İktidar-cemaat ilişkisi: Al gülüm, ver gülüm! 2022-12-25 09:48:41   HABER MERKEZİ - Sosyolog Tuba Demirci, çocuklara yönelik cinsel suçlarla anılan cemaatler ile iktidar arasındaki ilişkiye işaret ederek, “İktidar, tabanı olarak gördüğü çıkar gruplarının geleneklerini, yasal çerçeve altında toplumun tümüne dayatmak istiyor" dedi.     Evrensel bir sorun olarak çocuğa karşı cinsel suçlar gün geçtikçe artarken, bu suçların türediği toplumlardaki değişimler dikkat çekiyor. Çocuğa karşı cinsel istismar haberleri sonrası toplumda bir tepki oluşsa da, bu tepki kısa sürede sönümleniyor. Özellikle istismarın yaşandığı yerlerde dinci yapıların etkili olması, toplumun “dini hassasiyetler” adı altında bu suçlara sessiz kalmalarına neden oluyor.    Bunun en somut örneği İstanbul’da yaşandı. Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in 6 yaşındaki kızını “evlendirmesi” sonrası kimi tepkiler ortaya çıktı. Hemen sonrasında bir kesim, istismara uğrayan kadın için  “yoldan/dinden çıkmış” yorumları yaptı. Bu olay “Siyasal İslam”ın toplumda yarattığı toplumsal çürümeyi tekrar tartışmaya açtı.    Sosyolog Tuba Demirci, çocuğa yönelik cinsel istismar, bu suçlara karşı gelişen tepkiler ile iktidar-cemaat ilişkisine dair sorularımızı yanıtladı.    6 yaşında “evlendirilen” bir çocuğun, yetişkinlik çağında yaşadıklarını anlatmasıyla ülke gündemi değişti. Son yıllarda ülkede mantar gibi türeyen “cemaat-vakıf-dernek” adı altında kurulan yapılardan birinin kurucusu tecavüzü teşfik ederken, aynı yapıda bulunan bir başka erkek de tecavüz faili idi. Bu suçlara “evlilik” kılıfı uydurulmasına dair neler söylersiniz? “Toplumsal çürümeden” bahsedebilir miyiz?    2022 yılındayız ve yaşadığımız sosyo-politik bağlamda ‘uzak geçmişten’ farklı olarak ulusal ve uluslararası yasalarla tanımladığımız ‘çocukluk çağı’ hilafında gerçekleşen bir olay olduğu için, olaya ‘toplumsal çürüme’ diyebiliriz. Ancak bu olay salt toplumsal grupları ilgilendiren, çeşitli gelenekleri temsil eden insanlar açısından bir çürüme değil, dolayısıyla işin bir de kurumsal çürüme boyutu var.  Bunun ‘evlilik’ olarak kabul edilebilecek bir yanı yok. Doğrudan çocuk istismarıdır. Bu istismarın uzun yıllar devam etmesi, ailenin yakın çevresinin bu durumu bilmesi, mensubu oldukları cemaate baktığımızda, tüm bunları toplum oluşturuyor. Ancak istismarın bugüne değin ortaya çıkmasını engelleyen ve çocuğun istismarını görmezden gelen bir başka çürüme boyutunu da, birer toplumsal kurum olan ‘aile’, devletin sosyal yardım sistemiyle ‘mahkemeler’ oluşturuyor. Kısacası, hem toplumun hem de toplum içindeki kurumların çürümesi söz konusu.      Çocuğa yönelik değer biçme, koruma, yüksek yararını düşünme ve sağlama açısından vasfını yitirmiş ve körelmiş kurumsal yapılar ve değer sistemlerinden kaynaklı bir çürümeden bahsedebiliriz.   Çocuğa yönelik değer biçme, koruma, çocuğun yüksek yararını düşünme ve sağlama açısından vasfını yitirmiş ve körelmiş kurumsal yapılar ve değer sistemlerinden kaynaklı bir çürümeden bahsedebiliriz. Oysa hem uluslararası, hem de ulusal olarak net bir çocuk tanımı yapılmış. Ancak buna rağmen, medeni kanunu değiştirme denemeleri, çocuklarla evlenilebileceği ve çocuğun rızası olabileceği kanaatindeki kesimler, faillere yönelik af mekanizmaları arayışındaki siyasi gruplar, bir fetva kurumuna dönüşen Diyanet İşleri Bakanlığı’nın buluğ yaşı tanımları, çocuğun gelişimine dair evreleri muğlaklaştıran çeşitli kanun ve tanımlar yapılmıştır. Yine temel ve zorunlu eğitimin yapısının değiştirilmesi ve genel olarak hukukun işleyişinin bozulması gibi vesilelerle, ciddi bir kurumsal çürüme yaşıyoruz. Çocuk istismarı, hem toplumsal, hem de kurumsal çürümenin en net belirteçlerinden biridir.     Bu ve benzeri olaylarda, toplumda ortaya çıkan tepkinin bir süre sonra söndüğünü, hatta olayın kısa bir zaman sonra unutulduğuna şahit oluyoruz. Tepkinin hızla yükselip, hızla sönmesini neye bağlıyorsunuz? Bu tepkilerin doğru yönlendirildiğini düşünüyor musunuz?    Öncelikle, son yıllarda çocuklara yönelik istismar vakalarında, özellikle cemaat, dernek ve vakıf gibi örgütsel yapılarda gerçekleşen olaylarda ciddi bir artış olduğunu söylemek istiyorum. 2008 sonrası toplu istismar ve cinsel saldırılarda hem artış var hem de bunların medya görünürlüğünde bir artış söz konusu. Bu artışın bir nedeninin son 40 yıldır, özelde de son 20 yıldır hızla artan yoksulluk ve bölgeler arası gelişmişlik düzeyindeki eşitsizlikler diyebilirim. Bu nedenle gittikçe çocuğun aile denetimi dışına çıkmasıyla bağlantılı olduğunu belirtebilirim.  Devletin temel eğitim konusundaki yatırımlarının neo-liberal politikalar nedeniyle neredeyse erozyona uğraması sonucu, cemaat ve tarikat dediğimiz çıkar grupları, eğitim ve öğretim alanının makbul girişimcileri ve aktörleri haline geldi. Sonuç olarak, çocuğun yüksek çıkarının sağlanmasına dair denetimlerin layıkıyla yerine getirilmediği yapılarda ‘eğitiliyor’ yahut ‘disipline’ ediliyor. Bu durum seküler ve eşit temel eğitimi, devlet yatırımcı, hizmet sağlayıcı ve denetimci olarak piyasa ve çıkar grupları lehine küçüldüğü için bozunduruyor ve sınırlıyor. Bozunmuş ve denetimsiz kurumlar sayesinde istismar vakaları için uygun bağlam oluşmuş oluyor ve istismar vakalarında artış gerçekleşiyor.    Ancak istismar vakalarını ‘sır’ olmaktan çıkarıp görünür kılmak artık daha kolay. Gelişmiş teknolojiler ve haber alma yapıları suç ortaklıklarını daha kolay faş ediyor. Yerel haberler ülke gündemine, adliyelerdeki dava süreçleri gelişmiş haber alma ağları sayesinde toplumun önüne geliyor. Bu gelişmiş hızlı haber ağları ve hukuki bilgilenme kanalları aynı zamanda istismar mağdurları lehine de çalışıyor. Bu tür infial yatacak türden olay ve ayrıntıları daha hızlı öğreniyoruz. Ancak bu vakaların kitle iletişim mecralarında yer bulması ve kitlelere ulaşması esnasında başka ciddi problemlerle de karşılaşıyoruz. İstismar vakası eskiye kıyasla, ülke gündemine, birbirinden çok farklı paydaşlara hızla ulaşıyor; olayın ‘skandal’ niteliği taşıyan ayrıntılarına kısa sürede ulaşmak mümkün. İnfial yaratan olayların tabir- i caizse grafik betimlemeli, pornografik, çok tekrarlı ve olayın tekil yönlerine odaklı bir temsili söz konusu oluyor. Sosyal medyada herkes fikir önderi gibi hareket ediyor. Sosyal medyada bir tür linç dili de gelişiyor; toplumsal infial, toplumsal tepkiye salt siber alanda dönüşüyor. Gerçek ve dönüştürücü tepki kitle hareketi olarak alanlara maalesef yansımıyor. ‘Asalım, keselim’ mesajları veya siber kitlelerin çok da derinlikli olmayan analizlerini içeren pek çok şeyi olayın mağduru da izliyor. Hala istismar edilmekte olan ve geçmişte çocuk istismarı yaşamış kişileri de neredeyse yeniden yaşadıklarıyla yüzleştirmeye yönelten bir durum söz konusu oluyor.      Sansasyonel haberlerin tekrarı sosyal medya mecralarında bir tür ‘kısa süreli bellek’ oluşturuyor. Bu tür görsel unsurlara odaklanarak, olayın asıl boyutları ve görevini ihmal edenlerin, izin verenlerin sorumluluklarını hatırlayamaz hale geliriz.    Burada tartışılması gereken, çocuğun yaşadığı istismar belgelenmişken, mahkeme sürecinde ve kemik yaşı tespitinde usulsüzlük ve hile yapıldığı ortadayken, biz istismar mağdurunun fotoğrafına nasıl odaklandık? Yine üzerinde durulması gereken durum, istismar mağdurunun mecburi eğitim sisteminin dışında tutularak, istismarın sistematik hale gelmesi olmalıyken, biz nasıl oldu da fotoğraflara ve kitlesel olarak tartışmamamız gereken mevzulara odaklandık? İstismarın nitelikli kanıtlarına ve ihmalleriyle bu istismara suç ortağı olmuş kurum ve çevrelere odaklanmak gerekirken biz nasıl oldu da gelinlik tartıştık? İstismar mağdurunun fotoğrafları, kimi zaman da tam adı çeşitli haber platformlarında verildi, mağdurun ‘aile’ üyelerinin, kardeşlerinin adı doğrudan verildi. Bu da mağdura dair gizliliği açık etti. Kimse neden bu mevzuya odaklanmadı mesela. İstismarı teşvik eden ‘baba’ ve istismarcı mürid ‘koca’ nihayet gözaltına alındığında, bir grup cemaat üyesi istismar mağdurunu adliye önünde ‘doğru yoldan çıkmış kadın’ olarak hedef gösterdi. Bu çıkar grubu yargıyı etkilemeye çalıştı. Ki biliyorsunuz yargıyı etkilemeye çalışmak suç, peki onlar hakkında neden yasal bir kovuşturma yok? Mağdurun istismarcı ile cebren ve ailesi eliyle kurulan ‘ilişkinin’ ayrıntılarından ziyade, bu durumun nasıl olup da bunca yıl devlet denetiminden kaçabildiğini konuşan çok az haber mecrası vardı. Kısaca toplumsal tepkinin istismara tek boyutlu biçimde odaklandığını; bu durumun istismarın diğer boyutlarının tartışılarak, gündemden hızla düşmesine neden olduğu düşüncesindeyim.     Bu noktada neye dikkat etmeli?     Çocuğa giydirilen gelinlik, “nişan ve nikahındaki” giyimi-kuşamı ile takıları, istismar sonucu yaşadığı bedensel ve ruhsal travmalar, onun da televizyon yayınları ve sosyal medyayı takip edeceği hiç düşünülmeden ana akım medyada dolaşıma girdi. Buna dikkat edilmeli. Yanlış anlaşılmasın, tabi ki fotoğraflar kanıt niteliğinde ve ben sansürden bahsetmiyorum. Ancak bu tarz tekrarlarla yetkin olmayan ve medya etiğinin geçerli olmadığı bağlamlarla, yine medya etiğinden bihaber sosyal medya kullanıcıları ‘yurttaş gazeteciliği’ yapmış olmuyor. Sansasyonel haberlerin tekrarı sosyal medya mecralarında bir tür ‘kısa süreli bellek’ oluşturuyor. Bu sarsıcı haberlerin ve şiddetin grafik-pornografik temsili sonrasında salt kısa bir süre için aktif,  sınırlı ve az miktarda bilgiyi işlemeden akılda tutma hali peyda oluyor. Olayın asıl sorunlu bölümlerine odaklanılamıyor, bu nedenle anlamlı bir tepki gelişmiyor. Bu tepki kısa bir süre önce duyulan bir telefon numarasını sadece o an için hatırlamamamıza benzer.    Bu tür görsel unsurlara odaklanarak, bu olaylar hakkında düşündüğümüzde, olayın asıl boyutları ve görevini ihmal edenlerin, çocuğun istismarına izin verenlerin sorumluluklarını hatırlayamaz hale geliriz. Tüm bunların nedeni, medyanın ve toplumun toplumsal cinsiyet konusundaki derin bilgisizlik hali. Yurttaş ahkâmları ve gazeteciliği yanında sorumlu bireysel tavır ve yine medya etiğinin gözden geçirilmesi gerekiyor. Tartışmaların asıl sorumlu ve ihmal sahipleri üzerinden yapılması şart, kurban üzerinden değil.  Mağdurların ‘unutulma hakkının’ da ihlal edilmemesi gerekiyor elbette.  Bu vakalara ilişkin kovuşturma ve yargılama süreçlerini takip eden hak savunucularının bu vakalar konusundaki bilgilendirme ve takip yöntemlerini anlamak ve benimsemek, uyarılarını dikkat almak şart.    Çocuğun tecavüz faili ile “evlendirilmesi”, lise öğrencilerinin “nişanlanmasının” önünü açan düzenlemeler ve son olarak 2’nci Yargı Paketi’nde çocuklarla ilgili çeşitli yasal düzenlemelerin çocuk istismarındaki etkisi ortada. Çocuğa yönelik tecavüzü meşrulaştıran bu düzenlemelerde siyasetin etkisini nasıl yorumlarsınız?   Söz konusu yasa ve uygulama değişikliği girişimleri, hatta istismar yerine ‘küçüğün rızası’ gibi ifadelerin ısrarlı kullanımı elbette bir zihin dünyası ve siyasi yaklaşıma denk düşüyor. ‘Erken yaşta evlilik’ de, tıpkı ‘çocuğun rızası’ gibi sorunlu bir ifade. Çocukların rıza ve evliliği söz konusu değil, bunlar istismardır. Evlilik rıza gerektirir ve rıza bir durumu veya tercihi bütünlüğü ile değerlendirme yetisi gerektirir. Çocuğun rızası veya çocuk evliliğinde rıza gibi bir durum söz konusu değil. Banka hesabı açamayan, tek başına seyahat edemeyen bir çocuğun yasal yükümlülükleri olan bir kuruma rıza vermesi mümkün değil. Bu bir çelişki ve bu çelişki yöneticilerin ağzında çok feci biçimde sırıtıyor.      “Erken yaşta evlilik’ de tıpkı “çocuğun rızası” gibi sorunlu bir ifade. Çocukların rıza ve evliliği söz konusu değil, bunlar istismardır.   Dar tanımıyla siyaset, kitleyi yönlendirme ve siyasi iktidarın çeşitli kitle ve çıkar gruplarının arzu ve istemlerini karşılayarak iktidara tutunması pratiğidir. İslami eğilimleri konusunda tartışma gerekmeyen siyasi iktidar nezdindeki ‘çocukluk’ tanımı ile halen yürürlükteki kanunların ‘çocukluk tanımı’ arasında bir fark olduğu ortada. Çoklu ‘çocukluk’ tanımları yapmak, işi içinden çıkılmaz bir hale getirmek ve bazı yasaları by-pass’lamaktan başka bir şey değildir. Bu zihniyeti, 2004 yılında yeni Türk Ceza Kanunu (TCK) hazırlanırken, ‘tecavüz mağduru ile evlenmesi durumunda failin cezasız kalması’ maddesi, 2020 yılında çocukluk çağında zorla gerçekleştirilen evlilikleri meşrulaştırmak için, ‘çocuklarla evlenen kişileri affetme’ konusundaki girişimler açık bir biçimde ortaya seriyor. 2016’da AKP hükümetinin Meclis’e sunduğu, oylanıp yasa haline getirmek üzereyken sert kamuoyu tepkisiyle Genel Kurul’dan geri çektiği yasa, 2’nci Yargı Paketi’yle tekrar gündeme getirilmek istendi.  Bunlar çok yakın tarihli denemeler ve ortam yoklamaları. İktidar, tabanı olarak gördüğü ‘çıkar gruplarının geleneklerini’, yasal çerçeve altında toplumun tümüne dayatmak istiyor. Buradaki amaç, ‘dini hassasiyet’, ‘kuvvetli gelenek’, ‘Peygamber sünneti’ olarak adlandırılan ve yaşadığımız çağın ‘çocukluk’ tanımı açısından ciddi sorun ve çelişkiler yaratan pratiklerin yasa alanına nüfuzuyla, bu grupların devletle olan bağını sağlamlaştırmak. Devleti bu grupların etkisi ve denetimine açık hale getirmek.    İktidar, ‘dini hassasiyeti’ devlet politikasına doğrudan nüfuz ettirmek olarak hayata geçirmeye kararlı. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi ve Lanzarote Sözleşmesi’nden (Çocukların Cinsel Suistimal ve Cinsel İstismara Karşı Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi) çekilme tartışmaları konusunda çeşitli dini cemaat ve çevrelerin siyasi lobi faaliyetlerine duyarlı hale geldiğini izliyoruz. İktidar, siyasi tabanının parçası bir takım cemaatlerin aile, birey, kurum ve toplum algısını devletin işleyişine bir tür patronaj- himaye ilişkisi üzerinden aktarmaya çalışıyor. Bunu ısrarla, sık aralıklarla deniyorlar. Denemeye devam edecekler. Şunu söylemeliyim; 18 yaş sonrasında evlenmek geç değildir, geç evlenen kadınlar din dışı bir hayat sürdürmüş olmuyorlar, buradaki mevzu kadınları/çocukları denetim altına almak.     Tarikatlarda çocuğa karşı işlenen suçların uzun süre gün yüzüne çıkmaması ve bu yapılarda cinsel suçlardaki artışın altında ne gibi nedeler yatıyor? Bu tür olaylarda Siyasal İslam’ın etkisi nedir?       Türkiye’deki Siyasal İslam, istismara “çocuğun rızası” gibi tarifi abes bir tarif yapan yerde. İslam şeriatının bile zorunlu kıldığı kriterlerin hiç birini taşımayan, kesinlikle “evlilik” diyemeyeceğimiz istismar yapılarına meşruiyet kazandırıyor.   Burada dini hassasiyetlerden ziyade cemaatlerin birer örgüt olarak yapısına bakmak gerekir. Cemaatler, dışarıya karşı kapalı, çıkar ilişkilerinin ve patonajın/hamiliğin şekillendirdiği çok geleneksel ve hiyerarşik yapılar. Cemaatler din hassasiyetinden ziyade, bir tür ‘ortak sırlar’ üzerinden şekillenen ( bu yasaların denetiminden uzak ayakta kalabilmenin neredeyse ön şartıdır), hiyerarşisinde üst aşamalarda yer alanlara kişisel olarak bağlanma, teslim olma ve bu hiyerarşiyle ilişkilenerek nüfuz sahibi olunan yapılardır. Cemaatler, vakıflaşarak tüzel kişilikler elde ediyor ve aynı zamanda piyasayla ilişkiye geçerek son 20 yıldır etkili biçimde şirketleşiyor. Çocuk haklarına ilişkin yasaları boşa düşüren ve dikkate almayan, ekonomik olarak güçlenen ve iktidarla iktidarın oy ve meşruiyet tabanını oluşturarak pazarlığa girişen, diğer cemaatlerle de rekabet içinde olan yapılara dönüyor. Sırlar ve hayata bakışları bu tür toplumsal yapıları birbirine bağlar. Bizim ulusal ve uluslararası hukuk perspektifinden çocuk istismarı dediğimiz pratikler ve bu pratikleri yasaklayan kanunları, kurumsal yapıları içerisinde ihlal edebilmeleri de birer sır ve bu sır istismara uğrayan kurbanlardan biri sayesinde bir kez daha ifşa oldu.    O cemaat içerisinde bu istismarın kesinlikle sır olduğunu ve bütünüyle bilinmediğini düşünmüyorum. Hatta bu istismar ve erken yaşta zorla evliliklerin bu tür gruplardaki yaygınlığının yukarıda az önce bahsettiğim, hükümetin belirli aralıklarla evlilik yaşı, nişanlanma, nikâh mevzusuna dair değişiklik önerileri ve erken evlilik faillerinin affına yönelik girişimlerinin arka planındaki baskı ve çıkar gruplarıyla doğrudan bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Cemaatler hiyerarşilerine koşulsuz ve saf bağlılık talep eder, sırlar dışarı sızmaz ta ki bu yapılarda bir mağduriyet yadsınamaz hale gelene veya denetim altına alınan çocuklar büyüyene kadar.    İslam’ın siyasi olmayan bir biçimi yok. Bu tıpkı siyasetin doğrudan yaşamla ilintili ve çocuk istismarının da gayet siyasi bir mevzu olduğu kadar açık bir durum. Türkiye’deki Siyasal İslam ufku, bu tür toplumsal krizler vuku bulduğunda netleşen bir ideoloji. Mesela, Türkiye’deki Siyasal İslam, istismara ‘istismar’ dememek, ‘çocuğun rızası’ gibi tarifi abes bir tarif yapan yerde. Yine İslam şeriatının bile zorunlu kıldığı kriterlerin hiç birini taşımayan, kesinlikle ‘evlilik’ diyemeyeceğimiz istismar yapılarına meşruiyet kazandırıyor. Ülkenin anayasasını, medeni yasasını ve ceza yasalarını akamete uğratma girişiminden yılmayan, siyasi tabanında gerçekleşen meşruiyet dışı pratikler görünür ve eleştirilir hale geldiğinde de inançlı-inançsız gibi kategoriler üzerinden İslam’ın şartı olmayan tarikat ve cemaatlere meşruiyet icat eden ve bu meşruiyeti herkese dayatmaya çalışan bir yapıdır. Yaşanan bu türden sorunlara en azından cezasızlık, usulsüzlük ve ihmalleri ile tüy diken geniş bürokrasisi ile cesaret vermektedir.   MA / Arjin Dilek Öncel