Uçar: Tecride karşı mücadeleyi toplumsallaştıracağız
Akın: Yeni anayasa tartışmalarının dışında kalmayacağız

img
İSTANBUL - Yeşil Sol Parti Eşsözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, Abdullah Öcalan’a dönük tecride karşı mücadeleyi toplumsallaştıracaklarını belirtirken, Eşsözcü İbrahim Akın ise yeni anayasa tartışmalarının dışında kalmayacaklarını söyledi. 
 
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Eşsözcüleri Çiğdem Kılıçgün Uçar ve İbrahim Akın, İstanbul’da bir grup gazeteciyle bir araya geldi. Eşsözcüler gündemdeki “Yeni Anayasa, Kürt sorununun çözümü, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit, Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırılar ile yerel seçime” dair gazetecilerin sorularını yanıtladı.
 
Yeniden yapılanma sürecinde toplum ve çeşitli kesimlerle kurduğunuz temaslarınız sonucu ortaya nasıl bir tablo çıktı ve bu tablo genel kongrenize nasıl yansıyacak?
 
İbrahim Akın: Yenilenme sürecine yönetim değişikliği, eşbaşkanlık değişimi olarak bakmıyoruz. Bir politik değişim süreci olarak anlamak, kavramak, ihtiyaçlarını görmek ve yeni dönemin ihtiyacına göre de yeni siyaset kurmak olarak bakıyoruz. Bununla ilgili karar tasarımız içerisinde bir kısım örgütsel yenilenmenin adımlarını attık. Örneğin, yerel seçimlerde aday belirleme süreçleriyle ilgili en geniş demokratik katılım süreçlerini yapmadan bu aday belirleme süreci yapmayacağız. Yerel yönetimlerle ilgili bütün halkın katılabildiği, doğrudan insanların sözünün katılabildiği bir süreci işleteceğiz. Bir ön seçim sonrası aday belirleme pratiklerini belirleme konusunda karar tasarımız var. Doğrudan katılım süreçleri de yapacağız. Kendi içimizdeki yönetim seçimlerini, eşbaşkan seçimlerinin örgütsel mekanizmalarını da tartıştık. Bununla ilgili de bir kısım değişiklikler yapmaya çalışıyoruz. Ama önümüzdeki dönem daha somut olarak bu değişikliklerin programlanmasını, planlanmasını yapmayı düşünüyoruz.
 
Çiğdem Kılıçgün Uçar: Kendimizi sistem içi olmayan bir parti olarak tarif ediyoruz. Bu sistemle en etkili mücadele eden parti olarak tarif ediyoruz. Toplumsal gerçekliği hala çok canlı olan ve bunun üzerinden siyaset yapan bir parti geleneğimiz var. En çok açığa çıkan başlıklar bürokrasinin gereğinden fazla parti içinde yer edinmiş olması, halkla birlikte inşa edilmiş bu paradigmanın kendisinin aslında halktan uzaklaştığı eleştirisi vardı. Dolayısıyla bir geri dönüş yaşadık aslında. Partiyi birlikte kurduğumuz halkımızla birlikte süreci yeniden ele aldık. Hem yerel seçimler bağlamında hem partide görev alma bağlamında hem de partide karar alma süreçlerinde bunun yansıması çok olumlu olacak. Çünkü halkımızla bir ‘helalleşme’ yaşadık. Demokratik siyasetin tasfiye edildiği bir dönemdeyiz. 7 Haziran seçimlerinin Türkiye siyasi hafızasında çok demokratik miras olduğunu düşünüyorum. Yükümlülüğünü aldığımız yüzyıllık değişimin en belirgin toplumsal ve siyasal tablosu buydu. Ulus devletten başka bir gerçeklik Türkiye’ye gelmez sözünün duvarlarının çatladığı bir zaman dilimi yaşadık. Sonrasında iktidarın ve devletin attığı her adım demokratik siyasetin tasfiyesine dönüştü. Geldiğimiz noktada bizim de pusula olarak gördüğümüz HDP paradigmasını yenememiştir devlet ve iktidar. Bir anlamda “Çöktürme Planı” ile derdest edeceği bir toplumsal ve siyasal gerçeklikle hala mücadele eden bir devlet aklı var. Biz bu paradigmanın daha güçlü sahiplenileceği bir kongre ile yeni döneme gireceğiz.
 
Yeni anayasa tartışmaları var. Kürt sorunu çözülmeden ve “çözüm sürecinin” aktörlerinden PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılmadan yeni bir anayasadan bahsetmek mümkün mü?
 
 
AKP’nin yürüttüğü şiddet, bir anlamda toplumun bütün taleplerine bir darbe niteliği taşıyor. Bunun üzerinden bir anayasa yapmaya çalışıyor. Anayasa yapmanın ruhu bile istenilen demokratik anayasaya zemin vermeyecek.
 
Çiğdem Kılıçgün Uçar: Anayasa bir ruha da tekabül ediyor. 1921 Anayasasına dönüp bakmakta fayda var. İki tane önemli nokta var burada. Birincisi muhtariyet, ikincisi Türkiyelilik tanımı. Bunların her ikisinin reddedildiği bir süreç yaşıyoruz. Ve sonraki süreçlerde darbesiz anayasa yapım süreçlerinin olmadığını biliyoruz. Peki biz bugün içinde yaşadığımız durumu bir darbe olarak tanımlayabilir miyiz, evet. AKP’nin yürüttüğü şiddet, bir anlamda toplumun bütün taleplerine bir darbe niteliği taşıyor. Bunun üzerinden bir anayasa yapmaya çalışıyor. Anayasa yapmanın ruhu bile istenilen demokratik anayasaya zemin vermeyecek. Türkiye’nin demokratik yeni bir anayasa ihtiyacı çok acil. Bu gündem seçim malzemesi yapılmayacak kadar kıymetli. Seçim sonuçlarından nicelik olarak yüzde 48 olarak görünen bir tek adam rejimine karşıtlık var, bize göre bu nicelik yüzde 48’in çok üzerindedir. Ve bu niceliğin katılmadığı bir anayasanın toplumsal, siyasal ve demokratik gerçeği tartışmaya açık. Demokratik anayasanın yapımını zorlayan ve bunun öncüsü olacak pozisyonda olmak zorundayız. Biz bu anlamda demokratik bir anayasanın gerçekleşmesi için sorumluluk aldığımızı biliyoruz. Aslında demokratik değerlere çekmeye çalışacağız. Ne kadar başarabilmemiz ne kadar toplumsallaşması ile alakalı. Bunun çabası içinde olacağız.
 
İbrahim Akın: Anayasa tartışması AKP’nin bir taraftan geniş toplumsal destek alma çabası öbür taraftan da demokratik siyasal hayata alan açma değil de, daha çok diğer muhalefeti sıkıştırma üzerine kurgulandı gibi görünüyor. Kendisine bir alan açmak istiyor. Bu ülkede bir anayasa ihtiyacı var ancak demokratik bir ortam olmadan da doğru bir tartışma zemini sağlanmadan da herkesin eşit tartışma sürecine katılamadığı bir yerde demokratik bir anayasa olamayacağını söylemiştik. Bu nedenle yol temizliği fikriyatımız zaten vardı. Bu yol temizliği de, mevcut bütün otoriter uygulamaların kaldırılmadığı sürece de anayasa yapılmasının mümkün olmadığını söylüyoruz. Niyetlerinin şu andaki saray rejimini inşa etmek bakımından önlerindeki engel olarak gördükleri mevcut yasaları kaldırmak üzere bir anayasa tartışması yaptıklarını tahmin ediyoruz.
 
2013-2015’te yaşanan süreç açısından bakıldığında bu ülkede demokratik bir ortam sağlansa, meclis çalışsa, bütün partilerin Kürt sorunu başta olmak üzere tartışabildiği, çözüm üretebildiği bir ortam sağlansa zaten doğal olarak bu inisiyatif sağlanmış olacak. Ama bu konuda Kürt sorununu, tecridi dillendiren herkesin gözaltına alındığı bir ortamda bunlara bağlı olarak olamayacağını düşünüyoruz. Dolayısıyla anayasa tartışmasının dışında değiliz, önümüze geldiğinde bu tartışmayı biz yapacağız. Bizi ilgilendirmez gibi bir tutumumuz yok. Bu tartışmaya sonuna kadar katılacağız, bu konuda alternatiflerimizi sunacağız. Ancak öncelikle demokratik bir ortam sağlanmadan demokratik bir anayasa yapılamaz diye düşünüyoruz.
 
Demokratik bir ortam nasıl sağlanır? Buna dair somut projeleriniz, planlarınız var mı?
 
Çiğdem Kılıçgün Uçar: Demokratik zeminin sağlanabileceği bir süreci Türkiye 2013-2015 aralığında deneyimledi. Bir müzakere, diyalog aracı olan siyasetin kendisini bir çatışmacı ortama dile dönüştürmüş durumda. Bizim açımızdan en kıymetli veri, bu toplumda hala demokratik değerler mevcut. Üstünde ciddi bir yargı sopası, bir baskı var AKP-MHP üzerinden. Bunu azaltarak bu zemini oluşturabiliriz. Bunun içinde bütün mücadele alanlarının yan yana gelmesi lazım. En iyi yapabileceğimiz şey kendi mücadele hikayemizi, paradigmamızı bütün toplumsal kesimlere anlatmak ve bütün mücadelelerin sahiplenmesi gerektiğini anlatmak gerekiyor. Bunu başarabilir miyiz, başarabiliriz.  
 
Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırılar, bu sorumluluk almayan akıl hem Türkiye hem de Türkiye dışında yaşayan Kürtlere savaştan başka bir seçenek yok algısını dayatmaya çalışıyor. Türkiye’de HÜDA PAR ile Güney’ deki Barzanilerle kurmuş olduğu ittifakın kendisi, Kürtlerin yüzyıllık varlığını, değerlerini yok sayan bir tutumla ilerlemeye devam ediyor. AKP seçime giderken özellikle savaş baronlarına bir söz verdiğini biliyoruz. Ürettiği İHA ve SİHA şirketlerinin büyük bir bölümünün AKP elinde olduğunu biliyoruz. Oluşacak bir barış ortamının kendisi AKP gibi bir iktidar aklının yokluğu anlamına gelecek. İfade edilen bekanın kendisinin toplumsal bir beka olmadığını anlatmakta biz zayıf kaldık. Bu beka AKP-MHP’nin kendi bekasıdır. Ama bekayla devlet bekasının ne kadar uzlaştığı meselesi de soru olarak masada duruyor. İnsanların bir arada yaşamasının önünde bu iktidar dışında bir engel olmadığını anlatmayı başardığımız andan itibaren hem AKP hem ulus devletin kendisi daha çok zayıflayacak ve yollar bulunacak.
 
Yerel seçimlerde nasıl bir yol izleyeceksiniz? Kayyım tehdidi var buna dair alternatif bir yol izleyecek misiniz? Batıda bir ittifak olacak mı?
 
İbrahim Akın: AKP, yerel  seçimlerde İstanbul başata olmak üzere kaybettiği yerleri tekrar kazanmak, merkezle yerel arasındaki bağı tekrar güçlendirmek istiyor. Biz iki yere odaklanmış durumdayız. Bir tarafıyla Türkiye’deki demokratik siyasetin korunması öbür tarafıyla kayyım politikasının bertaraf edilmesi meselesi bizim için temel problem. Biz seçimlerde bu kayyım siyasetinin gayri meşru olduğunu bütün dünyaya duyurmak ve bütün halkın katılımıyla kendi iradesine sahip çıkmasını sağlamak için her türlü katılım yöntemiyle siyasi görüşleri ne olursa olsun herkesin katılacağı bir çalışmayla, onların belirlediği ön seçimler sürecinden geçen adaylaşma süreciyle bu meseleyi bertaraf etmek istiyoruz. Sonuç olarak hedefimiz şu: Halkın iradesinin doğrudan katıldığı, halkla devlet arasında bir tartışmanın mücadelenin ortaya çıkarıldığı meselenin sadece bir partiyle sınırlı olmadığının yaratılması gerekiyor. Bu konuda bir çalışmamız var. Geniş katılımla bu tartışmayı yapacağız. Meclis üyesinden, eşbaşkanların seçilmesine kadar bütün pratikleri genel kongremiz sonrasında en büyük hedefimiz olacak. AKP’yi Kürdistan coğrafyasında bir kez daha mağlup etmeye, kendi siyasi iradesine sahip çıkan bir halk iradesinin açığa çıkarılmasını sağlayacağız. Dolayısıyla kayyum politikasının tekrar edilmemesini sağlayacak bir atmosferin yaratılmasının da gerekli olduğunu düşünüyoruz.
 
Batı yakasındaki tartışma 2019 yılında farklıydı. Bugün biraz daha farklı boyutları var. Bizim dışımızdaki dinamiklere bakıldığında ortak hareket etme şansları zayıf görünüyor. Biz bu durumu biraz yerellerin durumu ile beraber konuşacağız. Kararlaşmamızı da genel kongreden sonra yerel seçimlerle ilgili konferans yapacağız. Bunu da bütün katılımlarla birlikte değerlendireceğiz. Eğilimleri, kararlaşmaları orada çıkaracağız. Sonra da yeni dönemin yönetimi planlamada görev üstlenmiş olacak.
 
Meclis’te aynı zamanda muhalefete, sivil toplum örgütleri, aydınlar ve çeşitli kesimlere de Kürt sorununun çözümü için aktif rol alma çağrısında bulundunuz. Bu çağrı düzeyinde mi kalacak, yoksa girişimleriniz olacak mı?
 
 
 Hakan Fidan’ın yapmış olduğu açıklamaya bugüne kadar sessiz olan ülkeler, AB, AP… Yani sivilleri açık açık hedef alacağını ifade eden bir dışişleri bakanı var. Bu dış işleri bakanı Kürt sorununa dair müzakere tartışmaları yürütüldüğünde işin merkezinde olan bu meselenin çözümü için en çok çaba içerisinde olduğunu iddia eden bir kişiydi. Savaş karşıtlığını yüksek sesle ele almak durumundayız.
 
Çiğdem Kılıçgün Uçar: Demokratik bir Türkiye için Kürt sorunun çözümü, Kürt sorunun çözümünde ön adım olarak ta tecridin kaldırılması gerekiyor. Biz tecrit meselesinin kendisini sadece İmralı’da Sayın Öcalan’a uygulanan bir politika olmaktan çıkıp bir hukuksuzluk olarak yaşanmasından Türkiye’de bir rejim haline geldiği tespitini uzun bir süredir yapıyoruz. Bu mücadeleyi daha toplumsallaştırmanın yol ve yöntemini arayacağız. Türkiye’de aslında kalıcı bir barışın gerçekleşmeyeceğine dair tek akıl devlet ve iktidar aklıdır. Çünkü 2013-2015 yılında devletin tanımladığı “terör, terörist” kavramından barış elçisi kavramına yükselen bir Abdullah Öcalan gerçekliği var. Tecridin kaldırılması ve Sayın Öcalan’ın Kürt sorunun çözümünde nasıl bir rol ve muhatap olabileceği konusunda toplumun, O’nun gerçek kimliği ile tanışmasına dönük bir ihtiyaç ciddi anlamda duruyor. Yalnız geldiğimiz aşamada şöyle bir sıkıntı ile karşı karşıya olduğumuz kesin: Bu mesele sadece Kürtlerin gündemi ve etrafındaki demokrasi güçlerinin gündemi gibi. Ama biz bunu toplumsal gündem yapmak durumundayız. 2013-2015 yıllarının toplumsal refahını, uzlaşısını yan yana gelme biçimini hatırlatmakta fayda var.
 
Türkiye’de Kürt sorunu ‘yoktur’ diyenlere bir örnekle anlatmak isterim: Kurucu kongrelerinden birisi olan 1919 yılındaki Erzurum Kongresi kıymetli bir yerde duruyor. Kürtlerin katılımı ile varlığı ile hayat bulan bir kongre bu. Aradan yüzyıl geçti. Biz 1 Eylül tarihinde ve ondan önceki yıl 29 Ağustos tarihinde iki gerilla cenazesi için Erzurum’a gittik. Yani 1919’un kuruculuğundan ve Kürtlerin varlığından bugün Kürt halkının evlatlarının cenazelerinin kutularda gönderildiği bir Erzurum gerçekliği var. Kürt sorunu yoktur diyenlere verilebilecek en iyi cevap bu. Bu gerçekliği toplumsallaştırma konusunda zayıflıklarımız var, iktidar bunun önünde çok ciddi engel. Bunun oluşabileceği her zeminde devletin-iktidarın attığı ilk adım sınır dışı operasyonlar oluyor. Kürt düşmanlığı konusunda AKP içerideki ittifaklarını tükettiği için dışarıdan ittifak arıyor. Bir bölgesel güç olma arzusuyla Türkiye’nin kurucu unsuruna, Türkiye’nin demokratik geleceğine cevabı Türkiye içinde veremediği için sınırdışı operasyonlarla veriyor.
 
Hakan Fidan’ın yapmış olduğu açıklamaya bugüne kadar sessiz olan ülkeler, AB, AP… Yani sivilleri açık açık hedef alacağını ifade eden bir dışişleri bakanı var. Bu dış işleri bakanı Kürt sorununa dair müzakere tartışmaları yürütüldüğünde işin merkezinde olan bu meselenin çözümü için en çok çaba içerisinde olduğunu iddia eden bir kişiydi. Savaş karşıtlığını yüksek sesle ele almak durumundayız. Bu konuda en önemli görevlerden biri biz Meclise çağrıda bulunduk ama muhalefetin sessizliği bu meselenin kendisini büyüten bir yerde duruyor. Mesele Kürt sorunu olduğunda aynı hizaya gelen bir muhalefet var. Dolayısıyla muhalefetin sorumluluğu çok tarihsel. Ama bir tercihini yaptı. Bir değişimi, dönüşümü, ortak yaşam iradesini esas almak yerine AKP politikalarına tabi oluyor. SİHA neden Kuzey ve Doğu Suriye’yi bombalıyor demek yerine “Biz neden SİHA’ların düşürüldüğünü başka ülkelerden öğreniyoruz” diye soran bir muhalefet ile karşı karşıyayız.
 
MA / Diren Yurtsever