İş ve Aş Buluşmaları'na yansıyanlar: Tek sorunumuz özgürlük

img

DİYARBAKIR - Diyarbakır’da “İş ve Aş Buluşmaları” ile bir araya geldikleri iş insanlarının “Bizim hiçbir sorunumuz yok, tek sorunumuz özgürlük” dediğini paylaşan HDP’li Erol Katırcıoğlu, bu durumun sadece Diyarbakır’ın değil, Türkiye’nin sorununa işaret ettiğini söyledi.

İzlenen yanlış politikalarından kaynaklı gün geçtikçe daha da derinleşen ekonomik kriz sonucu insanlar gıdadan hizmet alımına kadar uzanan zam yağmuru altında eziliyor. Halkların Demokratik Partisi (HDP) ekonomik krizin halkın üzerinde yarattığı etkiler ve bu duruma dair çözüm önerileri konusunda işçiler, işsizler, esnaflar, çiftçiler, KOBİ’ler, sanayi ve meslek odaları, kadınlar ve gençlerle fikir alışverişinde bulunmak üzere “İş ve Aş Buluşmaları” başlattı. Diyarbakır’dan startı verilen bu çalışma önümüzdeki günlerde diğer illere taşınacak.
 
Başlatılan çalışma, partinin Ekonomi Komisyonu üyesi İstanbul Milletvekili Erol Katırcıoğlu’nun çocuklarının zorla dağa götürüldüğü iddiasıyla HDP Diyarbakır İl Örgütü binası önünde bekletilen ailelere yönelik yaptığı zafer işaretiyle gündeme oturdu.
 
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, olay sonrası hızlıca harekete geçerek sadece zafer işareti yapan Katırcıoğlu hakkında "örgüt propagandası" yaptığı gerekçesiyle soruşturma başlattı.
 
ZAFER İŞARETİNİN ARKA PLANI
 
Havuz medyası tarafından kamuoyuna provokatif şekilde yansıtılan zafer işareti olayının perde arkası farklı. Edinilen bilgilere göre, daha önce binaya girip çıkan parti yöneticileri ve partililere yönelik saldırılar ve hakaretleriyle sık sık gündeme gelen buradaki aileler, bir kez daha parti binasından çıktıkları sırada komisyon üyelerine yönelik ağza alınmayacak küfür ve hakaretlerde bulundu. Diğer komisyon üyeleri gibi sakinliğini koruyan Katırcıoğlu, ailelere yönelik zafer işareti yaparak bina önünden ayrıldı. 
 
Başlattıkları “İş ve Aş Buluşmaları”nı konuşmak üzere kendisiyle bir araya geldiğimiz Katırcıoğlu, yaptığı zafer işaretine dair konuşmak istemese de yaşananlardan son derece üzgün. Yaşananlar konusunda partiden doğru yakın zamanda bir açıklama yapılacağı öğrenilirken, Katırcıoğlu ile Türkiye ekonomisini, ekonomi dümeninde bulunan anlayışı ve başlattıkları “İş ve Aş Buluşmaları”nı konuştuk. 
 
Bütçe ve asgari ücret tartışmalarını geride bıraktık ama ekonomik kriz hala ülkenin en yakıcı konularından biri. Asgari ücret 2 bin 825 TL iken açlık sınırı 2 bin 478 TL. Yoksulluk sınırı ise asgari ücretin 3 katı civarında. Ülkede 30 milyon insan açlık sınırının altında. Çift hanelerden inmeyen enflasyon, yüksek faizler, 10 milyonu aşkın işsizlik vs. Bu rakamlardan hareketle sorarsam ekonomi ne halde bugün? 
 
 2010’dan itibaren Türkiye ekonomisi raydan çıktı. Çünkü yapısal tedbirlerin alınamadığı ölçüde palyatif tedbirlerle devam ediliyor olunması ekonominin de zikzaklar çizmesine neden oldu. Erdoğan ve arkadaşları, ekonominin tepesinde küçük bir azınlığın karar almasıyla ilgili bir mesele.
 
Ekonominin son zamanlarda içerisine girdiği, pandemi ile daha da artan olumsuzlukları genel olarak 18 yıldır iktidarda olan AKP’nin -ki ondan önce de var olan sorunları devraldı- Türkiye ekonomisini yapısal anlamda dönüştürücü tedbirler ve adımlar atmamasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Yani 2002’de iktidara geldiler, 2008’de dünyada büyük bir kriz yaşandı. AKP’nin bu yıllar arasındaki performansına baktığımızda oldukça iyi bir performans olduğunu görüyoruz bir tarafıyla. Benim kanaatim o dur ki, bu performansın nedeni doğrudan doğruya o sırada AB ile bir reform sürecinin yaşanıyor olması, daha demokratik bir takım adımların atılması… Türkiye’de genel olarak özgürlüklerin biraz genişleyeceği beklentisi ekonomiyi etkiledi, dünya konjonktürü bunda etkili oldu vs. diyebiliriz. 2008’e gelindiğinde o günün tartışmasını hatırlayın işte teğet geldi, geçecek tartışmaları vardı. Evet, 2008’de beklenen gibi olmadı ama 2009’da Türkiye ekonomisi yüzde 5 civarında bir küçülme yaşadı. Ondan sonra da ekonominin dengeleri bir türlü tutturulamadı. Büyüme rakamlarına bakarsanız iki adım geri, bir adım ileri gibi bir seyir izledi. 
 
Niçin böyle oldu? Benim kanaatim şu; 2010’dan sonra AKP’nin kimyası değişti. Bunu onlara Meclis’te de söylüyorum. Ne kast ediyorum? Şunu kast ediyorum. Daha fazla iradi kararlarla ekonomiyi yönetmeye kalktılar. Daha net söylersem Tayyip Erdoğan ve arkadaşları, ekonominin tepesinde küçük bir azınlığın Türkiye ekonomisiyle ilgili kararları alır hale gelmesiyle ilgili bir mesele. 
 
Bu öyle bir yere geldi ki, mesela biz yıllardır bağımsız kurumlar diye tutturduk. Bir sürü bağımsız kurum oluşturduk. Bunlar siyasi olarak iktidardan mesafeli olması gereken BDDK, SPK, Rekabet Kurumu gibi kurumlar… Bu kurumlar hükümetin benimsediği neoliberal politikanın araçlarından bazılarıydı. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı da bu araçlardan biriydi. Ne Merkez Bankasının ne de diğer gider konularda bu içerisine girdiğimiz dünyanın kurallarını kabul etmedi ve her şeyi merkezileştirmeye başladı. 642 sayılı KHK ile bütün bu bağımsız kurumları, bağımsızlıklarını tamamen kaldıran bir biçimde bakanlıklara bağladılar. 
 
Özetle demek istediğimim şey şu; o tarihten itibaren Türkiye ekonomisi raydan çıkmıştı. Çünkü yapısal tedbirlerin alınamadığı ölçüde palyatif tedbirlerle devam ediliyor olunması ekonominin de zikzaklar çizmesine neden oldu.
 
 Ekonomiye ilişkin saklanamayanlar adımlar-sonuçların bir kısmı bunlar. Peki, saklananlar, görünmeyenler neler? 
 
Ekonomi hükümetin iddia ettiği veya TÜİK verdiği rakamlarla baktığımızda değerlendirmemizi mümkün kılan durumda değil. Daha açık söyleyeyim mesela bazı akademisyenler çalışma yapıyorlar bir zamandan beri gerçek enflasyonu ölçmekle ilgili. Onların ölçüleri yüzde 30 civarında bir enflasyonu bulduğu. Hâlbuki burada gördüğümüz yüzde 14 civarında bir enflasyon açıkladılar. Dolayısıyla bütün rakamların çarpıtıldığını düşünüyorum. ‘Efendim olur mu öyle şey İMF vs. bunları denetliyor’ gibi şeyler söyleyebilirler. Fakat insan bir kere güvensizliğe düşmüşse, gerçekten çarpıtmasalar da bir iktisatçı, bir siyasetçi olarak hiçbir güvenim kalmadı benim TÜİK’e. Dolayısıyla ekonominin dip akıntılarındaki yaşanan sıkıntılar asla bu rakamlara yansımıyor. Zaten hükümetin baş edemediği şey de bu. Bütün manipülatif araçlara rağmen, medyanın yüzde 99’u onların ellerinde, dolayısıyla her şeyi kontrol edebiliyorlar. Neyin yayınlanacağına karar veriyorlar. Böyle olduğu zaman algı yaratmak çok mümkün ve o algı öyle bir hale geldi ki geçmişte damat bakan Berat Albarak’ın ‘uçuyoruz’ falan demesi gibi. Hakikaten de uçuyordu çocukcağız o sırada. Ama gerçekte kimse uçmuyordu, insanlar çok kötü koşullarda yaşıyordu. Giderek pandemi konusunda attıkları adımlar da bence doğru değil. 
 
Ülke kaynaklarının yönetimi konusunda karşımıza çıkan yüksek harcama kalemlerinden biri savunma harcamaları. Bir yandan açlık ve yoksulluk derinleşirken, diğer yandan kışkırtılan milliyetçilik, körüklenen savaş sokaktaki yurttaşın cebinden neler götürüyor?
 
Ekonomi iyileşirse, Kürtler asimile olacak bir noktaya gelir ve dolayısıyla Kürt sorunu çözülür diye düşünüyorlar. Sadece AKP değil, CHP’de böyle düşünüyor. Ama bu doğru değil. Buradaki sorun bir kimlik sorunu. Ekonomiyle ilgili bir yanı var, bunu kabul ediyorum ama asıl önemlisi kimlik sorunu.
 
Şöyle söyleyeyim. Bir kere Türkiye yöneten siyasi elit, sorunları tam olarak anlayamıyor. Özellikle Kürt sorununu anlayamıyor. Kürt sorununu sadece ekonomi sorunu olarak görüyor. Nereden anlıyoruz bunu. Geldiklerinden bu yana Kürtlerin yoğun yaşadığı illere bakın daha fazla yol, baraj vs. yaptılar. Kamu harcamalarını arttırdılar ve sanıyorlar ki buralarda ekonomi iyileşirse, Kürtler asimile olacak bir noktaya gelir ve dolayısıyla Kürt sorunu çözülür diye düşünüyorlar. Sadece AKP değil, CHP’de böyle düşünüyor. Ama bu doğru değil. Niye doğru değil? Buradaki sorun bir kimlik sorunu. Ekonomi ile ilgili bir yanı var, bunu kabul ediyorum ama asıl önemlisi kimlik sorunu.
 
Dün iki iş insanıyla konuşurken mesela şöyle bir şey söylediler: ‘Bizim hiçbir sorunumuz yok, bizim tek sorunumuz özgürlük.’ Bu bile bence yeteri kadar net bir şekilde, sadece Diyarbakır’ın sorununa değil, Türkiye’nin sorununa işaret eden bir şey. 
 
AKP bildiğiniz gibi çözüm sürecinde bir adım atmaya kalktı, fakat bu adımın sonuçlarının nereye gideceğini hesap edemediler veya ettiyseler de bir beka sorunu olarak gördüler. Tabi şöyle de bir şey var, onun da altını çizmek lazım. Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten siyasi elit, her daim bir bölünme ve parçalanma paranoyası yaşıyor. Bunun haklı bir sebebi var tabi ki. Yani koca bir imparatorlu düşünün, yıllar içerisinde küçülüp, Anadolu’da kalan bir Türkiye Cumhuriyeti kurmuş. Ama bu yüz yıldır böyle. Devletlerin tarihinde yüz yıl çok önemli bir şey değil. Dolayısıyla bu bölünme süreci bitmedi diye düşünüyor olabilirler, bu birincisi. 
 
İkincisi ise, İslami gelenek içerisinde baktığımızda İbn-i Haldun’un bir teorisi var. Asabiye teorisi denilen ya da genel olarak tarih teorisi diyelim. İbn-i Haldun diyor ki: ‘Ülkeler kurulurlar, insan ömrü gibi 100-150 yıl yaşarlar ve ondan sonra da çökerler.’ Esasında Osmanlı’yı yöneten elit bu öğretiden çok etkilenmiştir. Koçi Bey Risâlesini okursanız 3. Murat’a, ‘Zaman geldi, bu bizim çöküşümüz anlamına gelir. Dolayısıyla bunlar bunları yaparak durumu düzeltelim’ diyor. Bu cenah, şu an iktidarda olanlar insanlar ve o kültürel bakış açısı içindekiler Türkiye’nin bölünmesini çok ciddi bir ihtimal olarak düşünüyorlar. 
 
Biz de HDP olarak diyoruz ki, bizim bu topraklarla ilgili bir sıkıntımız yok. Bu vatan bizim ortak vatanımız. Fakat bu vatan sizin iddia ettiğiniz gibi tek bir millet ve kimliğe ait değil. Eğer kanla ilişkilendireceksek toprağı herkesin kanı döküldü. Çanakkale Savaşı’nda bir sürü Kürt, Laz, Ermeni öldürülmüş. Dolayısıyla bu topraklar bir imparatorluğun bakiyesi olarak çok kimlikli nitelikte. Çok kimlikli bir ülkede tek bir kimliğin hakimiyeti ile bu ülkeyi yönetmek mümkün değil. 
 
İlk adımını Diyarbakır’dan attığınız “İş ve Aş Buluşmaları” ile kentteki farkı çevrelerle bir araya gelip, ekonomiye dair fikir alışverişinde bulundunuz. Ne gibi geri dönüşler aldınız? 
 
Bu buluşmaları doğrusu uzun zamandan beridir planlıyorduk. Fakat çeşitli sebeplerden ötürü bir türlü bunu hayata geçirecek koşullar oluşamadı. Bu nedenlerden biri pandemiydi. Pandemi öncesinde partimize yönelik baskılar vardı. Yine parlamentodaki görevlerimizin yoğunluğu bu türden bir programı hayata geçirmemize daha önce imkan vermedi ne yazık ki. Şimdi İş-Aş Buluşmaları ile bir başlangıç yaptık. Diyarbakır’dan başlattık ama 81 ilde bu buluşmaları yapmak istiyoruz. 
 
Yapmak istediğimiz şeyi birkaç cümle ile şöyle anlatayım. AKP ve ona benzer partiler ülke ekonomisini yönetmenin doğrudan doğruya Ankara’dan verilecek kararlarla olabileceğine dair bir kanaatleri var. Merkez Bankası böyle yapar, Hazine böyle yapar, ülke de yönetilir. Öyle değil, kalkınma esas itibariyle yerel bir meseledir. Yani Diyarbakır’ın nasıl daha iyi bir kent olacağı sorununun cevabı Diyarbakırlılar tarafından verilmeli. Burada yaşayan insanlar çünkü daha iyi eğitim mi, daha iyi su sistemi mi diyecekler onlar ancak karar verebilir… 
 
 Kalkınma esas itibariyle yerel bir meseledir. Yani Diyarbakır’ın nasıl daha iyi bir kent olacağı sorununun cevabı Diyarbakırlılar tarafından verilmeli. Burada yaşayan insanlar çünkü daha iyi eğitim mi, daha iyi su sistemi mi diyecekler onlar ancak karar verebilir
 
Dolayısıyla kalkınma süreci dediğimiz süreçler doğrudan doğruya yerel insanların dahlini ve katkısını gerektirir. Bunu anlayamıyorlar şu an ülkeyi yönetenler. Bir ara onlar da böylesi bir adım atmışlardı hatırlarsınız Kamu Reformu Yasa Tasarısı diye. Daha yerele vurgu yapan bir şey yapmaya çalıştılar ama kadük kalmıştı o kanun. Şimdi biz diyoruz ki ve yapmaya çalışıyoruz ki toplum ne istiyor, sorunlar ne? Toplumun farklı kesimleri var; işvereni, işçisi, esnafı, çiftçisi var. Biz bunlara dertleriniz nedir, biz ne yapabiliriz, sizin dertlerinizi parlamentoya taşımak üzere varız zaten bizim işimiz bu diyoruz. Dolayısıyla çıkacak kanunlara yedirebilir miyiz bu ihtiyaç ve taleplerinizi diye onları dinlemeyi tercih eden bir yerden bir program bu. Söyleyebilirim ki çeşitli kurumlara gittik. Ben şahsen çok yararlanıp, etkilendim. Ayrımcılığın nerelere kadar vardığını gördüm. 
 
Bu konuda bir örnek var mı?
 
Var tabi. Mesela bir Kürt iş insanı ile bir Türk iş insanı aynı bankaya müracaat edip, aynı miktarda kredi kullanmak istediğinde Kürt iş insanına zorluk çıkardıklarını söylüyorlar. 
 
Yani şimdi bu esasında beklemediğim bir şey değildi. Çünkü kimlik meselesi böyle bir mesele zaten. Türkiye maalesef kimlikler etrafında inanılmaz kutuplaşmaya itilmiş oldu uzun bir zamandan beri. Şu an bakarsak hakikaten kimlik gerginlikleri had safhada. Birinin ak dediğine, diğeri kara diyor. Ve inanın parlamentoda kimse birbirini anlamıyor, dinlemiyor zaten. 
 
Partimiz ne diyor bu konuda; kardeşim bir ortak akıl üreteceğiz, toplumun sorununu çözeceğiz. Topluma temas etmek, topluma dokunmak dertlerini dinlemek gerekiyor. 
 
İktidar cephesine baktığımızda önümüzdeki günlerde hukuk alanına dair de düzenlemeler içeren bir ekonomi “reform paketi” dillendiriliyor bir süredir. Yakın zamanda bu paket açıklanacak gibi. Nasıl bir “reform paketi” gelecek önümüze?
 
Bu ilginç bir çıkıştı hükümet açısından. Tabi onlarda görüyor ki dünyada bir değişim var. Trump gidiyor yerine Biden diye birisi geliyor ve daha demokrat, daha sol bir söylemi olan lider. AB meselelerinde yığılmış bir sürü problem var. Dolayısıyla bir reform sürecini gündeme getirmiş oldular. İçeriğini henüz bilmiyoruz ama ben dağın fere doğuracağı kanaatindeyim. Böyle düşünmemin çok basit bir sebebi var. İnsana sormazlar mı sen hukuk reformu yapıyorsun yap, ama şu AİHM kararını yerine getir. Dün Avrupa Parlamentosu’nda (AP) böyle bir karar çıktı. Sen AİHM kararını tanımayacaksın, sonra da ‘Hukuk reformu yaptım’ diyecekti. Soylu’nun parmak gösterdiği adalet mekanizmasının başındaki Adalet Bakanı'nı yerden yere vuracaksın… Bizim tabi ki reformlarla bir sıkıntımız olmaz. Biz zaten Türkiye ekonomisi ve toplumunun reforma ihtiyacı olduğunu biliyoruz. Anayasanın değişmesi gerektiğini söylüyoruz. Dolayısıyla bu palyatif, geçici bir şey. 
 
Görebildiğim kadarıyla Erdoğan ve arkadaşları ‘Eğer biz kazanacaksak seçim yapalım, kazanamayacaksak seçim meçim yok’ diye düşünüyorlar. Bunun çeşitli işaretleri de var. En son biliyorsunuz polise askere ait silahları kullanma yetkisi verildi. Kel alaka bir şey ama bunu yaptılar.
 
İktidarın ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı politikalarına rağmen herkesi doğrudan ilgilendiren bir mesele olarak ekonominin durumunu, muhalefet neden yeteri kadar gündemleştirip, hükümeti sıkıştıramıyor? 
 
Size şunu söyleyeyim bakın. Türkiye’yi değerlendirirken şunları unutmamak lazım. Siyaset bilimcileri şöyle diyorlar; Modern siyaset, medya siyasetidir. Yani medyası olmayan bir siyaset olamaz. Ama bizim yok. Bizim yok derken var olan muhalif yayınları kapattılar. Bir takım projeler geliştirmek istedik, engellediler. Sizin gibi kuruluşların aracılığıyla sesimize duyurmaya çalışıyoruz. Diğer tarafta medyaya hakim bir iktidar var ve ilginçtir eğer Tayip Erdoğan’ın yeteneklerinden söz edilecekse günün birinde, galiba şunu kabul etmemiz lazım Erdoğan siyaset bilimcilerinin modern siyasetin medya siyaseti olduğu gerçeğini gördü ve iktidara gelir gelmez medyada düzenlemeye gitti. Havuzu kurdu, TV’ler aldı, FETÖ’nün televizyonunu sattılar TMSF ile vs… Şimdi bakıyorsunuz bir ikisi dışında kanalların hemen hepsi aynı şey söylüyor. Gazetelerin zaten tirajları düştü, etkileri kalmadı. Emin olun parlamentonun tek muhalif partisiyiz. Yani sesi gür çıkan, gürden kasıt yüksek ses değil, etki anlamında söylüyorum. Bizim konuşmacılarımız konuştukları konuları biliyorlar ve doğru şeyleri söylüyorlar veya onların cevap vermekte zorlanacak şeyler söylüyorlar. 
 
Dolayısıyla yanlışlarımız, eksikliklerimiz olmuyor mu? Oluyordur muhtemelen olmaması mümkün değil. Misal ben Plan ve Bütçe Komisyonu üyesiyim. Komisyonda üç kişiyi HDP’den biz orada olmasak emin olun gelen yasa tartışılmadan gelip geçecek. Biz orada itiraz ediyoruz birçok kanuna. Tabi sayımız sınırlı olduğumuz için de etkimizde sınırlı oluyor. Ne oluyor derseniz zaman zaman parlamenter sistemle zaten sıkıntıları olan bir insanım, yani bu tarz bir parlamenter sistemle. Bazen nasıl diyeyim karamsarlığa düşüyorum. Yani burada bir şey olmuyor, çünkü dinlemiyorlar, kurşun asker bunlar. Bir şey söylüyorsun, ben Erol Katırcıoğlu HDP milletvekili olarak bırakın bu niteliğimizi, söylediğim lafı bir dinleyin bir önce belki doğruyu söylüyorum. Biz elimizden geldiğince kamuoyuna ulaşmaya çalışıyoruz. Sosyal medyayı kullanmaya çalışıyoruz ve mücadeleye devam ediyoruz.  
 
MA / Ömer Çelik - Mehmet Erol