DÊRSIM - Seyit Rıza ve arkadaşlarının idam edilmesinin üzerinden 87 yıl geçse de Kürtlerin hala aynı biçimde tehdit edildiğini dile getiren DAD Eş Genel Başkanı Zeynel Kete, Kürtlerin o dönemden farklı olarak örgütlü olduklarını belirterek, “Artık sizin yalanlarınızla ve hilelerinizle baş edeceğiz” dedi.
Seyit Rıza ve arkadaşlarının 15 Kasım 1937’de idam edilişlerinin üzerinden 87 yıl geçti. 1915 yılında Ermeni Katliamı’nda Dêrsim’e sığınan Ermenilere sahip çıkan Seyit Rıza, Koçgiri Katliamı (1920-1921) sırasında hükümete bir mektup yazdı. Mektupta Koçgiri Katliamı’nın durdurulmasını isteyen Seyit Rıza, Koçgiri’den Dêrsim’e sığınan Nuri Dêrsimî, Alişêr, Alişan beyleri ve taraftarlarını da himayesinde korumaya aldı. Ankara hükümeti Seyit Rıza’dan Dêrsimî’yi, Alişêr ve Alişan beyleri teslim etmesini istese de bunu kabul etmedi. Daha sonra 1925 Şeyh Said direnişinden hemen sonra Dêrsim’e karşı başlatılan harekât sürerken Seyid Rıza hükümet tarafından Erzingan'a davet edildi ve 5 Eylül 1937 günü yolda gözaltına alınıp tutuklandı.
Seyit Rıza, 15 Kasım 1937 yılında Ankara'dan özel görevle gönderilen İhsan Sabri Çağlayangil'in denetiminde yapılan yasadışı bir mahkeme neticesinde Xarpêt Buğday Meydanı'nda arkadaşları Uşenê Seydi, Aliyê Mirzî Silî, Hesenê İvaîmê Qıjî, Hesen Ağa, Fındık Ağa, Resik Uşen ile birlikte 87 yıl önce 15 Kasım1937’de idam edildi. İdam edilen Seyit Rıza ve arkadaşları, kimsenin bilmediği bir yere defnedildi. Seyit Rıza ve arkadaşlarını idama götüren ise Kürtleri kırımdan geçirmek isteyen anlayışa karşı dik duruşu oldu.
'AYIPTIR, ZULÜMDÜR, CİNAYETTİR'
Dönemin Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil “Anılarım” kitabında, mahkemeyi nasıl kurduklarını ve öncesini şöyle anlatır: "Biz Seyit Rıza'yı aldık. Otomobilde benimle Polis Müdürü İbrahim'in arasına oturdu. Jeep jandarma karakolunun yanındaki meydanda durdu. Seyit Rıza sehpaları görünce durumu anladı. 'Asacaksınız' dedi ve bana döndü. 'Sen Ankara'dan beni asmak için mi geldin?' Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyorum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp, kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk, 'Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz' dedi.(...) Seyit Rıza'yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti. 'Evladı Kerbelayıh. Bı hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir' dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam ra-rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi."
YAŞI BÜYÜTÜLEREK, ASILDI
O dönemin kaynaklarında, 18 yaşından küçükler ve 65 yaşından büyüklerin ölüm cezası infaz edilmediği belirtilirken, 74 yaşında olan Seyit Rıza yaşı küçültülerek, 16 yaşındaki oğlu Resik Hüseyin ise yaşı büyültülerek idam edildi. "Beni oğlumdan önce asın" diyen Seyit Rıza’nın talebine rağmen Resik Hüseyin gözleri önünde asıldı.
Seyit Rıza’nın idam edilişi, mezar yerinin tespit edilmeyişini ve bir kez daha hedef tahtasına konulmasını torunu Zeliha Polat ve Demokratik Alevi Dernekleri (DAD) Eş Genel Başkanı Zeynel Kete değerlendirdi.
MEZAR YERİ MÜCADELESİ
Aile olarak 87 yıldır Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezar yerlerinin açıklanması için mücadele ettiklerini dile getiren Zeliha Polat, “Dedemin amacı bir milletin hakkını savunmaktır. Zulmedenlere karşı tabi ki kalkacaksın ve tepkini göstereceksin. Ama öbür taraftan da acılarımız, sorunlarımız devam ediyor. Bu sorunların çözülmesini istiyoruz. Maalesef yeni yeni savaşlar başlıyor. İnsanlık adına bu utançtır. Bizim mezarlarımızın yerleri halen belli değil. Bunu binlerce kez söyledik ancak hala söylemiyorlar” dedi.
Polat, Pilvank’te bulunan dedelerinin mezarlarının olduğu yerlerde askeri kuleye su götürmek için yol açıldığını ve bunun da mezarlara zarar verdiğini belirtti. Polat, dedelerinin mezar yerlerinin açıklanmasını da talep etti.
ETNODİNSEL ARINDIRMA PROJELERİ
Zeynel Kete, Dêrsim olayının Cumhuriyet modernitesinin Osmanlı’dan devraldığı bir miras olduğunu ifade etti. Etnodinsel arındırma ve Türk-İslamlaştırma projesinde Dêrsim’in bir pilot bölge olarak seçildiğini anımsatan Kete, “Osmanlı İmparatorluğu döneminde de buna yönelik raporlar oluşturulmuştu ve baskılar vardı. Hiçbir zaman Cumhuriyet dönemi kadar planlı-programlı etnodinsel arındırma projeleri bir devletin resmi projesi haline gelmedi. İmparatorluklar döneminde baskılar vardı ama Alevi toplumunun özellikle Rea Haq kültürel olarak, dinsel olarak zaman ve mekândaki izinin yok edilmesi anlayışı en fazla Cumhuriyet döneminde meydana geldi. Mehmet Bayrak’ın ‘Bir siyaset tarzı olarak Alevi katliamları’ kitabında devletin raporlarında Dêrsim’e yönelik şöyle bir cümle vardı: ‘Eğer Yavuz’ın garazı Dêrsim’in yalçın dağlarına girmiş olsaydı herhalde Dêrsim’in de bugün maddi, manevi başka bir yol üzerinde görürdük’ şeklindedir. Dêrsim’in inancı ve etnik yapısından kaynaklı sürekli akınlar olmuş ama kalıcı olmamıştır” dedi.
PİLOT BÖLGE
Dêrsim’in pilot bölge seçilmesinin nedenlerinden birinin de ulus devlet anlayışının 1924’te devletin resmi anlayışı haline geldiğinde bahsedilen “Müdevver vatandaşlık” tanımında bulunduğunu belirten Kete, bu vatandaşlık tanımının “Türk’tür, Türkçe konuşuyor, Hanifidir, laiktir ve eril bir zihniyeti temsil ediyor” dedi. Dêrsim’in etnik olarak Kürt olduğunu ve ulus devlet anlayışının teklik yapısına uymadığını belirten Kete,“İnanç bakımında Rea Haq’tır, inanç olarak da uymuyor. Dil olarak da Kürtçenin lehçeleri olan Kurmancî, Kirmanckî konuşuluyor. Bu çerçevede düşünüldüğünde ulus devlet anlayışı Dêrsim katliamına karar vermiştir” diye belirtti.
1921 Anayasa sürecine gelene kadar karşılıklı protokollerin imzalandığını hatırlatan Kete, Sêwaz Kongresi’nde ağırlıklı olarak Alevi Önderleri, Erzirom Kongresi’nde ise Sünni önderlerle görüşmeler alındığını söyledi. Atarürk’ün aşiret beylerine gönderdiği mektuplarda da Cumhuriyet’in beraber kurulmasına dönük sözlerin olduğunu ifade eden Kete, 1924’ten sonra Koçgirî ile başlayan süreç Şêx Sêîd Efendi, Şark Islahat Planı, Takrir-i Sükün Yasası, Zîlan, Agirî katliamlarıyla sürüp bugünlere kadar geldiğini ifade etti.
Hem Kürt halkının hem Dêrsim halkının soykırım eşiğinde bir halk olarak yaşadığını belirten Kete, 10 Şubat 1922’de yapılan gizli oturum ile özerkliğin kabul edildiğini hatırlattı.
‘OCAK SİSTEMİ HEDEF OLDU’
“Ortak yaşamda eşit olarak yaşamak” ve özerk bir vatana gerek olmadığı şekilde tanımlamaların geliştiğini belirten Kete, o dönemin Bedlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey ile Dêrsim Milletvekili Hasan Hayri Bey’in Lozan sürecinde mecliste İngilizlere karşı Türkiye Cumhuriyeti ile beraber hareket edecekleri tartışmalarının olduğunu ifade etti. Hasan Hayri Bey ve diğer milletvekilleri, Alevi ve Kürt önderlerinin bundan sonra birer birer idam edildiğini söyleyen Kete, “Dara götürdüler. Süreç Dêrsim’e geldi. Şunu açık ve net söylüyoruz; Dêrsim’de bir isyan yoktu. Resmi tarih Dêrsim’de bir isyan olduğunu söyleyerek; burada yapacağı katliama bir meşruiyet sağladı. Temel neden dediğimiz gibi kendisine vaat edilen talep kârlık, 1924’teki tekçi anlayış kültüründen Dêrsim’in farklı olması, en önemlisi Ocak (Alevilikte bir inanç) Sistemi’nin Dêrsim’de olması. Çünkü Ocak Sistemi bir özerk sistemdir, üst akla, devletçi, iktidarcı yapılanmaya ihtiyaç duymadan ahlak ve politik bir şekilde ikrara ve rızalığı esas alarak, ‘el ele, el hakka’ diyerek halkın kendisi için oluşturduğu inanç ve düşünce düzeyi, bu ideolojisi Ocak ile kurumsallaşmış. Ocak sistemi tekçiliği kabul etmez” diye konuştu.
KATLİAM HAZIRLIKLARI YAPILDI
Cumhuriyet modernitesinin kurucu kodlarına uymayan bir Dêrsim gerçekliğinin olduğunu belirten Kete, onlara göre, “Dêrsim bir çıbandı ve ortadan kaldırılmalıydı” dedi. Fevzi Çakmak, İsmet İnönü’nün Dêrsim için hazırladığı raporları, Mahmut Esat Bozkurt’un demeçleri, hazırlanan misyoner raporları ile 1938 Dêrsim katliamı öncesinde yapılan köprüler, yolları, altyapı hazırlıkları başlatıldığını anımsattı. Kete, “Bu altyapı hazırlıklarından katliamın yapılacağı netti” dedi.
‘HALEN YASAKLAR SÜRÜYOR’
Dêrsim Katliamı’nın yol haritasının 1934 yılında 2510 sayılı iskan yasası ile, Dêrsim dört nolu bölge adıyla yasak bölge ilan edildiğini ve yasak bölgelerin halen devam ettiğini söyleyen Kete, “Dêrsim ve birçok Kürt coğrafyasında halen yasaklar sürüyor. Değişen bir şey yok” dedi. Demenan ve Haydaran aşiretlerinin bölgelerinde yapılan karakol süreçlerinde bir atış tacizine maruz kaldığını belirten Kete, 1937 katliamına giden sürecin ilk oluşumları olduğunu, 1937 yılının 21-22 Mart gecesi Demenan ve Haydaran aşiretlerinin Pax nahiyeleri aralarında yapılan köprüyü yıktıklarını, o tarihte 6 uçaklı bir savaş filosunun Dêrsim’e geldiğini anlattı. 24 Nisan 1937’de Seyit Rıza’nın evinin bulunduğu mıntıkanın bombalandığını, küçük oğlu Şah Hüseyin’in oğlunun kolunun koptuğunu ifade eden Kete, “Buğday Meydanı’nda idam edilirken ki fotoğrafta kolunun sargılı olması buradan gelmektedir” dedi.
İDAMA GİDEN SÜREÇ
TBMM’de 4 Mayıs 1937’de Bakanlar Kurulu’nun “Dêrsim Tenkil Kararları” ismiyle özel bir kararname çıkardığını vurgulayan Kete,“8 Mayıs 1937’de ise Genel Kurmay, kararı 4’üncü Genel Müfettişliğe bildirir. Köyler boşaltılır. Halk mağaralara sığınır. Köy yakmaları, baskılar, takipler, tacirler derken 8 Haziran’da İnönü özel törenle Dêrsim’e gider. Hareketi yerinde inceler. Geri döndüğünde Meclis’e bilgi verir. Bu şekilde başlayan süreç 10 Eylül 1937 tarihinde Seyit Rıza’nın Erzingan’da tutuklanmasına kadar dayanır. Mahkeme başlar. Düzmece bir mahkeme kurulur. Yargılama bu tarihte başlar 17-22 Ekim’den 6 Kasım’da devam eder. Aynı mantık halen devam ediyor. Kendini savunma hakkı yok ediliyor. 11 kişi hakkında idam kararı verilir. 33 kişi hakkında ağır hapis veriliyor. 14 kişi beraat ediyor. İdam cezası verilenlerden 4 kişinin çok yaşlı olmasından dolayı cezaları 30 yıla çevriliyor. Diğerleri de sürgüne gönderilirler. Seyit Rıza’nın idamını gerçekleştirmek için ise Meletî’de Emniyet Müdürü olan İhsan Çağlayangil görevlendirilir. Daha sonra anılarında Kılıçdaroğlu’na ‘ordu zehirli gaz kullandı’ der. Mağaraların kapıları içinde bunları fare gibi zehirledik. Dêrsim katliamında kimyasal kullanmıştır. O dönemde Malatya Emniyet Müdürü olan devletin kendi ağzı söylemiştir. Kimyasal kullanmak demek planlı, programlı bir katliam demektir” ifadelerini kullandı.
‘MEZAR TOPLUMUN KİMLİĞİDİR’
15-16 Kasım’a bağlayan gecede Seyit Rıza ve yarenlerinin idam edildiğini hatırlatan Kete, Seyit Rıza ve onun gibi hakikat ve özgürlük için hakka yürüyen canların birçoğunun mezarlarına ulaşılmasının engellendiğini belirtti. Kete, “Bir mezara sahip olmak demek bir kültüre sahip olmak demektir. Mezar bir toplumun kimliğidir. Öyle rastgele mezar vermiyoruz demek sıradan bir şey değildir. Bir mezara sahip olduğunuzda bir anıya, bir kimliğe, bir tarihe de sahip oluyorsunuz. Mezarları verilmiyor. Çünkü o mezara gelen bir anıya, bir kültüre, bir direnişe sahip olacak. Mezara sahip olmak tarihle bütünleşmektir. Mezar yerlerinin söylenmemesi hiçbir hukuka uymuyor. Kabul edilecek bir şey değildir” dedi.
‘SOYKIRIM DİNAMİĞİ SÜRÜYOR’
Son dönemlerde DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın sözleri ardından Seyit Rıza’nın hedef alınmasına dair de Kete, “Aynı zihniyet devam ediyor. Ama süreç eski süreç değildir. Artık eskisi gibi Kürtler dağınık değildir. Birbirlerini çok iyi bilen, ortak vatanda eşit yurttaşlık talep eden, birbirleri ile ruhen ve bedenen idraklaşan halk gerçekliği vardır. Şu anda da soykırım ve katliam dinamiği halen devam ediyor. Son dönemlerde ‘Şêx Sêid ve Seyit Rıza’nın başına gelenleri tekrar başınıza getiririz’ denilen söze karşı en büyük miras, Seyit Rıza’nın darağacını miraç bildiğinde, darağacında söylediği son sözlerdir. Biz artık sizin yalanlarınızla, hilelerinizle baş edeceğiz. Bu da size dert olsun diyorum” şeklinde konuştu.
MA / Müjdat Can