AMED – DAKAH-DER’in düzenlediği söyleşide konuşan Avukat Eren Keskin, Cumartesi Anneleri'nin direnişinin herkese umut olması gerektiğini belirterek, "Tek dayanak kadın mücadelesi. Bu nedenle hiç vazgeçmeden devam etmek gerekiyor” dedi.
Dayanışmanın Kadın Hali Derneği (DAKAH-DER), 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü vesilesiyle Amed’in Peyas (Kayapınar) ilçesine bağlı Diclekent semtinde bulunan Wêjegeh Amed'de İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Eren Keskin’in de katılımıyla “Keskin Bir Hayat-Afili Sohbetler” isimli bir söyleşi gerçekleştirdi. Çok sayıda kadının katıldığı söyleşinin açılış konuşmasını DAKAH-DER Başkanı Avukat Aslı Pasinli yaptı.
Her yıl 25 Kasım vesilesiyle etkinlikler gerçekleştirdiklerini hatırlatan Pasinli, hafta boyunca yaptıkları etkinlikleri özetledi. Ardından Eren Keskin söz aldı.
‘YANLIZ KALACAKLARINI DÜŞÜNDÜKLERİ İÇİN KONUŞAMIYORLARDI'
Her zorluk karşısında en vazgeçmeyenlerin kadın ve LGBTİ+ hareketleri olduğunu söyleyen Keskin, yıllardır cinsel işkence alanında çalıştığını ve çalışma sebebini cinsel işkencelerinin hiç konuşulmaması olduğuna vurgu yaptı. Keskin “Ne işkence uygulandığını sorduğumuzda kaba dayak, elektrik, tırnak çekme gibi yöntemler anlatıldı ama cinsel işkence hiç konuşulmazdı ama istisnasız herkes cinsel işkenceye uğruyordu. 1995 yılında cezaevine girdiğimde ilk kez bununla karşılaştım. Havalandırmada yürürken bir kadın ‘Bana yapılanları biliyor musun’ dedi, tecavüze uğradığını anlattı ve fenalık geçirdi. Birçok kadının etkilendiğini gördüm ama konuşulmuyordu, yalnız kalacaklarını düşünüyorlardı” diye belirtti.
‘O DÖNEMDE TECAVÜZ SUÇUNUN TANIMI YOKTU’
Cezaevinden çıktıktan sonra cinsel işkence konusuyla ilgilendiğini belirten Keskin, "1980 darbesi sürecinde tecavüze ve cinsel işkenceye uğrayanlar yeni yeni başvurular yapıyorlar. O dönem tecavüz suçunun tanımı yoktu. Sadece Yargıtay tanımı vardı. Sadece ufak bir cezası olan ‘sarkıntılık’ vardı. Bekaret kontrolü sadece işkence olsun diye uygulanıyordu. Mardin’de bunun örneğini yaşadık. 6 çocuklu bir kadına da bunu uyguladılar ve belgeyi dosyaya da utanmadan koydular. Türk hukukunda sadece Adli Tıp Kurumu raporları esas alınıyor. Oysa Adli Tıp resmi bilirkişi kurumu ve siyasi iradeye bağlı bir kurum” ifadelerini kullandı.
‘ASKERLER BİZE KÖTÜ ŞEYLER YAPIYOR’ DERLERDİ
Bir doktorun dikkat çekmesi üzerine tecavüze uğrayanlar için psiko-sosyal raporu aldıklarını ve bu süreçte kendileri hakkında dava açıldığını ifade eden Keskin, “Tecavüze uğrayanların ailelerindeki erkeklerden çekindiğini gittiğimiz her köyde kadınlar ‘Askerler bize kötü şeyler yapıyor’ derdi. Biz o kötü şeyin ne olduğunu bilirdik ama söylemezlerdi. 90’ların sonuna doğru yaşlı bir amca ofise gelerek 5 yıldır kızından haber alamadıklarını, jandarma karakolundan arandıklarını, kızının yakalandığını ama nerede olduğunu bilmediğini söyledi. Sonunda Diyarbakır Cezaevi’nde olduğunu öğrendik. 66 gün boyunca Silopi Jandarma Karakolu’nda aralıksız cinsel işkenceye maruz kaldığını anlattı. Ben hastaneye sevk edelim deyince, bekleyelim dedi. İlk celsede tahliye oldu. Antep’ten ailesinin yanından döndükten sonra suç duyurusunda bulunmayacağını söyledi, ‘Babamı üzmek istemiyorum’ dedi. Hiç annesi ya da kız kardeşi üzerinden bunu talep eden olmadı” diye konuştu.
‘İSTANBUL SÖZLEŞMESİ BU COĞRAFYADA ORTAYA ÇIKTI’
Keskin, 2015 yılında cinsel saldırının suç tanımı olduğunu ve bununla birlikte birçok değişikliğin olduğunu ancak bunların uygulanmadığını dikkati çekerek “Türkiye bir hukuk devleti değil. Kadınlar böylesi bir mücadele sürdürüyor ve sonunda İstanbul Sözleşmesi geliyor. Bu sözleşme Nahide Opuz’un davasının AHİM’de Türkiye’yi mahkum etmesinin ardından bu coğrafyada ortaya çıktı” şeklinde konuştu.
‘HİÇBİR ÖRF, ADET, GELENEK KADINA ŞİDDETE GEREKÇE YAPILAMAZ’
Keskin, İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanma sürecini hatırlatarak “Tayyip Erdoğan bu imzayı geri çekerken, LGBTİ+ nefretini gösterdiler. Ama bu sözleşmede önemli bir madde vardı; ‘Hiçbir örf, adet, görenek kadına şiddete gerekçe yapılamaz.’ AKP, derin devletle büyük bir uzlaşmaya gittikten sonra korkunç bir dönem yaşamaya başladık. Bu imzanın geri çekilmesi de siyasi uygulamanın farklılaşmasıyla gelişen bir süreç” diye belirtti.
‘İKTİDAR KADINLARIN EVDE OTURMASINI İSTİYOR’
Bütün saldırılara karşı çıkarken, yeterli karşı çıkışın olup olmadığının da sorgulanması gerektiğinin altını çizen Keskin, “Kurumların birçoğu erkek yoğunluklu ve homofobik, transfobik kurumlarındır aynı zamanda. Devlete benzediğimiz noktada itirazımız fazla gelişemiyor maalesef. Devleti eleştiriyoruz, dünyada gördüğümüz en kötü devlet. Soykırım coğrafyasında tabi ki kadına şiddeti, LGBTİ’ye şiddeti konuşmak kolay değil. Bu nedenle bizim kendi örgütlerimizdeki durumumuzu da devletle birlikte tartışmamız gerekiyor. Kadınlar açısından iktidar dili son derece nefret dolu ve ötekileştirici. İktidar kadınların evde oturmasını istiyor ama ben kadın mücadelesinden de son derece korktuklarını düşünüyorum” sözlerine yer verdi.
‘TEK DAYANAK KADIN MÜCADELESİ’
Keskin, mültecilerin durumuna da dikkati çekerek bir kadının şiddet gördüğü için iltica edememesini ciddi bir sorun olduğunu söyleyerek, “Kadın mücadelesinin bunu değiştirebileceğini Bosna ve Ruanda’da yaşanan kadına yönelik şiddetin savaş suçu olarak değerlendirilmesinin mücadele sonucudur. Her 8 Mart’ta kadınlara şiddet uygulandığını ama kadınların yine de sokaklarda olduğunu ve şimdi 6284 var. Umudunun kırıldığını söyleyen bir gence Cumartesi Anneleri’ni örnek gösterdim. Bu direnişin ve eylemlerin herkese umut olması gerektiğini düşünüyorum. Evet kötü bir noktadayız hem Kurdistan’da hem de dünyada… Burada tek dayanak kadın mücadelesi. Bu nedenle hiç vazgeçmeden devam etmek gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Keskin’in konuşmasının ardından program Keskin’e yöneltilen sorularla son buldu.