ANKARA - İktidarın hedefinde olan Özgür Basın geleneğinin 33 yıllık sürdürücüsü Hüseyin Aykol, “Biz haber yapan insanlarız. Biz bize yönelik saldırıların cevabını, daha çok haber yaparak vereceğiz” dedi.
Özgür Basın geleneğinin kurucularından gazeteci-yazar Hüseyin Aykol, 33 yıllık serüveni boyunca yanı başında 70 arkadaşının katledilmesine, yüzlercesinin işkenceye uğramasına, binlercesinin gözaltı ve tutuklamalarla karşı karşıya kalmasına tanık oldu. 33 yıldır bu geleneğin sürdürücülerinden olan Aykol’un, tanık olduğu son saldırı, Ankara merkezli soruşturma kapsamında 25 Ekim’de 11 gazetecinin işkenceyle gözaltına alınması ve akabinde 29 Ekim’de tutuklanması oldu. Nitekim 5 ay öncesinde 16 Haziran’da Özgür Basın geleneğinin sürdürücüsü 16 gazeteci de tutuklanmıştı.
Aykol’un kurucusu ve halen sürdürücüsü olduğu Özgür Basın geleneğinin sürdürücüleri olan Mezopotamya Ajansı (MA) Yazı İşleri Müdürü Diren Yurtsever, muhabirler Deniz Nazlım, Berivan Altan, Selman Güzelyüz, Hakan Yalçın, Emrullah Acar, Ceylan Şahinli, JINNEWS muhabirleri Habibe Eren, Öznur Değer tutuklandı, aynı soruşturma kapsamında MA muhabiri Zemo Ağgöz ev hapsi şartıyla, bir süre MA’nın Ankara bürosunda stajyer olarak çalışan Mehmet Günhan ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Baskın yapılan MA’nın Ankara bürosuna ilk giden isim olan Aykol, defalarca tanık olduğu manzarayla bir kez daha karşılaştı. “Neler gördük neler” diyor Aykol ve ardıllarıyla birlikte polisin tahribatını ortadan kaldırarak, hakikati duyurmaya devam etti.
Aykol ile son 5 ayda birebir deneyimlerini aktardığı 25 gazetecinin işkenceyle tutuklanmasını, iktidarın Özgür Basına yönelik saldırılarını konuştuk.
30 yıllık anılarınızı biriktirdiğiniz “İlginç Zamanlarda Yaşamak” kitabınızdan satır aralarını anımsıyorum. 33 yıl oldu, Özgür Basın yine saldırı altında. Neler söylersiniz…
Biz kurulduğumuzdan bu yana çıkardığımız gazeteler, ajans hizmetlerimizde zaten hep baskı altında kaldık. Hem de öyle böyle bir baskı değil yani. Arkadaşlarımız şehit edildi, bürolarımız bombalandı, pek çok arkadaşımız cezaevine gönderildi, kimisi sürgün oldu. Zaten böyle bir baskı ortamından geliyoruz. 20 yıldır bu ülkeyi yöneten iktidar da bize karşı öyle hiç hay hay olmadı. Ama son dönemde yeniden yoğun bir saldırı altındayız. Şöyle ki; 8 Haziran’da Diyarbakır’da bütün kurumlarımıza saldırı yapıldı. Saldırıda 21 kişi gözaltına alındı. Bunlardan 16’sı tutuklandı. Tarihler bilerek mi denk getiriliyor, denk mi geliyor, öyle bir şey de var. 8 Haziran’ın herhangi bir karşılığı yok gibi ama tutuklandıkları 16 Haziran Türkiye’nin gördüğü en büyük işçi direnişinin yıl dönümüdür. Bir cevap gibi, 16 Haziran’da arkadaşlarımız tutuklandılar. Apar topar gözaltına alınan arkadaşlarımız için iddianame yazamıyorlar. Büyük bir tehlike olarak görmüşsünüz arkadaşlarımızı, ki yaptıkları haberdir. Suç aletlerini de kendileri teşhir ettiler; kameralardır, bilgisayarlardır, fotoğraf makinalarıdır. Bu anlamda 16 arkadaşımız işten alıkonuldu. Daha önemlisi çalışmalarda kullanılan bilgisayarlar, kameralar, fotoğraf makinalarının pek çoğuna el konuldu. Normal operasyonlarda bunların kopyası alınır, aletler sizde kalır. Hepsini götürdüler, ne zaman verecekleri belli değil, içine ne koyacakları belli değil. Bu anlamda da bir komplo ile karşı karşıya kalabiliriz her an.
Şu anda zaten bizim 160 arkadaşımız tutuksuz olarak yargılanıyor, davaları devam ediyor. Başta KCK Basın Davası olmak üzere. KCK basın ile bizim 46 arkadaşımız yıllardır devam eden davada yargılanıyor. Özgürlükçü Demokrasi davası var, Özgür Gündem Nöbetçi Yayın Yönetmenler davası var, Özgür Gündem davaları var, tek tek arkadaşlarımızın dosyaları var. Düşünebiliyor musunuz, Eren Keskin hakkında 143 dosya var. Benim hakkımda 63 dosya var. Bu şekilde 160’a yakın arkadaşımız halen zaten yargılanmaktaydı. Bunun üstüne 16 Haziran’da 16 arkadaşımız tutuklandı. Biz bunun iddianamesini, duruşmalarını beklerken, bir de 25 Ekim günü yine çeşitli illerde kalan arkadaşlarımız Ankara merkezli olmak üzere bir operasyona tabi tutuldular. Evler basıldı, Ankara büromuz basıldı, saatlerce aramalar yapıldı. Yine aynı şekilde evlerden bilgisayarlar götürüldü, kameralar götürüldü. Dediğim gibi bu aslında yöntemi değil, yasa dışı bir iştir. Bir nevi el koymadır, talandır. O bilgisayarlardan Allah bilir neler çıkacak kendi koydukları şeyler anlamında.
Bu anlamda burada da 11 arkadaşımız gözaltına alındı, 9’u tutuklandı. Ben bunları daha fazla sayıyorum. Çünkü bir arkadaşımız ev hapsinde bunu da cezaevinde saymak lazım. Bir arkadaşımız adli kontrolle bırakılmıştır. Bu adli kontroldeki arkadaşımız ve ev hapsindeki arkadaşımızın durumu çok ilginçtir. Biri 6 aydır, biri 1 yıldan fazla bir süredir bizimle çalışmayan arkadaşımız. Birisi çocuk izninde, birisi stajyerlik dönemi bitmemiş arkadaşımızdır. O bizden memnun olmamış, biz ondan memnun olmamışız, gazeteciliğe devam etmemiş bir arkadaşımız. Onu bile gidip alıyorlar.
Arkadaşlarımız haksız yere 29 Ekim’e denk getirilerek tutuklandılar. Türkiye Cumhuriyeti, siz Kürtlerin ağırlıklı olarak çalıştığı bir ajans burada çalışamazsınız, siz burada haber yapamazsınız dediler.
Sebebi şu; kimyasal haberini yapan Mezopotamya Ajansı, daha önce yapılmış bir haberi başka bir kaynaktan alıp yapan yapmıştır. MA Ankara siyaset haberidir bu ve o nedenle Ankara’da çalışan insanlara yönelik operasyondur. Ellerinde 2 yıl önceki bir MA ve JINNEWS listesi var. Geriye dönük bir operasyon bu anlamda. Arkadaşlarımız bakıyorlar ki bunlar Ankara’da değil. Gidiyorlar o adreslere alıyorlar ve buraya getiriyorlar. Çünkü davayı açan Cumhuriyet Başsavcılığı burada. Gerçekten arkadaşlarımız haksız yere ve bir de 29 Ekim’e denk getirilerek tutuklandılar. Yani Türkiye Cumhuriyeti, siz burada Kürtler olarak, Kürtlerin ağırlıklı olarak çalıştığı bir ajans burada çalışamazsınız, siz burada haber yapamazsınız, yaptığınız haberler yüzünden biz sizi içeri atarız dediler. Aslında bu da bir gözdağı. İddianame ne zaman yazılacak, mahkemeye ne zaman çıkacaklar bilemiyoruz ama ilk mahkemeden itibaren mesela ev hapsine aldıkları Zemo’yu nasıl suçlayacaklar. Adli kontrol verdikleri arkadaşımıza ne diyecekler. Yani 1 yıl sonra, yapılmış haber ile nasıl sorumlu tutulabilir o arkadaşlarımız. Bence arkadaşlarımız 1-2 mahkemede/duruşmada tahliye edecekler sonra da belki beraat edecekler. Ya da bu kadar uğraştık deyip göstermelik bir ceza verecekler. Küçük ceza da verildiğinde ilkinde Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması’na (HAGB) karar veriyorlar.
Benzer saldırıya defalarca tanık oldunuz, Özgür Basına yönelik bu son saldırıyı nasıl yorumluyorsunuz?
Bize dönük yapılan operasyonların anlamı, biraz geniş baktığımızda burada bu ajanslar çok iyi haberler yapıyorlar, iktidarı zor durumda bırakan haberler yapıyorlar, deşifre ediyorlar, hükümetin yaptığı yanlışları, çok büyük yanlışları, dünya çapındaki yanlışları deşifre ediyorlar. Kimyasal kullandıysa diyoruz, çünkü bunu reddediyorlar. Bu haberleri cesaretle yapabilen ajans olarak, yoksa Ankara’da bunu birçok çevre biliyor ama yazamıyor, konuşamıyor, tartışamıyor. Tartıştırmak bile istemiyorlar. Böyle bir ajansı kapatmak… Bugün değilse bile olağanüstü dönemlerde yaptılar. Uluslararası alanda tepki topluyorsa, biz bunu nasıl çalışmaz hale getirebiliriz. Eskiden kesin çözümleri bombalamaktı, olmadı. İnsanları öldürüp korkutmaktı çevresindeki insanları, olmadı. Şimdi ise bu şekilde azaltıyorlar, bizi yani. Önümüzde de seçimler var, yaklaştı. Bu seçimler öncesinde Emek ve Özgürlük İttifakı’nın, HDP’nin haberlerinin mümkün olduğunca az yapılması. Devrimci, demokrat kesimlerin haberlerinin az yapılması. Direnen kesimlerin haberinin az yapılması anlamında MA’yı ve JINNEWS’i güçten düşürmek istiyorlar.
Gerçekten de kolay değildir Diyarbakır merkezli operasyonda 16 arkadaşımız, Ankara’da 9 arkadaşımız artı bir dersek, en az 10 kişi azaldık. Hükümlü olanları saymıyorum bile… Bana göre bizim toplam 40 arkadaşımız cezaevinde. 160 arkadaşımızın davası devam ediyor, o da az bir şey değildir. Kendim her pazar günü e-devletten Yargıtay’daki dosyalarıma bakıyorum. Herhangi biri orada onaylanırsa, hapse düşeceğim, beni bulurlarsa hapse düşeceğim. Yani bu anlamda hepimiz o 40 artı 160 kişi her an cezaevine girebilecek şekilde. Bu arkadaşlarımız bir şekilde şu veya bu yoğunlukta gazetecilik yapıyorlar. Hakkında dava açılan bazı arkadaşlarımız milletvekili oldu, belediye başkanı oldu. Gitmekle kurtulmadılar, onların da bir kısmı cezaevinde. Devletin sadece bu fikriyata Kürtler ve devrimci Türklerin, diğer halktan insanların bir arada olduğu kurumlara, siyasi partilere, sivil toplum örgütlerine yönelik bir düşman hukuku anlayışı var. Tanımladıkları gibi işte Kürt ajansı diyebileceğiniz, aslında halkların ajanslarıdır. Yani onlar öyle tanımladıkları, öyle kolay daha tarif edilebildiği için Kürt ajanslarına diyelim, düşman hukuku uyguluyorlar.
Gazeteciler ev baskınında işkenceye uğradı, bu emniyette de devam etti. Ankara Emniyeti görüntüleri de servis etti. Bununla nasıl bir mesaj verilmek istendi?
Ben neredeyse yarım asırdır devrimci mücadelenin içinde olan bir insan olarak, biz bunu 12 Eylül öncesinde biraz, ama 12 Eylül cuntası döneminde, askeri faşist diktatörlük döneminde gördük. Yani o zaman da işte yakaladıkları insanlar 30-40 gün işkence edilir. İşte insanlar perişan bir halde ondan sonra basının önüne çıkartılır. İşte önlerinde suç aletleri birkaç kitap, varsa kendi kişisel silahını koyarlardı ve böyle saçı başı dağınık perişan. Korkunç tipler olarak teşhir ederlerdi. Daha sonraki yıllarda da hatta işte TRT’de altında müzik konulan görüntüler servis edilirdi. Bir yabancılaştırma, bir düşmanlaştırma şeklinde. Şimdi sözüm ona askeri faşist diktatörlük bitti, sivil yönetimlere geçtik. O sivil yönetimler, hatta daha 90’lı yıllara doğru Avrupa Birliği’ne üye olmak isteyen bir ülke haline geldi. Gerçekten de eski şekilde işkenceyle değil sorgular. Daha önce fotoğraflar, telefon dinlemeler, teknik takip dedikleri şeylerle delillendirerek ya da işte bir itirafçı bulup onların anlatımıyla davalar açıldı.
İşte perişan halde gösteriyorlar. Aslında yasak, mahkemelerde bile fotoğraf çekemiyorsunuz. Yeniden 12 Eylül öncesi hem işkencelere hem de görüntü servisine başladılar.
12 Eylül’de iki kere 30 gün işkenceden geçtim ama ne işkence ne işkence… Daha sonra 90’lı yıllarda gözaltına alındım. Gerçekten işkence falan yoktu. Yani psikolojik işkence vardı da ama işte önce sizi doktora götürüyorlar, muayene ediyorlar. Gözaltı sonrasında tekrar muayene ediyorlar. Öyle üstün körü de olsa, hani işkence görmediğinize dair sizi delillendiriyorlar. Şimdi yeniden bütün uygulamalarıyla görüntülü göstermeler, işte perişan halde gösteriyorlar. Aslında yasak, mahkemelerde bile fotoğraf çekemiyorsunuz. Tutuklamadan önce fotoğraf sergileniyor ama yeniden 12 Eylül öncesi hem işkencelere hem de görüntü servisine başladılar. Bu tabi toplumda korku yaratmak için bir şey. Yani servise de gerek yok. Bugün sokağa çıkan herkes şiddete maruz kalıyor. Yani sıradan insanlar, belediye başkanları, bizim milletvekillerimiz, CHP'nin de olabilir. Polisler saldırabiliyor, geçenlerde yani ayağını bile kırdılar bir milletvekili arkadaşımızın.
Böylesi bir korku ortamında seçime gidiliyor. Seçimler, adı cumhuriyet, kendisi polis devleti olan Baas rejimlerdekine benzer sistemle gidecekler belki, ağzı laf yapan muhalefet liderlerini, milletvekillerini tutuklayacaklar, gözaltına alacaklar, bir süre ya da fena yapacaklar, aylarca hastanede yatacaklar. Böyle bir ortamda sadece iktidarın konuştuğu, konuşabildiği, onun dışında kimsenin konuşamadığı, konuşursa da icabına bakıldığı bir sistemde seçime gitmek istiyorlar. Hele de gerçek haberlerin yapıldığı bizimkisi gibi ajansların olmadığı ortamlarda seçime gitmek istiyorlar. Yani tek kaleye sürekli gol atılan bir maç. Biliyorsunuz 12 Eylül’de Anayasa yüzde 92 ile kabul edilmişti. Siz 650 bin kişiyi işkenceden geçirmişsiniz, yüzde 92 ile bu insanların yaptığı anayasa çok iyi şeklinde. Baas rejimlerinde bile en az yüzde 90’dır. Aynı bizim 12 Eylül Anayasasının yüzde 92 ile kabul edildiği gibi.
Gazetecilerin gözaltına alınması ve tutuklanması, Türkiye’nin kimyasal silah kullanımının görüntülerle belgelendiği ve kamuoyunun tepkilerinin yükseldiği bir dönemde oldu. Nitekim TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı da konuyla ilgili yaptığı bilimsel açıklamalar nedeniyle tutuklandı. Bu bir susturma girişimi mi?
Özgür Basın geleneği için ne zaman ciddi bir sınır ötesi operasyon olsa, ondan iki hafta önce böyle bir operasyon olur. Roboski öyle birdenbire olan bir şey değil. Bir sürü planlaması var, beklentisi var. Mutlaka bir susturma harekâtına girişilir. Diğer ajansların giremediği ya da nasıl anlatılacak anlamındaki emrin beklendiği şeydir. O nedenle Özgür Basın kurumlarına yönelik topyekûn saldırı ardından gelecek olayları, insan düşünmek istemiyor. Kimyasal silahlar, bombalar, bir de yasaklı silahlar deniyor, yani ben onun teknik yönünü ayrıntısını bilemiyorum tabi. Anlaşılan Cenevre Savaş sözleşmesine göre, savaş hukukuna göre kullanılmaması gereken silahlar var. Bu silahların kullanıldığına dair bir haberin bu şekilde önce bir adli tıp uzmanının ki konuyu en iyi bilebilecek insanlardan biri olarak “yani bu sanki kimyasal, kimyasal silah kullanılmış olmalı bu da tabi karşıdan bir görüntüyle tedavi olmaz o nedenle soruşturulması lazım” ifadesi, çok büyük bir adım. Dediğim gibi kimyasal silahları tetkik etmekle görevli uluslararası kuruluşlar var, BM var. Taraf olan devletlerin tarafsız heyeti göndermesi gerekiyor. Çok tepki gösterdiler. Bu nedenle Sayın Şebnem Korur Fincancı'nın gözaltına alınıp tutuklanması, aslında kendileri açısından akıllı bir devlet politikası değil. Bu nedenle insanlar Şebnem Hoca üzerinden hem Türkiye' de konuşuyorlar hem de uluslararası çapta insanlar Şebnem Hocayı niye tutukladınız, serbest bırakın, bir korkunuz yoksa, siz haklı durumdaysanız, Şebnem Hocayı niçin tutukladınız diye soracaklar. O yüzden devlet aklı akıllıca düşünmüyor.
33 yılda birçok gazeteci yetiştirdiniz. Ankara’da ev hapsiyle bırakılan Zemo Ağgöz ile birlikte 10 arkadaşınız tutuklandı. Deyim yerindeyse sizin yanınızda büyüyen, sizin yetiştirdiğiniz gazetecilerle ilgili neler söylersiniz?
33 yılda kaba hesapla 3 bin arkadaşın yetiştiğini düşünüyoruz. Bir kısmı buralarda devam ediyor. Bir kısmı sürgünde, orada Kürt kurumlarda gazetecilik yapıyor. Bir kısmı siyasi kadro oldu. Belediye Başkanı oldu, milletvekili oldu ya da partinin çeşitli kademelerinde çalışıyorlar. Bu anlamda onların yönetici olarak, stajyerlik eğitimine girdiğim 3 binin üzerinde arkadaşımız vardır. Bu tabi karşılıklı bir şey. Siz onlara bir şey verirseniz, onlar da size bir şey verir. Öz verileri ile verir, insanı davranışları ile verir. Biz birbirimizi besleriz. Ben 46 yıldır basın-yayın dünyası içindeyim, insan olarak deneyimlerimi aktarırım. Onlara haberler konusunda şunlara dikkat edin derim. Şu konuda şu insanlarla konuşabilirsiniz derim. Yaptıkları haberler üzerine değerlendirme yaparız. Toplantılar olur, sohbet ortamlarımız olur, o anlamda bu son gözaltına alınan, tutuklanan biri ev hapsinde 10 arkadaş üzerinde de birlikte üretme anlamında bir mazimiz var. Çok iyi tanıdığım, sevdiğim, saydığım insanlar. Buradan gittikleri yerlerde başarılı olan gazeteciler. Bu bakımdan onların, Diyarbakır’da tutuklananların, daha önce tutuklananların öyle rast gele tutuklandıklarını düşünmem. Özellikle şehit arkadaşlarımızın hemen hemen hepsi en fedakâr insanlardı, bu işe en kendini vermiş insanlardı. Cengiz Altun’dan başlayarak, rastgele seçmiyorlar.
Biz haber yapan insanlarız. Biz bize yönelik saldırıların cevabını, daha çok çalışarak, daha çok haber yaparak veririz.
Bir imparatorluktan kalan, İmparatorluk yönetmiş bir yönetim sisteminden bugüne devam eden bir devlet aklı var. O devlet aklını ciddiye almak lazım. Bu anlamda aramızdan seçtikleri en iyileridir, en çalışkanlarıdır, en fedakâr olanlarıdır. Bu demek olmuyor ki geride kalanlar fasa fiso olmuyor. Geriye kalan arkadaşlar olarak biz daha çok çalışıyoruz. Onlara layık olmaya çalışıyoruz. Şehit olan arkadaşlarımıza layık olmaya çalışıyoruz. Hapsedilen arkadaşlarımıza layık olmaya çalışıyoruz. Biz böyle operasyonlar sonrasında şunu deriz; arkadaşlar buna şaşıracak bir şey yok. Neden şaşıracak bir şey yok onu da söyleyeyim: Kürt halkı son 30-40 yılda ne yaşıyorsa, bizde onu yaşıyoruz. Çünkü o halkın içinden bir kurumuz. Onlar öldürülüyor, evleri yakılıyor, köyleri yok ediliyor, geldikleri metropollerde eziliyorlar. Ne kadar çok Kürt öldürüldü. Mesela en az 40 bin Kürt öldürdük diyorlar, son 20-30 yılda. Onların bir kısmıyız arkadaşlar olarak. Onlardan bir kısmıyız cezaevinde olanlar olarak.
Biz haber yapan insanlarız. Biz bize yönelik saldırıların cevabını, daha çok çalışarak, daha çok haber yaparak veririz. Daha güzel haberler yaparak, devleti rahatsız eden, halk adına rahatsız ediyoruz, yoksa yani sevmiyor değil, düşman görüyor değiliz. Biz halkın ihtiyaçlarını, beklentilerini, soyguncuların soygununu yazıyoruz. Baskıcıların baskılarını yazıyoruz. Yapılan insan hakları ihlallerini yazıyoruz. Kürtler toprak istemiyor, ayrılmak istemiyor, Kürt olarak yaşamak istiyor. Kürtçeye yönelik baskılara hayır diyoruz haberlerimizle. Yani biz sıradan normal insanlarız gazeteci olarak. Onlar bizden acayip korkuyorlar.
Bunca saldırıya, baskı ve engellemeye rağmen sizi motive eden gerçeklik nedir?
Hala daha devam eden arkadaşlar adına konuşuyorum. Uzun bir mücadele olduğu için gücümüz, ömrümüz yettiğince bu işi yapacağız diyoruz. Geçen basın toplantısında da söyledim, devlet çok çok tuhaf bir devlet. Devlet aklı, devlet aklı diyorum ama akılsızlık aslında. Sen bombalamışsın bunlar devam etmiş, sen öldürmüşsün bu basın devam etmiş, cezaevlerine atmışsın basın devam etmiş. Bu basın devam ediyor. Bu sefer tekrar cezaevine atayım, tekrar arkadaşlarından birini öldüreyim. Nagihan arkadaşı öldürüyorsun, Nagihan arkadaşın kendisi burada yok ama fotoğrafı var. Fotoğrafı burada diye kızıyorsun, ruhu burada. Onun bıraktığı yerden devam eden arkadaşları var diye kızıyorsun. Yani aynı şeyleri yaparak değişik sonuçlar alacağını düşünüyorsun. Yok öyle bir şey. Biz bu işin yapılması gerektiğini düşünen insanlarız. Buraya gelirken ‘yazık bu Kürtlere, yardımcı olayım’ falan değil ya da uluslararası dayanışma falan değil. Ben buraya zaten siyasi kararla gelmişim. 1990’lı yıllarda Beka’da kurulmuş bir devrimci birlik var, Kürt Özgürlük Hareketi, bizim gibi Türkiyeli sosyalist örgütler bir araya geldiler ve Türkiye’de birlikte mücadele edelim dediler. Bir anti-faşist cephe kuruldu yani. Adı Devrimci Birlik’ti. Orada alınan kararlardan biri Türkiye’de yayın çıkarmaktı, gazete çıkarmaktı. Bu anlamda arkadaşlar, TKP/Birlik yönetimi beni buraya tayin etti. Ben o günden bugüne burada siyasi olarak bulunuyorum zaten.
Dayanışmacı değilim, ben buranın sahiplerinden biriyim. Başından beri yönetimde yer aldım. Kuruluşlarında hepsinde yer aldım. Künyede olsam olmasam, ben buranın kurucu ortaklarından biriyim. Bir de böyle bakarsanız, daha rahatlarsınız. İnsani olarak da belki devam ettirebilirdim ama bir yerde belki nefesim daralırdı. Benim hala siyasi örgütüm burada beni tayin etmiş olarak duruyor. Ben burada siyasi emirin dışında da çok mutluyum. Buranın dağıtılmasını, biraz öteden izledik aramalarını. O gün sabahtan buraya gelip başında bekleyebilirdim, gerek olmadı. Operasyon oldu, kaçayım, saklanayım, yok öyle bir şey. Biz buradayız, alacaklarsa da alsınlar. Almadılar mı, aldılar. Hapis yatma konusunda 10 yıllık deneyimimiz var. Şimdi koşullar çok daha kötüleşti, olsun hiç önemli değil. Ben operasyonda alınanlara sadece şöyle kızıyorum; Allahsızlar gidip orada yan gelip yatıyorlar (gülerek). Onların yerine de biz çalışıyoruz. Öyle değil tabi, onlar orada da gazeteciliğe yapabildikleri kadar fikren devam edecekler. Kendilerini geliştirecekler, bol bol okuyacaklar, tartışacaklar. Oradan iletecekleri hak ihlalleri varsa, onları yazacaklar. Biz gerçekten çok büyük bir aileyiz. Herhangi birimizin başına en ufak bir şey geldiğinde, onu hepimizin başına gelmiş gibi görürüz. Bu kurum olarak, gazeteciler olarak böyledir.
Kimi dayanışmalar oldu, açıklamalar oldu, yeterli mi bu dayanışmalar, onu büyütmek için ne yapmalı?
Biz ne kadar daha fazla haber toplarsak, o kadar güçlüyüz, saldırılara cevap oluyoruz. Gücümüz de yaptığımız haberlerden geliyor. Bizim ilk derdimiz gazetecilik, gazetecilikle güçleniyoruz.
Basın toplantımıza gözaltı günü katılım fena sayılmazdı. Özellikle arkadaşlarımız tutuklandıktan sonra Ankara’daki devrimci demokrat kurumlardan temsilciler geldi, bu kadar yani. Bizim yapmamız gereken, ne kadar etkileriz bilemiyorum ama esasen ilk seçimlerde iktidara gelmeyi düşünen Millet İttifakı’nın, tabi öbürlerinden bir beklentimiz olmasa da en azından CHP’den bundan daha fazla bir dayanışma içerisinde olmasını bekliyoruz. İçlerinden bazıları siz TSK’ye nasıl öyle dersiniz, yapmamıştır, kesinlikle kabul etmiyoruz şeklinde ifadeler etti. Biz zaten onun tarafı değiliz. Biz gazetecilik yapıyoruz. Biz böyle bir haber var diyoruz. Yapılması gereken şunlardır diyoruz, o konularda demeç alıyoruz. O nedenle başta CHP olmak üzere, siz iktidara geldiğinizde bundan sonra da sizde bunu mu yapacaksınız diye sık sık uyarmamız, uyaran haberler yapmamız gerekirse, zorlamamız lazım. Olay sadece Sezgin Tanrıkulu’nun Kürt hassasiyeti değil. Onun dışında orada şimdi CHP’ye Kürdistan’da katılımlar var. O katılımlara gidip sormak lazım, siz CHP’ye katıldınız, bundan sonra CHP için çalışacaksınız, CHP’nin iktidara gelmesi için oy vereceksiniz, tamam da siz bu konularda ne diyorsunuz? Buna nasıl bir tavır alacaksınız? MA muhabirlerinin uyduruk gerekçelerle gözaltına alınmasını, tutuklanmasına ne diyorsunuz, tepkinizi göstermeyecek misiniz? Basın toplantılarımıza gelmeyecek misiniz? şeklinde Kürdistan’dan başlayarak, sonra da Ankara’daki milletvekillerine kadar zorlamak lazım.
Biz burada CHP’nin ağır topları denecek kişilerle röportaj yaptık, geliyorlardı büromuza, şimdi isimlerini saymaya gerek yok. Medya Haber’e çıkmaktan kimse korkmuyordu. Seçim kampanyalarında adını duyurabilmek için, Kürtlere sesini duyurabilmek için. Şimdi böyle bir olayda geri çekilmeleri işte. Şunu demeleri lazım, Diyarbakır için bir iki kere söylediler ama Ankara'daki gazetecileri neden aldınız kardeşim? Gazetecilerle ne gibi derdiniz var şeklinde tepki göstermelerini bekliyoruz. Onları bu anlamda zorlamamız lazım.
Biz ne kadar daha fazla haber toplarsak, o kadar güçlüyüz, saldırılara cevap oluyoruz. Gücümüz de yaptığımız haberlerden geliyor. Bizim ilk derdimiz gazetecilik, gazetecilikle güçleniyoruz. Yani o kendi sorunlarımız ya da kendi stajyer eğitimi veya ona benzer sorunlar için kendi derneklerimizi de kurduk. Esasen birinci faaliyetimiz haber toplamak, hızlı haber yayınlamamızdır. Bütün alanlarda örgütlü olmak iyidir. Sendikalara, derneklere katılabiliriz ama esas işimiz o değil.
MA / Özgür Paksoy