Mereş'te 47 yıllık yara: Yüzleşin 2025-12-19 09:08:58 MEREŞ - Mereş Katliamı yaşandığında ilçelerden kent merkezine gitmek isteyen Süleyman Deprem ve Mustafa Mamaklı tanıklıklarını anlatarak, katliamın planlı ve örgütlü biçimde hayata geçirildiğini belirterek, yüzleşme çağrısında bulundu.  Mereş Katliamı’nın üzerinden 47 yıl geçti. 19 Aralık 1978’de başlayıp 26 Aralık’a kadar süren katliamda, Aleviler, Kürtler ve solcular hedef olarak seçildi. Siyasi, mezhepsel ve etnik gerilimlerin bilinçli biçimde körüklendiği bir dönemde Mereş’te yaşanan olaylar, tarihin en ağır toplumsal katliamlarından biri olarak kayıtlara geçti. Resmi kaynaklara göre 120 kişinin katledildiği katliamda, tanıklar ve resmi olmayan beyanlar ölü sayısının 500’ün üzerinde olduğunu belirtiyor. Günler süren saldırılar boyunca yüzlerce ev ve iş yeri yağmalanıp yakılırken, kentte polis ve askerin “yetersizliği”, geç müdahale katliamın etkilerinin daha artmasın zemin hazırladı. Katliam sonrası binlerce Alevi ve Kürt yurttaş, topraklarından göç etmek zorunda kaldı.    Katliamın fitili, 19 Aralık'ta Çiçek Sineması’nda “Güneş Ne Zaman Doğacak” filminin gösterimi sırasında atılan bombayla ateşlendi. Bombanın ardından “milliyetçi” gruplar ile çevre ilçelerden gelen “ülkücü” gruplar CHP il binası, PTT ve TÖB-DER binalarına saldırdı. Söz konusu bombanın, Ülkücü Gençlik Derneği Maraş Şube Başkanı Mehmet Leblebici ile ikinci başkan Mustafa Kanlıdere’nin talimatları doğrultusunda Ökkeş Kenger tarafından atıldığı iddia edildi. Dönemin Mereş Valisi Tahsin Soylu’nun askeri birlik talebinin reddedilmesi, 24 Aralık’ta kentteki tüm polislerin görev dışı bırakılması ve sonrasında Alevilere yönelik saldırıların artmasıyla birlikte kent genelinde kontrol tamamen kaybedildi. Bir hafta süren saldırıların ardından Kayseri ve Dîlok’tan askeri birlikler sevk edilirken, 26 Aralık’ta 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi.   Mereş Katliamı’na karışan “milliyetçi” 804 kişi hakkında açılan davalar, sıkıyönetim mahkemelerinde 13 yıl sürdü. 29 kişi idama, 7 kişi müebbet hapis cezasına çarptırıldı, 321 kişi ise 1 ile 24 yıl arasında değişen cezalar aldı. İdam kararları Yargıtay tarafından bozuldu, diğer cezalar da indirimle azaltıldı. Katliamın önemli faillerinden 68 kişiye ise hiç ulaşılamadı.    Katliamın mağdur avukatları Ceyhun Can, Halil Sıtkı Güllüoğlu ve Ahmet Albay da yargılamalar sırasında katledildi. 1991’de çıkarılan TMK ile hükümlülerin cezaları ertelenerek serbest bırakıldı. Fail oldukları bilinen bazı kişiler de milletvekili oldu ve bürokrat olarak atandı. Aradan geçen 47 yıla rağmen, Mereş Katliamı yalnızca yaşanan can kayıplarıyla değil, faillerin büyük ölçüde yargı önüne çıkarılmaması, uzun yargılamalar ve cezasızlık politikalarıyla da hafızalarda yer edindi.   Katliamın yaşandığı günlerde Mereş’ın Elbistan ilçesinde bulunan tanıklardan Süleyman Deprem ve Pazarcık’tan katliam sırasında Mereş’e giden Mustafa Mamaklı, yaşananlara dair değerlendirmelerde bulundu.    KATLİAM PROJESİ   Mereş Katliamı’nı tek başına ele almanın eksik kalacağını belirten Süleyman Deprem, katliama giden süreci tarihsel ve siyasal bağlamıyla değerlendirdi. Katliamların “Türk-İslam sentezi” politikaları doğrultusunda hayata geçirilen sistematik uygulamalar olduğunu vurgulayan Deprem, “Bu ülkede Aleviler, Kürtler veya diğer inançlar ve azınlıklar hep yok sayılmış, insanlar Türkleştirilmeye ve İslama zorlanmıştır. Bu bir tarihsel gerçektir. Bu anlamıyla ülkemizde özellikle 365 günün hemen hemen her günü bir katliamın yıldönümüdür. Cumhuriyet’in kurulmasından bu yana Dersim, Maraş, Sivas, Çorum, Gazi, Gezi gibi katliamlar bilinçli projeler halinde Kürt ve Alevi halkına uygulanan katliamlardır. Tekçi zihniyetin kendini dayatmasına yönelik katliam projeleridir. Bu, sıradan 2-3 tane gericinin galeyana gelip Sivas’ta 30 kişiyi yakması, Maraş’ta yüzlerce kişiyi katletmesi değildir. Tümüyle bir sistem projesidir. Bu anlamıyla değerlendirdiğimiz zaman katliamı anlarız" dedi.     ÖZGÜRLÜK HAREKETİNE KARŞI   Mereş Katliamı’nın iki temel sebebe dayandığını belirten Deprem, “Birincisi; devlet ve sistem yönetmekte zora düştüğü zaman, kendini, iktidarını, erkini ve gücünü yenilemek için ihtiyaç duyduğu darbelere zemin hazırlamak adına Sivaslıların, Çorumluların, Maraşlıların katliamını devreye koymuştur” diye belirtti. İkinci sebebi Kürt Özgürlük Hareketi’nin ortaya çıkışına bağlayan Deprem, “Sistemin zora girmesinin temel sebeplerinden birisi 70’li yıllarda bu ülkede baş gösteren Kürt özgürlük mücadelesidir. Bugün Ortadoğu’da, Türkiye’de, Rojava’da güce erişen Kürt Özgürlük Mücadelesi ile Kürt Alevilerinin buluşmasını engellemek için bu katliamlar seri şekilde geliştirildi” diye konuştu.    'ÖRGÜTLÜ BİR KATLİAM'   Mereş Katliamı’nın patlak vermesiyle gelişen süreci anlatan Deprem, “Biz gençler Maraş’a gitmek istedik. Afşin, Göksun, Pazarcık, Elbistan bütün ilçelerin çıkışı kapatılmış, Maraş’ın da girişi kapatılmıştı. Dolayısıyla Maraş’a normal yoldan gitme şansımız kalmamıştı. Dağdan gitmeyi denedik ama imkan bulamadık. Biz Elbistan’da öyle kaldık. Birçoğu Elbistan’da, Göksun’da, Afşin’de her yerden Maraş’a intikal edemediler. O anlamıyla da bu örgütlü bir proje dahilinde uygulanan bir katliamdı. Hatta orada devletin koruma güçleri saldırıya maruz kalanları korumaktan ziyade öbürlerine sahip çıkma hareketi içindeydi. Bu sistemin belli bir projesi olduğu açıkça ortadaydı. Bu sistem aynı şekilde Çorum’da, Sivas’ta, Dersim’de, Gazi’de uygulandı. Onun için başta dedim ya, bu ülkede 365 günün her günü devrimciler, Kürtler, Aleviler için bir katliam yıldönümüdür” dedi.   'MARAŞ OLAYLARI KENDİLİĞİNDEN GELİŞMEDİ'   O dönemin bir diğer tanığı, o sırada Pazarcık’ta bulunan Mustafa Mamaklı ise katliamın yaşandığı dönemde Türkiye’nin çalkantılı bir süreçten geçtiğine işaret ederek, şunları söyledi: “Maraş’ın o yıllardaki durumunu analiz etmek için genelde Türkiye’nin durumunu da değerlendirmek gerekiyor. 70’li yıllarda Türkiye çok çalkantılı bir dönem yaşıyordu. Bir sürü sol siyasal, sağ siyasal örgütler Türkiye’nin her tarafında çalışmalar yapıyorlardı. Günlük çatışmalar, üniversitelerde öğrenci çatışmaları vardı. Türkiye’deki bu durumu Maraş’tan ayırmak doğru değil. Maraş da bundan etkilendi. Kaldı ki Maraş, diğer illerden farklı olarak farklı etnik yapısı olan, farklı kimlikleri olan, farklı mezhepsel yapıları olan bir bölgedir. Burada Türkler, Sünniler, Kürtler, Aleviler, Kürt Aleviler ve Sünni Kürtler yaşıyor. O yönüyle Maraş daha hassas bir bölgeydi. Maraş olayları ve sonraki gelişmeler bize şunu gösterdi. Maraş olayları öyle kendiliğinden gelişen, birkaç kişinin yaptığı bir olay değildi. Kesinlikle bu olaylar daha önceden planlı bir şekilde, bu bölge üzerinden buradaki kültürel yapıyı dağıtmak, buradaki oturmuş geleneksel yapıyı dağıtmak için hazırlanmış ve uygulanmaya konmuş olaylardır. Çünkü sonrasında da bu kendisini gösterdi. Özellikle Pazarcık, Elbistan, Nurhak, Afşin gibi Alevi Kürtlerin ya da genel olarak Kürtlerin yaşadıkları bölgelerdeki köyler boşaldı. Belki bu bölgede köyler yakılmadı ama tamamıyla köyler boşaldı. Büyük nüfusun çoğunluğu yurt dışına çeşitli yollarla gitmek zorunda kaldı ve bu vesileyle bu bölgedeki köyler boşalmış oldu. Bu yüzden bu olay tamamen planlı, daha önceden hazırlanmış ve uygulamaya konmuş uygulamalardır diye düşünüyorum.”   ALEVİLERİN ÖRGÜTSÜZLÜĞÜ   Alevilerin o sırada örgütsüz olduğunu belirten Mamaklı, “Halkımız örgütsüz bir halktı. Örgütlü olmadığı için de böyle bir olay karşısında paniğe kapıldı. Halk ne yapacağını bilmiyordu. Yani nasıl bir davranış içerisine gireyim, ne yaparım diye herhangi bir planı da projesi de yoktu. Öylesine kendiliğinden ne yapacağını şaşırmış durumdaydı, ta ki işte olaylar böyle olana kadar” dedi.    'BİR GÖZDAĞIYDI'   İnsanlık dışı bir katliam olduğunu ifade eden Mamaklı, bu katliamla Alevilere gözdağı verildiğini belirterek, “Yapılan şeyler insanın yapacağı şeyler değildi. O insanların orada çeşitli biçimlerde katledilmesi aslında bir gözdağıydı. Bu, sonrasına hazırlıktı. Sonrasında burayı dağıtmaktı. Nitekim büyük bir oranda başarılı oldu. Şu anda Pazarcık’ın köyleri boşalmış durumda. Yaşlılardan başka kimse yok. Katliam sırasında insanım diyen bir kişinin yapamayacağı şeyler yapıldı. İnsanların gözlerinin oyulması, insanların satırlarla, şunlarla bunlarla öldürülmesi insanım diyen hiçbir mezhepte, hiçbir dinde, hiçbir inançta, hiçbir kültürde böyle bir şey yoktur” diye kaydetti.     'HESAPLAŞMANIN OLMASI GEREKİYOR'   Katliamda yaşananları anlatmak istemediğini belirten Mamaklı, “Savaşlarda bile teslim olan insanlara bir şey yapmıyorlar. Onun için ben onları anlatmak istemiyorum. Onlar bu topluma yakışan şeyler değildir. Ama bir hesaplaşmanın da olması lazım. Hesaplaşma nedir, bu işin bedeli ne oldu, kimler bu işi organize etti, bu halk bunlardan nasıl zararlar gördü? Zarar gören insanlar vardı evini, yurdunu, bağını, bahçesini terk eden insanlar vardı. Bu konuda bir çalışmanın yapılması lazım. Bu yaraların sarılması lazım. Bu yaralı şehir bu şekliyle bırakılamaz, bırakılmaması gerekiyor” şeklinde konuştu.   'YÜZLEŞMEK ZOR BİR ŞEY DEĞİL'   Katliamlarla yüzleşilmesi gerektiğini belirten Mamaklı, “Belki aşama kaydedebilir, belki birtakım çözümler getirebilir ama bir yara olarak kalır bu tür olaylar. Bunlarla yüzleşmek de çok zor şeyler değil. Bunların yapılması gerekir. Buradan zarar gören insanların rahatlaması gerekiyor, en azından psikolojik olarak rahatlamaları gerekiyor. Kendi devletlerine güven duymaları açısından da daha etkili olacaktır. Bu yüzleşme hem devlet açısından hem de buradaki zarar gören insanlar açısından daha iyi olur. Bu şekilde bu yaranın üstünü örtmekle bir şey kazanamazsınız. Yüzleşmekte her zaman fayda vardır, zarar yoktur” ifadelerini kullandı.    'DUYARLI İNSANLAR BÖYLE BİR ŞEYİN OLMASINI KABUL ETMİYOR'   Mereş’teki halkın böyle bir katliamın tarihlerinde olmasından utandıklarını söyleyen Mamaklı, “Maraş’taki insanlarla görüşüyoruz. Bunların hiçbir tanesi bu olayları tasvip eden insanlar değildir. Bunlar belli çevrelerin, belli bir grubun yönlendirmesiyle yapılan olaylardır. Onun için Maraş halkı da, Maraş esnafı da bu lekenin kalkmasını istiyor. Çünkü birçok insan bu olaylara taraftar değildi, böyle bir şeyin olmasını istemiyorlardı. Böyle bir şeyle anılmak istemiyorlar. 'Bize bu yaftanın, bu şehrimize yakıştırılmasını istemiyoruz' diyorlar. Bu da biraz önce belirtildiği gibi birtakım çalışmalarla giderilebilir. Buradaki insanlar, yine yıllardır beraber yaşadıkları gibi, yine aynı şekilde bir arada, kendi kültürlerini yaşayarak hayatlarına devam edebilirler” diye konuştu.    MA / Melik Varol