‘İdare ve Gözlem Kurulu İstiklal Mahkemeleri’ne dönüştü’ 2022-10-16 09:01:29 DİYARBAKIR - Cezaevlerindeki ihlallerin başında çıplak arama, ağız içi arama, koğuş baskınları ve istem dışı sevklerin geldiğini aktaran Av. Yusuf Çakas, İdare ve Gözlem Kurulları’nın İstiklal Mahkemeleri’ne dönüştüğünü söyledi.    Cezaevlerinde tutuklular üzerindeki hak ihlalleri artarken, neredeyse her hafta bir kişinin katledildiği cezaevleri için “Ölüm evleri” tanımlaması yapılıyor. İnsan Hakları Derneği (İHD) verilerine göre, 651’i ağır olmak üzere bin 517 hasta tutuklu bulunuyor. Yine aynı verilere göre, 2022 yılının 10 ayında, 63 tutuklu cezaevlerinde yaşamını yitirdi. En son yaşamını yitiren tutuklu ise, daha önce hasta olduğu ve tedavisi yapılmadığı bilgisi İHD raporlarına yansıyan Rize Kalkandere L Tipi Kapalı Cezaevi’nde kalan hasta tutuklu Süphan Çubuk oldu.    Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi Avukat Yusuf Çakas, cezaevlerinde artan hak ihlallerini değerlendirdi.    İHLALLERİN MERKEZİ    Çakas, cezaevlerinin yaşam hakkından ifade özgürlüğüne kadar ihlallerin yaşandığı merkezler haline geldiğini belirterek, bunun en somut örneğinin bu yılın 10 ayında 63 tutuklunun cezaevlerinde yaşamını yitirmesi olduğunu söyledi. “Bu bilgiler bile hem yetersiz hem de eksiktir” diyen Çakas, ilgili kurumların, gerek hastalıktan dolayı yaşamını yitirenler için, gerekse şüpheli şekilde yaşamının yitiren tutuklular hakkında herhangi bir açıklama ya da bilgi paylaşmadığını ifade etti.    ÇIPLAK ARAMA İŞKENCESİ    Son dönemlerde gerek tutuklu yakınları gerekse tutukluların aracılar ile ÖHD’ye gönderdiği mektuplarda en fazla yaşanan ihlallerin başında çıplak arama, ağız içi arama, koğuş baskınları ile istem dışı sevklerin geldiğini aktaran Çakas, “Çıplak aramanın makul bir izahı yoktur. Bu olsa olsa keyfi muameledir ve ne insanlığa ne ahlaka ne de hukuka uygundur. Bu durumu defalarca dile getirdik ancak cezaevi idaresi makul bir arama olarak görüyor. Kesinlikle çıplak aramanın makul bir yanı olmadığı gibi bu durum işkenceye dönüşmüş” şeklinde konuştu.    DEVLET POLİTİKASI    Cezaevlerinde yaşanan bir diğer hak ihlalinin ise sürgünler olduğunu ifade eden Çakas, “Her kadar adına sevk denilse de aslında bu sevk değildir. Bu bir sürgündür. Çünkü sevk; tutuklunun kendi istemiyle yapılır. Ancak bu ise tutuklunun iradesi dışında yapılan bir şeydir. Bunun adı da sürgündür.  Bu konuda Adalet Bakanlığı’na defalarca dilekçe yazdık ancak sonuç alamadık. Ancak görünen o ki bu bir devlet politikasıdır. Burada yatan zihniyet, tutukluyu ailesinden uzaklaştırarak, koparmak ve dış dünya ile bağıntısını kesip tecrit etmektir” diye belirtti.    HASTA TUTUKLULAR    Yıllardır hasta tutukluların durumunun gündemden düşmediğini söyleyen Çakas, “Bu konu uluslararası sözleşmelerde net bir şekilde belirtilmiş. Yani bir tutuklu fiziki hali hariç, diğer tüm koşullarda cezaevi ile dış dünya arasında herhangi bir farkın olmaması vurgusunu yapıyor. Her cezaevinde bir uzman hekimin bulunması, tedaviye sürekli bir şekilde ulaşma koşulları yaratılmalıdır.  Ayrıca şunu bilmek gerekir; sağlıklı olma hakkı, sadece fiziki hal olarak ele almamak gerekir. Bunun ruhsal, psikolojik ve duygusal yönü var. Yeteri kadar beslenememe, yeteri kadar güneş alamama ya da yeteri kadar havalandırmaya çıkarılmama ile S Tipi ve yüksek güvenlikli cezaevlerinde tekli odalarda kalınmasını bir araya getirdiğimizde tutukluların sağlıklı olma hali imkansız kalıyor. Bunun somut örneği Mehmet Candemir’dir. Tutuklandığında herhangi bir hastalığı yoktu, ancak cezaevinin getirdiği koşullarda hastalandı ve kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi” dedi.    ‘ATK TARAFSIZ DEĞİL’   Cezaevlerinde yaşanan ölümlerde Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) sorumluluğuna değinen Çakas, “ATK’nin verdiği kararlar tartışmalı hale gelmiş durumda. ATK kararlarının tarafsız ve bağımsız olmadığının en açık örneğini Halil Güneş kararında gördük. ATK Güneş için ‘Cezaevinde kalabilir’ dedi ancak kalamadı ve yaşamını yitirdi. Yine Hilvan Cezaevinde Bazo Yılmaz için de aynı kararı verdi ancak o da yaşamını yitirdi. Yanı sıra Mehmet Emin Özkan’ın hastalığını dünya duydu ama ATK hala bunu anlamadı. Bu kararlar hasta tutukluların hastaneye gitmesini de engelliyor. Çünkü tutuklular, ATK’nin kendilerine politik baktıklarını ve kendileri hakkında politik kararlar vereceğini düşündüğü için hastaneye gitmiyorlar. Tutuklularda ATK’ye olan inancı kalmadı. Bunun için cezaevlerinde yaşamını yitirenler artıyor”  ifadelerinde bulundu.   SIKIYÖNETİM MAHKEMELERİ   Cezaevi İdare Gözlem Kurulu tarafından tutuklulara verilen kararlara ilişkin de Çakas, kuruluş itibariyle uluslararası mevzuata uygun olsa da ülkedeki politik atmosferden kaynaklı İGK’nin tamamen politik mahkemelere dönüştüğüne dikkat çekti. Çakas, şöyle devam etti: “Adeta sıkıyönetim mahkemeleri ve İstiklal Mahkemeleri gibi bir hal almış. İnfaz kurulları, İGK’nin neyini değerlendirir. Koşulu Salı verme durumu mu? Bir tutuklunu koşullu salıverme hakkını elinden aldığınız zaman zaten onu infaz etmiş, idam etmiş oluyorsunuz. Bu yüzden diyorum ki; Türkiye’deki mevcut uygulamalar, güvenlikçi uygulamalar, mevcut politik atmosfer en iyi yasaların bile keyfi uygulanmasına neden oluyor. Biz bu yüzden diyoruz ki; Türkiye’de hiçbir uygulamanın keyfiyete yer vermeyecek kadar net, keyfiyete yer vermeyecek kadar kuralcı olmaması gerekir. İGK sorularla kendini düşüren, yaklaştıran bir tavır içinde. Bu tavrı kabul etmemek gerekiyor, Türkiye’deki infaz yakmaların önüne geçilmesi gerekiyor. Hasta tutsakların bir an önce tahliye edilmesi gerekiyor.”   ‘TECRİT TÜM TOPLUMU SARDI’   İmralı Adası’nda derinleşen tecridin tüm toplumu sardığını söyleyen Çakas, bunun sonucunda tüm toplumda hukuksuzlukların baş gösterdiğini söyledi. Türkiye’de bir özgürlükçü politikasının yaygınlaşmasını sağlamak gerektiğini vurgulayan Çakas, şunları söyledi: “Terörle Mücadele Yasası’nın tümüyle kaldırılması gerekiyor. Buna bağlı olarak siyasetçilerin, öğretmenlerin, öğrencilerin, avukatların, gazetecilerin fikir hürriyetinin tüm topluma yansıması gerekiyor ki tüm cezaevlerinin hak ihalelerini bitirelim. Hasta tutsak ve infaz yakma meselesinde nöbet tutan ailelerin çevresinde kenetlenip, bu kenetlenme büyütülmelidir. Yani cezaevindeki hak ihlalleri tüm toplumdan bağımsız ele alınamaz. Aksi görülemez. Dışarıda bir gazeteci kolluk tarafından dayak yiyorsa, çekim yapması engelleniyorsa, cezaevindekinin başına ne gelir bunu düşünün… Cezaevi önünde açıklama yapan avukatın tişörtü yırtılıyorsa, cezaevinde neler yapıldığını siz düşünün. Bu şekilde yaklaşmak gerekiyor. Bunu tüm toplum görmeli. Cezaevleri herkesin sorunudur. Her kesimin sorunudur. Ortadadır. Orada ölümler yaşanıyor. Bunların önüne geçmek için hepimizin gerek adalet nöbetindeki ailelerin, gerek bu konuyla ilgilenen tüm kurumlarla ortaklaşıp bu soruna ses olup çözüm üretmesi gerekmektedir.”   MA / Mehmet Güleş