ANKARA - HDP’li Meral Danış Beştaş, “4 Kasım Siyasi Darbe”nin toplum vicdanında karşılık bulmadığını belirterek, “AKP’nin yok ederek var olmak gibi bir yöntemi var. Biz Türkiye’nin demokratik bir sistem dışında seçeneği olmadığını görüyoruz” dedi.
Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) yönelik 4 Kasım 2016’da gerçekleştirilen “siyasi darbe” sürecinin üzerinden 6 yıl geçti. 4 Kasım’da yaşananlar, 2 Mart 1994’de DEP’li vekillerin tutuklanması ve 14 Nisan 2009’da "KCK yapılanması" adı altında başlatılan siyasi saldırıların ardından demokratik siyasete yönelik üçüncü siyasi darbe oldu.
Kürt sorununda demokratik çözüm ve Demokratik Cumhuriyet inşası için 1993 yılından itibaren mücadele veren PKK Lideri Abdullah Öcalan, 2013 ile 2015 yılları arasındaki “çözüm” adı altında yürütülen süreçte tarihsel adımlar atarak, AKP iktidarının çöküşe sürüklediği Türkiye için çözümün anahtarı rolünü üstlendi. 28 Şubat 2015’te açıklanan Dolmabahçe Mutabakatı ile bu adımı somutlaştıran Abdullah Öcalan’ın çabalarına rağmen AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, değişken politik aklın bir sonucu olarak mutabakatı reddetti. Sonraki süreçte “400 vekil verin, bu iş bitsin” talebinin karşılanmaması ve HDP’nin seçimlere bir özne olarak dahil olacağını açıklaması sonrası, “çözüm” isteğinden uzaklaşan AKP iktidarı, gerçekleşen 7 Haziran 2015 seçimlerinde tek başına iktidar olamadı. AKP, 30 Ekim 2014 tarihli Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında karar altına alınan “Çöktürme Planı” ile Abdullah Öcalan’ın sık sık uyarılarda bulunduğu darbe mekaniklerini devreye koydu.
AKP’nin yeniden canlandırdığı savaş sürecine karşın halkların cevabı ise HDP’yi 80 milletvekiliyle Meclis’e göndermek oldu. 7 Haziran seçimlerinin ardından Türkiye’yi yeniden çatışmalı bir kaos sürecine sürükleyen AKP iktidarı, savaş sürecine sınır ötesi saldırıların yanı sıra, Erdoğan’ın “Allah’ın lütfu” dediği 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sonrası 20 Temmuz 2016’da ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) ile birlikte çıkarılan ilk Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile birlikte Demokratik Bölgeler Partili (DBP) 24 belediyeye kayyım atadı. Kayyım atamalarının başladığı günlerde, iktidar medyasının “sıra milletvekillerinde” manşetleri atmaya başlaması sonrası, siyasi darbe süreci 20 Mayıs 2016’da dokunulmazlıkları kaldırılan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanları ve milletvekillerinin, 4 Kasım 2016’da gözaltına alınarak tutuklanmasıyla somutlaştı.
Yargılama süreçlerinde HDP’li milletvekillerine cezalar yağdırıldı. 10 aylık hapis cezası onaylanarak vekilliği düşürülen HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ile birlikte HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a 4 yıl 8 ay, Sırrı Süreyya Önder’e 3 yıl 6 ay, Abdullah Zeydan’a 8 yıl 1 ay 15 gün, Çağlar Demirel’e 7,5 yıl, Selma Irmak’a 10 yıl, Burçu Çelik Özkan’a 7 yıl 3 ay, Dilek Öcalan’a 2 yıl 6 ay, Ferhat Encu’ya 3 yıl 9 ay 10 gün, İdris Baluken’e 16 yıl 8 ay hapis cezası verildi. Lezgin Botan’ın 19 yıl 10 ay 15 gün ceza aldığı süreçte, Leyla Birlik’e 1 yıl 9 ay, Dilan Dirayet Taşdemir’e 1 yıl 8 ay, Ziya Pir’e 11 ay, Osman Baydemir’e 1 yıl 5 ay 15 gün, Ahmet Yıldırım’a 1 yıl 6 ay, Meral Danış Beştaş’a 2 yıl 3 ay, Behçet Yıldırım’a 5 yıl, Mahmut Toğrul’a 2 yıl 6 ay, İbrahim Ayhan’a 1 yıl 3 ay, Besime Konca’ya 2 yıl 6 ay, Nursel Aydoğan’a 4 yıl 8 ay hapis cezaları verildi. Bu süreçte, Yüksekdağ’ın da aralarında bulunduğu 11 ismin milletvekilliği düşürüldü.
HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, “4 Kasım Siyasi Darbesi”, AKP’nin HDP’ye yönelik 2015’ten sonra süregelen saldırılarına dair Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı. AKP’nin bu politikalarına karşı Beştaş, yaklaşan seçimler öncesi ortak mücadele zeminlerinin kritik rol arz ettiğine dikkat çekti.
4 Kasım 2016 gecesi HDP Eş Genel Başkanları Yüksekdağ ve Demirtaş’ın da aralarında olduğu 9 milletvekilinin gözaltına alınarak tutuklanmasıyla somutlaşan siyasi darbe sürecinde partinin en az 10 bin üye ve yöneticisi gözaltına alındı ya da tutuklandı. Öncelikle 4 Kasım’a nasıl bir süreç izlenerek gelindi?
7 Haziran seçim sonuçları HDP’nin, daha doğrusu halkların zaferi ile neticelenmiş, tek başına iktidar olanağını yitiren AKP yaşadığı hezimeti halklara ödetme gayretine girmiştir.
Bilindiği gibi partimiz, 7 Haziran 2015 genel seçimlerine, son derece antidemokratik olan yüzde 10'luk seçim barajını aşmak için, önceki seçimlerde uygulanagelen bağımsız adaylarla girmek yerine, siyasi parti olarak girmeye karar vermiş ve buna ilişkin tavrını 2015'in Ocak ayında kamuoyuyla paylaşmıştır. HDP'nin barajı aşamayacağı yönündeki yaygın kanının aksine, özellikle 28 Şubat 2015’te çözüm sürecinin en önemli aşamalarından biri olan ve kalıcı toplumsal barış için bir köşe taşı teşkil eden Dolmabahçe Mutabakatı'nın kamuoyuyla paylaşılmasıyla, HDP'ye destek hızla artmaya başlamıştır. Türkiye halklarının özlediği demokratik bir barış ihtimalinin somutlaşmasıyla, yıllarca çatışma nedeni olmuş toplumsal problemlerin demokratik müzakere ve barışçıl yollarla çözülmesi doğrultusunda siyaset yürüten HDP’nin siyasi güç kazanmaya başlaması üzerine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2 Mart 2015 günü, “Kürt sorunu yoktur ama Kürt vatandaşlarımızın bazı sorunları vardır. Çözüm sürecini sadece Kürt sorunu parantezinde tutmak isteyenlerin dertleri başka” diyerek, Türkiye devlet bürokrasisinin on yıllarca sürdürdüğü Kürt sorununda inkâr politikasına tekrar dönüleceğinin sinyalini vererek, HDP’ye yöneliminde somut işaretini vermiştir. O dönem seçim çalışmalarında başkanlık sisteminin kampanyasını yapmış, bilindik bir cumhurbaşkanı olmayacağının sinyallerini de vermiştir. Elbette bir parantez açıp cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan’ın “anayasanın bekleme odasında olduğu” beyanı ile de anayasaya uygun davranmayacağını ilan etmiştir.
Nitekim 7 Haziran seçim sonuçları HDP’nin, daha doğrusu halkların zaferi ile neticelenmiş, tek başına iktidar olanağını yitiren AKP yaşadığı hezimeti halklara ödetme gayretine girmiştir. 7 Haziran seçimlerini tanımayıp ülkeyi 1 Kasım seçimlerine götüren iktidar, hem dokunulmazlık tartışmalarının altını ısıtmış hem de partimize yönelik saldırı dozunu artırmıştır. Seçim arifesinde parti genel merkezimizin kundaklanması, seçim stantlarımıza yapılan saldırılar, partililerimize yönelik gözaltı ve tutuklamalar ile Suruç Katliamı, Zergele Katliamı, Ankara Katliamı gibi büyük facialar birbirinden bağımsız değildir.
Bu ortamda 1 Kasım seçimlerine gidildi. Parlamentonun rolü ne oldu?
Her türlü engellemeye karşın 1 Kasım seçimlerinde de HDP'nin barajı aşmasıyla Anayasa’yı tek başına değiştirecek gücü yine elde edemeyen AKP ve Cumhurbaşkanı, anayasal bir hak olan yasama dokunulmazlıklarının istisnai olarak kaldırılması fikrini ortaya atmıştır. İlk olarak 28 Temmuz günü Cumhurbaşkanı tarafından bazı HDP’li vekiller için dillendirilen konu, daha sonra HDP’nin eş başkanları da hedef gösterilerek ve “terörle mücadele” hedefine yönelik olarak genişletilmiş biçimde tartışmaya açılmıştır: “HDP eş başkanları anayasal suç işliyor, dokunulmazlıklarının kaldırılması ‘terörle mücadeleyi’ olumlu etkiler.” TBMM’de temsil edilen diğer siyasi partilerin, yasama dokunulmazlıklarının tamamen ve herkes için kaldırılması veya koruma tedbirlerinin uygulanamamasıyla sınırlı tutulması yönünde kalıcı çözüm ve köklü Anayasa değişikliği tekliflerine rağmen AKP, Nisan 2016 sonunda Anayasa’ya geçici madde ekleyerek bir defaya mahsus ve eşitlik ilkesine aykırı biçimde değiştirme yolunu tercih etmiştir. AKP'nin bu tavrı, MHP'den tam destek almış, CHP de “anayasaya aykırı ama evet” diyerek teklifi desteklemiştir.
4 Kasım’la sınırlı kalmayan siyasi darbe, kayyım atamaları, vekilliklerin düşürülmesi ve tutuklamalarla devam etti. 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde iktidarın kayyım politikalarına karşı sahaya çıkan HDP, “Kürdistan’da kazanma, Türkiye’de AKP’ye kaybettirme” stratejisiyle seçim çalışması yürüttü. AKP’nin tasfiye saldırılarına karşı HDP nasıl bir mesaj verdi?
Bu zaferin iktidara nasıl bir korku saldığını ise kayyım atamaları ile teyit etmiş olduk. AKP korktukça saldırıyor. Ancak geldiğimiz fazda bizim güçlendiğimiz net bir şekilde ortadadır.
HDP, bu topraklarda yaşayan halklar açısından gerçek bir çözüm gücü olduğunu göstermiştir. Aslına bakarsanız yine biraz geçmişi irdelemekte fayda var. Öncül ve bileşenlerimizden olan DTP’nin umut adayları ile parlamentoya ilk girdiği anda, halklarda derin bir heyecan yaratmış; değişim ve dönüşüme dair umutları canlandırmıştır. 2007 genel seçimlerini izleyen yerel ve genel seçimlerde elde edilen yükseliş ivmesi bunun açık izahıdır. Nitekim 2011 yerel seçimlerine gelindiğinde DTP kapatılmış, BDP ile yola devam edilmişti. Ve BDP, 2011 yerel seçimlerinde, 36 milletvekili ile parlamentoya girmişti. Bunu izleyen yerel seçimlerinde ve 2014 yılında gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Partimizin elde ettiği oy oranı, yarattığımız cesaret ortamının büyümesini sağlamıştır. Son yerel seçimlerde, kayyımlara rağmen elde ettiğimiz başarı ve bunun yanı sıra metropollerde seçmenimizin tercihlerinin oylara yansıması, AKP’nin hikâyesinin de yaydığı korkunun da bittiği manasına gelmektedir. Bu zaferin iktidara nasıl bir korku saldığını ise kayyım atamaları ile teyit etmiş olduk. AKP korktukça saldırıyor. Ancak geldiğimiz fazda bizim güçlendiğimiz net bir şekilde ortadadır.
Biz 4 Kasım’dan sonra biz darbenin bittiğini düşünmüyoruz. Kayyımların atanmasının devam ettirilmesi ve partimize yönelik baskılar kesintisiz bir şekilde devam ediyor. 2016’dan sonra 2018’de yapılan yerel seçimlerde biz Türkiye’nin demokratikleşmesi, var olan totaliter sistemin keskinlikle kaybetmesi üzerine bir stratejik yaklaşım geliştirdik ve bu yönüyle kazanma ve kaybettirme yönüyle temel bir hat belirledik. Bunun için de Kurdistan illerinde kazanmak ama batı illerinde de iktidara kaybettirme üzerine bir stratejiydi. Bunu başardık. İktidara HDP’nin karar verdiği taktirde hem kaybettirebileceğini hem de kazanabileceğini gösterdik. Amacımız bir ders vermekten ziyade Türkiye’nin demokratikleşmesinin yolunun nereden geçtiği meselesidir. Cumhuriyet’in demokratikleşmesinin temel yol haritamız olduğunu bir kez daha ifade etmiş olduk çünkü Türkiye’nin demokratik bir sistem dışında seçeneği olmadığını görüyoruz.
Sonrasında AKP, ikinci kayyım rejimini devreye koydu. Seçimlerden kısa bir süre sonra 19 Ağustos 2019’da HDP’li Mardin, Diyarbakır ve Van Büyükşehir belediyelerine kayyım atandı. Akabinde geliştirilen operasyonlarla, 48 HDP’li belediyeye daha kayyım atandı. Aradan geçen yılların ışığında, AKP’nin 4 Kasım darbesindeki amacının ne olduğunu düşünüyorsunuz? Sonrasında gelişen sürece bakıldığında sonuç alabildiler mi?
AKP, 4 Kasım darbesi ile ve yine bu darbe öncesinde yine belediye başkanlarımızı tutuklama yönünde koyduğu irade ile zorbalığı temsil etmektedir. Amacının Kürtleri yok saymak, ülke halkları arasında yeşeren barış umudunu yerle bir etmek bu vesile ile de kendi gücünü artırmak olduğu açık. AKP’nin yok ederek var olmak gibi bir yöntemi var. Buna rağmen asla sonuç alamadılar. HDP hala dimdik ayakta. Büyüyerek ve güçlenerek yoluna devam ediyor. Hem iki defadır yapılan seçimler sonrası atanan kayyımlar hem 4 Kasım darbesi hem de devam ettirilen kesintisiz darbeye rağmen HDP, bütün seçmenleriyle, il ve ilçe örgütleriyle, merkezi kurullarıyla demokratik mücadelesine ödediği bütün bedellere rağmen duraksamadan devam ediyor. Onlar kaybediyor ama daha çok biz güçleniyor ve büyüyoruz. Tutuklu rehin alınan her bir arkadaşımız çevresiyle, ailesiyle ciddi bir bedel ödüyor ama biz bunlara rağmen niye güçleniyoruz? Çünkü biz haklıyız, gerçekleri savunuyoruz ve bu darbeler toplum vicdanında asla karşılık bulmadı. Bugün doğudan batıya, Çukurova’dan Karadeniz’e elini vicdanına koyan ve adalet duygusuyla bakan herkes HDP’ye yapılanların çok büyük bir haksızlık ve zulüm olduğunu görecektir.
4 Kasım ile korku salarak bir halkı yok edebileceğine inanmak, AKP’nin halkı, toplumu tanımaması ile açıklanabilir bir durumdur. 4 Kasım’da amacına ulaşamamış olduğunu 2018 genel ve 2019 yerel seçimlerinde de görüyor, Diyarbakır meydanlarında da görüyor. Amacına ulaşamadığı için kapatma davasından, kumpas davalarından, milletvekili dokunulmazlıklarından medet umuyor. Ama ne demiş Heraklitos; aynı suda 2 defa yıkanmaz. Her şey değişip akıyor; hayat ilerliyor ve halklar umutlarına, inançlarına, geleceklerine daha çok sahip çıkıyor.
2 Mart 1994’de DEP’li vekillerin tutuklanması ve 14 Nisan 2009’da "KCK yapılanması" adı altında başlatılan saldırılardan sonra 4 Kasım 2016’nda yaşananlar, Kürt demokratik siyasetine yönelik üçüncü siyasi darbe oldu. Bu saldırılardan kim zarar gördü?
Darbenin araçları ile tanımlanması yerine halk iradesi ile ilişkisi merkeze alınmıştır. Halk iradesini hiçe sayan her türlü müdahale darbe başlığı altında incelenmeye başlanmıştır.
Darbe, sadece askeri araçların kullanılarak halk iradesinin hiçe sayılması ve yönetime el konması değildir. Darbe, bir siyasi iktidar anlayışıdır. Darbelerin araçları bazen tank-top, bazen mahkeme kararı bazen de yürütme erki tarafından çıkarılan bir kararname ya da OHAL ilanı şeklinde gerçekleşebilmektedir. Nitekim dünyadaki darbe tartışmaları literatürü son yıllarda askeri darbeler kadar söz konusu sivil vesayet odaklarının gerçekleştirdikleri darbelerle de ilgilenmeye başlamış ve geniş bir yazın ortaya çıkarmıştır. Bu kapsamda, darbenin araçları ile tanımlanması yerine halk iradesi ile ilişkisi merkeze alınmıştır. Halk iradesini hiçe sayan her türlü müdahale darbe başlığı altında incelenmeye başlanmıştır. Bu kapsamda 1994 yılında Demokrasi Partisi (DEP) milletvekilleri Leyla Zana, Hatip Dicle, Mahmut Alınak, Selim Sadak, Sırrı Sakık, Orhan Doğan, Zübeyir Aydar ve Ahmet Türk’ün milletvekillikleri düşürülmesi, halk iradesine müdahalenin yakın tarihteki örneğidir. Yine 4 Kasım 2016 tarihinde 6 milyon oy alan HDP’nin Eş Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile HDP Milletvekillerinin gözaltına alınarak tutuklanması doğrudan halk iradesine müdahale anlamında darbedir. Ülkenin içinde olduğu şartlara baktığımızda ise bu darbe pratiklerinin ülkeye, ülke halklarına zarar verdiği ortadadır. Çözüm süreci esnasında yaşanılan barış iklimi ile sonrasında iktidarın yarattığı kaosu göz önüne alacak olursak esas zarar görenin ne olduğu yanıtını almış oluruz.
12 Nisan 2016’da milletvekillerinin dokunulmazlıkların kaldırılması teklifini hazırlanırken Kılıçdaroğlu, bir gün sonra “Anayasa’ya aykırı ama evet diyeceğiz” açıklaması yaptı. Sonraki süreçte ise Enis Berberoğlu’nun dokunulmazlığının kaldırılmasına yönelik 4 Haziran 2020 tarihinde “Meclis’te darbe var” diyen CHP’li vekiller, HDP’li Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılmasında, 4 Kasım Darbesi’nde olduğu gibi “evet” oyu kullandı. Özelde CHP’nin bu tutumu, genelde ise HDP’yi yalnızlaştırma politikaları, AKP iktidarı karşısında yer alan tüm kesimler için ne ifade etmeli?
Şu asla unutulmamalıdır: TBMM, HDP'nin siyaset alanlarından yalnızca biridir. Kuşkusuz önemlidir ancak DEP sürecinden itibaren geldiğimiz fazda defalarca darbelere maruz kaldığımız ortada! Her seferinde daha güçlü çıktığımız da tüm kamuoyunun malumu! Çünkü biz halk hareketiyiz ve halkın gücü arkamızda olduğu müddetçe ne barajlar ne kayyımlar ne de darbeler bizi bitiremez. Tabii şunu da ifade etmek isterim, tüm kamuoyuna, sadece iktidara değil; HDP'nin bu alandan dokunulmazlıkların “bir defaya mahsus” kaldırılması yoluyla, yahut milletvekillerimizin dokunulmazlıklarının kaldırılması, Genel Kurul’da düşürülmesi barışa hizmet etmeyecektir. Barışa hizmet etmeyecek her bir adımın ise kendini bitirme potansiyeli var çünkü barış en güçlü taleptir!
Bir yandan Kobanê Davası da sürüyor. Yargılama sürecinde yaşanan hukuksuzluklar bir yana davanın seçim öncesindeki seyrini nasıl ön görüyorsunuz?
Yıllardır AKP iktidarının diline pelesenk olmuş olan Kobanê Davası; Türkiye yargısının turnusol kâğıdıdır. Çünkü yargıya “güvenmiyorum” diyen herkesin uğradığı haksızlık ve hukuksuzluklar silsilesi bu davanın tamamı için geçerlidir. “Bir dava nasıl olmaz”ın yanıtıdır. Mahkeme heyet başkanı Bahtiyar Çolak’ın Atadeler Suç Örgütü’nün 2 numarası olduğu ortaya çıktı. Sanıyorum bu davanın nasıl hukuksuzluklar silsilesi içerisinde ilerlediğine dair başka yoruma gerek yok. Yargılamanın seçim öncesindeki seyrinde ise daha fazla nasıl hukuksuzluklar gerçekleşeceği iktidarın hayal gücüne bağlı. Hukuksuzlukta sınır tanımayan bir iktidarın tahayyüllerine dair benim tahmin gücüm sınırlı, çünkü ben hukukçuyum ve hukuka inanan biriyim. Fakat şunu söyleyebilirim ki, hukuksuzlukta sınır tanımayanlar elbet bir gün hakikat karşısında, adalet karşısında hesap vereceklerdir.
Tüm bu gelişmeler arasında HDP’nin güncel zeminde “ortak mücadele” vurgusu yükseliyor. Bu çağrılar ne önem arz ediyor, kimlere, nasıl bir sorumluluk düşüyor?
HDP’nin güncel zeminde ortak gelecek vurgusu, bu ülke halklarının ekonomik, sosyolojik alanda yaşadığı derin sıkıntılar içerisinde tertemiz bir nefestir. Tarımın, hayvancılığın yani kısacası ekonomi için gerekli tüm çarkların işlemesi de bilimde, teknolojide ivme kazanılabilmesinin de koşulu onurlu barıştan geçmektedir. Savaşa ayrılan bütçenin onda birinin barışa ayrılması, ortak geleceğimizin ihtiyacıdır. Gençlerin, yaşlıların, kadınların, çocukların kısacası ezilen tüm kesimlerin içinde bulunduğumuz derin yıkımdan kurtulması, bizlerin ortak mücadele talebi ve bu talepteki ısrarı ile mümkündür.
MA / Fırat Can Arslan