İSTANBUL - Kürt ve sosyalist sanatçıların tecrit politikasıyla yalnızlaştırılarak sindirilmeye çalışıldığını belirten BEKSAV Eşbaşkanı Canan Kaplan, “Halkla buluşmaları engelleniyor” dedi.
İfade ve düşünce özgürlüğünün büyük bir baskı altında olduğu Türkiye’de, sorgulayan ve eleştiren tüm kesimler iktidarın hedefinde. 22 yıllık iktidarı süresince yandaş olmayanı düşman bilen AKP’nin, “tekçilik” politikalarından nasibini alanlardan biri de kültür-sanat oldu. Kürtçe tiyatro, müzik, kitap, roman ve çeşitli sanat üretimi yasaklanırken, toplumun sorunlarına ışık tutan Kürt, sosyalist ve muhalif sanatçılar ise, yargı kıskacıyla yüz yüze kaldı.
“Düşman hukukunu” devreye koyan iktidar, gözaltı ve tutuklamaların yanı sıra “devlet olanaklarından izolasyon”, “hedef gösterme”, “cumhurbaşkanına hakaret” davaları ve “linç kampanyaları” ile sürek avı yürüttü. Bilim Eğitim Estetik Kültür Sanat Araştırmaları Vakfı (BEKSAV) Eşbaşkanı Canan Kaplan, özellikle Kürt ve sosyalist sanatçıların yaşadıkları ile verilen mücadeleye dair konuştu.
İTİBAR SUİKASTI
Eserleriyle halkın temel sorunlarına dokunan devrimci ve muhalif sanatçıların her dönem saldırı ve tecrit uygulamalarıyla karşı karşıya kaldıklarını belirten Kaplan, buna örnek olarak Nazım Hikmet, Yılmaz Güney ve Gülten Akın’ı örnek gösterdi. Günümüzde yapılan itibar suikastına dikkati çeken Kaplan, “Örneğin geçmişte kadınlara yaptığı hatalar nedeniyle Yılmaz Güney’in tüm birikiminin çöpe atılması gibi suikastlar yapılıyor. Evet, belli hataları olmuştur ama bu hataları daha sonra kendisi de kabul etmiş ve bunun üzerinden kendisini de bir değişime, dönüşüme uğratmıştır. Aynı zamanda Kürt meselesinde de tutarlı bir duruş söz konusu olduğu için dönem dönem gerici bazı odakların ve maalesef ki bazı ilerici odaklarında suçlamalarına maruz kalmıştır. Dolayısıyla biz, bu tür idealist bir felsefeden beslenen bir insanı statükocu bir şekilde dümdüz stabil bir varlık olarak kabul eden anlayışın karşısında durarak sahipleniyoruz” dedi.
KÜRT VE SOSYALİST SANATÇILAR
Özellikle Kürt ve sosyalist sanatçıların yalnızlaştırılarak sindirilmeye çalışıldığını kaydeden Kaplan, BEKSAV bünyesinde bulunan Sinema Kolektif ’in “Pride” filminin gösteriminin Kadıköy Kaymakamlığı tarafından yasaklandığını ve üyeleri hakkında davalar açıldığını anımsattı. Bu yalnızlaştırma ve tecrit politikalarının CHP’li belediyelerde de sürdüğünü vurgulayan Kaplan, “CHP’liler tarafından belli bir dönem daha ılımlı bir politika yürütülürken, şu an ise sosyalist kurumların, Kürt sanatçıların neredeyse hiç birine ne büyükşehir ne de ilçe belediyeleri salon vermiyor. Burada sosyalist ve Kürtlerin, halkla buluşması engelleniyor. Böyle bir tecrit söz konusu. Maalesef ki bu tecrit politikasını kırmaya dönük ciddi sıkıntılar yaşıyoruz. Ürettiğimiz sanat eserlerini kendi dergimizde yayımlamaya çalışıyoruz ama dağıtım ağlarının tekelleşmesi nedeniyle ağlara giremiyoruz. Dolayısıyla kendimiz elden dağıtmak ya da kargoyla dağıtmak zorunda kalıyoruz. Bu da aşılması gereken bir tecrit konusudur. Onun dışında sosyalist sanatçılar olarak belli dönemlerde mitinglerde konserler veriyoruz, tiyatro oyunları oynuyoruz. Bunların içeriği de sık sık tartışma, soruşturma söz konusu olabiliyor. Grup Vardiya geçtiğimiz yıl Nurhak’ta da konser verdi. O konserde devrimci önderleri andıkları gerekçesiyle gurubun solistlerine ‘terörizmi övmek” iddiasıyla soruşturma açıldı. Ama tüm bu tecrit, yalnızlaştırma ve sindirme politikalarına karşı daha fazla sokakta olmayı, daha fazla halkla buluşmayı, ezilen, ötekileştirilen, marjinalleştirilen kesimlerle bir arada olmayı önemsiyoruz” ifadelerini kullandı.
ÜNİTER YAPIYA KARŞI ÇOĞULCU SANAT
Bu sanatçıların devletin üniter yapısındaki kodları yıkıp, çoğulcu bir sanat inşa etme gayretinde olduğunu dile getiren Kaplan, şunları belirtti: “Nasıl ki kadınlar 5 bin yıllık patriarkal ataerkil sistemle uğraşıyor ise ve bu konuda hala sürekli olarak her uyandığında hem kendisiyle hem karşısındaki erkekle uğraşıyorsa bu durum sosyalist sanatçılar için de aynı. Devletin üniter kodlarına karşı yeni değerler üretmek çok büyük bir çaba gerektiriyor. Kendisiyle ve karşısındaki üniter yapıyla savaşı gerektiriyor. Aslında bu sürekli kavga hali bizi diri tutan bir şey de. Bu tekçilik yapıya karşı elbette çoğulculuğu, farklı kesimlerin sesini yükselten ve bunu anlatmaya çalışan bir yerde duruyoruz.”
TOPLUMSAL GÖREV VE SORUMLULUKLAR
Politikanın nüfuz edemediği yerlere ulaşan sanatın istenilen mesajı iletmede iyi bir araç olduğunu dile getiren Kaplan, örgütlülüğün önemine değindi. Günümüzde sanatçıların ancak çeşitli deklarasyon ve çağrılarla bir araya gelebildiğini dile getiren Kaplan, “Örneğin ‘Barışa Ses Olalım’ deklarasyonunda kapsamlı bir şekilde çok sayıda sanatçıyla bir araya geldik. Bu konudaki en önemli görevlerimiz hem kadın özgürlük mücadelesine katkı sunacak bir yerden daha fazla üretmek hem de Kürt meselesi, Kürt halkının özgürlüğü ve talepleri konusunda daha fazla rol ve inisiyatif alınması gerektiğini düşünüyorum. Sosyalistlerin bir diğer görevi de içinde bulunduğu sınıfın dertlerini, gerçeklerini daha yüksek sesle haykırmaktır. Şu anda açlık ve yoksulluk krizi derinleşirken, sosyalistlerin de özellikle bu konuda itirazlarını yükseltmesi gerekiyor. Örneğin; Tiyatro İmge’nin şu an da bir işçi kadının yaşadığı tacizleri, zorlukları anlattığı ‘Erwin Motor’ oyunu var. Fransız bir yazar tarafından yazılan bu oyun, iyi bir yoksulluk ve sınıf anlatısıdır. Bu yüzden her eser ya da oyunu halkımızın dertlerini anlatacak şekilde bulmaya, seçmeye çalışıyoruz. Bu, bizce sosyalist ve yurtsever sanatçıların dikkat etmesi gereken bir başka kriterdir” ifadelerini kullandı.
MA / Ömer İbrahimoğlu