İZMİR - Kurdistan’da 1960’lı yıllarda barajlarla başlayan ekolojik yıkım, kimyasal kullanımıyla sürerken, ekolojist Hüseyin Çağlar, “İnsanı öldüren bir silah doğal olarak kullanıldığı yerde yaşayan bütün canlıları yok eder" dedi.
Tüm Türkiye gibi Kürdistan illeri de ekolojik yıkımdan nasibini alıyor. Kürdistan'da son yıllarda yoğunlaşan ormansızlaştırma saldırısı bölgenin tüm ekosistemine ciddi zararlar veriyor. Yine yaşanan kuraklık ve son dönemlerde kullanıldığına dair görüntülerin olduğu kimyasal silahlar da bölgede geri dönüşü imkansız bir tahribat yaratıyor.
Bölgede 1960’lı yıllarda barajlarla başlayan tahribat daha sonra termik santral, madenler ve orman kesmelerle birlikte hız kazandı. Bölgede bulunan 52 baraj özellikle nehir yataklarına yaşattığı bozulmalar nedeniyle kuraklık başta olmak üzere birçok ekolojik sorun yarattı. Yine bu barajlar nedeniyle son olarak Hasankeyf’te olduğu gibi tarihi ve doğal varlıklar sular altında kaldı, doğal yapı bozuldu.
GÜVENLİK BARAJLARI
Özellikle 2009 yılından itibaren adına “güvenlik barajı” denilen projelerle Hakkari ve Şırnak’ta 11 barajın yapımına başlandı. Bölgedeki insan varlığını azaltmak ve bölgeyi askerileştirmek için yapılması planlanan bu barajlar Devlet Su İşleri'nin (DSİ) 2007 yılı faaliyeti raporunda da, “2007 yılında yatırım programına etüt-proje kapsamında sınır güvenliği sebebiyle alınan Su Şişirme Bentleri adı altında 11 adet barajın kati proje yapımı ihale edilmiştir” sözleriyle yer buldu.
Bu barajlar nedeniyle bölgeden çok sayıda göç yaşanırken, su kaynakları da talan edildi. Yine Dersim’de planlanan ve bir kısmı hayata geçen en az 20 baraj projesi bulunuyor. Halkın mücadelesi sonucu büyük kısmı iptal edildi. Fakat Munzur Vadisi Milli Parkı sınırları dâhilinde, milli parkın temel kaynak değerlerinden olan Mercan Deresi üzerinde bir de “kaçak HES” inşa edildi. HES, 2003 yılında bölgede enerji üretimine başladı. Yine bölgenin ekosistemi bu projelerden ciddi zararlar gördü, köyler ve doğal alanlar sular altında kaldı.
MADEN TALANI
Bölgede bir diğer ciddi sorun madencilik faaliyetleri oldu. Özellikle Hakkari, Şırnak ve Dersim’de yoğunlaşan madencilik, diğer bölge illerinde de ciddi bir talan yaşattı. Dersim Merkez ilçenin yüzde 62’si, Ovacık ilçesinin yüzde 57’si, Munzur Dağı'nın ise tamamı madenler için ruhsatlandırılmış durumda.
Yine Cudi, Besta, Gabar’da ormanlık alanlar maden faaliyetine açılıyor. Maden atıklarının derelere akıtılması sonucu Şırnak’taki nehirler kullanılmaz hale geldi. Son olarak 21 Haziran’da Erzincan İliç’te bulunan altın madeninde yaşanan siyanür sızıntısı Erzincan’ın yanı sıra bölge illerine de ciddi tahribat riski oluşturdu. Özellikle siyanürün Fırat Nehri ve İliç Barajı’na sızdığı iddiaları nehir boyunca kurulu tüm illerin zehirlenmesi anlamına geliyor.
MADENLERE ‘GÜVENLİK ENGELİ’
Cudi Dağı’nın da yüzde 96’sı maden sahası olarak projelendirilmiş durumda. Son olarak 2021 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Şırnak kent merkezi ile Cizre, Uludere, İdil, Beytüşşebap ve Silopi ilçelerinde 20 bölgede ÇED raporuna gerek görmeden maden arama izni verdi. Ayrıca Hakkari de de onlarca kaçak madenin yanı sıra Zap Vadisi boyunca taş ocakları ve beton santralleri bölgede ciddi tahribat yaratıyor. Maden faaliyetlerinin yapıldığı birçok vadi de “güvenlik” gerekçesiyle yasaklı bölge olarak ilan edilmiş durumda olduğu için tahribatın boyutu tam olarak bilinemiyor.
ORMANSIZLAŞTIRMA
Son dönemlerde askeri operasyonlar sırasında çıkan orman yangınları da bölgenin eko sistemini yok eden unsurlardan. Özellikle Dersim, Bingöl, Diyarbakır, Siirt gibi illerde yaşanan bu yangınlarda bölgenin bitki örtüsü ciddi tahribata uğradı. Çıkan yangınların yine “güvenlik” gerekçesiyle söndürülmesine izin verilmezken, son yıllarda kereste amaçlı orman kesimleri de bölgenin ciddi sorunu arasında. Şırnak Cudi’de yaşanan görüntülerle gündeme gelen ağaç kesimleri yine Siirt, Batman ve Dersim’de de tüm hızıyla devam ediyor. Yaşanan tüm bu ekolojik tahribat ve savaş bölgede hava, su ve toprağın kirlenmesine de yol açıyor. Temiz Hava Hakkı Platformu verilerine göre, son 5 yıldır Iğdır, Ağrı ve Maraş kronik hava kirliliği yaşarken, madenlerin yoğunlaştığı Şırnak ve Hakkari’de ise yıllardır ölçüm yapılmıyor.
KİMYASAL TOPRAĞA, SUYA, HAVAYA KARIŞIYOR
Tüm bu ekolojik krize son olarak bölgede kullanılan kimyasal silahlar da eklendi. Türkiye’nin Irak Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik 17 Nisan’dan bu yana sürdürdüğü savaşta şimdiye kadar 2 bin 467 kez kimyasal silah ve yasaklı bomba kullandığı ve bunun sonucunda da toplam 44 HPG’linin yaşamını yitirdiği açıklandı. Savaş özellikle doğrudan toprak ve iklime etki ederken, kimyasal silahların toprağa ve suya karışması canlı varlığı açısından risk oluşturuyor. Kimyasal silahlar yeraltı sularına karışarak, yeraltı sularının ve iklimin zehirlenmesine neden olurken, aynı zamanda toprak ve havaya da karışıyor. Bu nedenle bölgede bulunan insan ve hayvanların yanı sıra bitki örtüsünü de öldüren bu silahlar kullanıldığı bölgenin ekosistemini tamamen yok ediyor.
TAHRİBAT GİDEREK ARTIYOR
Ekolojist ve Yeşil Sol Parti İzmir İl Eşsözcüsü Hüseyin Çağlar, Kürdistan'da yaşanan ekolojik tahribatın boyutlarını değerlendirdi. Türkiye’de uzun yıllardır süren ekolojik talanın son yıllarda artarak devam ettiğini söyleyen Çağlar, Kürdistan'da da özellikle 1960’lı yıllarda barajların yapımı ile talanın başladığına dikkati çekti. Bölgede barajlar yoluyla hem nehirlerin doğal akışının bozulduğunu hem de ekosistemin tahribata uğradığını belirten Çağlar, “Ama asıl yıkım termik santrallerin yapılmaya başlanmasıyla gündeme geldi. En belirgin ekolojik talan olan Elbistan’da ki termik santralle beraber Kürt illerinde de ciddi bir ekolojik yıkım başlamış oldu. Daha sonra savaş ortamıyla birlikte 1980’den itibaren güvenlik gerekçesiyle Kürt illerindeki ormanlar yok edilmeye başlandı. Son yıllarda da AKP eliyle dağlar maden arama, taş ocakları gibi gerekçelerle yok edildi. Dersim dağlarının önemli bir kısmı maden için ruhsatlandırılmış. Yine daha önce ormanların güvenlik gerekçesiyle güvenlik güçleri tarafından yakılıyor ve söndürülmesi de engelleniyordu. Ama özellikle Şırnak’ta gördüğümüz durum ağaç kesimi şeklinde ciddi bir katliam söz konusu” dedi.
SÖMÜRGE MANTIĞI
Bu talanın bir yanıyla kar hırsı bir yanıyla sömürge mantığıyla yapıldığına dikkati çeken Çağlar, emperyalizmin Latin Amerika ve Afrika’da yaptığını, Türkiye’nin Kürdistan'da yaparak tüm maden, su ve doğal kaynaklarına el koyduğunu aktardı. Yaratılan talanın bölgede öncelikle tarım ve hayvancılığın giderek yok olmasına neden olduğunu kaydeden Çağlar, “Bunların yok olması beraberinde iç göçe neden oldu. İnsanlar büyükşehirlere göç ediyor. Bunun doğal olarak ekolojik saldırıların hem genel anlamda iklim krizinin artmasına neden oluyor. Hem de kuraklığa neden oluyor. En büyük yanılgı ise sermayeye göre insanların yaşamadığı doğal alanların boş araziler gibi değerlendirilmesi. Oysa ki orada ciddi bir canlı yaşamı söz konusu. Canlı yaşamı sadece insanlardan oluşan bir şey değil. Tüm bu talan ve tahribat ise dünyanın yok oluşuna doğru giden bir süreci başlatıyor” diye belirtti.
‘KİMYASAL TÜM CANLILARI ÖLDÜRÜR’
Son olarak kimyasal silah kullanıldığına dair görüntüleri de değerlendiren Çağlar, şunları söyledi: “Kullanılan silahların niteliğine göre ekosisteme verdiği zarar değişir. İnsanı öldürün bir silah doğal olarak kullanıldığı yerde yaşayan bütün canlıları yok eder. Belki kimyasal silah değil ama atom bombasının kullanıldığı Japonya’yı düşünürsek; bombanın atıldığı yerde binlerce kilometrelik alanda halen hiçbir canlının yaşamadığı görülebiliyor. Niteliği önemli ama kimyasal silahın her türlüsü hem bitki örtüsüne hem canlılara ciddi zararları olacaktır. Kimyasal silah kullanımı Birleşmiş Milletler tarafından yasaklı. Bu tür iddiaların olduğu yerde bağımsız araştırmacılar tarafından araştırma yapılması beklenir. Ancak Türkiye’de araştırmak yerine bunu talep edenlerin hedef alınması durumu yaşanıyor. Son olarak bilim insanı olan Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanması bunun sonucu olarak yaşanıyor.”
ENTERNASYONALİST MÜCADELE
Türkiye toplumunun her yönüyle kutuplaştırıldığını da sözlerine ekleyen Çağlar, Kürdistan'da yaşanan ekolojik tahribata bu nedenle sessiz kalındığını söyledi. Ekolojik yıkımın sadece yaşandığı bölgede yaşayan insanların sorunu olmadığına dikkati çeken Çağlar, “Nerede olursa olsun yaşanan ekolojik tahribat sadece Türkiye’yi de değil tüm dünyayı etkileyen bir durum haline geldi. O nedenle meseleye kimlik ve kutuplaşmadan ayrı olarak enternasyonalist bir yaklaşımla bakılması gerekiyor. Nerede bir ağaç kesiliyorsa, sular sermayeye peşkeş çekiliyorsa hep beraber karşı çıkmamız gerekir. Çabamız da bu yönde. Son yıllarda önemli yollar da aldık. Geçmişte daha yerel olan yaklaşımlar giderek enternasyonaleşerek ortak hareket edilmesi yönünde gelişmeler var. Bunun daha da büyümesi gerekir” diye konuştu.
MA / Tolga Güney