Ahmet Ayva *
Neredeyse gündelik siyaset içerisinde çokça karşılaştığımız, duyduğumuz, bir siyasetçiden diğer siyasetçiye geçen yanlışın yapılmaması için "haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır’’ hadisi ne kadar da çok gündelik yaşamımızı meşgul ediyor ve içi boşaltılıyor. Bu çok duyduğumuz fakat pratikte pek karşılığı bulunmayan, kullananların bunun için bir çaba içinde olmadığı, siyaset malzemesi haline getirdiği hadisi bir tarafa bırakıp, başka bir söze kulak vermekte fayda var. Belki bunun bir karşılığı olur. Belki de birileri yine üç maymunu oynamaya devam eder.
Louis Althusser ideoloji ve devletin ideolojik aygıtları kitabında "bir yanlış karşısında susuluyorsa, bu onun devam ettiğinin bir kanıtıdır’’ der. Türkiye’de de siyasi iktidar, devletin tüm ideolojik aygınlarını devreye koyarak yanlışta ısrar etmekte devam ediyor. Fakat suskunluk ise yanlışın devamlığının en belirgin kanıtı.
Toplumsal sorunların farklı boyutlarıyla açığa çıktığı, ekonomik krizin derinleştiği, iktidar içinde restleşmelerin boy verdiği aşamalarda ideolojik aygıtlarda en hızlı biçimi ile devreye giriyor. Despotik rejimlerin varlığını koruduğu iktidarını sağlamlaştırdığı, demokrasiden uzaklaştığı, özgürlükleri yok ettiği yerlerle benzer durum mevcut. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü bu yıl açıkladığı Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nin "Kutuplaşmada Yeni Çağ". Başlığıyla yayınladığı raporda 180 ülkede yapılan ölçümlerle oluşturulan endekste Türkiye bu yıl dört sıra üste çıkarak 149'uncu sırada yer aldığının verisini paylaştı. Bu durum ise artık yanlışın yanlış olmaktan çıkıp bir resmi politika haline gelindiğini gösteriyor. Bu durumun ise üstten alta doğru yayılıyor. Politika - toplum ilişkisinde de toplum, üst yapının sözlerine kulak vererek varolan yanlışın, “doğruymuş” gibi kabul ederek, yanlışın sürekliliğini devam ettiriyor. Yanlış karşısında ortaya çıkan suskunluk ve bunun bir kanıksamaya dönüşmesi, yanlışın kalıcılaşması ve sürekliliğini ortaya çıkarıyor. En son Mezopotamya Ajansı ve JİNNEWS çalışanı meslektaşların tutuklanması da Türkiye’de kanıksanmış, kalıcılaşmış bir yanlışın ve yanlış karşısında suskunluğun ifadesi.
Suskunluğu sadece toplum boyutuyla ele almak, toplumun bir hata içinde olduğunu ve tepkisiz kaldığını tartışmak yaşanan durumu siyasi sorumlulardan da uzaklaştırmak anlamına geliyor. Toplumun da gazeteciler kadar iktidarın ideolojik aygıtlarının saldırısı altında olduğu gerçeğiyle hareket ederek, iğneyi gazetecilere ve siyaset mekanizmasına çevirmek gerekiyor.
Türkiye’de yanlışta ısrar eden gazetecilerin, gazetelerin, basın-yayın kuruluşlarının ve muhalefetin de olduğunu kabul etmek ve tartışmayı ve dayanışmayı burası üzerinden ele almakta fayda var. Bir ülkede kendini muhalifim diye adlandırıp “PKK’nin basın komitesine operasyon” diye haber yapan bir gazetecilik anlayışı söz konusu ise ve iktidarın diliyle hareket eden bir "muhalif gazetecilik" var ise burada yanlışta ısrar eden tek bir taraf görmek, onunla ilişkilenmek hata olur. Mevcut iktidar kendine yakın olanlar dışında tüm gazetecileri tek tip görüp ötekileştirip, yok sayıp, hepsini birbiri ile ilişkilendirirken, Türkiye’de iktidarın hukuksuzluklarını gören, bilen, yazan ve korkusuzca ortaya koyan gazeteciler kendini mevzu bahis Kürt basını olunca iktidar ortaklığında görüyorsa, bu yanlışın iktidar değişince de sürekliliğinin devamı anlamı taşır. Bu kanaate hızlıca varmak yanlış olmaz mı sorusu elbette doğabilir. Fakat, gerçeklik anlamı taşıyan "görünen köy kılavuz istemez" halk deyimi muhalefetin içinde bulunduğu tutum, davranış, suskunluk ve yanlışa boyun eğmesini gördüğümüzde bunun bir halüsinasyon olmadığı da belirgin bir şekilde görülür. Dünün muktediri bugünün muhalifi olan da basın özgürlüğü diyebiliyor, baskı altında olan da, pratikteki durum ise iktidar ortaklığı dışına çıkmıyor. Gazetecilerin, gazetecilik yaptığı için derdest edilmesine muhalefet edemeyen muhalefetin,"muhalif gazeteciliğin" bir kaç ayda onlarca çalışanı tutuklanmış gazetecileri görmemesi, dillendirmemesi, basın özgürlüğünden söz etmesi ne kadar samimi ele alınabilir? İktidar yanlısı bir medyada çalışan gazeteciye, iktidar yanlısı bir gazeteci nasıl tokat atınca herkes aynı sorumluluğu duyduysa, Kürt basına yapılan baskıya aynı sorumlulukla gazeteciliğin yaklaşma sorumluluğu vardır. Eğer gazeteci bu sorumluluktan ve gazeteciliğin etik değerlerinden uzaklaşıyorsa, muktedirlerin sözcülüğüne soyunuyorsa yanlışa onaylı göz yumduğunun göstergesidir. Yanlışa yanlış diyenler ise bu dayanışmanın parçasıdır. O nedenle; özgür basın susturulamaz!
* Megafon TV Genel Yayın Yönetmeni