Karadeniz'deki talan çevre tablosunun özeti

img

TRABZON - Karadeniz doğasının işgal altında olduğunu belirten ekolojist Süleyman Hacıbektaşoğlu, "sömürü ve kar hırsıyla yapılan talana" karşı ortak mücadele verilmesi gerektiğini vurguladı.  

Birleşmiş Milletler (BM), 1972 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de 133 ülkenin katılımı ile düzenlediği zirvede, 5 Haziran tarihini “Dünya Çevre Günü” olarak kabul etti. Söz konusu tarihten bu yana her 5 Haziran'da çevre sorunlarında farkındalık yaratmak amacıyla çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Ancak buna rağmen dünyadaki ekolojik talan durdurulmadı. Sözleşmeyi imzalayan ülkelerin yönetimleri, 5 Haziran dışındaki tüm günlerde doğaya zarar vermeyi sürdürüyor. Sözleşmenin imzacılarından biri olan Türkiye'de de durum farksız değil. Karadeniz bölgesi coğrafyasındaki doğa tahribatı bile Türkiye'nin durduğu noktayı özetliyor. 
 
KARADENİZ'DEKİ TAHRİBAT
 
Bölgede "Sahil Yolu" adı altında başlayan tahribat, Hidroelektrik Santraller (HES), maden ve taş ocaklarıyla devam ediyor. Bu tahribat "Yeşil Yol" projesiyle, eşsiz güzelliklere sahip yaylalara kadar uzandı. Artvin’den Sakarya’ya kadar neredeyse her vadi, HES ve taş ocakları ile tahrip edildi. Zonguldak halkı termik santraller nedeniyle yılın büyük bir bölümünde kirli hava solarken, Doğu Karadeniz sakinleri bitmek bilmeyen sel ve heyelanlar nedeniyle can veriyor. 
 
Tarım alanları da ekolojideki tahribattan nasibini aldı. Madenlerden yükselen tozlar ve siyanür, tarımı yok olmayla karşı karşıya bıraktı. Bölgede ayrıca birçok dere kurudu ve orman yok edildi. Çarşamba Ovası’nın yeraltı suları azalırken, başta Fatsa olmak üzere madenlerin etkisi altında olan ilçelerdeki geçim kaynakları da tükenmeye başladı.  
 
Trabzonlu ekolojist Süleyman Hacıbektaşoğlu, bölgedeki tahribatı ve neler yapılması gerektiğini anlattı. 
 
TAHRİBATIN GEÇMİŞİ
 
Karadeniz coğrafyasının 90'lı yıllarda "Sahil Yolu" projesi ile tahrip edilmeye başladığına dikkati çeken Hacıbektaşoğlu, söz konusu tarihlerde bölgede doğa bilincinin gelişkin olmadığını ifade etti. 2000'lı yıllarda bu bilincin ortaya çıkmaya başladığını kaydeden Hacıbektaşoğlu, “Daha öncesinde doğa ve yaşam alanı mücadelesi çok ilgi gösterdiğimiz bir alan değildi. Şirketler bölgeye ilk olarak Karadeniz Sahil Yolu projesi ile geldi. Bu yolu bir hizmet olarak görmüştük. Sonra sahil yolu projesinin insan ile denizi nasıl birbirinden ayırdığını fark etmeye başladık. Bazı bölgelerde küçük direnişler oldu” dedi.
 
Hacıbektaşoğlu, 2007 tarihinden sonra AKP iktidarının "bağımsız enerji" söylemleri üzerinden vadileri tahrip etmeye başladığını ve vadilerin birer birer "işgal" edilmeye başlandığını söyledi. HES’ler ile dereler ve su kaynaklarının ellerinden alındığını kaydeden Hacıbektaşoğlu, “Yaşam alanlarımız acımasızca tahrip edilmeye başlanmıştı. Sonradan bu saldırı dere ıslahı, taş ocağı, deniz dolgusu, ormanların yok edilmesi ve yayaların işgaline kadar varmaya başladı. Böylelikle vadilerde direnişler başladı” diye konuştu. 
 
FELAKETLER  
 
Kamulaştırma ile birlikte tahribatın "işgal boyutuna" geldiğini söyleyen Hacıbektaşoğlu, her geçen gün daha da büyüyen tahribatla iklimin de değiştiğini ifade etti. Hacıbektaşoğlu, "Bölgenin yağmur rejimi değişti, aşırı sağanakların yarattığı seller, sellerin oluşturduğu can ve mal kayıpları ortaya çıktı. Yeraltı sularının kaybolması içme suyu sorununu ortaya çıkardı. Bölge, içilebilir su kaynakları bakımından en fakir bölgelerden biri haline geldi. Kuraklık her geçen gün daha büyük bir sorun olmaya başladı” diye belirtti.
 
Tahribatla birlikte balıkların yaşam alanlarının da yok olduğunu kaydeden Hacıbektaşoğlu, “Denizlerde balık çeşitliliği yok oldu. Balıkların yaşam alanlarının yok edilmesi türlerin azalmasına sebep oldu. Yaban hayatı yok olmaya başladı" dedi. 
 
ORTAK MÜCADELE
 
"Biz saldırdıkça doğa cezalandırmaya devam ediyor" diyen Hacıbektaşoğlu, dünyadaki iklim krizinin, insanların sadece kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesiyle ortaya çıktığını dile getirdi. Hem yaşanan kriz hem de doğa tahribatına karşı sınıfsal bir mücadele verilmesi gerektiğini vurguladı. İkizdere'de doğa tahribatına karşı verilen mücadeleye değinen Hacıbektaşoğlu, buradaki direnişin lokal örgütlendiğini ve bunun bir tercih olduğunu ifade etti. 
 
Hacıbektaşoğlu, “İnsanların siyasi tercihleriyle birbirleriyle ayrı düşüp mücadeleyi zayıflatan bir zaaf yaratmasın diye düşünülmüştü. Amaç her vadinin kendi özgün koşullarında mücadele tarzlarını oluşturarak, platformlar etrafında mücadeleyi ortaklaştırmaktı. Bazı yerlerde kısmen başarıldı. Bu mücadeleyi sınıf mücadelesi ile birleştirmek konusunda kısmi anlaşmazlıklar çıktı. Onlar nasıl kar ve sömürü amacı taşıyorsa, verilen mücadele de sınıf mücadelesi ile birleştirilebilmeliydi. Bugün bunun daha elzem olduğunu görüyoruz. Çünkü AKP iktidarı ve şirketler, mücadeleyi bölmek için siyasi saiklerle hareket ediyorlar. Yani tüm refleksleri sınıfsal. Bu yüzden din ve milliyetçiliği propaganda aracı olarak kullanıyorlar. Bu yüzden bu saldırının karşısına tüm demokratik ve siyasi güçler olarak vadilerdeki direnişleri sınıfsal bir bakışla bir araya getirmeliyiz” değerlendirmesinde bulundu. 
 
BİRLİK ÇAĞRISI
 
Hacıbektaşoğlu, şöyle devam etti: “Lokal direnişlerin şehirle bağını sınıfsal olarak kuracak bir örgütlenme modeline ihtiyacımız var. Ülkenin tüm bölgelerinde verilen mücadeleleri de birleştirmek gerekiyor. Bunun için tüm güçlerin bir araya gelebileceği bir ortamın yaratılması ve mücadeleyi kısır siyasi çekişmelerin dışına çıkarmamız gerekiyor. Yaşam alanlarımıza ve geleceğimize sahip çıkmak, dünyaya sahip çıkmaktır."
 
MA / Tolga Güney