Hatip Dicle: Çözüm 1921 Anayasası’nın güncellenmesi

img
İSTANBUL - Lozan Antlaşması'nın "Kürt halkına dönük tarihteki en büyük komplo" olduğunu söyleyen siyasetçi Hatip Dicle, 1921 Anayasası'nın güncellenmesiyle cumhuriyetin demokrasi ile taçlandırılabileceğini vurguladı.  
 
İsviçre’nin Lozan kentinde 20 Kasım 1922 tarihinde başlayan ve 24 Temmuz 1923’te sonuçlanan görüşmeler neticesinde imzalanan Lozan Antlaşması 101’inci yılına girdi. Kurdistan coğrafyasının Türkiye, İran, Irak ve Suriye arasında pay edildiği ve Kürtlerin statüsüz bırakıldığı antlaşmanın yıldönümü dolayısıyla siyasetçi Hatip Dicle, değerlendirmelerde bulundu.
 
Türkiye Cumhuriyeti’nin Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda dağılan Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazı üzerinde kurulduğunu belirten Dicle, çöküş öncesi Osmanlı yönetiminde İttihat ve Terakki olduğunu hatırlattı. İttihat ve Terakki’nin "İslamcılık" ve "Türkçülük” ideolojiyle ise, Ermeni, Süryani ve Rum Pontus halklarına karşı soykırım gerçekleştirildiğini hatırlatan Dicle, milyonlarca insanın katledildiğini vurguladı. Başta Kürt olmak üzere Müslüman diğer halkların da zamana yayılan bir kültürel soykırım sürecine tabi kılındığını dile getiren Dicle, katliamın asıl amacının zor-asimilasyon yöntemleriyle bu halkları Türkleştirmek olduğunu sözlerine ekledi.
 
KÜRTLERİN DİRENİŞİ 
 
Kürtlerin bu politikalara karşı büyük bir direniş sergilediğine dikkati çeken Dicle, Kürt halkının devlete 29 kez ayaklandığını ve bu ayaklanmaların sonuncusunun da PKK olduğunu hatırlattı. Dicle, “Bu isyan dalgasının son hamlesi olan PKK öncülüğünde 50 yıldır büyük bir direnme iradesi gösterilmektedir. Sayın Abdullah Öcalan, bu 29’uncu Kürt isyanının stratejik önderidir” dedi.
 
ABDULLAH ÖCALAN’IN ROLÜ 
 
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 25 yıldır tek kişilik hücrede mutlak tecride direndiğine işaret eden Dicle, “Abdullah Öcalan, bu mücadelenin 50 yıllık sürecinde sorunun siyasal yollarla çözümünü sağlamak için defalarca tek taraflı ateşkes, hatta gerilla güçlerini Türkiye sınırlarının dışına çekerek Türk devletine siyasi çözüm için fırsatlar yaratmıştır. Ancak Türk devleti bunu da heba etmiştir. Hatta Önder Öcalan, 2013 yılından başlayarak yaklaşık 30 ay boyunca resmi devlet heyeti ile İmralı Adası'nda sürdürülen görüşmelerde Türkiye’deki Kürtler adına baş müzakereci statüsünde sorumluluk üstlenmiştir. Ben de Sayın Öcalan'ın önerisi ve devlet heyetinin kabulüyle görüşmelerde hazır bulundum. 9 kez görüşmelere katılma fırsatım oldu. Önder Öcalan'ın Ortadoğu, Türkiye ve Kurdistan'ın temel siyasal, sosyal, kültürel ve tüm sorunlarına, bilimsel demokratik çözümler geliştirdiğine bizzat tanıklık ettim. Fakat bu süreç daha sonra AKP-MHP şer ittifakıyla bozuldu” diye belirtti. 
 
1921 ANAYASASI VE SONRASI 
 
Tarihsel süreçte 1921 Anayasası’nda yer alan Kurdistan’a Özerklik Yasası gibi  hakları hatırlatan Dicle, bu süreçte Demokratik Cumhuriyet’e gidilen yolda önemli adımlar atıldığına işaret etti. Dicle, “Bunlardan hareket ederek Mustafa Kemal 1923 yılı başlarında düzenlediği İzmit Basın Konferansı’nda, Kürtler için çözüm modeli olarak sınırlara dayanmayan en geniş muhtariyetten yani demokratik özerklikten söz etmekteydi. Ne var ki 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması ile dönemin hegemonik güçleri, Kürt halkının hiç bir ulusal hakkını ve siyasi statüsünü güvenceye almadan, kendilerine karşı savaşan Kürt halkından intikam alırcasına ülkeleri olan Kurdistan'ı iradeleri dışında dört devlet (Türkiye, İran, Irak, Suriye) arasında paylaştı. Türkiye Cumhuriyeti'nin  kuruluşundan sonra da devlet yöneticileri, 1921 Anayasası'nın özü ve ruhunu reddederek hazırladıkları 1924 Anayasası ve İttihat Terakki'nin yeniden hortlayan zihniyetiyle Kürtleri o yıllardan başlayarak inkar, imha ve kültürel soykırım sürecine tabi tuttu. Ancak bu politika oligarşi Cumhuriyete hiç bir şey kazandırmadı. Çünkü Kürtler teslim olmadı ve direnişlerinden hiç bir şekille vazgeçmedi” ifadelerini kullandı. 
 
ORTADOĞU’YA HAKİM OLMA STRATEJİLERİ 
 
Ortadoğu kültürünün kapitalist hegemonyanın etkisine girmesinin, toplumsal gerçeklikler üzerinde felaket boyutunda sorunlara yol açtığının altını çizen Dicle, şunları belirtti: “Kapitalist hegemonyanın inşa mantığında Ortadoğu kültürüne karşıtlık en önemli yeri tutar. Napolyon'un 19’uncu yüzyıl başlarındaki Mısır ve Moskova seferleri, hegemonik hamlenin ilk ciddi denemeleriydi. Napolyon'un yenilgisiyle hegemonik önderliği ele geçiren İngiliz İmparatorluğu, Ortadoğu kültürü üzerinde hegemonyasını geliştirdi. Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu ayakta kalmak için ölüm kalım savaşı veriyordu. Bünyesindeki milletler ve savaş, imparatorluğu dağıtırken bunu önlemek için geliştirilen çare ıslahat-reform yoluyla batı sistemiyle bütünleşmek oldu. Bunun sonucunda da Ortadoğu kültürü hem maddi, hem de manevi yönleriyle sonuna kadar sistemin fetih ve asimilasyonuna açıldı. Sonuç olarak Ortadoğu'da küçük ulus devletler inşa edilip, sisteme yeniden eklemlendi. Kürt gerçekliği ise, bu gelişmelerden şiddetle etkilendi. Osmanlı İmparatorluğu Kürtlerle kurmuş olduğu geleneksel ittifakı bozdu. Ruslar kuzeyden Ermeni üst tabakasını etkiledi. İngiltere ise güneyden Suriye’yi teşvik etti ve böylece üç önemli güç, Kurdistan'ı yeniden paylaşıma tabi tuttu ve böylece Kurdistan’ın tümü 19. yüzyıla yayılacak bir isyan alanına dönüştü.” 
 
KÜRTLERE YÖNELİK KOMPLO 
 
Lozan Antlaşması ile Kurdistan’ın dört ulus devlet arasında pay edilmesini “Kürt halkına karşı tarihteki en büyük komplo” olarak nitelendiren Dicle, “Önder Öcalan’ın bu tarihten 75 yıl sonra hegemonik güçler tarafından, uluslararası bir komployla İmralı Adası'nda esaret altına alınması yine her özgür Kürdün kanayan yarasıdır. Nasıl ki Lozan Antlaşması, İngiltere ve Fransa öncülüğünde inşa edildiyse; Önder Öcalan'a yönelik bu büyük uluslararası komplo da ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya gibi dönemin öncü hegemonik güçleri tarafından planlandı ve uygulama safhasına geçirildi” diye belirtti.
 
MİSAK-İ MİLLİ GÜNCELLEMESİ 
 
Misak-i Milli sınırlarının son Osmanlı Meclisi Mebusu’nda kabul edilen bir ant olduğunu dile getiren Dicle, “Türklerin ve Kürtlerin ortaklaşa yaşadıkları toprakları tanımlamaktadır. Bu kararı Osmanlı Meclisi’ni kabul eden Kürt ve demokrat Türk milletvekilleri, birkaç yıl sonra bu yeminden vazgeçeceğini  acaba o gün öngöre biliyorlar mıydı ? Bugün hızını alamayan Devlet Bahçeli, Kürtlerin çoğunlukta bulundukları Musul ve Kerkük'ü ilhak amaçlarını gizlemeden, Batı Trakya ve Ege adalarında Türk devletinin topraklarına katacaklarını söylüyor. Bu Türk devletinin stratejik hedefiydi. Ancak herkes bilir ki, ‘evdeki hesap çarşıya uymayabilir’ Dimyata pirince giderken, evdeki, bulgurdan olunabilir ve Kurdistan toprakları faşizme mezar olabilir” dedi. 
 
Dicle, Abdullah Öcalan’ın “Misak-i Milli’nin güncellenmesi” önermesi ile Türkiye’nin stratejik hedefi olan Misak-ı Milli arasındaki farkları da değerlendirdi. Türkiye’nin sözünü ettiği Misak-ı Milli yaklaşımının Kurdistan’ı  “ilhak” projesi olduğunu vurgulayan Dicle, “Güney Kurdistan ile Kuzey ve Doğu Suriye topraklarının tümüyle işgali ve ilhak edilmesidir. Sömürgeci ve soykırımcı bir ideolojik yaklaşımın ürünüdür. Türk devleti bugün Güney Kurdistan'da köyleri bombalayarak, tıpkı Kuzey Kurdistan’da yürüttüğü insansızlaştırma, ekolojik kıyım ve demografik yapıyı değiştirme planını icra etmektedir. Bu amaçla da bölgeye yüze yakın askeri üst kurdu. İşgal altında tutulan Suriye’den getirdiği DAİŞ'lileri ve Kuzey Kurdistan'dan getirdiği kontra mensuplarını buraya yerleştirmedir. Kimyasal silah ve yasaklanmış patlayıcılar kullanarak savaş suçu işlemektedir. Boşaltmayı hedeflediği köy sayısının 600’ü bulacağı ifade edilmektedir. Önder Öcalan'ın sözünü ettiği Misak-ı Milli güncellemesi ise Türkiye ve Kurdistan halklarının tıpkı Rojava'da pratikleştirildiği gibi demokratik ulus, demokratik  konfederalizmi, ekolojik, demokratik ve kadın özgürlükçü paradigmanın toplumla birlikte inşa edilmesidir” ifadelerini kullandı. 
 
DEMOKRATİK CUMHURİYET MÜMKÜN 
 
1921 Anayasası’nın, 1917 Ekim Devrimi’nden de etkilenerek hazırlandığı için demokratik ve adem-i merkeziyetçi bir yaklaşıma sahip olduğunu belirten Dicle, “Zaten bu demokratik öze sahip olmasaydı Kurtuluş Savaşı’nın zafere götürülmesi mümkün olmayabilirdi. Bu Anayasa yürürlükte kalsaydı Türkiye Cumhuriyeti, demokratik bir Cumhuriyet olarak inşa edilebilirdi. Ne var ki 1923 Lozan Antlaşması'nın ardından 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet’in ilan e-edilmesinin hemen akabinde İttihat ve Terakki Hareketi'nden devralınan ırkçı, tekçi ve soykırımcı bir anlayış egemen kılındı. Bu zihniyetten etkilenerek yapılan 1924 Anayasası ile başta Kürtler olmak üzere tüm farklı kimlikler inkar, imha ve soykırım siyasetine tabi tutuldu” diye belirtti. 
 
Dicle, aradan yüz yıl geçmesine rağmen barış, demokrasi ve özgürlük değerlerine ulaşılamadığını belirterek, “Özcesi 1921 Anayasası'nın güncellenmesi ve Rojava Devrimi’nin ruhuyla demokratik Cumhuriyet hedefine varılabilir. Lozan Antlaşması ancak bu yolla toplumsallaştırılır. Cumhuriyet, ancak bu yolla demokrasi ile taçlandırılabilir” dedi.  
 
KDP’NİN İHANET ÇİZGİSİ
 
Türkiye'nin, KDP ortaklığıyla Avaşîn, Zap ve Metîna’ya yönelik devam eden saldırılarına değinen Dicle, “Kudistan Devrimi’nin liderlerinden Dr. Şivan'ın,  ve yüzlerce yurtsever peşmergenin Barzani ailesi tarafından kurşuna dizilmeleri, Kurdistan devrimi yolculuğuna çıkan bir Kürt olarak öfkeyle öğrendiğim ve sonuçlar çıkarmaya çalıştığım bir gerçekti. Bu katliamların özellikle Türk MİT’i ile ortaklaşa yapılması KDP ve Barzani ailesine karşı yüreğimde dindirilemez bir yara açtı. Bu yüzden bugün Kürt özgürlük hareketine karşı Türk devleti, AKP, MHP ve DAİŞ ile birlikte ihanetçi bir çizgide ısrarla yürümeleri beni hiç mi hiç şaşırtmadı. Onları, Kürt halkının vicdanına ve şaşmaz adalet anlayışına havale ediyorum. Bu konuda başka bir söze de gerek duymuyorum” diyerek tepkisini dile getirdi.
 
‘SON VE EN BÜYÜK SAVAŞTIR’ 
 
Abdullah Öcalan’ın 25 yıldır ağır tecrit koşullarına direndiğini söyleyen Dicle, şöyle devam etti: “Herkes bilmelidir ki Önder Öcalan'ın fiziki özgürlüğü ile Kürt sorununun demokratik çözümü iç içe geçmiştir. Kürt halkı özgür iradesiyle Sayın Öcalan’ı muhatap göstermiştir. Kürt halkının bu iradesine saygı göstermek çözümün vazgeçilmez şartıdır. Türk devleti, hegemonik güçlerin de onayını alarak Güney Kurdistan topraklarını ilhak etmeyi hedeflemektedir. Durum ciddidir. Her Kürt, on binlerce Kurdistan şehidinin anısına saygı göstererek, bu faşist ve sömürgeci saldırganlığı püskürtmek için seferber olmak zorundadır. Bu son ve en büyük savaştır. Kürt halkının kazanımları, ihanet odaklarının hain çabalarına rağmen savunulmalı ve bedeli ne olursa olsun korunmalıdır. Kurdistan halkı, serhildanlarla sürece müdahale etmelidir. Bu nedenle demokrasi ittifakının güçlendirilmesi, sokak hareketleri dahil aktif ve fedakarca bir mücadele hayata geçirilmelidir. Hiç şüphesiz ki bu kazanım, demokratik Anayasa ile taçlandırılacak ve demokratik Cumhuriyet’in yolunu açacaktır. “
 
MA / Esra Solin Dal