‘Ekolojik felaketlerin bedelini toplum ödüyor’

img

İSTANBUL - Neoliberal politikaların neden olduğu ekolojik felaketlerin bedelini toplumun ödediğini belirten Marmara Yaşasın Grubu üyesi Yüksel Demirtaş, ekosisteminin yok edildiğini ve toplumsal bir reaksiyon gösterilmesi gerektiğini vurguladı. 

Biyolojik çeşitlilik bakımından önemli bir konuma sahip olan Marmara Denizi, insan sağlığı ve ekosistemi etkilemesi açısından önemli bir konuma sahip. Bu özelliği olmasına rağmen sanayi atıkları, atık sular, kanalizasyon ve daha birçok etmenden dolayı Marmara Denizi’nin kirlilik seviyesi üst seviyeye çıktı. Müsilajlada iyice görünür olan Marmara Denizi’ndeki kirliliğe neden olan politikaları ve sonuçlarını, Marmara Yaşasın Grubu üyesi Yüksel Demirtaş değerlendirdi. 
 
 
Ekolojik sorunların temelinde paradigmasal bir sorun olduğuna değinen Demirtaş, düşünür Karl Marks’ın “metabolik yarılma” kuramı olarak bilinen toplumla doğa arasındaki yarılma üzerinde durdu. Metabolik yarılma sürecinin günümüzde devam ettiğini belirten Demirtaş, Marmara Denizi’ndeki kirliliğin toplumun gündemine geç girdiğini söyledi. Demirtaş, Türkiye’de ve dünyada ekolojik mücadelenin daha çok karasal ekolojik bozulmalar üzerine olduğunu ifade ederek, Marmara’nın ise 2021’de ortaya çıkan müsilaj ile ekolojik mücadelenin gündemine girdiğini kaydetti. 
 
'ZARARLARI TOPLUM ÖDÜYOR’ 
 
Kapitalist üretim biçiminde fabrika ve benzeri yerlerde ortaya çıkan atıkların dışsallaştırıldığına dikkat çeken Demirtaş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Sermayenin, dünya ve Türkiye’deki kapitalist üretim ilişkileri içerisinde ortaya çıkan katı, sıvı, gaz atıkların ne olacağına ya da bunun toplumsal maliyetinin ne olacağına dair herhangi bir düşüncesi olmamıştır. Dolayısıyla bunu topluma mal etmiştir. Ekolojik felaketler sonucu ortaya çıkan zararların hepsini toplum ödemeye başlamıştır. Ama sermayedarlar birikimini artırmıştır. Ne üretirseniz üretin, mutlaka bir atık madde ortaya çıkar. Sorun tam da burada ortaya çıkıyor. Dolayısıyla karasal ekolojik sistemler üzerinde ortaya çıkan atık maddeler, sucul ekosistemler üzerinde ortaya çıkan katı atıklar, direkt olarak doğaya boca edilmiştir”
 
NEOLİBERAL POLİTİKALAR
 
Endüstri Devrimi’nin gelişmesiyle 1950’den 1970’li yıllara kadar Haliç, Alibeyköy ve Kağıthane derelerinin kenarında 2 bine yakın ağır endüstriyel metal, gıda, tekstil gibi iş kollarında fabrikaların yapıldığını söyleyen Demirtaş, Türkiye'de 1960’ta dönemin iktidarının Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler (BM) teşvikiyle ‘Damak Projesi’ni başlattığını anımsattı. ‘Damak Projesi’ çerçevesinde Akdeniz’den gelen ve Marmara’nın alt akıntısını oluşturan suya kanalizasyon suyunun verildiğini vurgulayan Demirtaş, bu projenin 12 Eylül darbesinden sonra uygulamaya konulduğunu belirtti. 
 
Marmara Denizi’nin bugünkü halinin 1980’deki dünya ve Türkiye'de uygulanan neoliberal politikalardan bağımsız olmadığını dile getiren Demirtaş, “Sermayenin akışını hem parasal hem de meta olarak hızlandırmak için ulus devletler, bütün yasal düzenlemeleri yapmıştır. Örneğin İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi’nin (İSKİ) kurulması, 1982 gibi erken bir dönemdedir. Kapitalist işletmelerdeki atık maddelerin yok edilmesi halkın sırtına yüklenmiştir. Bu da İSKİ üzerinden yapılmıştır. Bunu net bir şekilde şu anda da geçerli olan Atık Su Deşarjı Yönetmeliklerine bakarak görebiliriz” diye belirtti. 
 
FELAKETLERİN BİLEŞENLERİ 
 
Kar getirmeyen, para kazandırmayan hiçbir şeyin sermayenin gözünde bir değerinin olmadığının altını çizen Demirtaş, denizlere de böyle bakıldığını kaydetti. Marmara ekosisteminin yok edildiğini söyleyen Demirtaş, doğalında çoğalan balık stoklarının azaldığına dikkat çekti. Bu yüzden kültür balıkçılığının geliştiğini belirten Demirtaş, nedeninin avcılıkta radarlı sistemlerle ekosistem kapasitesinin çok üstünde bir avcılıktan kaynaklandığını sözlerine ekledi. Denizlerin kıyılarının da ekosistem açısından önemli olduğunu dile getiren Demirtaş, “Kıyı bölgeleri fabrikalarla, yerleşim alanlarıyla, yol yapımlarıyla tamamen yok edildi. İstanbul’daki sahil yolları tam bir eko kırımdır. Özellikle deniz ulaşımı, deniz ticareti inanılmaz arttı. Ve sonuçta devasa yüklü meta taşıyan gemiler uluslararası sulara girip çıkmaya başladı. Onların üretmiş olduğu bir sürü atık sular da denizlere dahil oldu. Bunlara Marmara’daki felaketlerin bileşenleri olarak bakabiliriz” şeklinde konuştu.
 
‘ARITMA TESİSLERİ KURULMALI’
 
Yapılması gerekenin atık sular için bir arıtma tesisinin kurulması olduğunun altını çizen Demirtaş, “Bu arıtma tesisinde atıkların karbondan, azottan, fosfordan arıtılması gerekiyor. Tarım arazilerinde kullanılabilecek bir su haline getirilmesi gerekiyor. Bu yapılmadı. İstanbul’da şu an günlük olarak 4 milyon 2 metreküp endüstriyel ve evsel atık su üretilmektedir. Mevcut atık suların yüzde 60 oranında ön arıtma yapılarak, sadece kaba maddelerinden arındırılarak Marmara Denizi’ne bırakılıyor” dedi. 
 
‘TOPLUMSAL REAKSİYON GÖSTERİLMELİ’
 
Sadece Marmara Denizi’nin tehlike altında olmadığını, insanların nasıl bir hayat yaşamak istediklerini düşünmeleri gerektiğini vurgulayan Demirtaş, çözüm için mevcut paradigmanın değiştirilmesi gerektiğini söyledi. Müsilaj sorununun ortaya çıkışının bir sonuç olduğunu dile getiren Demirtaş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bugün ekolojik mücadele içerisinde enerji santrallerine karşı bir mücadele var. Şu anda Marmara Bölgesi çevresinde 25’e yakın endüstri tesisi ve enerji santrali var. Günlük olarak bunlar 9 buçuk milyon metreküp soğutma suyunu Marmara Denizi’nden alıp tekrardan denize veriyor. Verirken hem deniz suyunu ısıtıyor hem de sucul ortamlar için zararlı kimyasallar kullanıyor. Marmara’ya Refah Partisi (RP) ve AKP nasıl davrandıysa, şu anki yönetimde aynı şekilde davranmaktadır. Bunların hepsini konuşup, tartışıp, toplumsal olarak bir reaksiyon göstermemiz ve politikanın da artık konularının bunlar olması gerektiğini düşünüyorum.”
 
MA / Ömer İbrahimoğlu