Gazeteci Bilen: 28 Mart'ı tetikleyen Erdoğan’ın sözleri oldu 2023-03-27 12:46:55   AMED - 14 kişinin yaşamını yitirdiği 28 Mart serhildanın tanıklarından gazeteci Adnan Bilen, isyanı Erdoğan’ın “kadın da olsa, çocuk da olsa” sözlerinin tetiklediğini söyledi.    Mûş'un Şenyayla kırsalında 24 Mart 2006 tarihinde 14 HPG'li kimyasal silahla katledildi. HPG’liler için 28 Mart’ta düzenlenen cenaze törenine asker ve polislerin saldırısı üzerine çıkan olaylar kısa bir sürede Kurdistan’ın tüm illerine yayılan bir serhildana dönüştü.    Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın "Kadın da olsa çocuk da olsa güvenlik güçleri gerekeni yapacaktır" açıklamasının ardından polis silah kullanarak, Amed’te 5'i çocuk 10 kişi, Merdîn ve Êlih olmak üzeri toplam 14 kişi yaşamını yitirdi. 28 Mart sabahı yaşamını yitiren 6 HPG'linin cenazesinin getirildiği Amed’te binlerce kişi Medine Bulvarı üzerinde toplanarak, devletin kimyasal silah kullanmasına tepki gösterdi.    Êlih doğumlu Abdullah Rükün (Berxwedan Garzan) ve Sêrt doğumlu Kenan Demir'in (Mervan) cenazeleri memleketlerine gönderilirken Amed doğumlu Bülent Tanışık (Eriş Amed), Lîce doğumlu Muzaffer Pehlivan (Zafer), Xana Axparê (Çınar) doğumlu Fatih Çetin (Xemgin Amed) ve Pasur (Kulp) doğumlu Mahmut Güler'in (Rojhat Amed) cenazesi Yeniköy Mezarlığı'na defnedildi.    Tepkilerin arttığı kentte esnaf kepenk kapattı. F-16 savaş uçakları kent semalarında alçak uçuş yaptı. Cenaze töreni sonrasında binlerce insan mezarlıktan kent merkezine doğru yürüyüşe geçerken, 10 Nisan Polis Karakolu önünde kitleye saldırıldı. Polis saldırısına halk barikatlar kurarak, karşılık verdi. Çatışmaya dönüşen olaylar kısa bir sürede kent geneline yayıldı. Protestolar 1 Nisan tarihi itibariyle de çevre illere yayıldı. Bir hafta içerisinde, Fatih Tekin (3), Enes Ata (6), İsmail Erkek (8), Abdullah Duran (9), Mehmet Akbulut (17), Mahsun Mızrak (17),  Emrah Fidan (18), Mehmet Işıkçı (20), Mehmet Sıddık Önder (22), Tarık Atakaya (23), İlyaş Aktaş (24) Mustafa Eryılmaz (25), Ahmet Araç (27) ve Halil Söğüt (78) yaşamını yitirdi.    GAZETECİ İLYAS AKTAŞ DA KATLEDİLDİ    Hayatını kaybeden bu isimlerin en küçüğü olan 3 yaşındaki Fatih Tekin, Êlih’deki evlerinin balkonunda oyun oynarken isabet eden kurşunla hayatını kaybederken, en yaşlısı olan 78 yaşındaki Halit Söğüt ise, sokak ortasında darp edilmek suretiyle öldürüldü. Öldürülenler arasında Devrimci Demokrasi gazetesi muhabiri İlyas Aktaş da vardı.   382 KİŞİ TUTUKLANDI   İnsan Hakları Derneği (İHD) Amed Şubesi’nin 6 Nisan 2006 tarihli raporuna göre ise; olayların ilk gününde net rakam tespit edilememekle birlikte 200’e yakın kişi yaralandı. Söz konusu bu rapora göre, olaylar sırasında gözaltına alınan 543 kişiden 91'i çocuk olmak üzere 382 kişi tutuklandı. Diyarbakır Valiliği ise, 28-31 Mart tarihleri arasında yaşanan olaylarda 161 sivil ve 199 güvenlik asker, polis ve korucu yaralandı.   SADECE İKİ SORUŞTURMA AÇILDI   Gözaltına sırasında özellikle çocukların işkenceye maruz kaldığı o döneme dair hazırlanan raporlara yansıdı. Yakınları öldürülenler, olaylarda yaralanıp gözaltında işkenceye maruz kalan mağdurlar ve aileleri Amed Barosu ve İHD'nin hukuki desteği ile Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurularında bulundu. Diyarbakır Valiliği'ne de ayrıca idari soruşturma başlatılması için başvuru yapıldı. Ancak Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı tarafından sadece otopsi raporlarına göre, başlarına isabet eden gaz fişeği sonucu hayatlarını kaybeden Enes Ata (8) ve Mahsum Mızrak'ın (14) ölümlerine ilişkin ayrı ayrı soruşturmalar açıldı.    VALİLİK ZANLILARI KORUDU    Savcılık, Mahsum Mızrak’lının ölümünden sorumlu polis memurları B.Ö., H.A. ve N.Ö. hakkında istediği soruşturma izni Diyarbakır Valiliği’nce polis “görevlerini yerine getirdiklerini” savunarak reddetti. Avukatların itirazı sonucu Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi, valiliğin kararını kaldırdı. Savcılık, olaylardan üç yıl sonra 2009’da 3 polis hakkında “Olası kast sonucu ölüme neden olmak” suçundan ömür boyu hapis cezası istemiyle açtığı dava, 2010 yılında Diyarbakır 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlandı. Sonrasında Enes Ata hakkında hazırlanan iddianame, 2013 yılında Mahsum Mızrak dosyası ile birleştirildi.    DELİLLER YOK EDİLDİ   Cinayetlerin işlenmesinde kendisini gösteren fütursuzluk, yargılama aşamasında bu kez skandallarla kendisini gösterdi. Önce Mızrak'ın kafatasından çıkarılan bomba atar fişeğinin adli emanette değiştirilerek yerine av tüfeği fişeği konulduğu tespit edildi. Daha sonra Enes Ata’nın ölümüne neden olan fişek adli emanette kayboldu/kaybettirildi. Bunlara Ata’nın öldürüldüğü sırada üzerinde bulunan ve kanıt niteliğinde olan elbiseleri ve yine polislerin olay gününe ait bütün telsiz konuşma kayıtlarının mahkeme kararı olmadan imha edilmesi eklendi. Böylece yargılamaya dair deliller birer birer ortadan kaldırıldı. Katılan avukatlarının delillerin kaybedilmesine ilişkin suç duyuruları da bir süre sonra takipsizlikle sonuçlandı. Yargılama sürerken, Mızrak ailesinin başvurduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2016 yılında “yaşam hakkını ihlal” ve “etkin soruşturma yürütülmesi”nden suçlu bulduğu Türkiye’yi Mızrak ailesine tazminat ödemeye mahkum etti.   FAİLLERE BERAAT   AİHM’in bu kararına rağmen, sanık üç polis hakkında yargılandıkları davada mevcut deliller ortadan kaybedilmiş olmasına rağmen 2018 yılında “yeterli delil elde edilemediği” gerekçesiyle beraat kararları verildi. İstinaf Mahkemesi’ne yapılan itirazla kararın bozulması üzerine yargılamaya yeniden başlansa da sonuç değişmedi ve sanık polislerin aynı gerekçe ile beraatlerine karar verildi.   Gazeteci Adnan Bilen 28 Mart’ta başlayan olaylara ilişkin tanıklığını anlattı.      28 MART’A GİDEN OLAYLAR SİLSİLESİ   28 Mart’a giden süreç öncesi yaşanan gelişmeleri hatırlatan Bilen, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın uluslararası bir komployla Türkiye’ye getirilmesinin hemen akabinde, 2 Ağustos 1999 tarihinde 10 maddelik bir deklarasyon yayımlayarak, bir ateşkes sürecinin başlatılmasını istediğini ve daha sonra ateşkes sürecinin resmileştiğin söyledi.  1999’dan 2003’e kadar süren ateş ve geri çekilme sürecinde PKK’nin 400’dan fazla gerillanın hayatını kaybetmesi ve operasyonların durmamasıyla PKK’nin 1 Haziran 2004 yılında başlattığı “1 Haziran Hamlesi” ile ateşkesin sonlandırıldığını belirten Bilen,  savaşın şiddetlenmesi ve halkın eylemlerinin 2002 yılında iktidara gelen AKP’yi başka bir strateji kurmaya yönlendirdiğini belirtti.    Bilen, “Yine 3 Ekim 2005’te Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) tam üyelik sürecinin başlaması ise Erdoğan’a Amed’te ‘Türkiye’nin bir Kürt sorunu vardır. Kürt sorunu hepimizin sorunudur, benim sorunumdur’ sözünü söyletti. Tabii Kürt sorunundan söz ederken toplumsal değil, bireysel haklar ön plana çıkarıldı. Bu sözler söylenirken, öte yandan operasyonlar da en şiddetli haliyle devam ediyordu. Buna karşı Kürt halkı ise barış umudunu dile getiren bir sürecin içerisine girmişti. Özellikle 2005 Newroz’unda; halk bir yandan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın açıkladığı ‘Barış için 10 maddelik yol haritası’ ve Demokratik Konfederalizm açıklamalarına bağlılığını ilan ederken, diğer yandan savaşın son bulması için 10 maddelik yol haritasının hayata geçirilmesi için iktidara çağrı yaptı. Ancak AKP, bu yol haritasını uygulamak yerine pişmanlığı yasası adı verilen ‘Eve Dönüş Yasası’ çıkarılacağını ilan etti” hatırlatmasında bulundu.    'KİMYASAL KULLANIMI ÖFKE YARATTI'    Barış çabalarının damga vurduğu Newroz’dan hemen sonra Şenyayla’da zehirli gazların kullanılması ve 14 PKK’linin yaşamını yitirmesinin öfkeye yol açtığını ifade eden Bilen, “Cenazelerin Meletî’den Amed’e getirileceği gün kentin tamamının kepenkleri kapalıydı ve neredeyse sokaklar bomboştu. Sabah saatlerinde insanlar, cenazelerinin getirildiği Bağlar’daki Şefik Efendi Camisi önünde toplanmaya başladı. Orada toplanan insanların yüzlerindeki öfke, suskunluk ve isyan sürekli; ‘İntikam’ sloganlarıyla dile geliyordu. Kimyasal gaz kullanıldığına ilişkin bilgiler ve görgü tanıkların anlatımları ise bu öfkeyi daha da sert bir hale getiriyordu. Cenazeler caminin gasilhanesine konuldu. Kimyasal gaz nedeniyle vücutlarında yaşanan yanıkları en azından bir gazeteci olarak belgelemek açısından ben de içeriye girdim. Gördüğüm manzara dehşetti. Hepsinin vücutlarının tamamı yanmış ve simsiyah bir durumdaydı. Yani ailelerin bile tanıyamayacağı bir durum söz konusuydu. Ben, camiden dışarıya çıktığımda dışarıda kitlenin artık on binlere vardığın tanıklık ettim ve halen her yerden insanların oraya doğru geldiğini gördüm. Tabii bu toplanma yaşanırken, helikopterler o alan üzerinde neredeyse binalara çarpacak kadar alçak uçuş yapıyor, cenazelerin götürüleceği Yeniköy Mezarlığı’nın neredeyse tamamı, caddeler, sokaklar tamamen polislerle adeta kuşatılmıştı” diye anlattı.    Kentte birçok insanın alana doğru gelmeye başladığını ve cenazelerin camiden çıkarılıp yola çıkarılmasıyla polisin saldırısının başladığını ifade eden Bilen, zırhlı araçların yola çıkarak insanların bir bölümünü mezarlığın içerisinde, bir bölümünü ise yolun karşısında kalacak şekilde ayırdığını söyledi.    'SAVAŞI ANDIRIYORDU'    Daha sonra iki koldan birleşen insanların cenazeleri defnettiğini hatırlatan Bilen, “28 Mart isyanın başladığı nokta ise mezarlıktan 10 Nisan Polis Karakolu’na doğru yapılan yürüyüş oldu. Polis karakolundan insanların üzerine silahlar sıkılıyor, yaralanan insanlar araçlarla hastanelere taşınıyordu. O gün gerçek mermilerin isabet ettiği 3 kişi yaşamlarını yitirirken, yüzlerce insan da vücutlarının çeşitli yerlerinden yaralandı. Tabii biz yaşananların sadece Bağlar ile sınırlı olduğunu düşünürken, haber merkezinden arkadaşlar arayıp Ofis Semti’ne geçmemiz gerektiğini söylediler. Biz, Ofis semtine geçinceye kadar neredeyse tüm Bağlar’ın sokaklarında adeta bir savaş manzarası yaşanıyordu” diye kaydetti.    ENES ATA’NIN VURULMA ANI    Ofis’te tüm devlet kurumlarının yakıldığını ardından eylemlerin her sokağa yayıldığını ifade eden Bilen, “Bu isyan ikinci günün sabahına kadar sürerken, diğer yandan birinci gün öldürülen 3 kişi için cenaze töreninin de hazırlıkları yapılıyordu. Yine aynı camide 3 kişinin cenazeleri için sabah saatlerinde insanlar toplanmaya başladı. Ben, gazetecilik hayatımda o güne kadar gördüğüm en büyük kalabalığı gördüm ve üstelik inanılmaz derece öfkeli bir kalabalık. Cenazelerin mezarlığa götürülmesiyle yine saldırı başladı. Saldırı sonucu hemen önümüzde kaldırımda duran Enes Ata yere yığıldı. ‘Dur, ateş etmeyin, yaralı var’ bağırışlarımıza rağmen saldırı devam etti. Sonra orada bulunan bir kişi çocuğu alarak hastaneye kaldırıldı” dedi.    ERDOĞAN’DAN POLİSE ‘VUR’ EMRİ    Eylemlerin üçüncü gününde ise kentin sokaklarına askerler indirildiğini belirten Bilen, saldırıların devam etmesi üzerine dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın “Her kim olursa olsun, kadın da olsa çocuk da olsa gereken yapılacaktır” sözünü kullandığını hatırlattı.    “Erdoğan, bu açıklamasıyla açıkça polise ‘vur’ emri vermiş oldu” diyen Bilen, “O gün de hem Amed hem de Kurdistan’ın birçok kentinde insanlar öldürüldü. 14 kişi hayatını kaybetti, 563 gözaltı, 300 yaralı sayısıyla bu isyan 28 Mart Amed isyanı olarak tarihe kazındı” diye konuştu.    Bilen, eylemlerin sona ermesi için yetkililerin gençler ile görüşmek istediğini ancak gençlerin, “PKK bize evinize çekilin açıklaması yapmayana kadar biz çekilmeyeceğiz” yanıtını verdiğin söyledi.    KADINLARDAN LİMON STOĞU    Her evden eylemcilere limon, çatılardan tuğla ve ıslak bez ulaştırması, isyanın kitlesel ve halk ayağını ortaya koyduğuna dikkati çeken Bilen, “Ben gazetecilik hayatım boyunca bu kadar organize olmuş, bu kadar isyan ve öfkenin sokakta kendisini gösterdiği iki olaya tanıklık ettim. Biri 28 Mart isyanı biri de Kobanê’ye yönelik saldırı sonrası ortaya çıkan isyandı. 28 Mart isyanının yani iletişimin, sosyal medyanın olmamasına rağmen bu kadar organize oluşu onu diğerlerinden ayıran önemli bir noktadır” ifadelerinde bulundu.    'ERDOĞAN SÖYLEMİNDEN SONRA ANAAKIM ÇARK ETTİ'    “Yaşananların üçüncü günü Erdoğan’ın ‘Bu duruma haber değeri vardır diye bakamazsınız, bu milli bir meseledir, ülkenin milli davasıdır. Medyamızı daha duyarlı olmaya davet ediyorum” şeklindeki açıklamanın ardından medyanın “İsyan, eylem” yerine “Örgüt üyeleri saldırıyor” şeklinde dil değiştirdiğini vurgulayan Bilen, “Tabii buna karşı halkın öfkesi daha da büyüdü. O dönem Özgür Basın çalışanları ve birkaç muhalif basın dışında hiçbir gazeteci tepkiden dolayı eylemleri yakından izleyemedi. Hatta üçüncü günün sonunda basına yönelik bir öfke de ortaya çıktı. Olaylarda yaşamını yitiren aileler birinin basına dönüp ‘Doğruları yazacaksanız çekin, vicdanlı, ahlaklı olun’ demesi sonrasında bazı eylemcilerin çok daha sert tepkiler göstermesi bu durumu da net olarak ortaya koyuyordu” dedi.    'ÜÇ TEMEL NEDENİ VAR'   Bu isyanın akıllara kazınan en temel noktasına değinen Bilen, “Birincisi Abdullah Öcalan’ın yol haritası ve bu yol haritasının sahiplenildiği Newroz’da ortaya çıkan barış iradesine karşı devletin zehirli gazlarla yaklaşımı oldu. İkincisi Erdoğan ‘Kadın da olsa, çocuk da olsa gereği yapılacak’ sözü, üçüncüsü ise devletin, Kürt’e dayattığı imha politikasına karşı ortaya çıkan isyandı. Bu isyan 24 Mart’ta başlayan bir isyan değil, 1999 yılında PKK Lideri Öcalan’ın uluslararası bir komplo ile Türkiye’ye teslim edilmesi, sonrasında gelişen tasfiye planları, ateşkes sürecinde yapılan operasyonlar ve bunca barış umuduna karşı ortaya çıkan bir isyan dalgasıydı. İnsanlar, daha üç gün önce Newroz meydanında barışa dair umutlarını dile getirirken, iki gün sonra ortaya çıkan imha durumu elbette yılların biriktirdiği bu öfkeyi patlama noktasına getirdi. Sadece buna isyan değildi elbette, Kürt’e yönelik yoksullaştırma, muhtaç hale getirilme ve yarattığı yoksulluğa da aynı zamanda bir isyandı. Olaya böyle yaklaşmak gerekir” diye konuştu.   MA / Mehmet Güleş