ANKARA – Dün Kobanê’ye bugün Efrin’e yönelik başlatılan savaş, 6 bin yıl önce Sümer kentlerine, 2 bin 500 yıl önce demokrasinin mayalandığı Yunan kentlerine yönelik saldırıların bir devamı olarak kendisini gösteriyor.
Kobanê, Rakka, Efrin, Musul, Kerkük… Dünya yıllardır bu kentleri savaş ekseninde tartışıp, konuşuyor. Bu kentler direnişle ve saldırıyla gündeme geliyor. Aslında kent savaşlarını konuşuyoruz. Sadece biz kentleri konuşmuyoruz, aynı zamanda kentler de konuşuyor, kentlerin hüviyeti var çünkü. Karakterleri, kişilikleri… İnsanlık, yerleşik yaşama geçtiği andan itibaren kimlikler, kentler üzerinden oluşmaya başladı. Topluluklar kentlere yaşamlarıyla biçim verdi, yaşadıkları şehirlerin kimliklerinden etkilenerek aynı zamanda biçim aldı. Bu bir karşılıklı etkileşim süreci olarak yaşandı.
KENTLERİN KİMLİĞİ
İnsanlık tarih boyunca tanrılara, bilinmeze ulaşmak için Babil’de kuleler yükseltti, cennet tasviri için Asma Bahçeleri kurdu, Sümerlerde sosyal bilimi geliştiren inanç eksenli tapınaklar kurdu. Hasan Sabah kendi cennetini soyutladığı cemaati ile Alamut Kalesi’nde yaşadı. Ninova’da zulüm yenildi, İskenderiye’de yeni bir yaşam oluşturuldu, Mısır’da tanrısal gücün simgesi olan devasa piramitler dikildi. İmparatorlukların kimliklerini oluşturan Konstantin’de, Roma’da güç merkezli yapılaşmalar ve toplumsal ilişkiler mayalandı. Daha çok iktidarın simgesi olan saraylar, arenalar ön plana çıktı.
DÜŞÜNCE MERKEZİ KENTLER TARİH YAZDI
Ama tarihin, toplumların akışını, güç gösterisi yapan merkezler ya da kentler değil; bilim, sanat ve bilgiye ev sahipliği yapan kentler belirledi. Mezopotamya bu anlamda insanlık tarihinin ilk evrelerinin gelişim aşamasına beşiklik etti. İlk bilimin, üretimin temelleri burada atıldı. Yazının bulunmasına ilk olarak Sümerler ev sahipliği yaptı. Daha sonra felsefeye, bilime, soyut düşünceye kaynaklık edecek olan mitoloji, tanrıça, tanrı ve teoloji ile insanlar ilk olarak burada tanıştı. Kısacası birçok kaynak Mezopotamya ve Sümer tarihini insanlık gelişiminin ilk evresi olarak tanımlıyor.
SÜMER KENT DEVLETLERİ
Milattan Önce tahminen 4 bin yıllarında Mezopotamya havzasında kurulan Sümer kent devletlerinde Ziguratlar, tapınaklar yükseliyordu. Bu tapınaklarda daha sonra Grek ve Roma mitolojilerine kaynaklık edecek tanrıçalar ve tanrılar ortaya çıkıyor; toplumda yönetim modelleri şekilleniyordu. Daha sonra bu modeli kendi koşullarına uyarlayacak toplumların aksine bu kent devletlerindeki en temel tanrıça İştar olarak ön plana çıkıyordu. Kürtçede “Yıldız” anlamına gelen “Star” kelimesine de kökenlik yaptığı belirtilen İştar, toplumun kadın merkezli yönetim erkini temsil ediyordu. Eridu, Nippur, Kiş, Ur, Gilgameş destanının geçtiği Uruk, Şippar, Larsa gibi kentlerin de aralarında bulunduğu 30’dan fazla Sümer kent devletinin varlığından bahsediliyor. Gittikçe artık değerin biriktiği, yeni yaşamın filizlendiği bu kentler ve kent devletlerinde madenler işlenmeye başlanmış, sulama kanalları ve sistemleriyle tarımı ilerletmişti.
SÜMER’İN DEĞERLERİ BATIYA TAŞINDI
Yazının ve tekerleğin icadı, saban kullanımı gibi yeni gelişmelere imza atan bu toplumlar aynı zamanda ay, gün hesaplamaları, aritmetik, astronomi, matematik ve geometrinin temellerini attı. Bu yüzden söz konusu yenilikler ve zenginlikler daha sonra başka toplulukların saldırılarına hedef oldu. Bu kent devletleri Elamlılar ve Akadların saldırılarına maruz kaldı. Binlerce yıllık saldırılar, savaşlar ve bu kentlere hakim olma hikayesi içerisinde Sümer kent devletlerinin sadece maddi zenginliklerine el konulmadı. Aynı zamanda daha sonra bilim ve sanatın kaynağı olacak olan Sümerlerin inanç ve mitolojik değerleri, ortaya çıkardıkları insanlık birikimleri de çeşitli yollarla batıya taşındı.
ANTİK YUNAN KENT DEVLETLERİ
Batının tarihi kendisinden başlatmasına neden olan Yunan (Grek) ve Roma’daki gelişmeler Mezopotamya’dan transfer edilen, el konulan bu değerler üzerinden yükseldi. İnsanlık tarihi, mekan değiştirse de kendi akışı üzerinden mayalanmasını sürdürdü. Sümerlerde temeli atılan gelişmeler daha sonra Yunan Kent devletlerinde felsefe, bilim ve sanatın başlangıcına kaynaklık yaptı. Site olarak adlandırılan ve aynı zamanda devlet kabul edilen İyonya, Sparta, Atina, Kronit, Milet gibi merkezlerde antik dönemde toplumun kendi kendisini yönetmesinin yani demokrasinin ilk örnekleri ortaya çıkmaya başladı. Felsefe okullarının açıldığı, bilimin tartışıldığı, eski ile yeninin iç içe geçip mücadele yürüttüğü bu antik dönemde, Sokrates’ten Platon’a, Aristotales’ten Epikür’e, Pisagor’a, Zenon’a, Thales’e kadar pek çok bilinen felsefeci; Kuşkuculuk, Stoacılık, Epikürcülük, Knizim gibi ekoller ortaya çıkmaya başladı. İnsanın Sümerlerden başlayarak, doğayı, kendisini tanıma ve anlama arayışı, ilk diyalektik bulgulara ulaşarak, soyutlama yöntemiyle düşünsel sıçramayı beraberinde getirdi.
DEMOKRASİYE PERS SALDIRILARI
Bilim, felsefe, teolojinin yeni bir aşamasının şekillendiği bu kentler yoğun savaşların ve saldırıların merkezi oldu. Homeros’un, Heredot’un şiirsel ve lirik bir dil ile çeşitli kaynaklarda destanlaştırarak anlattığı bu savaşlar, hem o yeni yaşam deviniminin işareti ve hem de bu yeni yaşama duyulan tepkinin göstergesiydi. Daha sonra bu yeni yaşama duyulan tepki ve öfke, yunan şehirlerine yönelik Pers saldırıları olarak hayat buldu. Hem orada ortaya çıkan zenginliklere ve yeniliklere tıpkı Sümer kentlerine yönelik saldırılarda olduğu gibi el koymak ve hem de oradaki üstünlüğünü korumak için Perslerin MÖ. 6’ncı yüzyılda başlattığı akınlar ve saldırılar tam olarak 50 yıl sürdü. Bütün bu savaş dönemlerinde Persler bütün sayı üstünlüklerine rağmen, kimi geçici üstünlükler elde etseler de 50 yıl süren savaşların tamamında yenildi.
DEVLETLİ SİSTEM TEHDİDİ
Bu arayışlar üzerinden ne yazık ki, ortaya çıkan demokrasi örnekleri, yine bağrında taşıdığı devlet düşüncesi ile daha sonra insanın baskı ve cendereye alınmasının yolu da açılmış oldu. Sümerlerde başlayan ilerleme Yunan ve Grek medeniyetleri üzerinden insanlığın bugünkü aşamasını belirledi, ancak insanlık Paris’teki komün deneyiminin üzerine ulus devleti inşa ederek ve bunu da başka mekanlara “medeniyetin yeni aşaması” olarak ihraç ederek, kendi hayatını cendereye aldı.
KENDİ KAYNAĞINA DÖNEN GELİŞİM
Şimdi insanlık tamda başladığı yerden Mezopotamya’da yeni bir evre yaşıyor. Ulus devlet cenderesinde inleyen halklar yeni modeller geliştirip yeni bir yaşam inşa ediyor. Farklı olmanın mutlak anlamda savaşma ve boğazlaşma ya da farklı olan birinin farklı olan bir diğerini egemenliği altına almasının gerekçesi yapılan Ortadoğu’da, demokratik modernite perspektifi ile Kürtlerin öncülüğünde yepyeni bir yaşam şekilleniyor. DAİŞ’in Kobanê’ye, bugün Türkiye öncülüğünde Efrin’e yönelik başlatılan bu savaş Akadların Sümer kentlerine, Perslerin Yunan kent devletlerine yönelik başlattığı savaşlarının bir devamı olarak kendisini ortaya koyuyor. Tıpkı Roma İmparatorluğu’nun önce savunmasızlığa mahkum ettiği Akdeniz kenti Kartaca’ya yönelik dile getirdiği, “Kartaca yıkılmalı” talebi gibi günümüzde de “Kobanê yıkılmalı, Efrin yıkılmalı” arayışları bir tarihsel döngü olarak kendisini hissettiriyor. Bütün dünyanın bu saldırıları seyretmesinin nedeni de, bu kentlerin taşıdığı yeni yaşam potansiyeli ve bu yeni yaşam potansiyelinin verili düzene tehdit olarak görülmesinden kaynaklanıyor.
Ama bütün bunlara rağmen Sümer ve Yunan kent devletleri kendi rollerini oynadı. Şimdi insanlığı yeni bir evreye taşıyacak olan Kobanê ve Efrin kent komünleri kendi rollerini oynayacak.
MA / Kenan Kırkaya