Topuz: ‘Bizi ilgilendirmez’ anlayışı Kürt gazetecilere saldırıyı artırıyor 2023-02-22 09:35:42   İSTANBUL- Kürt medyasına ve Kürt gazetecilere yönelik baskılara karşı muhalif medya kuruluşlarının sessizliğine tepki gösteren Gazeteci Ali Duran Topuz, “Sesimizi çıkartırsak biz de zarar görürüz” düşüncesinin yanlış olduğunu söyledi.    15 Temmuz 2016’da düzenlenen askeri darbe girişiminin ardından 20 Temmuz ve 31 Aralık arasında yayınlanan üç Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Türkiye ve Kurdistan’da yayını sürdüren 5 haber ajansı, 62 gazete, 19 dergi, 29 televizyon, 34 radyo ve 29 yayın evi olmak üzere toplamda 178 medya kuruluşu kapatıldı.   Bu medya kuruluşları arasında darbeyi yaptığı ileri sürülen Fettetullah Gülen cemaatine ait olduğu iddia edilen medya kuruluşlarının ötesinde Kürtler ve muhaliflere ait basın yayın organlarının kapatılması dikkat çekti. Türkiye’nin resmi talebi doğrultusunda Fransa uydu şirketi Eutelsat üzerinden yayın yapan Med Nuçe TV uydudan çıkarıldı.    BASKI, GÖZALTI VE TUTUKLAMALAR DEVAM EDİYOR   Medya kuruluşlarına dönük bu kapatmalar ve el koymalar sürerken, Kurdistan ve Türkiye’de mesleklerini sürdüren yüzlerce gazeteci de gözaltına alınıp tutuklandı ve birçok gazeteciye yüzlerce yılla varan cezalar verildi. Hala süren gözaltı ve tutuklamaların en son halkalarından biri ise Amed’te 8 Haziran 2022’de  evlerine yapılan polis baskınıyla işkence edilerek gözaltına alınan ve 16 Haziran’da tutuklanan 16 gazeteci oldu. Söz konusu gazeteciler hala tutukluk hali sürerken, haklarında henüz bir iddianame dahi düzenlenmiş değil. Bu durum devam ederken, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında da çeşitli kentlerde gözaltına alınan 11 gazeteciden 9’u yaptıkları haberler gerekçesiyle 29 Ekim 2022’de tutuklanarak, cezaevine gönderildi. 11 gazeteci hakkında 3 ay sonra iddianame düzenledi. İddianamede, suç unsuru olarak 149 haber ve gazetecilerin haber takibi için yaptığı temaslar öne sürüldü. Bu baskılar sürerken 18 Ekim 2022’de “Sansür Yasası” yürürlüğe girdi. Bununla birlikte Bedlîs Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sinan Aygül de, cinsel taciz iddialarına ilişkin yaptığı haber nedeniyle bir süre tutuklu kaldı. Tahliye edilen Aygül, “Sansür yasası” uyarınca hakkında dava açılan ilk gazeteci oldu. “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” iddiasıyla Aygül için 3 yıla kadar hapis talep edildi.   Gazetecilere yönelik baskı, gözaltı ve tutuklamalara ilişkin Gazeteci ve Yazar Ali Duran Topuz ile konuştuk.   KİM, NEDEN YAPIYOR?   Devlet ve iktidarların gazeteciliğe ve gazetecilere yönelik baskı, gözaltı ve tutuklama furyasını her dönem devrede tutmasına işaret eden Topuz, bunun temel nedeninin “denetim” altında tutma güdüsü olduğunu belirtti. Bu denetimi sağlamak isteyen odakların ise üçe ayrıldığına dikkat çeken Topuz, “Bunun bir tanesi devlet yönetimleridir. Bir diğeri sermaye gruplar ve diğeri ise ikisiyle bağlantılı bir biçimde hareket eden yapılardır. Bu devlet-sermaye işbirliği içerisinde döner” dedi.   DOĞRULARIN YAYILMASINI İSTEMİYORLAR   Denetim altına alma sebebine de değinen Topuz, “Türkiye’de etno-kültürel sorunlar ve eşit yurttaşlık fikrinin kabul görmüyor. Örneğin Kürtler gibi büyük bir nüfusun inkarı söz konusudur. Öte taratan inançlar açısından Kızılbaşlar gibi çok büyük bir nüfusun varlığının inkarı var. Ki daha küçük nüfuslarda var, onları zikretmiyoruz bile. Buralarda olan bitenin devlet tarafından görülmesi istenmiyor. Özellikle bazı doğruların yayılmasını istemezler. Cumhuriyetin başından beridir de bu böyle gerçekleşti. Örneğin Türkiye’de birinci mesele cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürtler başta olmak üzere etnik ve inanç azınlıklarının devletin arzuladığı yer ve konum dışında var olmaları istenmiyordu. Birinci baskı sebebi buydu. İkincisi çok fazla her zaman tartışılmayan emek sorunu, sınıf meselesi yani sömürü düzeninin devam etmesi konusunda bazı bilgilerin yayılmasını istemiyorlardı. Üçüncüsü iktidarı elde tutanların iktidarını kaybetmemek için bilgiyi kontrol etme arzusu vardı. Fakat son yirmi yılda burada bir değişiklik var; o değişiklikte şu eskiden doğrunun, gerçeğin bilgi olarak üretilip yayılmasını engellemeye çalışıyorlardı. Şimdi ise doğrudan yalanın açık bir şekilde üretilip yayılmasını hedefliyorlar. Buna hizmet etmeyeni de saldırı altında tutuyorlar” diye kaydetti.   HER TÜRLÜ YOLU DENEMEYE BAŞLADILAR   “Eskiden sadece gerçeğin bazı bölümleri ile mücadele verenler hedef olurdu şimdi ise iktidara hizmet etmeyi reddedenler de hedef oluyor” diyerek, baskının daha da yayıldığını söyleyen Topuz, sözlerini şöyle sürdürdü:  “Gazetecilik anlayışı olarak çok doğru olmasalar bile iktidara açık hizmet etme fikrine gelmemişlerse yalan üretmeye açık bir biçimde razı gelmemişlerse hedef olabiliyorlar. Dikkatle bakarsak daima ikisinin ana hedef olduğunu görürüz; Bunun en önemlisi Kürt Meselesi ve bunun etrafında oluşan özelliklede 1984’ten sonra oluşmaya başlayan ve 1990’lar da güçlü bir halde varlığını ortaya koyan Kürt medyasının oluşumunu engellemek olduğunu görürüz. Bir diğeri de sınıfsal ve diğer inanç özgürlüklerini savunan yapıların güçlü bir medyaya dönüşmesini engellemek. Kürt meselesi konusunda bu saldırılar arttı. Çünkü 2015’te sürecin rafa kaldırılması ve ‘buzdolabına koyduk’ söylemi sonrası cumhuriyetin başında yapıldığı gibi imha prosedürlerini yürürlüğe koydular. Bununla yeniden Kürt Medyasının oluşmasını engellemek için her tür hukuk dışı yolu, adli, idari, polisiye, askeriye ve her türlü yolu denemeye başladılar.”   ‘KÜRTLERE VURULUYORSA BİZİ İLGİLENDİRMEZ’   Kürt medyası ve Kürt gazetecilere yönelik saldırıların alternatif veya muhalif medya ve gazeteciler tarafından yeterince ele alınıp alınmadığına da değinen Topuz, “Şimdi en önemlisi ‘siz gazeteciyseniz’ ve yine bir gazeteci grubuna yönelik hukuk dışı bir baskı varsa bunun haberini uygun biçimde vermeniz gerekiyor. Ana görev budur. İkincisi bazı meslektaşlarınızın işi yapmaları hukuk dışı biçimde engelleniyorsa çok iyi bilmelisiniz ki yarın sizinkini de engelleyeceklerdir. Kürt gazetecilere hukuk dışı veya idare kaynaklı saldırılar olduğunda iki sebepten ötürü gazeteci camiasının ve toplumun önemli bir kesiminin ve siyasetin önemli bir kesiminin sessiz kaldığını görüyoruz. Buna neden olarak da şunu öne sürüyorlar; eğer ‘Kürtler’e vuruluyorsa bizi o kadar da ilgilendirmez. Aynı zamanda, ‘sesimizi çıkartırsak bizde zarar görürüz’ düşüncesi var. Fakat bu çok yanlış bir düşünce” diye belirtti.   ‘DAYANIŞMA DA VAR’   Türkiye’de hem siyasete hem de meslek alanlarda “Kürt kompleksi”nin olduğunun altını çizen Topuz, “‘Aman Kürtlere karışmayalım, Kürtler’e kötü  bir şey yapılıyorsa iyi yapılıyordur’ diyen ve bu fikre katılan herkes o alanın başka güçler tarafından tamamen işgal edilmesinin kapısını açıyor. Bunun siyasetteki örneği ‘anayasaya aykırı olduğunu biliyoruz ama dokunulmazlıkların kaldırılması için biz evet diyeceğiz’ diyen CHP’nin tutumuydu. Sonra CHP’li milletvekilleri de cezaevine atıldı. Aynı şey gazetecilik alanında da geçerli oldu. Yeterli dayanışma ve destek yok. Bunun sonucu olarak da kendileri aynı baskıyla çok geçmeden karşı karşıya kalacaklardır.  Ama şöyle bir durum var; yine de 1990’lar ve 2000’lere kıyasen baktığımızda şu son yıllarda Kürt olmayan ama haber alma hakkı, iletişim özgürlüğü, halkların haber alma özgürlükleri konusunda Kürtlerle de dayanışmaya hazır eskiye göre aslında daha fazla bir nüfus var”  diye kaydetti.   Dayanışma hususuna dikkat etmenin elzem olduğunu belirten Topuz, bunun güçlü bir örgütlüğe dönüşmesi gerektiğine işaret etti.   MUHALİF MEDYA NEDEN GÖRMÜYOR?   Kürt medyasının ve gazetecilerin sürekli objektifini döndürdüğü PKK Lideri Abdullah Öcalan, O’na yönelik ihlaller, Kuzey ve Doğu Suriye ve buraya yönelik saldırılar yanı sıra pek çok konunun muhalif medya tarafından yeterli derece işlenmemesinin nedenine de değinen Topuz, “Bunun nedenleri arasından ideolojik kötü bir birikimin olması da var. Özellikle 12 Eylül darbesinden sonra oluşan ve 1984’ten sonra askeri kanadın, devletin askeri çekirdeğinin düzenlemeleriyle iyice yerleşmiş ideolojik çerçeve var. Bazı kişiler, bazı isimler, bazı olay ve konumlar sanki yasak gibidir. Bu cumhuriyetin tarihsel Kürt politikasıyla da eklemlenir. Örneğin 1982-83-84’te gazetelerde Kürt kelimesini kullanamazdınız. Sadece Kürt Ahmet ve Kürt İdris’ten yani kriminal yer altı dünyasından iki isimden bahsederken Kürt diyebilirdiniz. ‘Kürt vardır, Kürt yoktur’ veya ‘şuradaki berber Kürt’ diyemezdiniz. Bu bir inkar ve imha politikasının görünür biçimlerinden biriydi. İdeolojik kalıp kırılmış değildir” dedi.   ‘O DA DEVLET GÖZÜYLE BAKIYOR’   Topuz, adalet mücadelesi yürüttüğünü iddia edenlerin olduğunu ancak kanunlarda olmayan tecrit mekanizmasına eleştirilenlerin de bu aynı kişinin devlet gözüyle baktığını ve eleştiriyi yapanı “terörist” olarak gördüğünü ifade etti. Topuz, şöyle konuştu: “Bununla tam olarak ortak olmuş olmasa bile o suçun işlenmesini kolaylaştıran bir pozisyonda yer almış olduğunu söyleyebiliriz. Daha sonra kendi meslek alanınızda  sizin ciddiye aldığınız konularda aynı şeylerle karşılaştığınızda çaresiz kalırsınız. Çünkü sizinle dayanışacak geniş kitleleri siz devre dışı bırakmış olursunuz. Bugün gazeteci Kürt olsun, Türk olsun, Çerkes olsun, ne olursa olsun mesleğini hakkıyla yapıyorsa bu sorunların tamamını cesur ve dikkatli bir biçimde dile getiriyorsa ve başına bir iş geldiğinde örneğin Kürt gazeteci örgütleri Kürt gazetecilerin bizzati kendileri ve siyasetçi bunlara sahip çıkacaktır.”   TEK TEK ÇOK OLMAK YETMİYOR!   Kürtlere yönelik düşmanlık beslemeyenlerin de var olduğunu dile getiren Topuz, “Kürt olmayan ama Kürt meselesine mesleki açıdan hiçbir kompleks ve kapris olmadan düzgün bir şekilde eklemlenerek haber yapan gazeteciler hep vardı. Şimdi halen de var. Eskiden daha azdı şimdi ise daha çok. Fakat burada da bu sefer yine bu örgütlenme meselesi devreye giriyor. Tek tek çok olmak pratikte hem işi iyi yapma hem de yapılan kötülüğe itiraz etme konusunda fazla bir şans tanımıyor ne yazık ki” diyerek sözlerini tamamladı.   MA / Mehmet Aslan