Berrin Sönmez: Medeni Kanun tehlikede

  • kadın
  • 09:04 14 Temmuz 2021
  • |
img

ANKARA - İktidarın Eylül ya da Ekim’de 6284 sayılı yasada değişiklik yapmaya hazırlandığı yönünde bilgi edindiğini belirten feminist yazar Berrin Sönmez, “Gelen duyum, metinlerin elde hazır olduğu yönünde. Bu noktadan sonra ise Medeni Kanun ile elde ettiğimiz haklar tehlikede” dedi. 

Türkiye’de her geçen gün artan ve yaşam hakkına yönelik topyekûn bir saldırıya dönüşen kadına yönelik şiddete ilişkin Meclis’te 9 Mart günü Araştırma Komisyonu kuruldu. Ancak uygulamada var olan eksiklere dönük çözüm üretmesi beklenen Meclis Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılması Komisyonu, kuruluş ve görev dağılımında olduğu gibi çalışmalarında da tartışmalara neden oldu. Erkek şiddetine karşı mekanizmaları düzenleyen İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı gölgesinde çalışmaları başlatılan Araştırma Komisyonu’na Halkların Demokratik Partisi (HDP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve İYİ Parti’nden seçilen üyeler ise, ilerleyen günlerde tek tek çekildi.
 
AKP-MHP blokundan üyelerin kaldığı komisyonun süreç içerisindeki gidişatı ve iktidarın asıl amacını Eşitlik İçin Kadın Platformu'ndan (EŞİK) feminist hak savunucusu ve yazar Berrin Sönmez’e sorduk. 
 
Parlamentodaki yoğun tartışmalar neticesinde Meclis Kadına Yönelik Şiddeti Araştırma Komisyonu kuruldu. Ancak komisyon, kurulduğu ilk günden itibaren eleştirilerin odağında yer aldı. Bu tepki ve eleştirilerin nedeni neydi? 
 
9 Mart’ta bu komisyonun kurulmasına karar verildi. Daha önce aynı konuda farklı komisyonlar da kurulmuştu. Yıllardır kadına yönelik şiddetle mücadele için şiddetin bütün yönlerinin araştırılması ve alınacak önlemlerin tespit edilmesi amacıyla Meclis araştırma komisyonları kuruluyor. Genellikle aynı isimleri alıyorlar komisyona. Fakat bu komisyon 9 Mart’ta kurulduktan kısa bir süre sonra, İstanbul Sözleşmesi’nin fesih kararı Cumhurbaşkanı tarafından yayınlandı. Bu karar yayınlanmadan önce de komisyon kurulduğunda da, ‘Sözleşme uygulanmıyor, sözleşme uygulansa böyle bir komisyona gerek yok. 6284 sayılı yasa etkin uygulansın, uzaklaştırma ve koruma tedbir kararları gerçekten korumayı içersin’ diyorduk. Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzman Grubu’nun (GREVIO), Türkiye raporu vardı. GREVIO raporunda, şiddetle mücadelede yaşanan eksiklikler açıklanıyordu ve bunların giderilmesi için yol haritası öneriliyordu. ‘Bunlar uygulansın’ dedik. Bu komisyonun fazla bir işlevi ve anlamı olmayacağını söyledik. Çünkü çok daha büyük tehlikeler içerme ihtimali yüksekti. ‘Keşke işlevsiz kalsa’ diyebileceğimiz önemli tehlikeler içeriyordu. 
 
Sözleşmeden çekilme kararının tartışıldığı ve kadınların sokakta olduğu bir dönemde komisyonun gündeme getirilmesi tesadüf müydü? Yoksa amaç, çekilme kararına karşı gelecek tepkilerin önünü almak mıydı?
 
Komisyon kurulduktan 10 gün sonra hukuksuz fesih kararı, çekilme bildirimi yapılmadan yayınlandı. Toplumda infial yaratan şiddet olaylarından birinin daha yaşandığı günlerde, Meclis’te bir komisyon kuruldu. Araçsallaştırarak, fırsata çevirerek kadına yönelik şiddeti önlemek ister gibi yapıp aslında sözleşmenin yerini tutacak başka bir şeyi hazırlama ihtimali yüksekti. ‘Ankara Mutabakatı’ gibi söylemler iktidar kulislerinde yayılıyordu. Bu komisyon da, böyle bir düzenlemenin aracı olarak mı icat edildi? diye düşünmeye başladık.
 
 
Komisyon, kuruluş gününden itibaren demokratik usullerle işletilmedi. Sadece iktidar bloku arasında görev dağılımının yapıldığı bir ortam oldu. Medya kendi payını özeleştirel şekilde ortaya koymadı.
 
*Meclis’teki oturumlarda, şiddeti önlemek bir yana daha çok besleyen, yasal dayanak oluşturan bir tablo ortaya çıktı. Kadın örgütlerinden ziyade SADAT’ın psikolojik savaş danışmanı gibi isimler dinlendi. Komisyona çağrılan ve söz söyleyen profilleri nasıl değerlendiriyorsunuz? 
 
Her şeyden önce etkin bir çalışmanın yapılabilmesi için dinlenecek isimler, kurumlar, görüşme, başvurulacak uzmanların kimler olduğu önemli. Ama daha önemlisi demokratik usullerle kurulup işletilmesi. Komisyon, kuruluş gününden itibaren demokratik usullerle işletilmedi. Sadece iktidar bloku arasında görev dağılımının yapıldığı bir ortam oldu. İlk günden itibaren komisyonun toplanma tarihi ve saatlerinin komisyon üyelerine zamanında bildirilmediği, görüşlerini almadığı ve çalışma süreci boyunca da toplanma tarihlerini ya da saatlerinin sık sık son dakikalarda değiştiği bir süreç yaşandı. Ama uzun zamandır Meclis komisyonlarına davet edilmeyen kadın örgütleri davet edildi. Şiddetin sebebi genetik yapıymış gibi gösteren yani faili aklayan bir durum yaratıldı yapılan konuşmalarda. Örneğin Akit gazetesini, medya organlarının davetli listesinde görmemiştik ama toplantıda vardı. Dolayısıyla çok ciddi farklı görüşler belirtilirken, Hacettepe Üniversitesi’nden oldukça önemli veriler paylaşıldı. Diğer kurumlardan aynı şekilde ve gitmeyi kabul edip anlatan kadın örgütlerinden de. Mütedeyyin kadın örgütlerinden iktidara yakın olsun olmasın giden kadınlar oldu ve seküler kadın örgütlerinden çok da ayrışmayan kıymetli görüşleri savunduklarını gördük. 
 
Medya davetli listesine baktığımız zaman sadece bir kadın olduğunu, onun da Hande Fırat olduğunu gördük. Kurumun bir kadın gazeteciyi görevlendirdiği halde daha sonra bu kararın değiştirilip bir erkek gazetecinin onun yerine gönderildiğini de biliyoruz. Yani erkek ekranlar gibi erkek oturum halinde kadına yönelik şiddetle, erke şiddetiyle mücadele konusunu medyada konuştular. Medya kendi payını orada özeleştirel şekilde ortaya koymadı.
 
Üyesi olduğunuz EŞİK de komisyona davet edildi ancak katılmama kararı aldı. Bunun nedeni neydi? 
 
Evet Ağustos’ta bir yaşını tamamlayacak olan EŞİK Platformu da, ilk defa bir Meclis Araştırma Komisyonu’na davet edildi. Bu önemliydi ancak işleyişi, davet edilenlerin pozisyonları ve bildirdikleri görüşlere baktığımızda ‘bu komisyon kadına yönelik şiddetle mücadelede etkin bir adım atamayacak’ şeklindeki öngörümüzü doğruladı. Seküler kadın örgütleri dinlenmedi, sözleri kesildi. Diğer taraftan mütedeyyin kadın örgütlerinin sözleri kesilmese bile ‘şiddetle mücadeleyi İstanbul Sözleşmesi’ne indirgemek’ gibi bir eleştiri aldılar kimi komisyon üyelerinden. Tüm bunlar vahim şeyler. Daha önce yapılıp da sonuç raporu açıklanmayan İstanbul Sözleşmesi Alt Komisyonu gibi komisyonlar var. Tüm bunlar bir araya geldiğinde 2016 yılındaki Boşanma Komisyonu’nu düşündürdü bu tablo. Boşanma Komisyonu’nda bazı konular toplumsal sorun olarak toplumun gündemine sunulmuştu. O zamana kadar bunların toplumsal sorun olarak algılandığına dair hiçbir veri yoktu elimizde. Nafakadan küçük yaşta evlilikleri istismar olmaktan çıkarma düşüncesine karşı çeşitli kadın kazanımlarına kadar saldırılar burada toplumsal talep olarak görülmüştü. 
 
Bu komisyon, ‘Boşanma Komisyonu’nun 2016’da başlattığı girişimi tamamlamak, bunlara yasal çerçeve kazandırmak üzere mi kuruldu’ düşüncesi komisyonun işleyiş sürecinde daha çok aklıma yatar oldu. EŞİK Platformu da, komisyonun tüm bu işleyiş sürecinin demokratik olmamasından dolayı eleştirdi ve gitmeme kararı aldı. Ama tek sorun demokratik olmayışı değil sorunun özüne doğru herhangi bir adım atılacağına dair işaret olmamasıydı. Bir de geçmiş komisyonların kararlarının raporlarının yayınlanmaması, alınan kararların uygulanmaması gibi gerekçelerle EŞİK Platformu pek çok kadın örgütü gibi gitmeyeceğini belitti. Gidenler de ellerinden geleni yapmak üzere oradaydılar ama onlara yapılan davranışlar da, gitmeyen örgütlerin kararları da, komisyonun çalışmaması ile ilgili bir şey. Komisyon, niyetin şiddetle mücadele olmadığı öngörülerimizi doğrulayan bir mecraya evrildi ve tarihe de bu şekilde geçti. Henüz çalışmaları bitmemiş olsa da. 
 
 
 İktidarın Eylül’de 6284’te değişiklik yapmaya hazırlandığı yönünde bir kulis bilgisi var. Komisyon raporu, Eylül ya da Ekim’den önce yayınlanırsa 6284’ün başına örülecek çorap hazırlanmış demektir.
 
Değindiğiniz gibi Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu tarafından kurulan İstanbul Sözleşmesi Alt Komisyonu, çalışmalarını tamamlayıp raporunu hazırladığı halde 2 yıldır yayınlanmadı. Yine 2014 yılında aynı isimle Kadına Yönelik Şiddet Araştırma Komisyonu kuruldu, yürüttüğü çalışma neticesinde bir rapor hazırlandı ancak o da yayınlanmadı. Buralardan yola çıkarsak bu komisyonun akıbeti ne olur sizce? 
 
Tahminim 2016’daki komisyona benzer bir düzenleme önerilirse, toplumsal yapının ya da siyasal ve sosyal gündemin hazmedebileceği bir anı kollayarak raporu yayımlayacakları yönünde. Ama bir ihtimal bu komisyonun raporunun yayınlanmaması da düşünülebilir. Kadın örgütlerinden doğru yükselen güçlü bir tepki, geniş toplum kesimleri tarafından desteklenir ve yükseltilirse bu komisyonun raporunu yayınlamaya cüret edemezler. Fakat içeriden kurumlardan doğru gelen bir bilgi ile iktidarın Eylül’de 6284’te değişiklik yapmaya hazırlandığı yönünde bir kulis bilgisi var. Bunun doğru ya da yanlış olup olmadığını tespit etme imkanımız yok. Yazık ki iktidar kapalı bir kutu halinde çalıştığı için çok küçük bilgiler sızıyor. Bunlar da her zaman doğru olmayabiliyor. Ama komisyonla bir arada düşündüğümüz zaman bu bilginin doğru olma ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyorum. Bu bilgi doğru ise, Eylül veya Ekim’de parlamento açıldığında ve 6284’e yönelik yeni bir düzenleme önerilirse ondan önce komisyonun raporu yayınlanır. Komisyonun raporu aynı zamanda buna işaret de olabilir. Komisyon raporu, Eylül ya da Ekim’den önce yayınlanırsa 6284’ün başına örülecek çorap hazırlanmış demektir. Bana gelen duyum, metinlerin elde hazır olduğu ve bu komisyonun göstermelik göz boyama amaçlı olduğu şeklinde. Bu cümleler aynen bana gelen bilgide içeriyordu. Dolayısıyla bize doğrulama testi gibi olur eğer komisyonun raporu yayınlanırsa. 
 
Komisyonda konuşan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, 6284 sayılı kanunun sözleşmeye atıfta bulunan 1’nci maddesi için ‘Bu madde çıkabilir’ demişti. 
 
Tabi onu yaptıktan sonra karalama kampanyasını yürütenlerin hep dilinde olan ‘ekonomik, psikolojik şiddet diye bir şey yoktur’ lafları doğrultusunda şiddet maddesinde daraltmaya gidebilirler. Karalama kampanyasında ‘aileyi yıkan yasa’ diye bahane ettikleri ‘uzaklaştırma tedbir’ kararını ortadan kaldırabilirler. Yani yasayı köşesinden bucağından kırparak işlevsiz hale getirebilirler. Ama 6284’te bir değişiklik yapmak isterlerse ilk yapacakları şey; şiddeti insan hakları ihlali olarak tanımlayan İstanbul Sözleşmesi’ne atıf yapan madde olur. Bunlar şiddetin önlenmesi için gerekli olan maddeler.
 
Peki 6284 sayılı yasada söylediğiniz şekilde bir değişikliğe gidilirse bizi bekleyen tablo ne olur? Böyle bir değişiklikle devlet, kadına yönelik şiddetin neresinde yer almış olur?
 
Mücadelenin olmazsa olmazı şiddetin önlenmesidir. Şiddeti, uzaklaştırma ve koruma tedbir kararlarıyla önlemeyi reddettiğinizde kadına yönelik erkek şiddetiyle mücadele ediyor olmazsınız. Orada sadece adli bir vaka olmuş olur ve adli vakayı da devlet zaten gereğini yapma durumunu hisseder. Yani devlet ‘zor kullanma yetkisi bende, benim dışında kullanmaya kimseye izin vermem’ diyebilir ve bu nedenle şiddet gerçekleştikten, çocuklar, kadınlar ve LGBTİ+’lar geri dönülmez ağır yaralar alıp ya da hayatlarını kaybedip birer isim olarak dosyalara geçtikten sonra failin cezalandırılması ya da cezalandırılmaması şiddetle mücadele değildir. O adli bir vakadır. Devlet bunu yapmazsa zaten zor kullanma yetkisini bir başkasıyla paylaşmış olur. 
 
Konumuz itibariyle devlet zor kullanma yetkisini evdeki erkekle paylaşmayı seçiyor demek oluyor bu. Evdeki erkeği de devlet gibi bir erk olarak kabul ediyor demektir ki Erdoğan’ın çeşitli konuşmalarında ‘biz erkil bir toplumuz’ dediğini hatırlayalım. Aile denildiğinde sadece o ailedeki erkek hükümranlığını ifade ettiklerinden de hiç şüphemiz olmasın. Dolayısıyla burada uzaklaştırma ve koruma tedbir kararları korktuğumuz gibi kırpılacak olursa ailede erkek hükümranlığı, eril hegemonya tescil edilmiş sayılır devlet tarafından. Bu da kadına yönelik şiddetle mücadelenin bitmesi anlamına gelir. Sadece göstermelik infial uyandıran olaylarda tutuklama ya da yargılama yapılarak toplumun gözü boyanmaya devam eder. 
 
EŞİK olarak Meclis’i yakından takip ediyor, raporlar yayınlıyorsunuz. Kadına yönelik şiddetle mücadele amacıyla şimdiye kadar kurulup ancak pratikte karşılığı olmayan komisyon ve çalışmaları da göz önünde bulundurduğunuzda mevcut tablo, parlamenter sistemin durumunu nasıl özetliyor? 
 
Evet, Ekim ayından beri Meclis’i izliyoruz. 16 Mayıs-15 Haziran tarihlerini kapsayan 9’uncu raporumuz yayılandı.  Bu sürede ülkede İstanbul Sözleşmesi hakkında hukuksuz bir karar verilmişti. Hukuksuz kararın yürürlüğe girmesine bir ay kala Meclis’te özellikle liderlerin yaptığı 22 grup toplantısının hiçbirinde tek bir kadın kelimesi bile geçmedi. Nerede kaldı kadına yönelik şiddet, nerede kaldı İstanbul Sözleşmesi. Bu oturumlarda tek bir kadın gündeme gelmemişse, bu ülkede muhalefet kadına yönelik şiddeti, sözleşmeden çıkışı peşinen kabul etmiş ve mücadeleye destek olmuyor demektir. Bunun dışında kadına yönelik şiddet ve sözleşme ile ilgili çok az sayıda önerge verildi. Bunlar muhalefetten HDP, CHP ve İYİ Parti’den gelen kanun teklifi, soru ve araştırma önergeleri oldu. Ama çok yetersiz sayıda olmasına rağmen verilmiş bu önergeler de iktidar oylarıyla reddedildi. Demokratik ve insan haklarına dayalı herhangi bir yaklaşımla parlamentoda vekillerin oylarının rengi değişmiyor, parti kararlarına uyuyorlar ve o doğrultuda da muhalefetten gelen tüm önergeleri de otomatik olarak reddediyor. Sözleşmeye dair önergelerin oylamayla reddedilmesi kadınların, insan haklarının oya sunulup reddedilmesinin delilidir. Sözleşme kararı da öyledir. Bu iktidar, kadın ve insan haklarını bir kesimin insafına terk ederek, uygulamadan kaldırdı. Şiddet, kadınların hayattan payını almasını engelliyor. Eril sistemin, kadınların toplumsal hayata karışmasını engellemek amacıyla bir araç olarak kullandığını görmek lazım. 
 
İstanbul Sözleşmesi yürürlükten kaldırıldıktan bir hafta sonra çocuğa yönelik istismar suçuna ‘somut delil’ kriteri getirildi. Böyle bir düzenleme, söylendiği gibi ailenin değil şiddet faillerinin korunduğunu düşündürüyor.
 
Tüm bu tartışmaların olduğu bir süreçte kadına yönelik şiddet ve soruşturma usullerine ilişkin yeni düzenleme getiren 4. Yargı Paketi de Meclis’te kabul edildi. Bu gelişmeyi nasıl okumak gerekiyor? Ülke adım adım nereye sürükleniyor?
 
‘Sözleşme hakkında yıllardır sürdürülen karalama kampanyasının talepleri gerçekleştirilirse kadın kazanımlarının hiçbirini savunmak kolay olmaz, işimiz daha çok zorlaşır’ diyorduk. Gerçekten bu hukuksuz karar yürürlüğe girdikten bir hafta sonra 4. Yargı Paketi’nde çocuğa yönelik cinsel istismar suçuna karşı somut delil kriteri getirildi. Yani Meclis’te o oylamaya katılamayan milletvekilleri de, Meclis’te bulunup kabul oyu veren milletvekilleri de istismar faillerini teşvik etmiş, suça ortak olmuştur. Çok az sayıda vekilin oylamaya katıldığını biliyoruz. Bu korkunç bir şey. Bundan sonra mahkemeler,  somut delil kriterini maddi delil olarak da anlayacaktır. Tutuksuz yargılanacakları zaman istismara uğrayan çocuklar şiddet failiyle burun buruna yaşamak zorunda kalacak. Çünkü genelde fail çocuğun çok yakınında oluyor. Bunlar tutuklanmadığında, çocuğun yaşadığı travmanın her gün daha derinleşmesine yol açacak. Aileye bu kadar önem verirken, o ailenin sağlıklı yetiştirmesi gereken çocuğun içinde bulunduğu şartların bu kadar olumsuzlaştırıldığı bir düzenleme, söylendiği gibi ailenin değil şiddet faillerinin korunduğunu düşündürüyor.
 
Yeni sistem adımlarında neden önce kadınlar hedef alındı? Sırada hangi düzenlemeler olur?
 
Sırada Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 123’üncü maddesi olacaktır. Çocuğa yönelik cinsel istismar suçunu özellikle evlilik kılıfıyla affetmek, suç olmaktan çıkarmak yönündeki çabalar hiç bitmiyor. Bu gelecektir. Arkasından hemen 6284 sayılı kanunda düzenleme adıyla budanma başlanacaktır. Gelen duyumda yasanın daha sert bir hale getirileceği şeklinde. Bir ikna sürecinin de dile getirildiğini söylemeliyim. Daha sert adı altında kadınları bu yasa değişikliğine ikna etmek için hareket ederken, ortaya çıkacak sonuç kesinlikle faillin korunduğu kadının aleyhine işleyen bir süreç demek olacaktır. Şiddetin belgesini sorma şeklinde bir sertlik getirilecek, şiddet başvuru mekanizmalarını zorlaştıracaklar KADES’te olduğu gibi. Hem ücretli hale getirdiler hem de Kürtçe diline yer vermediler.  
 
Kazanılmış haklara yönelik bu saldırılara karşı kadın cephesi nasıl bir yol izlemeli?
 
Yağmur gibi geliyor saldırılar. İktidar kadın kazanımlarına saldırmayı art arda sürdürürken, kadın hareketi üzerinde de bir dağılma yarattığının farkında. Bunun için vakit kaybetmeden hızla ilerliyor. İktidar, bir yandan da kadın örgütleri arasında ‘ayrışmaları körükleyecek bir takım tedbir ve girişimlerde bulunuyor olabilir’ dedirten şeyler var. ‘İktidar, muhalefeti bölmek için elini siyasi partilere uzattığı gibi kadın hareketlerine de uzatıyor’ demek abartı bir endişe olmaz. 
 
Diğer taraftan mütedeyyin kadın örgütlerini de ikna yoluyla seküler kadın örgütleriyle ortaklaşmaktan alıkoyuyor. Büyük bir hayal kırıklığı var ama onları iktidara karşı pozisyon almaya yöneltmiyor bu hayal kırıklığı. Farklılıklarımızın, kadın kazanımlarını koruma mücadelesinin önüne geçmemesi lazım. İdeolojik, etnik farklılıklar, ortak tavır almamıza engel olmamalı. Tersine ortak tavra yöneltmeli 200- 300 yıllık feminist mücadelenin birikimiyle. Kadın hareketi mücadelesinin, eşitlik mücadelesinin birikimiyle doğru orantılı ortak ses çıkarması lazım. O zaman iktidar, korktuğumuz gibi Eylül ya da Ekim’de 6284 sayılı kanuna elini uzatamaz. 
 
Tersi olursa ne olur? Kadın örgütleri ortaklaşmadığında, ortak bir mücadelede yan yana gelmediklerinde nasıl günler bizi bekliyor olur?
 
Tersi olursa 6284’e de bir şey olursa artık Medeni Kanuna ulaşmalarının önünde de bir engel kalmaz. Medeni Kanun ile elde ettiğimiz haklar tehlikede olur. Şuan akıllarında bu var ama önde 6284 var. Çünkü şiddet, kadının eşit olmasının önündeki en büyük engellerden ve politik bir tavır olarak bilinçle seçiliyor. Kadının her türlü varlığını ortaya koymasını engelleyen bir politik araç olarak şiddet, bilinçle seçildiğinde mücadele mekanizmalarının göreceği zarar, kadının medeni haklar alanında sahip olduklarını korumasını engeller. İktidar bunları göze almış gibi de duruyor. 
 
MA / Pınar Ural- Zemo Ağgöz