ANKARA - Hukukçu Dayanışması, İstanbul Barosu’na açılan “örgüt üyeliği” soruşturmasına tepki göstererek, “İstanbul Barosu’nun yanındayız. Nazım ve Cihan gazetecidir” dedi.
Hukukçu Dayanışması, Kürt gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in Türkiye’nin SİHA’larıyla katledilmesine ilişkin açıklama yapan İstanbul Barosu’na açılan “örgüt propagandası” soruşturmasına ilişkin yazılı açıklama yayınladı.
“Yaşam hakkına, hukukun üstünlüğüne, masumiyet karinesine, ifade özgürlüğüne ve İstanbul Barosu’na sahip çıkıyoruz” başlığıyla yapılan açıklamada, “İstanbul Barosu’na yönelik başlatılan soruşturma, yalnızca bir meslek örgütünün bağımsızlığına değil; aynı zamanda yaşam hakkına, yargı bağımsızlığına, masumiyet karinesine ve ifade özgürlüğüne yönelik ciddi bir tehdit oluşturmaktadır” denilerek, savcılığın açıklama ile operasyondan önce algı operasyonu yaptığına vurgu yapıldı.
‘ADLİ HÜKME GÖRE DAŞDAN GAZETECİDİR’
Açıklamada devamla şu ifadeler kaydedildi, “Muhabir olarak çalışırken, SİHA ile öldürülen gazetecilerden Nazım Daşdan hakkında tüm terör isnadlı suçlamalardan ‘Kesinleşmiş beraat kararı’ mevcuttur. Gaziantep 2’nci Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda verilen gerekçeli kararda iki husus önemlidir: ‘Her ne kadar sanık hakkında terör örgütü propagandası suçundan dolayı dava açılmış ise de; sanığın Facebook adlı paylaşım sitesinde yaptığı paylaşımlar tek tek incelendiğinde sanığın terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek herhangi bir paylaşımda bulunmadığı’ ifade edilmiştir. Keza iddia edilen sözleri için ‘gazetecilik refleksi ile paylaştığı yönündeki savunmasının aksini gösteren bir delil elde edilemediği’ ifade edilerek hüküm verilmiş ve kesinleşmiştir. Yani adli hükme göre Nazım Daşdan gazetecidir.
DÜŞMAN HUKUKU
Diğer gazeteci Cihan Bilgin hakkında ise 2022 yılında açılmış ve yalnızca soruşturma aşamasında olan bir savcılık dosyası vardır. Henüz iddianame dahi yoktur. Bu da Türkiye’de yüzlerce gazetecinin başına gelen bir husustur. Hakkında bir emniyet fezlekesiyle bir soruşturma başlamış olması, kimseyi terörist olarak yaftalamaya sebep olamaz. Aksi yorum hukuk devleti değil, polis devleti perspektifidir. Bu durumda İstanbul Savcılığı, önce kesinleşmiş mahkeme kararına direnmekte ve masumiyetini ispat etmiş bir gazeteciye terörist demekte; diğeri yönünden ise yalnızca soruşturma aşamasında, yani normatif olarak masumiyet karinesinin geçerli olduğu aşamadaki bir gazeteciye terörist demektedir. Dahası bu algıya ortak olmayan herkese sopa göstermekte, ceza adalet sisteminden değil, düşman ceza hukukundan doğru gözdağı vermektedir. Bu bir adli yeti ve yetki değildir. Savcılığın bu açıklaması, retoriği ve soruşturması adli değil, siyasidir. Dayanakları ve konsepti yurttaş hukuku değil, düşman ceza hukukudur.
BM SALDIRILARI AÇIKÇA KINIYOR
Belirtmeliyiz ki uluslararası insancıl hukuk, çatışma bölgelerinde çalışan gazetecileri açıkça koruma altına almaktadır. Cenevre Sözleşmeleri Ek Protokol I’in 79’uncu Maddesi, gazetecilerin doğrudan düşmanlıklara katılmadıkları sürece sivil statüsünde olduklarını ve mesleki görevleri nedeniyle hedef alınamayacaklarını açıkça ifade eder. Ayrıca, Cenevre Sözleşmeleri’nin 3’üncü Ortak Maddesi, çatışmanın her türünde sivillerin yaşam hakkını ve onurunu koruma altına alır. Bu hükümler, gazetecilerin yalnızca bilgi toplama ve yayma faaliyetlerini sürdürdükleri için hedef alınmasını yasaklar. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1738 sayılı kararı da gazetecilere yönelik saldırıları açıkça kınayarak, bu kişilerin korunmasını devletlere yükümlülük olarak getirir.
‘BAROLAR KRİTİK ÖNEME SAHİPTİR’
Uluslararası hukuk, gazetecilerin kim olduğunu mesleki faaliyetleri temelinde değerlendirir. Kamu yararına bilgi toplama, analiz etme ve yayma amacıyla çalışan herkes gazeteci olarak kabul edilir ve bu kişiler çatışma bölgelerinde sivil statüsüne sahiptir. Bu koruma, yalnızca medya kuruluşlarında çalışan gazetecilerle sınırlı değildir; bağımsız gazeteciler ve vatandaş gazeteciler de aynı koruma kapsamındadır. Barolar, hukukun üstünlüğünün ve insan haklarının korunmasında kritik bir role sahiptir. İstanbul Barosu gibi köklü kurumların, uluslararası insancıl hukuk ve insan haklarını savunmaya yönelik açıklamaları ve faaliyetleri, yalnızca hukuki bir zorunluluk değil, aynı zamanda evrensel insan hakları mücadelesinin bir parçasıdır. Bu çabaların kriminalize edilmesi hem hukuki bağımsızlığa hem de temel insan haklarına yönelik ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Bu bağlamda, İstanbul Barosu’nun uluslararası insancıl hukuka yaptığı vurgunun ulusal ve uluslararası düzeyde korunması gerektiğine inanıyoruz. Barolara yönelik baskılar, yalnızca adalet sistemine değil, aynı zamanda demokratik toplumsal yapıya zarar vermektedir.
‘DAYANIŞMA GÖSTERMEK AVUKATLIK GÖREVİDİR’
Gazetecilerin korunması, bilgiye erişim hakkının ve ifade özgürlüğünün güvencesidir. İstanbul Barosu’na yönelik bu soruşturmanın, ifade özgürlüğü ve hukuki bağımsızlık adına taşıdığı tehdit nedeniyle derhal sonlandırılması gerektiğini vurguluyoruz. İnsan hakları savunucuları, gazeteciler ve hukukçular, uluslararası hukukun koruması altındadır. Kuruluş manifestosu Tam Bağımsız Türkiye sloganına dayanan bir hukukçular topluluğunun üyeleri olarak, bağımsızlığın ancak yurttaş hukukuna dayanan bağımsız bir yargı düzeniyle mümkün olabileceği bilinciyle, bu süreçte İstanbul Barosu ile dayanışma göstermenin avukatlık görevi olduğunu, İstanbul Barosu’nun yanında olduğumuzu ve hukukun üstünlüğü mücadelesine tam destek verdiğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz.”