İZMİR- 2013-2015 yılları arasında gelişen süreçte devletin yasal ön adımlar atmaktan kaçındığını ifade eden Akil İnsanlar Heyeti üyesi Lami Özgen, "Aynı sorunlar bugün de önümüzde duruyor" dedi.
İmralı Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde ağırlaştırılmış tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan, 4 yıl aradan sonra yeğeni Ömer Öcalan ile yüz yüze 23 Ekim 2024'de görüşme gerçekleştirdi. Ardından ise Hakların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) milletvekilleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder, 28 Aralık'ta İmralı Adası'na gitti. Yapılan görüşmede Abdullah Öcalan heyete sürece dair 7 maddelik bir deklorasyon sundu. Türk-Kürt kardeşliğini yeniden güçlendirme, tüm siyasi çevrelerin dar ve dönemsel hesaplara takılmadan inisiyatif alması gibi maddelerin yapıldığı açıklamalarda, "Devir Türkiye ve bölge için barış, demokrasi ve kardeşlik devridir" vurgusu yapıldı. Görüşme sonrası DEM Parti heyeti Meclis'te grubu bulunan siyasi partilerin temsilcileriyle de bir araya gelmeye başladı.
'KOBANÊ DÜŞTÜ DÜŞECEK, BÜYÜK KRILMA YARATTI'
Kürt sorunu bağlamında gelişen tartışmalar, 2013'te başlayan ilk ve çözüme ulaşmayan diyalog süreci gölgesinde yürütülüyor. İlk diyalog sürecinde toplumsal desteğin sağlanması için kurulan Akil İnsanlar Heyeti'nde yer alan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Genel Başkanı Lami Özgen 2013-2015 sürecinde Türkiye'de ilk defa Kürt sorununun yüz yüze görüşmelerle çözülmek istendiği bir süreç olduğunu belirtti. Bu sürecin sonlanmasında birçok etkenin bulunduğunu aktaran Özgen, Bunların başında yüz yıllık Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözülüp, Kürtlerin anayasal haklarının güvence altına alınması konusunda netlik olmaması olduğunu belirterek, "Yüz yıllık bir devlet tereddüdü vardı. 2 yıl boyunca demokratikleşmenin yasal ön adımları bile atılmaktan imtina edildi. Aylarca görüştüğümüz en somut örnek olan cezaevlerindeki hasta tutsakların bırakılması halen bile kangrendir. İkinci temel etken ise 2011'de başlayan Ortadoğu'da bir değişim süreciydi ve Türkiye, yürüyen vesayetçi savaşa yatırım yapmıştı. O yüzden 'Kobanê düştü, düşecek' söylemi, bir kesimde büyük bir coşkuyla ifadesini buldu. Diğer kesimde de ciddi bir kırılmaya neden oldu. Devletin kendi içindeki dinamikler tarafından bozulması da var. Böylelikle pozitif bir niyetle başlayan süreç, farklı bir mecraya evrildi" ifadelerini kullandı.
'HÜKÜMET DÖNÜŞEBİLİR Mİ?'
O dönemde bir yandan görüşme yapılırken 2 Ekim 2014'teki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında topyekûn çöktürme kararının alındığını anımsatan Özgen, bunun da siyasi zeminde güvensizlik yarattığının altını çizdi. Yapılan bu tercihin 10 yıldır politik, siyasi, ekonomik açıdan ciddi ve ağır bedellerin ödenmesine sebep olduğunu dile getiren Özgen,"Şimdi gelinen aşamada MGK'nın Çöktürme Planı ortadan kaldırıldı mı? Ortadaysa devlet stratejisi açısından bir geçerliliği vardır. Ortadoğu'daki vesayet savaşı topyekûn dahil olunan bir savaşa dönüştü. Türkiye'nin değişip, dönüşüp, demokratikleşmesine yönelik devlet ve hükümet zihniyetinin dönüşümü oldu mu? Pratik tutum ve yaklaşıma bakıldığı zaman bu 10 yıllık süreçte tekçi, otoriter bir başkanlık sistemi hayata geçirildi. Böyle bir zihniyete sahip bir hükümet sistemi gerçekten dönüşebilir mi? Böyle bir aklın demokratikleşmeye ihtiyacı yok, tersine sürekli otoriterleşmeye ihtiyaç duyuyor. Bunların hepsi orta yerde duruyor" diye konuştu.
'ULUSLARARASI ALANDA ZORLANDILAR'
O süreçten sonra AKP-MHP-Ergenekon ittifakı oluşturulduğunu kaydeden Özgen, bu ittifakın tekçi, otoriter, anti demokratik uygulamalarına rağmen sonuç almakta zorlandığını ifade etti. Bundan kaynaklı 2013-2015 sürecine en acımasızca karşı duran Devlet Bahçeli'ye bir görev verildiğini söyleyen Özgen, "Son gelişmeler sadece Bahçeli'den menkul bireysel bir dahil olma durumu değildir. Bunu devletin ortak konsensüsü olarak düşünüyorum. Öte yandan son 1 buçuk yıldır küresel düzeyde bir kampanya yürüyor. Uluslararası düzeyde hukukçular, siyasetçiler, Nobel Barış Ödülü sahipleri 'Öcalan'a özgürlük, Kürdistan'a statü' kampanyasını yürüttü. İktidarın uluslararası zeminde zorlandığı önemli bir nokta burasıydı. Bundan hareketle açık bir temas süreci başladı. Bu sürecin detaylarının ne olduğuna dair kimi emareler var, ama tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz. Doğal olarak tersten kriminalize eden, topyekûn imhayı hedefleyen dil hayat buluyor. Bir yere kadar buna anlam biçmek mümkün, ama kendi stratejinizden çark ettiyseniz belli oranda dilinizi de gözden geçirmeniz lazım. Devlet nezdinde bütünlüklü bir duruş var. Ama karşılıklı somut beklentilerin ne olduğu ileride ortaya çıkacak" şeklinde konuştu.
'YOL HARİTASI BELİRLENMELİ'
Hükümetin psikolojik savaş yöntemi olarak kendi isteklerini üst perdeden dile getirdiğini belirten Özgen, şöyle devam etti: "Bu hükümet ilk süreçte bir sürü yasal değişikliğe karar alınmasına rağmen hiçbirini hayata geçirmedi. Aynı sorunlar bugün de önümüzde duruyor. 1915'ten bugüne baktığımızda Türkiye'de yaşanmış bir sürü katliam, soykırım, siyasal cinayetler var. Bunlar sürecin nasıl bir parçası olacak? Türkiye ve SMO, Kürtlere ve onlarla beraber kurulan öz yönetimlere saldırıyor. Bunlar, görüşme sürecinin seyrini belirleyecek durumlardır. Karşılıklı temkinli olma hali var. Kürtlerle beraber diğer ötekilerin temel yurttaşlık hakkı çerçevesindeki hakları anayasal güvence altına alınması gerekiyor. Kürtlerin, yerel yönetimden, temsiliyete, anadilde eğitimden kültüre kadar birçok talebi var. Bunların hepsinin hayat bulması için hedeflenecek yol haritası ne? Kaba olarak yapılan 'Bunu kabul ediyoruz, bunu etmiyoruz' söylemi ile süreç yürümez. Bunlar kısa bir süre sonra da görüşme sürecini zedeleyecektir."
TOPLUMSAL BARIŞ TALEBİ
Meclis'e yapılan çağrının önemli olduğunu sözlerine ekleyen Özgen, fakat Meclis'in Cumhurbaşkanının isteklerine göre konum alan, el kaldıran bir işlevi olduğuna işaret etti. Böylesi bir Meclis'te böyle ciddi bir sorunun ne derece açık ve özgür tartışılabileceğinin soru işareti olduğunu kaydeden Özgen şöyle devam etti: "Burada en önemli mesele geçen süreçte eksik kalan barış talebinin toplumsallaşmasıdır. 10 yıllık hukuksuz yönelimlerden dolayı en doğal barış talebi bile terörizmle ilişkilendirildi, insanlar tutuklandı, bu anlamda handikaplar var. Ama barış talebinin alttan dillendirilmesi lazım. Sadece toplumun muhalif olan kesimleri değil, bütün kesimler görüşmelerin seyrini beklemeksizin toplumsal barış mücadelesini alttan yukarıya doğru geliştirmelidir. Barış ortak gelecektir. Bu anlamıyla yapılan ortak temasları güçlendirmek ve ortaya çıkarmak gerekiyor. Evet, bir belirsizlik var, ama barış mücadelesi belirsizlikleri beklemez. Çünkü savaş, ölüm, zulüm, hukuksuzluk kesintisiz bir şekilde devam ediyor. Barış isteyenlerin öne çıkmak konusunda adım atacağına yönelik umutlarım var. Bu hem görüşmelere katkı sağlayacaktır hem de ötekilerin haklarının özgür yurttaşlık temelinde hayat bulması için güçlü bir yol olacaktır."
MA / Tolga Güney