Prof. Dr. Köker: Yeni bir anayasa ve Demokratik Cumhuriyet zorunluluk 2023-02-21 09:03:11   İSTANBUL - Yüzyıllık sorunların kaynağının "Türkçülük" üzerine kurulan cumhuriyet olduğunu belirten Anayasa Profesörü Levent Köker, bu sorunların çözümünün yeni bir Anayasa olduğuna ifade ederek "Demokratik Cumhuriyete" işaret etti.     Orta Asya’dan göç eden ve 1071’de Kürtlerin üstün yardımıyla Kurdistan’a gelerek varlıklarını burada koruyan Türkler, daha sonra Anadolu’da kurdukları Selçuklu Devleti’nin yıkımının ardından 1299’da Osmanlı İmparatorluğu ile aynı topraklarda yeniden tarih sahnesinde yerini aldı. Bu sahnede kaldığı sürece en çok kılıç zoru ile kendinden söz ettiren imparatorluk, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarına kadar yayıldı. İmparatorluk, bu üç kıtada varlığını sürdürürken, zamanla gelişen başkaldırıların ardından günden güne güç ve toprak kaybederek, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması ile varlığı 623’üncü yıllında tarih sahnesinden silindi. Saltanatın kaldırılması ardından ise Kurdistan ve Anadolu halkların büyük bedeller ödeyerek verdiği mücadeleye rağmen 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti, odağına  “Türkçülük” alınarak kuruldu.   DEMOKRATİK CUMHURİYET ŞANSI   Bu odak üzerinden varlığını sürdüren Cumhuriyete karşı Kürt lider Şeyh Said öncülüğünde Şubat 1925’te başkaldırı düzenlendi. Bunun yanı sıra ileriki dönemlerde de onlarca başkaldırı yaşandı. Bunun son ve hala canlı olan örneği ise Abdullah Öcalan öncülüğünde tarih sahnesine çıkan ve halen adından söz ettiren PKK oldu. 27 Kasım 1978’de kuruluşunu ilan eden PKK, başta Kürtler olmak üzere tüm ezilen halkların sesi ve soluğu oldu. Ancak Türkiye Cumhuriyetin imha, inkar ve asimilasyonu saldırıları hiç durmazken, PKK, buna karşı yaklaşık 50 yıldır amansız mücadelesini sürdürüyor. Neredeyse yarım asırlık mücadele tarihinde ulus-devlet yönetimi altında ezilen halklar adına çözümler üreten PKK Lideri Abdullah Öcalan, son olarak çözüm olarak sunduğu Demokratik Ulus paradigması bünyesinde yer alan Demokratik Cumhuriyet önerisiyle yaşanan tüm sorunların son bulabileceğini dile getirdi.    24 YILDIR SÜREN ISRAR    Bu paradigmaya karşı devlet ve uluslararası güçler, yürüttükleri ortaklıkla 15 Şubat 1999’da Abdullah Öcalan’a karşı komplo düzenledi. İmralı Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne konulan ve 24 yıldır ağır tecrit altında tutulan Abdullah Öcalan, bu süre zarfında direnerek kendisine karşı geliştirilen bu komployu boşa çıkarırken, aynı zamanda halkların kurtuluşu olarak formüle ettiği Demokratik Cumhuriyet tezini ise halklara sundu.    Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) 4-5 Şubat tarihlerinde İstanbul’da düzenlediği konferansa katılan Anayasa Profesörü Levent Köker, sunumunda 1961 ve 1982 Anayasalarının Demokratik Cumhuriyet açısından eleştirisi üzerinden yürüttü. Köker ile yüz yıllına giren Cumhuriyeti, öncesi ve sonrasındaki gelişmelerin yanı sıra 1921 ile 1924 Anayasası ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Demokratik Cumhuriyet perspektifine dair konuştuk.   ‘DEVRİM’ KILIFI İÇİNDE ‘DARBE’   Cumhuriyet öncesine ışık tutarak sözlerine başlayan Köker, 23 Temmuz 1908’de ilan edilen İkinci Meşrutiyete işaret etti. Meşrutiyetin kurulduğu dönem için bir “devrim” niteliği taşıdığını ifade eden Köker, Meşrutiyetin ilanının ardından İttihat ve Terakki partisinin iktidarı “ele geçirdiğini” ve sonrasında ise imparatorluğu muhafaza etme gayesini öne sürerek, Türk milliyetçiliğine dayanan bir ideolojik perspektifle siyaset yürüttüğünü anımsattı.   İLK ADIM: ERMENİLER YOK EDİLDİ   Köker, İttihat ve Terakki tarafından tarihteki ilk icraatını ise şu sözlerle belirtti: “Başlayan 1’inci Dünya Savaşı sırasında 1915’te İttihat ve Terakki tarafından Ermeni Soykırımı yapıldı. Savaşı’nın sonuna geldiğimizde Anadolu’daki gayrimüslim unsur olan Ermeni kısmının neredeyse tamamen yok edildiğini görüyoruz” ifadelerini kullandı.   İttihat ve Terakki partisinin savaşta Almanların yanında yer aldığını ve Osmanlının 11 Kasım 1918’de biten savaştan mağlup çıktığını hatırlatan Köker, savaşın bitmesi ile Sevr Antlaşmasıyla büyük devletler arasında paylaşılmaya çalışılan Osmanlı’nın kalan toprakları arasındaki en önemli parçayı Mezopotamya ve Anadolu oluşturuyordu. Oradaki halklarında daha çok Müslüman unsurlardan oluşması gibi bir durum ortada duruyordu. Bunu özellikle Anadolu için diyebiliriz. Bununla Osmanlı’nın kalan topraklarının paylaşılması gibi bir tablo ortaya çıktı. Bu nedenle buna karşı bir ‘direniş’ başladı” dedi.   KÜRTLER İLE TÜRKLER BİRLİKTE   Mustafa Kemal’in 1919’da Samsun’a çıkmadan önce işgaller karşısında Trakya’dan Kars’a kadar çeşitli yerlerde Mudafayı Hukuk Cemiyetlerinin kurulduğunu, Mustafa Kemal'in onlarla ilişki içinde olduğuna dikkat çeken Köker, “İttihat ve Terakki ise savaşta kaybettiği için silindi. Ancak kendisini yerelde örgütlemeye devam etti. Kurtuluş Savaşının büyük bir kısmı Müdafayı Hukuk Cemiyetleri ile İttihat ve Terakki’nin yerel  örgütleri üzerinde şekilleniyor. Bu savaşı Kürtler ile Türkler beraber yürüttüler” diye kaydetti.   1921 ANAYASASI NEDİR?   1921 Anayasasına da değinen Köker, bu anayasanın iki düzineden oluştuğunu ancak buna rağmen ilk maddesinde “Hâkimiyet, bilâ kaydü şart milletindir” ifadesinin yer aldığını belirterek, “Ne demek bu? Saltanatla ‘bu  iş olmayacak’ demektir. Çünkü saltanat hakimiyeti tanrıdan yer yüzüne doğrudan padişaha ve onun ailesine indiren, ilahi meşruiyete dayanan bir anayasa ve bir devlet düzeniydi.  Bu ise onun tam zıttında bir devlet anlayışıdır. Devletin meşruluğunun toplumdan türediğini kabul eden bir anayasa diyebiliriz. Dolayısıyla 1876 Anayasası yürürlükte ama 1921 Anayasası diyor ki ‘benimle çatışmayan hükümleri yürürlükte’ diyor. Bu nedenle saltanat aslında bu hükümle kaldırılmış oluyor. Ama resmen kaldırılması 1922’de oluyor” diye kaydetti.   ÖZERKLİK ÖNGÖRÜLÜYOR   1921 Anayasası’nın önemli özelliklerine dikkat çeken Köker, “İkincisi bu anayasanın 3’üncü maddesinde ‘Türkiye Devleti TBMM tarafından idare edilir’ diyor. Demek ki Türkiye Devleti diye yeni bir devletten bahsediyor. 1921 Anayasasının önemi bu iki noktada toplanır. Bir; hakimiyetin millet egemenliğinden kaynaklandığı ve millete ait olduğu, ikincisinde ise Osmanlı Devleti’nden ayrı yeni Türkiye Devleti adıyla bir devlet kurulduğu durumu ortaya çıkıyor. Üçüncüsü ise halk kendi mukadderatını bizzat ve bilfiil idare edecektir ya da bu devletin idare usulü halkın kendi kaderini bizzat kendi eline aldığını gösterir. Yani bu aslında ‘doğrudan demokrasi’ gibi bir sistemi ifade ediyor. Temsili yönetiminden daha ziyade merkezde bir parlamento olmakla birlikte bu Anayasanın ilerleyen 12 maddesinde ayrıntılı olarak düzenlendiği üzere vilayetlerde ve nahiyelerde özerklik vurgusu var. Eğitim, bayındırlık ve sağlık gibi alanlarda şura meclislerinin yerelden karar vererek, toplumu idare edebilecekleri bir özerk yerel yönetimler sistemini öngörüyor. Buda 1921 Anayasasının en önemli özelliklerindendir” diye belirtti.   TÜRKÇÜLÜĞÜ ESAS ALDI   Kürt Otonomi Kanunu’na da değinen Köker, bu kanunun varlığının tartışma konusu olduğunu söyledi. Amerikalı tarihçi Robet Olson’nun yazmış bir kitapta söz konusu kanundan bahsedildiğini belirten Köker, bu kanunun 1921 Anayasasında özerkliğe dair tanınan hakları kısıtladığını savundu. Köker, aynı zamanda 1921 Anayasası’nın uygulanmadığını da söyledi. Daha sonra kabul edilen 1924 Anayasasına da değinen Köker, sözlerini şöyle sürdürdü:  “1924’ten itibaren de Türk milliyetçiliği esasına dayanan Türk normuna göre şekillenen bir temel hukuk düzenimiz var. 1961 Anayasası demokratik bir açılım imkanı veriyordu ama 10 yıl geçmeden bir askeri müdahale ile onun da getirdiği özgürlükler ve açılımlar törpülendi ve 1982 Anayasasında geldiğimiz durum ortada. Onunla birlikte bugünkü durum faşizan rejim altındaki durumumuz da herhangi bir izahı gerektirmeyecek kadar açıktır.”   POLİTAKALAR SÜRDÜ   Ermeni Soykırımı ile Müslümanlaştırma ve Türkleştirme sürecine başlandığını ifade eden Köker, “Mübadele antlaşmasıyla Rumlar’ın da Anadolu’dan göçertilmesi, ondan sonra da Anadolu’da kısmen kalmış olan kadim Hristiyan toplulukları Süryaniler, Nasturiler, Keldaniler vs. bildiğiniz gibi 6-7 Eylül 1955 pogromları, yani gayrimüslimlerden geride kalanları da Anadolu’dan göçertilmeye zorladıktan sonra, o arada büyük bir kitle olarak Müslüman nüfusu da, Türkleştirme politikaları, öbür taraftan da Alevileri de mümkün mertebede kenarda tutma, marjinalleştirmeye tabi tutuldu. Tabi büyük Alevi katliamları da oldu. Bunlardan arasında Çorum, Maraş ve en son Madımak Katliamı var. Bu süreci unutarak geçiştiremeyiz” şeklinde konuştu.   ‘GELENEK’ BUGÜNKÜ İKTİDARIN RUHUNDA   Köker, aynı zamanda bütün Müslüman nüfusunun diyanet kontrolünde Sunnileştirilmesinin de hedeflendiğini dile getirdi. Köker, “Ama inancı kamu sahasına taşımamasını mümkün kılacak şekilde kontrol altına almak isteyen bir Kemalist, Türk milliyetçiliği projesi var. Bugünkü iktidar da Türk milliyetçiliğinden de vazgeçmeyip bunu birbirini pekiştirecek şekilde kullanan bir Türk-İslam sentezliği diyeceğimiz bir milliyetçilik türü üzerinde varlık yürütüyor. Bu, Türkiye’nin bir taraftan demokratikleşmesini önleyen, dünyadaki yerini giderek demokratik olmayan ülkeler doğrultusunda belirleyen ve medeni demokratik dünyadan uzaklaştıran, Avrupa’dan izole eden gelişmeler” dedi.   KÜRT SORUNUN ÇÖZÜMÜ İLE NE OLUR?   “Yüzyılın çözülemeyen, bütün bunları çaprazlamasına kesen en büyük sorun olarak karşımıza duran Kürt sorunu var” diyerek, sözlerini sürdüren Köker, Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün de Türkiye’nin demokratik yapılar ile arasına mesafe koymasından kaynaklandığını ifade etti. Köker, Kürt sorunun çözümünün ele alınması ile birlikte diğer pek çok yüzyıllık sorunların da halklar halinde çözülmeye başlayacağını söyledi. HDP’nin, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın “Demokratik Cumhuriyet” perspektifi üzerine düzenlediği konferansa da dikkat çeken Köker, “Konferansında konuştuğumuz temalar ile birlikte bütün meselelerin düğümünün Kürt meselesi olduğunu tekrardan gördük” diye kaydetti.   İLERİYE GİDEMEZ!   Demokratik Cumhuriyetin inşasının bir zorunluluk olduğunu vurgulayan Köker, sözlerini şöyle sürdürdü: “Cumhuriyetin, Demokratik Cumhuriyet olarak yeniden inşa etmek zorunda kaldığımızı bize net olarak gösteren bir dizi bildiri dinledik. Durum gayet açıktır. Tabi umut verici olan bir noktada daha var; o da HDP’nin düzenlemiş olması. Demokratik Cumhuriyet programında ortaya konulan Kürt sorunuyla diğer ezilen halkların ve toplumların birlikteliğini bir demokratikleşme gücü olarak Demokratik Cumhuriyet inşasının arkasına koyabilen bir yaklaşımı siyaseten ciddiye alınmadığı takdirde Türkiye’nin şimdi gelmiş olduğu noktadan ileriye gidebilmesi mümkün görünmüyor.”   MUHALEFETE UYARI   HDP’nin kurulmasında öncülük ettiği Emek ve Özgürlük İttifakının 3’üncü Yol olduğunu ve bu birlikteliğinin kritik önemde olduğunu dile getiren Köker, özellikle muhalefetin bu “gerçeği” görmesi gerektiği uyarısında bulundu. “Umarım, bu gördükleri şeyin siyasette gereği neyse onu bir an önce yapmaya başlarlar” diyerek, sözlerini sürdüren Köker, “Bu tarafı görmezlikten gelmek gibi bir tutumları var. Bu tutum son derece yanlış. Türkiye’yi buradan demokratik bir yönde geliştirmeleri mümkün olmaz” diyerek, tepkisini dile getirdi.   YENİ BİR ANAYASA   Türkiye’nin aynı zamanda yeni bir anayasaya da ihtiyacı olduğunun altını çizen Köker, bu ihtiyacı sürekli olarak dile getirdiğini söyledi. Köker, “Abdülhamit döneminden başlayan cumhuriyetle birlikte kristalize edilen Türk milliyetçiliğine dayalı bir devlet düzenimiz var. 1924 anayasası da 1961 ve 1982  anayasası da bu kurallar ve normlar, prensip üzerine kurulu devlet düzeni öngörüyor. Şimdi yeni bir anayasa yapmak demek bu normu değiştirmek demektir. Bu normun yerine başka bir norm koymamız gerekir” dedi.   ‘EVRENSEL’ BİR ANAYASA   Bu Anayasa’nın da uluslararası normlarda yer alan prensiplere göre şekillenmesi gerektiğini kaydeden Köker, “Buradaki temel şey; 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, 1950 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 1966 Birleşmiş Milletler Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi, 1966 Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi, kadın hakları ile ilgili kazanılmış haklar ve kadınların eşitlik talebiyle ilgili bugün gelmiş olduğumuz uluslararası standartlar, cinsiyet yönelimi ile ilgili bugünkü evrensel standartlar neyse onların benimsenmesidir. Evrensel bir norma dayanan, kendimizin olacak bir anayasa olması gerekir. Mutlaka yerel yönetimlerin özerkliğini kurmamız gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti olarak sorunumuz orada başlıyor” diye belirtti.   ‘BİZ KİMİZ?’ SORUSUNA CEVAP ÇÖZÜM OLUR   Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan itibaren Türk-İslam sentezi üzerine kurulu Anayasalar ile yönetildiğini ve şeklin sorunları çözmediğinin altını çizen Köker,“Yani yeni bir anayasa yapmak için ‘biz kimiz’ sorusuna yeni bir cevap bulmamız gerekiyor.  Ama o cevap partinin adında var zaten. Yani biz halklardan oluşuyoruz. Önümüzde seçim var. Bu seçimden sonra iktidara talip olan-tabi bugünkü iktidar devam ederse bunları unutacağız- bir süre daha bu mücadeleye devam edecek. Ama bunlar rafa kalkarsa, Türkiye’nin daha ileri bir demokrasi düşünmesi mümkün olmayacaktır. Ama muhalefet bir parlamenter sistem değişikliği öneriyor. Şimdi onların da fark etmesi gereken şu ki; parlamenter sistem geçilmesi halinde Türkiye’nin sorunları çözülmeyecek. Parlamenter sistem sadece bize farklılıklardan oluşan bir beraberliği mümkün kılmak için yeni bir anayasa yapmanın yolunu belki açabilir” şeklinde konuştu.   MA / Mehmet Aslan