İran kanun ve anayasa yoluyla, aynı zamanda kurulacak yeni hükümet aracılığıyla bu karşı hamlelerini derinleştirmeye çalışacak. Diğer taraftan Türkiye hem KDP ile yaptığı anlaşmalarından faydalanmak istiyor, hem Kerkük’te Türkmen cephesini güvenlik şirketleri yoluyla silahlandırarak herhangi bir fırsatta ‘tartışmalı bölgelerdeki’ petrol kuyularını kontrol etmek istiyorlar.    Bu tartışmalı bölgelerden, Garê, Musul ve Rojava’ya uzanan geniş bir alanı kapsayacak şekilde her taraftan saldırıyorlar. Fakat bu bölgelerde aynı zamanda İran’ın da hakimiyeti söz konusudur. Bundan dolayı, İran Başika ve Duhok’ta birçok kez füze ve hava saldırısı gerçekleştirdi. İki güç de Kürdistan petrolüne göz koymuş durumda ve uluslararası güçler de aradan çekilerek, bu bölgesel güçlere alan açmış durumdalar. Uluslararası güçlerin, özellikle Rusya dışındaki aktörlerin, petrolün Türkiye üzerinden dolaşıma girmesini istediklerini düşünüyorum. Çünkü bu güçler, İran’ın bölgede etkin olmasını stratejik hedefleri açısından tehlikeli olarak görüyorlar. O yüzden Türkiye’nin her türlü saldırılarına yeşil ışık yakıyorlar.    MA / Ahmet Kanbal