AKP'nin 22 yıllık karnesi: Özgürlük vaadinden ağır hak ihlallerine 2023-04-07 09:01:11 İZMİR - Özgürlükçü ve sivil bir Anayasa vaadiyle iktidara geldikten sonra tüm yargı kurumlarını tek tek ele geçiren ve yasal değişikliklerle ülkeyi tek adam rejimine götüren AKP'nin 22 yıllık iktidarı döneminde demokrasi ve insan hakları da geriye gitti.     Özgürlükçü bir toplum ve sivil bir Anayasa vaadiyle 3 Kasım 2002 tarihinde iktidara gelen AKP, iktidardaki 22'inci yılına girerken, bu vaatlerin tam tersi bir pratik sergiledi. İlk yıllarda “demokrat” bir görüntü çizmeye çalışan ve Avrupa Birliği (AB) hedefi ile hareket eden iktidar, gücü ele geçirdiği 2007 yılı sonrasında ise gerçek yüzünü ortaya çıkardı. Yargının siyasallaşması ile baskıyı doruğa çıkaran AKP, son yıllarda ise temel insan hakları başta olmak üzere birçok hakkın kullanılmaz hale gelmesine neden oldu. Yurttaşın gösteri ve yürüyüş hakkının polis şiddeti ile bastırılmasından işçilerin en temel hakları olan grevin yasaklanmasına, yaşam hakkının ihlal edilmesinden seçme ve seçilme hakkına müdahaleye kadar birçok ihlal bu dönemde yaşandı.   AKP döneminde ortaya koyulan anti demokratik uygulama ve insan hakları ihlallerinin temelinde ise yargıya yapılan müdahaleler yer aldı. Yargı paketleriyle AKP iktidarına muhalif herkes hedef haline getirildi. Yapılan bütün yasa değişiklikleri muhalifleri susturmak ve iktidara yönelecek olan yargının elini kolunu bağlamaya hizmet etti. 2008 yılında AKP'ye karşı açılan kapatma davası sonrasında harekete geçen iktidar ilk olarak yargı kurumlarını ele geçirmek için çaba harcadı. 2010 yılında anayasa değişikliği referandumuna gidilirken, Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ve Anayasa Mahkemesi'nin yapısı değiştirildi. Yapılan değişikliklerde her iki kurumun da üye sayıları arttırılırken, atamaların büyük kısmının ise iktidar tarafından yapılması sağlandı. AKP dönemi yargıya yapılan en büyük müdahalelerden birisi ise 2014 yılında kurulan Sulh Ceza Hakimliği oldu. Hukukçular tarafından "doğal yargıç ilkesini açıkça çiğneyen" olarak tarif edilen bu hakimlik ile siyasal bir mekanizma kurulmuş oldu. Geniş yetkilerle donatılan Sulh Ceza Hakimlikleri eliyle muhaliflerin tutuklanarak kolaylıkla susturulabileceği bir düzen yaratıldı.   SİYASİ SOYKIRIM   Askeri vesayete son verme adı altında sivil vesayetini kuran AKP, ilk olarak Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonlarla “derin devlet”in el değiştirmesini sağladı. Ardından rotayı Kürt siyasal hareketine çeviren iktidar, KCK operasyonları ile binlerce siyasetçiyi gözaltına aldı. Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde toplam 98 belediye kazanmasının hemen akabinde harekete geçen iktidar, yargıyı devreye soktu. 14 Nisan 2009’da Diyarbakır’da başlayan ve 2012 yılını sonlarına kadar devam eden operasyonlarda, aralarında milletvekilleri, belediye başkanları, siyasetçiler, insan hakları savunucuları, avukatlar, akademisyenler, yazarlar ve gazetecilerin de olduğu 7 bin 748 kişi gözaltına alındı ve bunlardan 992 kişi tutuklandı. Dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin, bu operasyonlarda 2 bin 146 kişinin yargılandığını ve bunlardan 274’ünün seçilmiş olduğunu belirtti. Ergin, bir soru önergesine verdiği yanıtta ise, 2009-2012 yılları arasında "örgüt üyeliği" ve "örgüt yöneticiliği" iddiasıyla yargılanan kişi sayısını 38 bin 135 kişi olarak açıkladı. Operasyonlarla birlikte hedef haline gelen DTP ise 11 Aralık 2009'da Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk'un milletvekilliğinin düşürülmesi kararlaştırıldı.   YARGI SOPASI   Devam eden süreçte ikinci büyük ölçekli yönelim, Halkların Demokratik Partisi (HDP) tarafından “siyasi darbe” olarak adlandırılan ve 4 Kasım 2016 tarihinde aralarında HDP eski Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da olduğu 15 milletvekiline yönelik operasyon oldu. Bu kez DAİŞ’in Kobanê’ye saldırısına karşı 6-8 Ekim 2014’te ülke genelinde gerçekleştirilen eylemler gerekçe gösterilerek 25 Eylül 2020'de aralarında tutuklular Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ın da olduğu 82 kişi siyasetçi hakkında gözaltı kararı çıkarıldı. Sonrasında genişletilen operasyonda bu sayı 108'e çıktı. Kürt siyasetçilere KCK operasyonlarıyla saldıran iktidar, sosyalist harekete de düzmece Devrimci Karargah davası ile saldırdı. Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) Genel Başkanı Rıdvan Turan'ın yanı sıra parti yönetici ve üyeleriyle birlikte birçok sol-sosyalist yapı bu davaya dahil edilerek 17 sosyalist tutuklandı. Gezi Parkı, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Cumhuriyet gazetesi, Sözcü, ÇHD, Hrant Dink, Metin Lokumcu, Musa Anter, deprem ve sellerde yaşanan katliamlarda alınan kararlar ve pek çok dava, Türkiye'de yargının AKP'nin siyasal stratejilerinin parçası haline geldiği eleştirilerine yol açtı.   KÜRT SORUNU   AKP döneminde Kürt sorununa yönelik ikircikli bir politika yürütüldü. Dönem dönem takiye yapan iktidar,“Kürt sorunu benim sorunumdur” gibi bir çıkış yaparken, genel olarak ise savaş ve çatışmayı ön plana çıkardığı bir siyaset yürüttü. 2009 yılında Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) kapatılması ve hemen arkasından başlayan KCK operasyonlarıyla binlerce Kürt siyasetçi gözaltına alındı. Ardından 2011-2015 dönemi “Kürt açılımı” adı altında Çözüm Süreci'ni başlatan iktidar, tam da anlaşma sağlandığı gün masayı yıkarak yeniden savaş kartını oynadı. 24 Temmuz 2015'te başlatılan operasyonlarla beraber hızla antidemokratik bir süreç devreye sokulurken, 16 Ağustos 2015'te Muş Gimgim'de başlayan öz yönetim direnişlerinin ardından ise tüm Kürdistan bölgesinde uzun yıllar süren bir olağanüstü hal dönemi başlatıldı. Şehirler yerle bir edilirken, 1990'lı yıllardaki göçertme politikaları yeniden uygulandı.   OHAL VE 2017 REFERANDUMU   Hemen arkasından ise 15 Temmuz 2016 darbe girişimiyle yeni bir antidemokratik sürecin kapıları aralandı. 21 Temmuz 2016'da ilan edilen Olağanüstü Hal ile birlikte iktidar, ülkeyi Kanun Hükmünde Kararname'lerle (KHK) yönetmeye başladı. Binlerce yurttaş gözaltına alındı, on binlerce kamu çalışanı görevlerinden ihraç edildi, onlarca gazete, dergi, televizyon ve dernek kapatıldı. HDP'li belediyelere de kayyımlar atanırken yine onlarca belediye başkanı da tutuklandı. OHAL devam ederken anayasada da değişikliğe gidilirken, kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığı, daha otoriter bir Başkanlık rejimine geçildi. Tüm yetkilerin tek elde toplandığı bir başkanlık rejiminin yanı sıra, HSYK'nın yapısı tekrar değiştirilerek, atamaların büyük bölümünün iktidar tarafından yapılması sağlandı.   DERNEKLERE SALDIRI   2020 Aralık ayında ise AKP tarafından 2005'te yürürlüğe konan ve daha özgürlükçü olduğu ifade edilen Dernekler Kanunu'ndan daha geriye giden düzenlemeler yapıldı. Dernek denetimleri zorunlu hale getirildi ve derneklere kayyum atanmasının yolu açıldı. Fakat buna bile gerek duymayan iktidar, birçok derneğe baskınlar düzenleyerek onlarca kişiyi tutukladı. Bu süreçten sonra ilk olarak Medeniyetler Beşiğinde Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (MEBYA-DER) binası ile dernek yöneticilerinin evlerine baskın düzenlendi. Aralarında MEBYA-DER Eşbaşkanları Yüksel Almas ve Şehmus Karadağ'nın da olduğu 29 kişi gözaltına alındı ve bunlardan 12'si tutuklandı. 5 Nisan 2021'de ise Rosa Kadın Derneği ile yöneticilerinin evlerine baskın düzenlendi. Dernek yöneticilerinin de aralarında olduğu 33 kişi hakkında yakalama kararı çıkardı. 30 Mart 2021'de Çukurova TUHAD-FED’e operasyon düzenlendi ve en az 11 kişi gözaltına alındı.   Yine 16 Aralık 2021'de aralarında Med Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Hukuki ve Dayanışma Dernekleri Federasyonu (MED TUHAD-FED) Eşbaşkanı Emine Kaya’nın da olduğu birçok kişi gözaltına alındı. 3 Temmuz 2021'de Din Alimleri Derneği (DİAYDER) Başkanı Ekrem Baran ve Demokratik İslam Kongresi (DİK) üyesi Mehmet Nas’ın da aralarında bulunduğu 23 kişi gözaltına alındı. Hazırlanan iddianamede Kürtçe hutbe, vaaz ve sivil cuma namazları suçlama konusu yapıldı. Sonrasında DİAYDER hakkında kapatma davası açıldı. 4’ü tutuklu 23 dernek üyesinin yargılandığı dava halen devam ediyor.   CEZAEVLERİ   AKP dönemi yine en çok hak ihlali cezaevlerinde yaşandı. AKP iktidara geldiği dönemde 55 bin civarında olan tutuklu sayısı ise 22 yılın sonunda 300 bini aşmış durumda. AKP döneminde cezaevlerinde işkence rutin hale getirilirken, tutukluların temel hakları ise bir bir gasp edildi. Özellikle 2020 yılında ortaya çıkan pandemiyi fırsata çeviren iktidar, cezaevlerinde tecridi hakim kıldı. Bu dönem ortaya çıkan görüş ve sosyal etkinlik kısıtlamaları birçok cezaevinde kalıcı hale gelirken, İmralı'da uygulanan tecrit tüm cezaevlerinde hakim kılındı. Yine ortaya çıkan S ve Y tipi cezaevleriyle tutukluları izole etme çabaları sürerken, içerisinde hasta tutukluların da bulunduğu yüzlerce tutuklu tüm itirazlara rağmen tahliye edilmedi. Tahliye edilmeyen sadece 2022 yılında en az 78 hasta tutuklu cezaevinde yaşamını yitirirken, 22 yılda onlarca tutuklu tedavi edilemediği için yaşamını yitirdi. Yasalarda yapılan değişikliklerle oluşturulan cezaevi kurulları, kendisini mahkeme yerine koyarak, yüzlerce tutuklunun tahliyesini engelledi.   KADIN HAKLARI TIRPANLANDI   AKP dönemi en çok dikkat çeken ihlallerden birisi de kadın hakları konusunda yaşandı. İktidarının ilk yıllarından itibaren kadınların “evin süsü” olduğu anlayışı ve söylemleriyle hareket eden iktidar, kadın haklarını bir bir tırpanladı. Medeni Kanun'da yapılan değişikliklerle özellikle çocuk istismarının önünü açan yönetmelikler yasalaşırken, kadınların nafaka hakları da tartışma konusu haline getirildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Kadın ve erkek eşit olamaz bu fıtrata aykırıdır” söylemi tüm devlet kademelerine işlerken bu en çok yargı kararlarına yansıdı. Çeşitli kadın örgütlerinin yaptığı araştırmalara göre AKP döneminde en az 16 bin 496 kadın öldürülürken, yapılan yargılamalarda erkeklere haksız tahrik indirimleri uygulandı. Son olarak kadına şiddetin önlenmesi için etkin uygulanması istenen İstanbul Sözleşmesi yürürlükten kaldırıldı. Şimdi de 6284 Sayılı Kanunun seçim malzemesi haline getiren iktidar, kadınların protestolarına da aynı şiddetle saldırdı.   İŞÇİ HAKLARI   Demokrasinin işlevsiz hale getirildiği bu dönemde işçi haklarında da geriye gidişler yaşandı. Onlarca işçi grevini 'Milli güvenlik' gerekçesiyle yasaklayan iktidar, birçok kerede kıdem tazminatı hakkını kaldırmak için girişimlerde bulundu. İşçilerin yoğun tepkisi ile bunu hayata geçiremeyen iktidar, işten çıkarmaların önün açarken, iş cinayetlerinde de cezasızlık politikasını sürdürdü. Yüzlerce işçinin hayatını kaybettiği iş “kazalarında” patronlar kollandı.   YARGI BAĞIMSIZLIĞI   İnsan Hakları Derneği (İHD) Ege Bölge Temsilcisi Avukat Ali Aydın, AKP döneminde yaşanan yargıya müdahaleleri ve bunların yansımalarını değerlendirdi. AKP dönemi öncesinde de yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığının tartışma konusu olduğunu belirten Aydın, yargı bağımsızlığı konusunun iki yönüyle önemli olduğunu vurguladı. Birinci yönünün devam eden yargılamalar hakkında yasama, yürütme ve idarenin görüş belirtmemesi, yönlendirme yapmaması olduğunu söyleyen Aydın, "Diğer bir yanı ise yargının, kişinin hukuki güvenliğini sağlaması gerekiyor. Örneğin Ceza Kanunu'nda da mevcut kanunda yazılı olmayan suçlardan dolayı kimseye ceza verilemeyeceği yazıyor. Buna suç ve cezada kanunilik ilkesi diyoruz. Ama geldiğimiz günlerde yargılamaların bir çoğunda 10 yıl önce işlendiği iddia edilen bir açıklamanın suç olarak kabul edilip kişilerin yıllar sonra yargılanması ile karşılaşıyoruz. Özellikle muhalif kesimler için bu böyle uygulanıyor" dedi.   'ÖZEL MAHKEMELER KURULDU'   Bir diğer hususun da hakimlerin güvenliği olduğunun altını çizen Aydın, AKP döneminde muhalif kesimlerin yargılandığı davalarda istenen kararların çıkması için hakimlerin değişmesi, özel mahkemelerin kurulması gibi durumların yaşandığını aktardı. Bu durumun mahkemelerin bağımsızlığı ve kişilerin hukuki güvenliği açısından sakıncalı olduğunu kaydeden Aydın, "Özellikle siyasilerin yargılamalarına baktığımızda, varolan heyetin cezalandırma yoluna gitmediği zaman heyetin değiştiğini ya da özel mahkemeler kurulduğunu görüyoruz. 15 Temmuz 2016'dan sonra 'FETÖ' denilen kesimler için özel mahkemeler kuruldu ve Sulh Ceza Mahkemelerinin yetkileri değiştirildi. Sulh Ceza Hakimliği tek başına tutuklamaya karar veren bir yargı birimi haline getirildi. Bunlar önüne gelen kişileri siyasi düşüncelerine göre değerlendirip, tutuklama gerekçesi yaptı. Bu mahkemelerin verdiği karara karşı itiraz bir üst mahkemeye yapılması gerekirken yine Sulh Ceza Hakimliklerine yapılmak zorunda kalındı. Bu da kişilerin hukuki güvenliğini ortadan kaldırdı" diye belirtti.   'YARGILAMALAR SİYASİ'   ÇHD, Gezi Parkı, KCK gibi toplu yargılamalarda alınan kararların hukuki değil politik olduğunun altını çizen Aydın, şöyle devam etti: "AİHM ve Avrupa Konseyi'nin Türkiye'yi eleştirdiği şeylerden birisi de, terör kavramını çok geniş ve keyfi kullanılıyor olması. Türkiye'de siyasal iktidarı eleştiren herkes rahatlıkla 'terörist' olarak yaftalandığı için mahkemelerin bağımsızlığı tamamen ortadan kaldırılıyor. Özellikle 15 Temmuz sonrası yargılamalarda Venedik Komisyonu Türkiye hakkında verdiği kararlarda 'Ceza Kanunu'nu geniş bir şekilde yorumluyorsunuz. Verdiğiniz kararlar hukuki, bağımsız değil' diyor. Dolasıyla AKP mahkemeleri bir sopa, tehdit aracı olarak kullanıyor. Bu sadece muhalif kesimler için değil sokaktaki yurttaşta bundan korkmaya başlıyor. Halbuki düşünce ve fikir özgürlüğü ile toplantı ve gösteri özgürlüğü uluslararası yasalar ve sözleşmelerce güvence altına alınmıştır."   ANAYASA İHLALİ   AKP'nin açık açık anayasa ve yasaları ihlal ettiğini vurgulayan Aydın, Anayasa Mahkemesi'nin kararlarının tanınmaması, kişi hak ve özgürlüklerinin gözardı edilmesiyle despotik bir ortam oluşturulmaya çalışıldığını söyledi. “Anayasa Mahkemesi kapatılmalı” söylemlerinin hakim ve savcılar üzerinde büyük bir baskıya neden olduğunun da altını çizen Aydın, "Özellikle FETÖ yargılamalarında Yargıtay'ın 'bu delil bizim için çok önemlidir' demesi düşüncesini açıklamaktır. Çünkü hakimlerin özlük haklarını, sosyal haklarını, puanlamalarını yapan kesimlerin bunu söylemesi, hakimlerin verdiği kararların ne kadar tarafsız olacağını tartışılır hale getirir" ifadelerini kullandı.     DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI   Yargıya müdahalenin demokrasi ve insan haklarını da etkilediğini kaydeden Aydın, "İnsan Hakları Beyannamesi, bütün insan hakları sözleşmelerinin temelidir. Burada saydığımız hakların hemen hemen hepsi ihlal edildi. İhlal edilmeyen hiçbir şey kalmadı. AİHM'de Rusya ve Türkiye'nin dosyaları yığıldı. Bu anlamda da temel hak ve özgürlüklerin ne kadar ihlal edildiğini gösteriyor.  Örneğin HDP'li belediyelere kayyımlar atanması seçme ve seçilme hakkının ihlalidir. Oyları bile 'doğru yönde kullanmıyorsunuz' diyerek kendine oy verilmesi gerektiğini söylüyor. HDP'ye açılan kapatma davası da bunun göstergesidir. HDP hazine yardımı tedbirinin ortadan kalkmasının ardından hakimin 'neden kararını değiştirdiği şeklinde konuşma geçtiği söyleniyor. Eğer bu doğruysa çok vahimdir" diye aktardı.   'YASAMA, YÜRÜTME, YARGI TEK ELDE'   "Şu an da yasama, yürütme ve yargı tek bir elde toplandı" diyen Aydın, "Türkiye tarihinde böyle bir olay sadece 1920'lerde olan bir şeydi. O hükümet bile bakanlarını kendi içindeki oylamayla seçiyordu. Yasama tamamen işlevsiz hale getirildi, yürütme ve yargıda ortadan kaldırıldı. Artık Türkiye'de bu üçünün de olmadığını söyleyebiliriz" diye konuştu.   MA / Tolga Güney