ADANA - Cumhurbaşkanı Erdoğan 'yoktur' diyerek, çözüm istemediğini gösterse de Türkiye’nin bir ‘Kürt sorunu’ olduğunu söyleyen DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, “Önce bunun adını koymamız lazım. Kürt sorunu vardır, bu sorunun çözümü de kendi vatandaşlarımızın insan olmaktan kaynaklı doğuştan itibaren zaten sahip olduğu temel kaynakları olduğu gibi tanımak geçiyor" dedi.
Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Genel Başkanı Ali Babacan, partisinin Seyhan İlçe Başkanlığı kongresi öncesinde kentteki bir otelde araya geldiği basın mensuplarının sorularını yanıtladı.
Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtiği 2018 yılından bu yana pek çok alanda geriye gittiğini dile getiren Babacan, iktidarda bulunan AKP’yi eleştirdi. Babacan, geçtiğimiz hafta sonu yapılan AKP kongresinde salona asılan “Güven ve istikrar" pankartına atıfta bulunarak, “Güven ve istikrar. Buna kimse inanmaz” dedi.
'KRİZ ARKASINA KRİZ YAŞIYORUZ'
2023 hedeflerini 2011 yılında koyduklarını ama AKP iktidarının konulan bu hedeflerin de çok altında hedefler koyduğunu söyleyen Babacan, "2011 yılında 2023 yılı için milli gelir hedefi 25 bin dolar belirlenmiş olmasına rağmen bu iktidar 10 bin dolar belirlemiştir” diye konuştu.
Babacan, "Özellikle son 2,5 yıldır partili ve taraflı Cumhurbaşkanının göreve başladığı günden bu yana ülke kriz arkasına kriz yaşıyor. Sadece Cuma gününden bugüne yaşadıklarımıza bir bakın, gerçekten akıl alır gibi değil. Bugünkü iktidar tamamen hukuku, adaleti bir kenara atmış durumda. Hukuk devleti Anayasamızın ikinci maddesinde yazan ama uygulanmayan bir ilke haline gelmiş durumda. Kasım ayındaki o çalkantıdan sonra haftalardır Sayın Erdoğan ‘İnsan Hakları Reform Paketi’mizi açıklayacağız’ diyordu ve 1 Mart’ta da açıklandı. Sonradan öğrendik ki bu bir Avrupa Birliği projesiymiş 1 Mart’ta da süresi doluyormuş. Eğer o gün açıklanmasa da parası yanıyormuş falan filan, bu ayrı. Ama insan haklarının sadece Kasım ayının başındaki, dün ve bugün yaşandığı gibi yine bir kur riski, döviz krizi, bir ödemeler krizi dengesi yaşandıktan sonra hükümetin aklına geliyor olması çok üzücü" ifadelerini kullandı.
‘BUNUN ADI KEYFİLİK’
İktidarın insan haklarını ekonomi dibe vurunca hatırladığını vurgulayan Babacan, “İlla zoru görünce, illa ekonomi dip yapınca insan haklarını hatırladılar maalesef. Bu iktidarın en önemli sorunu, bunlar kendileri hiçbir şekilde kurala bağlı kalmak istemiyor. Anayasa’ya, yasaya, ilkelere bağlı kalma gayreti yok. Çünkü bu yönetim zihniyetinin esasında keyfilik var. Sabah uyandım aklına geleni yaptım, kimse de bana engel olamaz. Bunun adı devlet yönetiminde tam bir keyfiliktir” dedi.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ
Babacan, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılmasının hukuksal yönden yanlış olduğunu da belirtti.
Babacan, "Bu uluslararası bir sözleşme ve bunun tarafı olan 30’dan fazla ülke var. Bu sözleşme madde madde gelmiş Meclis’te komisyonlarda görüşülmüş, Genel Kurul’da onaylanmış, TBMM’nin iradesi oluşmuş orada. Fakat bir bakıyoruz tek imzayla, ‘ben bunu çekiyorum’. Böyle bir şey olabilir mi? Önce tek bir imza ile kendine yetki alıyor, sonra o yetkiyle ‘sözleşmeden çekiliyorum’ diye kullanıyor. Bu hukuk kimsenin oyuncağı değil. Biz toplu bir dava sürecini başlatıyoruz Danıştay’da dava açıyoruz ve aynı zamanda da Türkiye genelinde imza topluyoruz. Usule karşı dava. Böyle Anayasa ihlali olmaz. Böyle tek imzayla uluslararası bir sözleşmenin birdenbire çekilmesi Meclis’in yetkisindedir" dedi.
‘ERDOĞAN KÜRT SORUNUNDA ÇÖZÜM İSTEMİYOR’
Kendisine bu yönde yöneltilen bir soru üzerine Kürt meselesi üzerinde de duran Babacan, bu konuda şunları söyledi: "Biz parti olarak açık açık yazdık. Bu ülkenin bir Kürt sorunu vardır. Önce bunun adını koymamız lazım. Sayın Erdoğan ne diyor; 'yoktur' diyor. Yoktur, demesi çözüm istemiyor demektir. Bunun adını koymak lazım. Kürt sorunu vardır, bu sorunun çözümü de kendi vatandaşlarımızın, insan olmaktan kaynaklı doğuştan itibaren zaten sahip olduğu temel kaynakları olduğu gibi tanımak geçiyor. Bu pazarlık konusu yapılamaz. Al ver konusu olmaz, oynanmaz. Bir yandan Kürt sorununa temel hak ve özgürlük perspektifi getirirken, diğer taraftan da apayrı terörle mücadele sürecinin işletilmesi gerekiyor. Terörle mücadele dediğimizde, sadece güvenlik enstrümanlarıyla değil, sadece askeri bakış açısıyla değil, diplomasiyle, uluslararası ilişkilerle tüm bölgeyi göz önünde bulundurup, bölgesel bir çözüm perspektifi ile buna yaklaşmak gerekiyor. Sadece kendi hudutlarımız içerisindeki teröristlerin peşine kendi güvenlik güçlerimizin düşmesi ve sadece kendi hudutlarımız içerisinde 'bugün şu kadar terörist şöyle olduğu böyle oldu’ diye açıklamakla terör sorununu çözemezsiniz. Kaldı ki 40 yıldır Türkiye bunu çözebildi mi? Çözemedi. Bu kafayla çözemez."