ANKARA - Kürt sorununda çözümsüzlük ile ekonomik kriz arasındaki ilişkiye dikkati çeken Sezai Temelli, sadece uluslararası komplo sonrası savaşa 720 milyar dolar harcandığını belirtti.
Kürt sorununda çözümü “güvenlik” politikalarında arayan Türkiye, bunun bir sonucu olan ekonomik krizler nedeniyle çıkmazdan kurtulamadı. Kürt sorununda demokratik çözüm arayışlarının başladığı 1993 yılında Kürt karşıtlığıyla tanınan Tansu Çiller, başbakanlık koltuğuna oturdu. Savaş politikalarını derinleştiren, faili meçhul cinayetlerin önünü açan Çiller, ekonomi yönetiminde söz sahibi olan tüm kamu kurumlarını kendine bağlayarak, ülkenin tüm kaynaklarını savaşa harcamaya başladı. Ekonomik krizi derinleştiren bu süreç, “1994 Krizi” olarak tarihe geçti.
Bu süreci, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın uluslararası komployla Türkiye getirilmesinin ardından yaşanan “2001 Krizi” izledi. 1994 Krizi ardından ülkede kısa süreli bir rahatlama yaşansa da, Kürt sorununda çözümsüzlüğün derinleştiği bir ortamda yeniden derinleşen kriz, Türkiye’nin en önemli ticaret ortaklarından Rusya’nın yaşadığı kriz ve Marmara depremiyle katlandı.
Bu krizin ardından iktidara gelen AKP, 21 yılda ülkeyi çoklu krizlere sürükledi. Amerikan Birleşik Devletleri’nin (ABD) 2007 yılında faiz artırımıyla başlayan sıkıntılar, birçok ülkede likitide sorunlarını şiddetlendirdi. Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan, “Bizi teğet geçecek” açıklaması yapsa da, sonraki yıllarda Kürt sorununda çözümsüzlük politikaları ve İmralı’da ağırlaştırılan tecrit sistemiyle derinleşen savaş konsepti, Türkiye’yi krizlere sürükledi. Nitekim bu kriz sadece ekonomiyle sınırlı kalmadı, çoklu krizlere dönüştü.
Kürt sorununda çözümsüzlük ile ekonomik kriz arasındaki ilişkiyi değerlendiren Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Mûş Milletvekili Sezai Temelli, Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (Sipri) raporlarından Türkiye’nin 40 yılı aşkın süren savaşa bir buçuk trilyon dolar kaynak ayırdığı yönündeki verilerine dikkat çekti. Temelli, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın uluslararası komployla Türkiye’ye getirilmesinin üzerinden geçen 25 yılda, savaşa en az 720 milyar dolar harcandığını söyledi.
‘PKK BİR SONUÇ’
Türkiye’nin en temel sorunlarından birinin Kürt sorunu olduğunu, sorunun çözümsüzlüğünün silahlı mücadeleyi yarattığını belirten Temelli, “Son 25 yılda yaşananların nedeni nasıl ki Kürt meselesine bağlı olarak biçimlenmişse, komploya gelinen süreçte de aynı sorunu yaşıyorduk. Dolayısıyla PKK gerçekliğine, bir sonuç olduğu farkındalığıyla bakmamız gerekiyor. PKK neden var? Hatta PKK öncesine de bakılabilir. Türkiye’deki yüzyıllık, hatta cumhuriyet öncesine bile gittiğinizde, Kürt meselesinin ne kadar belirleyici bir sorun olduğunu görürsünüz. Kürt tarihinin isyanlar tarihi olması, bundan kaynaklı. Dolayısıyla Türkiye bu meselesini bir türlü çözemedi. Bu mesele sosyolojik bir sorun, bu mesele tarihsel bir sorun. Bu meseleyi çözememek, sizi diğer meseleler açısından da belli bir yere sürüklüyor. O krizler içinde debelenen, kriz girdaplarına sürekli sürüklenen bir ülke oluyorsunuz” diye belirtti.
‘25 YILDA SORUNLAR ÇÖZÜLMEDİ’
Uluslararası komplonun 25 yılına bakıldığında, Türkiye’de hiçbir sorunun çözülmediğini ve krizleri daha da tetiklediğini ifade eden Temelli, “Bu 25 yılın çok çok uzun bir sürecinde, yaklaşık 21 yılında AKP iktidarı var. Ondan önce Ecevit iktidarı vardı. Ama alt dönemlerine bakarsanız, benzer özellikleri Kürt meselesini çözememiş olmaları. Ve ülkeyi her seferinde yeni bir krize sürüklemiş olmaları. Dolayısıyla biz meseleyi ister iktisadi, ister siyasi açıdan, isterse de toplumsal açıdan ele alalım, dönüp dolaşıp aynı meseleye çıkarız. Bilim insanlarına, ‘Bu sürecin bu şekilde gelişmesindeki belirleyici faktörler nedir? Esas korelasyon nerededir? İlişki nerde biçimleniyor?’ diye sorarsanız, Kürt meselesi derler” diye konuştu.
TÜM KRİZLERİN NEDENİ: KÜRT SORUNU
Temelli, Türkiye’deki iktisadi ve siyasi krizlerin merkezinde Kürt sorununun olduğunu, bunun da ölçülebilir olduğunun altını çizerek, “Bunun üzerine yapılmış birçok araştırma var. Ve şu gerçekliği görüyoruz ki, hem Tansu Çiller dönemi yaşanan kriz hem 2001 krizi hem de Erdoğan döneminde yaşanan krizlere bakın; tüm bu krizlere neden olan şeylerin hepsi aynı” ifadelerini kullandı.
SAVAŞ EKONOMİSİ
Türkiye’nin sürekli bir savaşın içinde olduğunu vurgulayan Temelli, şunları söyledi: “Savaşın içinde olması demek, daha fazla silahlanmaya, daha fazla silaha kaynak ayırmak demek. Sosyal hayatı bu zihniyetle daha fazla düzenlemek demek. Bunlara baktığımızda, Türkiye bir savaş ekonomisinin içinde. Savaş deyince, insanlar Ukrayna savaşı gibi düşünüyor. Hayır, bu savaş o kadar boyutlu bir savaş ki, günlük hayatımızın içine sirayet ediyor. Ekmeğin fiyatını etkiliyor. O yüzden Erdoğan çıkıp ‘bir mermi kaç para’ diye sormuştu. Şunu söylüyor: ‘Bu topyekûn savaşta başarılı olmamız için savaşın maliyetine katlanın.’ Ama bu savaş öyle kazanılacak bir savaş değildir. Burada en temel sorun olan Kürt sorununun çözümsüz kalmasına bağlı olarak, bütün toplumsal ayrışmalara neden olan, toplumu tam da orta yerinden kesen ve toplumu bir gerilimin içinde tutan bir savaş. İki düşmanın karşı karşıya geldiği bir cephe savaşından bahsetmiyoruz. İktidar tarafından üretilen, yaratılan ve kurucu kodlara sadakatten kaynaklanan bir savaş.”
‘EKONOMİNİN GERÇEK FOTOĞRAFI ADALETSİZLİKTİR’
Türkiye’de iktidarlar tarafından üretilen savaşın tekçiliğe, sosyolojik gerçekliği kabul etmeyen yayılmacı politikalara dayandığını söyleyen Temelli, savaşın olmadığı bir yerde ise mevcut iktidarların kendilerine alan bulamayacaklarını, savaşın bittiği bir yerde adaletin, hakça paylaşımın ve bölüşümün yollarının açılacağını kaydetti. Temelli, “Türkiye’de bu savaş koşulları olduğu için, ekonominin belki de gerçek fotoğrafı adaletsizliktir. Bu denli ciddi boyutta adaletsizlik neden yaşanıyor? Neden böyle bir dünyada 10 ülke arasına girmiş kötü gelir dağılımına sahibiz? Dünyadaki en kötü servet dağılımına sahibiz? Bu şu demek; servet belli bir kitlenin elinde toplanıyor ve gelir dağılımından dolayı insanların çok büyük kısmı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Böyle bir tablo, ancak savaş kodlarının geçerli olduğu bir toplumda söz konusu olur. İşte bu yüzden Sayın Öcalan mutlak iletişim koşullarında tutuluyor” şeklinde konuştu.
Temelli, Türkiye’de iç içe girmiş ikili savaşın olduğunun altını çizerek, “Biri sınır savaşı, bir diğeri de Kürt ulusuna karşı yürütülen yayılmacı emperyalist savaş. Bu iki savaşın dinamikleri birlikte hareket ediyor. Savaşın yoğun olduğu Türkiye gibi ülkelerde, açıklar fazla olur. Dolayısıyla baktığımızda Türkiye gibi açıkların fazla olduğu ülkelerde, sermaye artı değere daha fazla el koyma ihtiyacı duyar. Bunu da acımasız yöntemlerle el koyma ihtiyacı olduğu için; sermaye saldırgan bir üslubu ve toplumu bastıran, şiddet girdabında tutan bir yöntemi tercih ederler. Türkiye’de durum bu şekilde. Bugün baktığımızda sendikalar grev yapamaz durumda. İşsizlik bu kadar yaygın iken, işsizlerin, prekarya dediğimiz kesimlerin bile bir mücadelesini göremiyoruz. Neden? Çünkü sürekli bir baskı altındalar. Bu faşizmdir” dedi.
‘TECRİT SİSTEMİ SONLANDIRILMALI’
İkinci savaş ayağının da Kürt ulusuna yönelik sürdürülen açık ve örtülü savaş olduğunu belirten Temelli, şöyle devam etti: “Fakat bu iki dinamik birlikte hareket ediyor. Dolayısıyla bugün Türkiye’de bu denli sömürü varsa, sömürgeci bir siyasetin hâkim olmasındandır. Ekonomide bu adaletsizliği gidermek için yılda en az 30 milyar doların savaşa harcanmasını durdurmamız gerekir. Bunun için komploya bağlı olarak gelişmiş bu tecrit sistemini sonlandırmanız gerekir. Bunun için Türkiye’nin içeride ve dışarıda barış eksenli bir siyaseti sürdürmesi gerekir. Kaynaklarını ancak bu yönde harcamaya karar verirse, o zaman bu saydığımız iktisadi sorunlar ortadan kalkar.”
‘KÜRTLER VE TÜRKLER SEÇENEK YARATMALI’
Türkiye’de İmralı’dan topluma yayılan tecrit sisteminin ortadan kaldırılmasıyla, iktisadi, sosyal ve siyasi kriz çözümünün mümkün olabileceğini vurgulayan Temelli, “İşte o yüzden sınıf savaşı ile diğer savaşın ortak dinamiklerinden bahsettim. Bunun için emekçinin iktidarının var olması gerekir. Yani emekten yana bir iktidarın var olması gerekiyor. Bunun yolunu bulmamız gerekiyor. Bu sayede yoksul Kürtler ve Türklerin bir iktidar seçeneği yaratması gerekiyor. Yoksa bunu sermayenin ve iktidarın eline bıraktığınızda, kaynakların nereye gideceği çok belli. Dolayısıyla bu ikisi arasındaki ilişki çok güçlüdür. Emeğin sömürüsü ile savaş arasındaki ilişki çok net, belirgin bir şekilde kendisini yaşamın her alanında ortaya koyuyor. Bunu görmezden gelmek, sermaye bilimi çerçevesinde konuşmaktır. Bugün sermayeye karşı konuşamayan, sadece Kürtlere karşı konuşuyor. Bizim mücadelemize karşı konuşuyor ki bunun da ne kadar anlamsız olduğu hem bilimsel hem tarihsel olarak ortada” değerlendirmesinde bulundu.
SAVAŞIN MALİYETİ: 720 MİLYAR DOLAR
Kürtlere karşı devreye konulan savaşın maliyeti üzerinde duran Temelli, şunları söyledi: “Erdoğan daha önceki yıllarda yıllık 30 milyar doların savaşa harcandığını söylemişti. Rakam belki daha da çok. Ama biz şimdi kalkıp yılda savaşa 50-60 milyar dolar harcanıyor dersek, hemen saldırıya maruz kalırız. Ama kendilerinin söylediği rakam bu. Dolayısıyla son 24 yıla baktığımızda; 720 milyar dolarlık bir kaynağın savaş ayrıldığını görürsünüz. Ama rakam bunun çok daha ötesinde. Bunu Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (Sipri) raporlarından biliyoruz. Sipri, Türkiye’de 40 yılı aşkın süren bu meselenin üç trilyon dolarlık bir kaynak tükettiğini söylüyor. Dolayısıyla 25 yılda bunun yarısı derseniz, 1 buçuk trilyon dolar eder. Bunlar ölçülebilir rakamlar. Dolaylı rakamlar, örtülü rakamlar ve saklanan rakamlar var. Uzun vadeli alınmış kredilerden kaynaklı ama henüz günlük bu cari hesaplarda rakamlar var. Hepsini üst üste koyduğunuzda, çok ciddi bir rakamın savaşa ayrıldığını söyleyebiliriz.”
‘SAVAŞ YERİNE DEMOKRATİK ÇÖZÜM’
Temelli, Türkiye’de savaş yerine demokratik bir çözüm olması durumunda nelerin olabileceğini ise şu şekilde açıkladı: “Çok geriye gitmeyelim. İmralı’da Öcalan ile görüşmelerin yapıldığı süreci düşünelim. Bu süreç olumlu gelişseydi, toplumsallaşsaydı, Meclis inisiyatif alsaydı, o zaman ana muhalefet partisi bu sürece karşı tavır almak yerine destekleseydi ve çeşitli kesimlerin bu sürece dair provokasyonların önüne geçilseydi, 10 yılda mutlak iletişimsizlik döneminde Türkiye’de çok daha farklı şeyler olurdu. Yine Erdoğan’ın rakamları ile söyleyeceğim. Erdoğan 2015 yılında cumhuriyetin yüzüncü yılı hedefini ortaya koyarken, kişi başı milli gelirin 25 bin dolar olacağını söyledi. Kişi başı gelir şu an 10 bin dolar. Yani kişi başı 15 bin dolar geride kalmış. Hadi 5 bin dolar yanılsa, 10 bin dolar geride kalmış. 10 bin doları siz 84 milyon ile çarparsanız, 840 milyar dolar eder. En basit ölçülebilir kayıp miktarı 840 milyar dolardır. Bu rakam, bize iktisadi olarak maddi kaybın büyüklüğünü gösterir.”
MA / Selman Güzelyüz