Yapıcı: Kanal İstanbul hikaye, işin aslı ekolojik yıkım

img
İSTANBUL - Hükümetin 10 yıldır gündeme getirdiği Kanal İstanbul Projesi’nin temel atma töreni diye yapılan açılışın “numara” olduğunu belirten mimar Mücella Yapıcı, “O köprü, 2007 yılında planı olan bir köprü. Devlet, devlete yalan söylüyor” dedi.
 
Karadeniz'i Marmara Denizi'ne yapay olarak bağlayacak, yaklaşık 45 kilometre uzunluğunda ve 20,75 metre derinliğinde beton bir suyolu oluşturacak Kanal İstanbul Projesi 10 yıldır Türkiye’nin en çok konuştuğu bir konu. Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın “En büyük hayalim” dediği proje, ilk kez 27 Nisan 2011 tarihinde gündeme getirildi. İstanbul Boğazı'ndaki gemi trafiğini azaltacağı ve kaza riskini en aza indireceği iddia edilerek, “Yüzyılın en büyük projesi” olarak tanıtıldı.
 
Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın çalışmaların yüzde 60'ını 2023 yılına kadar sonlandırmayı planladıklarını belirttiği projenin Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu 2019’un sonunda hazırlandı, Mart 2020’de de ihaleye çıkarıldı. Yaratacağı tahribat nedeniyle itiraz edilen projeye karşı açılan davalar sürerken, tepkilere de her gün yenileri ekleniyor. Su kaynaklarının yok olmasından, ekolojik yıkım etkilerinden deprem riskini tetiklemesine kadar pek çok başlıkta itirazlar sıralanıyor.
 
Son olarak AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılımıyla 26 Haziran’da “Kanal İstanbul’un ilk köprüsünün temeli atıldı” şeklinde lanse edilen törenle, gündemde olan Kanal İstanbul’u Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) üyesi Mücella Yapıcı’ya sorduk.
 
Tepki ve itirazlara rağmen ısrar edilen bu projeye İstanbul’un ihtiyacı var mı? Bu ısrarın nedeni nedir? 
 
Öncelikle şöyle başlayalım. İstanbul’un bu kanala ihtiyacı var mı? Asla yok. Çünkü baktığın zaman dünyada, bütün bu gemi geçişleri, tanker ve deniz yolculuklarını kısaltmak için yapılır. Bütün kanallara bakalım. Süveyş’e, Panama’ya ve hangisine bakarsanız bakın, on binlerce deniz yolunu kısaltmak için yapılmış bütün bu kanallar. İkincisi; bizde çok doğal iki boğaz var. Bu iki boğaza baktığınızda ‘bu kanal da niçin ısrar ediliyor’ sorusu geliyor akıllara. Recep Tayyip Erdoğan, 2011’de ‘Çılgın Proje’ diye 3’lü bir proje sundu. Kanalı tek başına sunmadı. Bu 3’lü proje de Boğaz Köprüsü, Havaalanı ve Kanal İstanbul vardı. Hatta kanalı sunarken, ‘bu sadece bir ulaşım projesi değildir’ dedi. Bu aynı zamanda bir lojistik, aile ve şehircilik projesidir. İlk başta köprüden sonra kanalı yapmayı, kanal yerinden çıkan hafriyatı taşıyacağı yerde de havalimanı yapmayı istiyordu.
 
Fakat hesap böyle yürümedi. Bunu söyleyen Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı iken özellikle 3’üncü Köprü’ye dair ‘İstanbul için en büyük ihanettir’ diyen Erdoğan’la aynı Erdoğan. Fatih döneminden beri İstanbul’un kuzeyi, ekolojik rezerv alanı olarak ciddi korunmuştur. Kuzey, İstanbul’un kendine yeten gıda, mera ve hayvancılığın sürdürüldüğü, ormanlarının, barajlarının olduğu kesinlikle dokunulmaması hatta neredeyse ayak basılmaması gereken bir alandır. Bir özelliği daha var; İstanbul’un 5 ekolojik koridoru vardır. Yaşamın var olması için gereken bütün dengenin, değerlerin var olduğu, sade kendi geçtiğin yerlerin ya da oradaki köy ve kasabalar için değil bütün İstanbul için önemli olan 5 ekolojik koridor. Bunların hepsini bitirdiler. Mesela Cendere Vadisi bitti. Bir tek Küçükçekmece’den Büyükçekmece’ye kuzeye açılan koridor var.
 
 
 Çılgın bir ÇED raporuyla geldiler. Bu rapor için milyarlarca para döküldü bazı şirketlere. Sırf yalan söylemek, sırf dolandırıcılık yapmak için. ÇED raporu bu ölçülerde yapıldı.
 
Zaten dünyanın kuşları, yaban hayvanları o aksi tercih ederek uçardı. Bu nedenlerle İstanbul’un, kanala kesinlikle ihtiyacı yok. Bunlar projeyi meşrulaştırmak için şöyle dediler; İstanbul’dan gemiler tek geçiş yapıyorlar ya, sabah Karadeniz’den Marmara’ya sonra Marmara’dan Karadeniz’e güvenliği sağlamak için. ‘Kanalda gemiler hem gidecek hem gelecek ve para alacağız’ dediler. Fakat öyle bir kesit çıktı ki ortaya; bütün gemi inşa mühendisleri ve uzmanların karşı çıktığı bir durum. Hepsini buradan net olarak söylüyoruz. Oradan tanker geçemez. Bunun için 25 metre derinliği olan bir kanal olmalı ama bunu 25 metre yapamadılar çünkü çok fazla hafriyat çıkıyor. 4,5 milyon ton gibi bir hafriyat çıkıyor.
 
Bu hafriyatı ne yapacaklarını bilemediler. Başta ‘Marmara’ya ada yapacağız’ dediler. Sonra bundan da vazgeçtiler. Sonra Karadeniz’in ekolojik açından en önemli yerine, şu ana kadar kirlenmemiş, en bereketli balık yataklarının olduğu yere dökmeyi planladılar. Üstüne de lojistik alan, liman önerdiler. Böyle bir şeyler oldu. Sonra baktılar ki bu bitmiyor. 25 metre derinliği 20,75 santimetre yaptılar. Ancak bunu da kaçak yaptılar. Özellikle ÇED raporu sürecinde yer alan bilim insanları kanalı hiçbir zaman onaylamadılar ama doğru soruya da doğru cevap vermediler. Görmezden geldiler. Bu 20,75 santimetrede bile hafriyatı taşıyamazlar. Marmara’da dörder adadan üç takımada yapmak istiyorlardı. Böyle çılgın bir ÇED raporuyla geldiler. Bu rapor için milyarlarca para döküldü bazı şirketlere. Sırf yalan söylemek, sırf dolandırıcılık yapmak için. ÇED raporu bu ölçülerde yapıldı.
 
Sonra ise geçişleri düşündükleri gibi yapamayacaklarını anladılar. Sözde çift geçiş olacaktı. Tek geçişe indirdiler aynı boğaz gibi. İnsanlar, yine Karadeniz’de, Marmara’da bekleyecekler ve bu bekleyemeye tekrar para verecekler. Ayrıca buradan tanker geçemiyor. Tanker yüklü olduğu zaman pervanelerinin dönmesi için bir miktar su gerekiyormuş beli bir yükseklikte. Bu kanal bu suyu sağlamıyor. Karadeniz yaklaşık 50 santim Marmara’dan daha yüksek. Buradan müthiş bir akıntı oluyor. Oradan gidip gelmesi de çok zor. Sonuç olarak buradan tanker geçemez. Bildiğin yalan söylüyorlar. Sonra lojistik yönden değerlendireceklerini söylediler. Fuarlar yapacaklarını söylediler. Ulaştırma Bakanı hala ‘burada teknoloji, akılı şehirler ve şunu bunu yapacağız’ diyor, yapamazsın.
 
Neden yapamaz?
 
Burası nasıl imara açıldı? Van depremi bahane edilerek ‘afet yasası’ çıkarıldı. Bununla burası rezerv alanı ilan edildi. Rezerv alanı demek; depremde hasar görenleri buraya yerleştirmek demek. Bu da yanlış. Buraya bu amaçla da yerleşilmez. Çünkü buraya dokunulamaz, doğal rezerve alanı. Bayrampaşa’da evi yıkılanı buraya getireceksin? Şimdi bu baştan aşağı Türkiye hukukuna yalan söylemektir. Yalanı halka değil, hukuka ve kendine söylemektir. Devlet, devlete yalan söylüyor. Devletin bir kurumu diğer kurumuna yalan söylüyor. Projede, fuar, lojistik ve liman alanı var. Bir de üstüne özel projeler var. Suyu, tarımı ve mera alanları tamamen yok edilecek. 
 
Ve üstüne yalan söylüyor. Şimdi ne oldu? Değişti bunlar. Lojistik tesis liman kalktı. Lojistik alan kalktı ve konut alanı oldu. Nedeni bilinmiyor araştırıp bakmak lazım. Hatırlı biri var herhalde. O da yetmiyormuş gibi şimdi büyük ve kritik bir tehlike var. Orada kocaman bir havaalanı var. Her yerinde jet yakıtları var. Sen o havaalanın yanından tankerleri geçireceksin. Dünya havacılık koşullarına göre, bir havaalanın 6 kilometre yakınına kadar akaryakıt deposu yapamazsın. Yasak. Bu havaalanı yapıldığı zaman bu akaryakıt sorunu çözülemedi. Bu kez gittiler kuzeyde bir liman yaptılar. Akaryakıt limanı diye. E bu liman, havaalanına çok yakın. 
 
Kanal İstanbul’a çok yakın. Önceleri Demiryollar, Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğü (DLH) buna izin vermedi. Bir ay sonra bu değişti. Havaalanında herhangi bir tehlike anında pilotlara panik butonu verilecek, kaptanlara da verilecek. Pilot düdük çalacak kaptan duyacak kaçacak. Hadi o kaçtı, kanaldan nasıl kaçacaklar? De ki; bu uçak tankerlerin üzerine düşmeye kalktı hele gece. Çünkü bir kanal bir de havaalanı pisti var şaşırırsın. Onun içinde şöyle bir not var; ‘kanalın ışıklandırılması ile pistin ışıklandırması farklı olacak’ diyorlar. Bu şekilde pilotlar şaşırıp da tankerlerin üstüne düşmesin diye. Bir de orada akaryakıt limanı var. Liman’ın kapasitesi de günlük 4,5 milyon ton jet yakıtı elleçleniyor. Onun arkasına korkunç bir yat limanı geldi. Karadeniz’de akaryakıt limanının arkasında yat limanı olur mu? Millet deli mi? Aklını peynir ekmekle mi yedi getirip yatını oraya koyacak. Buralara hiç bakmıyoruz.
 
 
ÇED raporunun davası hala sürüyor ve keşif yapılmadan 3’üncü plan çıktı. Yani baştan aşağı usulsüz. Rant, yolsuzluk, arsızlık her şey var. 1 liraya mal edeceğin bir şeyi 25 liraya mal ediyorsun. 
 
Yine aynı ÇED raporunda şöyle bir şey var; 5 yıl müddetle her gün 12 saat dinamik patlatacaklar bu kanalı açmak için. Bunun yanında kanal manzaralı evler satılacak. Görselde dümdüz bir arazi görülüyor. Ama orada bir tek girişte ve çıkışta düz arazi var. Öbür tarafta yarıklar var. Üzerine 7 köprü, bir de demir yolu köprüsü var. ÇED de böyle yer alıyor. ÇED raporunun davası hala sürüyor. Keşif yapılmazken, 3’üncü plan çıktı. Yani baştan aşağı usulsüz. Kanal yapıldığı taktirde su, elektrik ve doğalgaz hatları da değişecek. Ayrıca petrol boru hattı, temiz içme suyu hatları var Edirne’den gelen. Bütün bunlar bitecek yenisi gelecek. Burada yapılacak her şey için ayrı ayrı Çevre Etki Değerlendirmesi yapılması lazım. Havalimanı ve 3’üncü köprü bitti şimdi de geri kalanını da bitirmek istiyorlar. Böyle bir şey neden istenir? Çünkü başka çaresi yok. İnşaat sektöründe rant, yolsuzluk, arsızlık her şey var. 1 liraya mal edeceğin bir şeyi 25 liraya mal ediyorsun. Aradaki fark şirketlere gidiyor. Bu, yapılacak her şeyin geçiş garantisi olacak.
 
Yabancı sermayenin buradaki rolü nedir?  
 
Yabancı sermaye buna gelmez. Neden gelmez çünkü artık Neo-liberalizm bile kendini zapt etmek zorunda kaldı. Onun için bir takım kanunlar çıkardı. Özellikle Dünya Bankası, kredi vermek için o projenin doğayı zarar vermemesini istiyor. Çünkü bir iklim krizi yarattılar. Artık dayanılmaz bir evreye yani yaşamı biter hale geldi. Artık küresel sermayede bir şey arıyor. Sermayenin ahlakı olur mu olmaz. Ne yapıyor? Kendisi risk almıyor, gelmiyor. Buradakiler risk alıyorlar. Bu iktidarın, kendini ekonomik olarak var edebilmesi için bu tür mega projelere ihtiyacı var. Daha da önemlisi kanal hikaye. Esas mesele, oradaki gayrimenkul üzerinden yaratılan değerlerdir.  Onun üzerinden bence aklanan bir kara para var. Türkiye’de inşaat sektörü akıl almaz durumda. Kara para en çok bu sektörde oluyor. Yandaşlar burada iş yapıyor. İktidarı besleyen, para isteyen kanallar doyuruluyor. Bunun bedenlini de biz ödüyoruz.
 
Proje bittiğinde kazandırmıyor. Bütün mülkiyetler dönüşürken kazandırıyor. Kanalın planlandığı yere gidin bakın bütün mülkiyetler dönüştü. Şimdi de yer altı boru hatları ihalesi ortaya çıktı. İhalede müthiş fiyatlar söz konusu. Besbelli hileli bir ihale. Orada Kolin İnşaat vb. firmalar var. Anlayacağınız yine yandaşlara ihaleler var. Bu şekilde bir devran dönüyor. Biz de ‘Ya kanal ya İstanbul’ diyoruz. Bu sadece İstanbul’un meselesi değil ki; şimdi müsilaj sadece Marmara’nın meselesi mi? Buradan Ege’ye Akdeniz’e gidiyor. Kanalın yaratacağı kirlilik nereye gidecek? Hadi orayı açtın tankerleri geçirip para kazandın.  Çanakkale’de ne yapacaksın? Bu tankerler açık denizlere açılmayacak mı?
 
Proje, son günlerde “Kanal İstanbul’un ilk köprüsünün temeli atıldı” şeklinde kamuoyuna lanse edilen açılışla ilgili yürütülen tartışmalarla gündemde. İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun nitelendirdiği gibi "illüzyon" muydu bu açılış?
 
O köprü, 2007 yılında planı olan bir köprü. Kanal İstanbul yapılsa da yapılmazsa da o köprü var. ‘Kanal İstanbul’a temel atıyorum’ diye numara yapıyor. Daha komik bir şey söyleyeyim. Temelini atığı köprü Kanal İstanbul köprüsü ise; en son değişen planlarda bu köprünün üçte ikisi devre dışı bırakıldı. Neden plan dışına çıktı? Herhalde yine kodaman biri var. Ve sonuç olarak o köprünün üçte ikisi yok oldu. Ayrıca Ulaştırma Bakanı’na buradan bir kez daha hatırlatıyorum; Kanal İstanbul planın da lojistik yok. Turizm alanı var ama teknoloji bölgesi yok. Fuar yok. Birde dalga geçer gibi TOKİ’ye verilecek bölgelere, ‘İstanbul’da riskli bölgelerden bir miktar kişi buraya gelebilir’ diyor. O da yalan. Çünkü orada artık kamu alanı kalmadı. Hepsi satıldı.
 
*İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve muhalefetin projeye karşı tutumunu yeterli buluyor musunuz? 
 
Çünkü başına geleceğini biliyor. Şimdi İBB Başkanı ne yapsın? Büyük Melen Projesi yapıldığı zaman ‘Bizi dinleyin orada fay hattı var. Orada baraj olmaz’ dedik. Dinlemediler, yaptılar. Şimdi fay hattını taşıyamıyorsunuz ama Adana’da bunu yaptılar. Meclis kararıyla fay hattını 1 kilometre ileri taşıyarak orayı imara açtılar. Sonuç olarak Kanal İstanbul, bütün bu tartışmaların ötesinde diyelim ki takır takır para getirecek. Yine yapılmaz. Çünkü doğanın maliyeti yoktur. Onun için her yanlış yerde tartışma yürütüyoruz.
 
Sonuç ne olur?
 
Marmara’yı açtığında o alanlar aşağıya kayacak. Heyelan potansiyeli var. Ormanlar, doğal yaşam var. İnsanlar artık tarımdan para kazanamıyor. İnsanlara ‘senin arazine şu kadar para vereceğim’ dediğinden çekip gidiyor. O insanlar tarım yapamıyor, hayvancılık yapamıyor. Ama bir yandan da seste çıkaramıyor. Sadece o çevreyi değil bütün Türkiye’yi ilgilendiriyor. Dolayısıyla Kanal İstanbul, bütün Karadeniz ve hatta Ege’yi etkileyecek. Öte yandan imzaladığımız bütün uluslararası sözleşme ve Anayasa’ya da aykırı.
 
 
İstanbul’da yaşam, ekoloji bitti. Buldukları boş yerlere çöküyorlar. Sonuç olarak ekolojik olmayan hiçbir çözüm ekonomik de olamaz. Bu çok önemli bir kaide bunun öğrenilmesi lazım.
 
Bütün Anadolu’nun sanayisi burada. Her şey burada. Bütün yatırımların buraya yapıldığını düşün. Ülkenin geneline bu yatırımlar dengeli dağılmazsa bu hale gelir ve İstanbul biter. İstanbul’da yaşam, ekoloji bitti. Buldukları boş yerlere de çöküyorlar. Burada en çok boş yer proje güzergahında vardı. Kuzey ormanları ekonomisini, bir bölgenin imar rantına bağlarsan ve bunu da kendi kalkınma planı haline getirirsen bu olur. Turizmde de doğru politika üretmediğin ve rezil ettiğin için parsel bazında otel yanıyor. Arkasında imara açılıyor. Hangi turist oraya gelir. Turist zengin bir denize gelir. Dalgıçlar anlatıyor işte Ege Deniz’i temiz ama canlılık yok. Ege’de bitiyor. Hasankeyf gibi bir kültür ve ekolojik vadisini yok ettin. Sonuç olarak ekolojik olmayan hiçbir çözüm ekonomikte olamaz. Bu çok önemli bir kaide bunun öğrenilmesi lazım. Bu sadece ekolojik değil siyasi bir sistem.
 
Üstesinden gelmek için ne yapılmalı? Çözüm nerede aranmalı?
 
Bunun üstesinden gelmek için şunun farkına varmak lazım. İktisatlar, sosyologlar, felsefecilerin başa çıkması gereken yer; neo-liberalizmin ideolojisi. Neo-liberalizmin yarattığı ekonomik politikalarla bir şeklide başa çıkarız. İBB’si de Kanal İstanbul için ‘hayal satıyor’ diyor. Hayal dediğin zaman sanki güzel bir şey ama uygulanamaz. Ben uygulanamaz diyemiyorum. Bu teknoloji şartlarında yaparsın. Neden yapılmasın. Bastırır parayı yaparsın. Yapılamaz denilemez. Ama bu hayal değil, kabustur. Muhalefetin kurduğu bu dil sıkıntılı. Artık dünya büyük havalimanı yapmıyor. Çünkü havalimanın iklim krizinde en kirletici yerler olduğu bilindiği için artık küçük havalimanları yapılıyor. Yani bu ilerleme değil. En büyük adliye binası bir ilerleme değil. Bu yargı sisteminde sorunlar, suç oranlarının yüksek olduğu ya da senin despot olduğunu gösterir.
 
Ama muhalefet buna öykünüyor. Aslında o da bunu yapmak istiyor. AKP’nin yaptığı en önemli şey algı operasyonu, tüm bunları topluma başarı gibi algılatması. Bu Erdoğan ile başlayan bir süreçte değil, 1970’lerde başlayan bir süreç. Bütün bunlar bir ideoloji ürünüdür. Bunun karşısına ideolojik olarak çıkamayan bir muhalefet var. Neredeyse ‘Bende yapıyorum’ diyecekler. Esas olarak ikisinin de seçtiği sistem, sermayeye bağlı bir sistem. Emekten yana bir sistem değil. Eksiden sol bunu tartışırdı.  Dünya solu da bunu bıraktı. Bununla başa çıkacak farklı bir örgütleme modeli ve farklı bir muhalefet anlayışı gerektiriyor. Ama önce dili düzeltmeleri lazım.
 
MA / Pınar Ural - Mehmet Aslan