Ortadoğu Barış Konferansı sona erdi: Barışı sağlayacağız 2025-03-16 17:10:19   İSTANBUL - KESK'in düzenlediği "Ortadoğu Barış Konferansı"nda konuşan siyasetçi Sebahat Tuncel, "Bu defa bu barışı sağlayacağız. Hem bizlerin hem de tüm Ortadoğu halklarının bu barışa ihtiyacı var" dedi.   Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu'nun (KESK) "Barıştan Yana Barış İçin Sözümüzü Söylüyoruz" şiarıyla düzenlediği 3'üncü Ortadoğu Barış Konferansı ikinci gününde devam etti. Kadıköy Belediyesi Evlendirme Dairesi Salonu'nda düzenlenen konferansın ilk oturumunda, "Ortadoğu ve Kürtler" başlığı tartışıldı. Bu oturumda, "Türkiye Kürtlerinden Doğru Rojava'yı Okumak: Güncel Çözüm Tartışmaları Işığında Rojava Kürtlerine Bakmak" başlığıyla sunum yapan Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi Koordinatörü Yüksel Genç, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın yaptığı çağrının etrafında dönen tartışmalara işaret ederek, "1990’lardan itibaren mücadeleden vazgeçmeden başka yollar bulmayı deneyen bir hareketten bahsediyoruz. Barışı ve özgürlüğü kendimiz yaratmamız gereken bir sürece davet edildik, bu davet ve bu çaba ilk değil. Bugün kurulmak istenen sürece halkların ve farklı kesimlerin müdahil olması önemlidir. Rojava, Öcalan'ın sunduğu yeni dönemin ilk örneklerinden birisi olacak. Birleşik bir Kürdistan ulusunu yaratmakla ilgili bir sürece girilmiş görünüyor; parçalanmak Kürtlerin tercihi değildi ve 100 yıldır bir mücadele veriyor, demokratik örgütlenmeler ve demokratik ulus çerçevesinde bir ulusu örgütlemeye çalışıyor" ifadelerini kullandı.    YENİ SÜRECİN DİLİ   Oturumda söz alan gazeteci Ali Duran Topuz, "Hukuk, Medya ve Akademide Savaş Hali ve Barış Hali" başlığında sunum yaptı. Topuz, barışın tartışıldığı yeni süreçte yeni bir dilin kurulmasına ihtiyaç olduğunu vurgulayarak, "Hukuk, medya ve akademi bugüne gelene kadar bir ayrım temellendirmiş ve oluşturmuştur. Hukukta bunu OHAL olarak biliyoruz. Bu üçlünün bağlandığı mesele; dil kirlenmesi ve bozulmasıdır. Bu günlerde süren, çözüm süreci denilmeyen, ama işin tarafı ve kurucusu Öcalan’ın yaptığı çağrının iki tarafta da ortak bir yeri var. 27 Şubat’taki çağrıda yeni bir dil oluşturulmasından bahsediyordu. Bu dil savaş üzerinden üretilmiş bir savaş dilidir. Bu dil kirlenmesi, akıl kirlenmesi ve hukuk kirlenmesini yaratan terimler var. Millilik bunlardan biridir" diye konuştu.    ROJAVA’DA ANADİL MÜCADELESİ   Oturumda "Kuzey ve Doğu Suriye Öğretmenler Sendikası'nın Kuruluşu ve Faaliyetleri" başlığı ile sunum yapan Nesrin Musa Raşk aldı. 2013’te düzenledikleri konferansla anadilde eğitim kararı aldıklarını belirten Nesrin Musa Raşk, "Rojava bölgesinde daha sonra öğretmenler birliği kurulmaya karar verildi. Yıllar boyunca bu dil yok sayılmış. Bölgede çalışmalarımızı yoğun bir şekilde yoğunlaştırdık. Herkes özgürce kendi anadilinde eğitim görüyor. Halk ne istiyor halk ne diyor buna kulak verdik. Savaş hala durmuş değil ve çocukları çok olumsuz etkiliyor. Kuzey ve Doğu Suriye'de bu savaşta birçok öğretmen ve çocuk yaşamını kaybetti, birçoğu göç etmek zorunda kaldı" şeklinde konuştu.    Ardından "Kürt Sorununda Barış Süreçleri ve Demokratik Toplum Çağrısı" başlığıyla Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu Eşsözcüsü Öztürk Türkdoğan sunum yaptı. Geçmiş dönemdeki barış arayışları ve süreçlere dair aktarımlarda bulunan Türkdoğan, "Öcalan'ın 'Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı' savunmalarında ete kemiğe bürünmüştür. Kadın özgürlükçü, ekolojik, demokratik paradigmayı anlatmış; sorunların farklı araçlarla çözülebileceğini ifade etmiştir. 1999'daki süreci ise iktidar değerlendirememiştir" diye belirtti.    ALEVİLERE YÖNELİK KATLİAM    Konferansın ikinci oturumu "Ortadoğu Barış Mücadelesinde Kadınların Rolü" ana başlığı altında gerçekleştirildi. Bu oturumda ilk sözü alan Suriyeli Gazeteci Aber Naeseh Bilgin, Suriye'deki kadın mücadelesinin tarihine ve bu alanda iz bırakan kadınlara anlattı. Aber Naeseh Bilgin, şunları kaydetti: "8 Aralık’a geldiğimizde ciddi bir sivil örgütlenmeden bahsedemiyorduk. Kadınlar burada ve göç ettikleri ülkelerde kimi eylemler düzenlemeye çalıştılar. 8 Aralık’ta iktidarı ele geçiren HTŞ’nin nasıl bir geçmişi olduğuna baktığımızda kaygı uyandırıyor. HTŞ’nin, El Nusra’nın geçmişi biliniyor, kadınlar konusunda, azınlıklar konusunda yaptıkları biliniyor. Bu yeni yönetimin dışa yönelik onay alma çabası var, ‘Herkese adil davranacağız’ söylemleri var, ama sahada buna aykırı şeyler görüyorduk ve önlem amaçlı hiçbir şey yapılmıyordu. Ancak bir olay basında yer alırsa üstüne kapatmak için bir şey söylediler. Hükümet sözcüsünün ‘Kadınlar biyolojik yapısı gereği hükümette görev alamaz’ açıklaması ve karşısında ciddi bir ayaklanma oldu."   Alevilere yönelik devam eden katliamlara dikkati çeken Aber Naeseh Bilgin, "Gelen videolar, haberler ve tanıklar gösterdi ki herkesi öldürdü. Aralarında yaşlı, çocuk ve kadınlar var. Ve yine üstünü örtme ve inkar hamlesi yapılıyor, ancak bir kabul gerekiyor" dedi.    ‘TANINMA ÇAĞRISI ÖNEMLİ’   Özgür Kadın Hareketi (TJA) aktivisti Sebahat Tuncel, "Türkiye’de Barışın İnşasında Kadının Rolü" başlığıyla sunum yaptı. Sebahat Tuncel, farklı bölgelerdeki mücadele deneyimlerine değinerek, şunları söyledi: "Kürt ve kadın olmak, Arap ve kadın olmak önemli, Alevi olmamız önemli, bu kimliklerimizle varız. İnsan kimlikleriyle, kültürüyle, tarihleriyle, tarihinde yaratılan ideolojik politik sistemle var. 27 Şubat’taki tarihi çağrıda en önemli madde ‘tanınma’ maddesidir. Kadınlar eşit yurttaşlık talebinde bulunuyor. Kadın erkek eşitliğini yazdığı için İstanbul Sözleşmesi kaldırıldı. Alevilerini Kürtlerin, kadınların kendini özne olarak ifade etmesi önemli. Devlet vatandaş olarak tanıdığında size hakları vermek zorunda. Türkiye’de asıl mesele hukuksuzluk meselesi, hukukun araçsallaştırılarak kadınların, Kürtlerin, Alevilerin dışta bırakılması meselesi. Yeni dönemin çağrısı sosyalistleredir. Bizler değişmek zorundayız. Türkiye, devrimcilerin mücadelesiyle değişecektir. Kadınlar çok uzun zamandır birlikte yol alıyor. Bu süreçte Kürt kadın hareketi, feminist kadın hareketi ve sosyalist hareketiyle birlikte var gücümüzle çalışmalıyız. Bizim işçi sınıfı kadınlar devrimci sosyalistler olarak Sayın Abdullah Öcalan’ın bu çağrısına cevap olmamız gerekiyor. Bu defa bu barışı sağlayacağız. Hem bizlerin hem de tüm Ortadoğu halkların bu barışa ihtiyacı var" dedi.   GÖÇ YOLCULUĞU   Oturumun ve konferansın son sunumunu Dr. Lülüfer Körükmez, yaptı. "Ortadoğu’da yerinden edilme ve yeniden yerleşme sürecinde kadınlar" başlığıyla sunum yapan Lülüfer Körükmez, şunları dile getirdi: "Çatışma ve savaş dönemlerinde kadınların erkeklerden farlı deneyimleri oluyor. İŞİD’in Êzîdî kadınlara yapılanları gördük. Bunların hepsi devlet şiddeti. Devlet görevini yerine getirmediği için bu şiddet olayları yaşanıyor. Çatışma felaketlerinde kadınların birçok deneyimleri var. Göç yolculuğu fiziksel şiddet, taciz, tecavüz ve her türlü şiddete maruz bırakılıyorlar. Türkiye uzun zamandır göç alan bir ülke haline geldi. Göçmenlerin hayatlarında doğrudan devletin şiddetini görüyoruz. Hukuki statüleri verilmiyor. Mülteci göçmenlerin hiçbir koruma altına alınmadığını görüyoruz. Geri Gönderme Merkezleri’nde göçmenler kötü yaşam koşullarında yaşıyor. Devlet şiddetini bir başka boyutu da ekonomik şiddet. Göçmenlerin standart ve güvenli çalışma koşulları çok az. Emek ve ırkçılığın iç içe girdiğini görmekteyiz. Türkiye de feminist hareket göçmen konusunda yeteri kadar bir başarı kazanmadı.  Her ne kadar emek hareketinin gerilediği ama buna karşı kimlik kazanımının yükseldiği bir süreçteyiz. Barış konusundan da bahsedecek olursak ta her kesimin bu nokta da üzerine düşen sorumluluğu kendi cephesinde mücadele etmesi önemli olacaktır."   Konuşmalarının ardından konferans sona erdi.