Temelli: Türkiye’yi ceberut iktidardan kurtaralım

img

ANKARA – Parti Meclisi toplantısında, bir sistem değişikliği ihtiyacı ile “erken seçim” çağrılarını yineleyen HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, Ocak ayında gidecekleri 4. Olağan Kongreleri için ise, Türkiye halklarına, emekçilere, kadınlara ve gençlere “Gelin bu süreci hep birlikte örelim. Türkiye’yi bu ceberut iktidardan hep birlikte kurtaralım” sözleriyle seslendi.

 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Parti Meclisi, Eş Genel Başkanlar Başkanı Sezai Temelli ve Pervin Buldan başkanlığında parti Genel Merkezi’nde toplandı. Toplantının açılışında Sezai Temelli, PM üyelerine seslendi.
Son PM toplantılarını yaparak bir dönemi tamamladıklarını dile getiren Temelli, parti olarak 4’üncü Olağan Kongrelerinin hazırlık çalışmalarını sürdürdüklerini belirtti. Temelli, “Öncelikle Ocak ayı sonunda büyük konferansımızı gerçekleştireceğiz. Bu konferansa giderken hem bu son iki yılı, hem HDK’den bugüne yolculuğumuzu ele alacağız hem de önümüzdeki dönemin yol haritasını hep beraber oluşturacağız” dedi.
 
‘HDP TÜRKİYE HALKLARI İÇİN YEGANE İKTİDAR SEÇENEĞİDİR’
 
Temelli, HDP olarak düne göre daha da güçlendiklerini ve büyüdüklerini ifade etti. Türkiye’de iktidar karşısında muhalefet seçeneği olduklarını söyleyen Temelli, konuşmasını şöyle sürdürdü: 
“Bir seçenek ortaya koyduk. Şimdi bu seçeneği bir iktidar seçeneğine dönüştürme zamanı gelmiştir. Bu inançla, bu kararlılıkla bu mücadele azmi ile önümüzdeki dönemi yan yana var edeceğiz. İnanıyorum ki önümüzdeki dönemde HDP Türkiye halkları için yegane iktidar seçeneği olacaktır. Türkiye’yi Ortadoğu’yu değiştirecektir. Özlemini duyduğumuz o onurlu barışı demokratik cumhuriyeti var edecek en büyük güç olacaktır. Çünkü Türkiye tıkanmıştır, Ortadoğu tıkanmıştır, siyaset tıkanmıştır. Ciddi anlamda bir çürüme ile karşı karşıyayız.
 
 HER GÜNE KATLİAM SIĞDIRMIŞ ZİHNİYET İLE KARŞI KARŞIYAYIZ
 
Bu hafta içinde Maraş Katliamı’nın yıldönümüydü, yitirdiklerimizi hep beraber andık. Yine bu hafta içinde ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ denilerek cezaevlerinde hayatı sonlandıran saldırının da yıldönümüydü. Yine orada yitirdiklerimizi andık. Önümüzdeki hafta Roboski’de yitirdiğimiz 34 canı anacağız. Ama katliamlar bitmiyor. Dönüp baktığımız da bir katliamlar coğrafyasında yaşıyoruz. Her güne bir katliam sığdırmış bir zihniyetle karşı karşıyayız. O yüzden bir yüzleşmeye ihtiyacımız var. O yüzden o hakikatlerle karşı karşıya gelmeye ihtiyacımız var. Yüzleşme, tarihten cımbızla çektiklerinle yüzleşmek değildir. Bütün tarihin değerlendirilmesi gerekiyor. İşte bu iktidar tarihten cımbızla çektiklerinin ötesinde kalan katliamları kendisine örnek alıyor, o halklara, o kadına düşmanlığı, emeğe düşmanlığı kendisine örnek alıyor. Tarihi tekerrür etme peşinde koşuyor. 
 
CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ AYRIŞTIRIYOR
 
Bu sisteme, bu iktidara son verme zamanı gelmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen bu sistem sürdürülebilir değildir. Bu sistemi sonlandırmak gerekiyor. Bu sistem Türkiye halklarının, Türkiye toplumunun, bu kadim coğrafyanın kadim topluluklarının kültürüne, tarihine, bir arada yaşam iradesine aykırıdır, tezattır. Tam tersine bu sistem toplumları ayrıştıran halk düşmanlığından, Kürt düşmanlığından beslenen bir sistemdir. Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi dediğimiz bu sisteme dönüp baktığımızda geride bıraktığımız bir buçuk yıl içinde ne toplumsal ne siyasi ne iktisadi barış kaldı. Zaten yoktu diyeceksiniz ama olma umudunu da dinamitleyen bir sistem. 
 
BİR İÇİŞLERİ BAKANI VAR EVLERE ŞENLİK
 
Bir sistem olmuştur kabineye dönüp baktığınızda buna hükümet mi denir. Kabinenin bütün üyeleri halka, topluma savaş açmış durumda. Bir İçişleri Bakanı var ki evlere şenlik. Topluma sürekli şiddet empoze eden, toplumları, halkları ayrıştıran bir bakandır. Bakan demeye bin şahit lazım. 
Kendi suçlarını örtbas etmek için iftira atan, milletvekillerimizi suçlayan, örgütümüze savaş açan, her gün HDP’yi  düşmanlaştıran o diliyle toplumu düşmanlaştıran bir kabine üyesidir. Sadece bununla da kalmıyor. Dünkü konuşmasında diyor ki, biz diyor; ‘işkenceye sıfır tolerans tanırız’. İşkenceye değil, işkenceciye sıfır tolerans tanıyorsunuz. Ülkede adeta 12 Eylül’ü yeniden hortlattılar, 90’ları yeniden hortlattılar, her yerde işkence var. 
 
İŞKENCE SİSTEMATİK HALE GELMİŞTİR
 
Daha geçenlerde Mezopotamya Ajansı’nda Ruken Demir, Jinnews’ten Melike Aydın Şakran Cezaevi’ne girerken ciddi bir işkenceye maruz kaldılar. Daha birkaç gün önce işkenceye sıfır tolerans diyen bu bakana hatırlatmak istiyorum. İstanbul Gençlik Meclisi üyeleri gözaltına alındığında yaşananların belgeleri hala ortada. Çıplak aramadan şiddete dövülmeye her türlü darbeye dair belgeler ortadadır. Yine hatırlatayım Van'da Şahin Ailesi. O ailenin ne yaşadıklarına dair fotoğrafları hala hafızalarımızda. Gevaş’ta mantar toplayan köylülere yapılan işkence, Halfeti’de 54 insana yapılan işkence. Bunlar aklımıza gelen bir kaç tane işkence vakası. İşkence neredeyse iktidarın son döneminde sistematik hale gelmiştir. Artık her türlü işkence ile toplum yüz yüzedir. 
 
İKTİDAR TÜM TOPLUMA SAVAŞ AÇMIŞTIR
 
Yönetemiyorlar, bu iktidar yönetemediği için de şiddeti yegane araç haline getiriyor. Evet, devlet şiddet tekelidir, bu tekeli elinde tutar. Ama bunu tutmasının nedeni toplumsal barışı sağlamak adına bir şiddetsizlik iklimi yaratmak içindir. Bugün iktidar elinde tuttuğu bu şiddet tekeliyle  topluma savaş açmıştır. Kürtlere, kadınlara, emekçilere, doğaya savaş açmıştır. Saldırganlıkta sınır tanımayan bir şiddet girdabının içine bütün Türkiye’yi sürüklemektedirler. Ortada şiddeti sürdürülebilir kılmak adına bir hukuksuzluğun da var edildiğini görüyoruz. 
 
HUKUKSUZLUĞUN TEMEL REFERANSI TECRİTTİR
 
Hukuksuzluğun en temel referansı, kuşkusuz tecrittir. Tecrit var olduğu sürece hukuksuzluk kaynağını buradan yoluna devam edecektir. Öyle de oluyor. Tecrit ve sonrasında gelen mutlak tecrit dönemiyle beraber Türkiye paralel hukuk var etmiştir. Hukuk devleti adına anayasal devlet adına hiçbir şey kalmamıştır, tüm bunlar ortadayken hukuksuzluk adeta genel geçer bir yönetim haline getiren bu iktidar sıkıştıkça da Kürtlere saldırmaya, HDP’ye saldırmaya, Türkiye’deki sosyalistlere, devrimcilere, emekçilere saldırmaya devam ediyor. 
 
İŞKENCECİLER KORUNMAYA DEVAM EDİLİYOR
 
İşte bu iftira ve yalanlara en iyi yanıtı hem işkenceler hem de kötü muamele konusunda Ankara Barosu raporunda görmek mümkün. Ama bütün bunların üzeri örtülüyor, işkenceciler korunmaya devam ediliyor. İşkencenin belki de en yoğun yaşandığı yerlerden biri cezaevleri. Cezaevlerine baktığımızda işkence sistematik hale gelmiş durumda, her türlü hak ihlali cezaevinde yaşanıyor. Hele hasta tutsakların hali katlanılamaz durumdadır. En son Emine Aslan’ı yitirdik. 65 yaşındaydı, hastaydı hiçbir suçu olmamasına rağmen tutsaktı ve maalesef yitirdik. 
 
Şimdi Elif Kısa, haksız hukuksuz yere cezaevinde tutuluyor. Oysa hiçbir suçu yok, hiçbir arkadaşımızın bir suçu yok. Bu zihniyet kendi meşruiyetini bu düşmanlıktan alıyor. Elif Kısa’nın bugün serbest bırakılması gerekiyor. Tıpkı haksız yere tutuklu bulunan diğer arkadaşlarımız gibi. 
 
KAYYIM DÖNEMİNDE ANAYASA 38 KEZ İHLAL EDİLDİ
 
Hukuksuzluk dediğimiz gibi tecritten referansını alan bu hukuksuzluk sınır tanımıyor, dur durak bilmiyor. Kayyım rejimi başlı başına hukuksuzluk rejimi. Kayyım rejimi başlı başına hukuksuzluk, çünkü Anayasa ihlali ve ‘Anayasayı bir kere ihlal etmekle bir şey olmaz’ diyen bu zihniyet kendini o denli yeniden yeniden üretti ki sadece kayyım rejimi döneminde anayasa 38 kez ihlal edildi. Bir anayasa suçu işlendi. TCK 309 maddesi çok açık bu konuda. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı neden resen harekete geçmiyor, o da bizim açımızdan merak konusu. Anayasanın bu denli açık ihlal edildiği kayyım atamalarında 38 kez açığa çıkmış durum ortadayken, TCK’de amir hüküm de çok açıkken Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı harekete geçmiyor buradan çağrı yapıyorum bu suç durumunu teşhir ediyorum harekete geçmesi için de göreve davet ediyorum. 
 
En son Sur ilçesinde belediye eşbaşkanlarımız tutuklandı.  Sur’a da kayyım atandı. Sur’u biliyoruz, Sur nasıl yıkıma tabii tutuldu, orada nasıl bir katliam yapıldığı, Sur’la ilgili nasıl projeleri olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu rantçı, bu yıkımcı zihniyet Sur'a da kayyım atadı. Sur ve Suriçi tarihsel öneme sahip tam bir tarih merkezi. Orada TOKİ  aklıyla, rantçı akılla oraya saldırıları başlatmışlar. Hatta Sur'un 6 mahallesine giriş yasağı vardı. Şimdi Sur'a kayyıma atadılar, bunun yegane nedeni işte bu zihniyettir. 
 
PARSEL PARSEL ÜLKEYİ PAZARLIYORLAR
 
Bu zihniyet kent yıkımcıdır, tarih yıkıcıdır doğa talancıdır. Tıpkı Hasankeyf’e yaptıkları gibi. Utanmadan o tarihi binaların taşınmasını bir marifet gibi anlatıyorlardı. Yani sadece 30-40 yıl enerji üretecek bir hidroelektirik santral uğruna tarih yıkımı devam ediyor. Utanmazlıklarının göstergesi taşıdıkları binalardır. Şimdi aynı felaket Sur’u, İstanbul’u bekliyor. Kanal İstanbul dedikleri proje, rant projesidir. O kadar aciz durumdalar ki ülkeyi parsel parsel pazarlıyorlar. Yok Katar’a pazarlıyorlar, yok Çin'e pazarlıyorlar. Bu pazarlamanın yegane yolu da büyük projelerden geçiyor. Nedir bu büyük projeler işte Osmangazi köprü, Üçüncü köprü şimdi de Kanal İstanbul. Başlangıç fiyatı 25 milyar dolar, ötesinde 50-60 milyar dolara kadar çıkabilecek bir rant alanından bahsediyoruz. Bunu planlamak ve sonrasında doğa talanına, kentsel yıkıma yol açacak bir projeden bahsediyorlar. Bunu vicdanlarına sığdırıyorlar çünkü hayata bakışları böyle. Çünkü hayatı kendi ölümleri ile sınırlandırıyorlar kendilerinden sonrası tufan ötesini önemsemiyorlar.
 
Bir ÇED raporu yaptırmışlar 13 bin sayfaymış. 200 bilim insanı çalışmış diyorlar. Hiçbir bilim insanı siparişle çalışmaz. Bilim insanına siparişle rapor hazırlatıyorlarsa onlarda bilim yoktur. Eğer bilim insanlarına kulak vermek istiyorsanız bağımsız toplumun vicdanını esas alan bilim insanları var, gider onlara sorarsınız hiçbirisi bunu savunmuyor. Hiç mi şüphelenmiyorsunuz? Kendi sipariş verdikleri bilim insanları dalında bu kanala olumlu yaklaşan kimse yokken hiç mi şüphelenmiyorsunuz? Ama dert başka, dert günü kurtarmak iktidarda kalabilmek ve suçlarını örtbas edebilmek. Ama örtbas edemiyorlar hangi yola başvururlarsa başvursunlar.
 
KRİZDEN ÇIKABİLECEK BİR ÇÖZÜM ÜRETMİYORLAR
 
Kabinedeki iktisadi şiddeti körükleyen bir bakan da Ekonomi Bakanı. Ne diyordu? ‘Dolar düşüyor 5 TL’nin altına düşecek’. Ama ne oldu 6 TL’nin üzerine çıkıyor. O denli müdahale etmelerine, halkın toplumun kaynaklarını o denli çarçur etmelerine rağmen döviz yükselmeye devam ediyor. Bir kriz çarkı içindeyiz. Şimdi tekrar döndük döviz krizi aşamasına kriz sarmalı devam ediyor. Krizden çıkabilecek bir çözüm üretemiyorlar, bu çözümü üretecek akla da sahip değiller. 
 
Dolayısıyla da bu anlayışla bir bütçe yaptılar. Bütçeye dönüp baktığınız da krizleri aşmaya dönük değil, tam tersine bu krizleri derinleştirecek, yıkımı derinleştirecek bir bütçe. Ne bütçesidir? Müteahhit bütçesidir. Ne bütçesidir? Savaş bütçesidir. İşin kolayını bulmuşlar Kürde savaş… Bunu sağlayabilecek bir iktisadi rant çarkı. Bu çarkın içinde kim var müteahhitler var, silah tüccarları var. Bununla kendi devirlerini saadet çarkına dönüştürme peşindeler. 
 
SURİYE’DEN HİÇ DERS ALMAMIŞLAR BUGÜN LİBYA’YA …
 
Bunun böyle gitmeyeceği artık tüm çıplakla ortada. O denli siyaseten tükenmişlik hali var ki bunun son örneği Libya. Suriye meselesinden hiç ders alamamış bir iktidar şimdi de aynı senaryoyu Libya için önümüze getiriyorlar. Cumhurbaşkanı diyor ki, biliyorsunuz çok şapkası var. Cumhurbaşkanı şapkası var, hükümet başı şapkası var, AKP Genel Başkanı şapkası var. Maharet şapkaları zamanında doğru kullanmak ama böyle bir maharet yok. Habire şapkaları karıştırıyor. Şimdi kalkmış diyor ki; ‘Libya bizim için vazgeçemeyeceğimiz bir müdahale alanıdır’. Suriye konusunda zerre kadar ders alamamışlar şimdi İdlib’den gelecek olan 80 bin kişi dünyayı tehdit ediyordu. Bu İdlip nasıl ortaya çıktı ya da Suriye’de IŞİD ve sonrasında gelişen çetele kimin marifetiyle bu hale geldi. ‘Suriye’nin toprak bütünlüğü’ diyor. Bu toprak bütünlüğüne saygı göstermeyen yegane unsur sizsiniz. Aynı şey yarın Libya’da da karşımıza çıkacak. Tüm bunları durdurabilmek adına bu sistemden kurtulmalıyız. 
 
TÜRKİYE’DE SİSTEM DEĞİŞİKLİĞİNE İHTİYAÇ VAR
 
Erken seçim çağrısı yaptık, ne kadar çabuk kurtulursak o kadar iyi diye. Bu çağrıyı yaparken bunun sadece bir seçim çağrısı olmadığını anlattık. Bir sistem değişikliğine yeniden ihtiyacımız var. Eskiye öykünerek bunu söylemiyoruz. Evet sistem değişmeli ama eskiyi tekrar ederek değil. Bu sistemi ancak demokratik bir anayasa ile var edebiliriz. Demokratik anayasa sadece bir anayasa yapım süreci değildir, bir arada yaşamayı sağlayacak bir demokratik zemini var etme çabası gayretidir. Bunu yapabilmek adına erken seçim dedik. Bunu yapabilmek adına Türkiye’nin önünü açabilecek bir adım attık. Erken seçimden ya da seçimden kaçmaya devam edecekler. Biliyorlar ki bu seçim onların siyasi hayatlarının sonu olacaktır. 
 
DEMOKRATİK TÜRKİYE’Yİ HEP BİRLİKTE ÖRELİM
 
Bu tükenmişliklerini aslında sandıkta belgelenmesi olacaktır. Erken seçim kaçınılmaz ama erken seçime kadar yaşayacaklarımız var. Erken seçime kadar demokratik anayasa, demokratik zemin süreçlerinin var edilmesi, politik toplumsal örgütlenme ayaklarının inşa edilmesi önemli görevlerimizden biridir. Konferanslara gidiyoruz büyük kongreye gidiyoruz ama bu sadece HDP’nin kendi içine dönük bir arayış olmayacaktır. Bunun çok daha ötesinde büyüyen genişleyen toplumu örgütleyen hep birlikte Türkiye’yi Ortadoğu’yu dönüştüren demokratik toplum anlayışıyla demokratik Türkiye’yi var eden ve tabi ki onurlu bir barışı var edebilecek bir Türkiye için…Erken seçime giden yolu örmek örgütlemek ve erken seçim sonrası da bir dönüşüm değişim programı olarak bir geçiş programı olarak o demokratik rejimi var etmek çoğulcu laik bir demokratik parlamenter sistemi var edecek bir dönüşüm sağlamamız lazım. 
 
Çağrımız tüm Türkiye halklarına, çağrımız emekçilere, kadınlara, gençlere; HDP büyük kongreye gidiyor gelin bu süreci hep birlikte örelim. Türkiye’yi bu ceberut iktidardan hep birlikte kurtaralım.”